Sual: Bazı Şii kitapları, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” efendimizin ahireti şereflendirdikleri gün Ashâb-ı kirâm arasında olan olayları çok alçak ve çirkin iftiralara bürüyerek anlatıyorlar. Muteber eserlerde bu hadise nasıl anlatılmıştır?
Cevap: Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” efendimizin vefatını ve o gün Ashâb-ı kiramın başına gelenleri Kısas-ı Enbiya kitabından alarak geniş olarak aşağıda bildiriyoruz:
Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” efendimizin, hicretin 11. yılı, Safer ayının 27. günü, mübarek başı ağrımaya başladı. Zevce-i mükerremesi hazret-i Aişe “radıyallâhu anha” hazretlerinin odasına teşrif buyurdu. Abdurrahmân bin Ebû Bekr’i çağırıp, kendilerinden sonra, Ebû Bekr-i Sıddık’ın halife seçilmesi için, vasiyet yazdıracağını bildirip, hokka ve kalem getirmesini emir buyurdu. Abdurrahmân emirlerini yapmaya giderken (Sonra getirirsin, şimdi dursun!) buyurdu ve mescid-i şerife teşrif etti. Ashâb-ı kirâm “aleyhimürRıdvân” haber alıp, mescide toplandılar. Fahr-i âlem “sallallâhü aleyhi ve sellem” minbere çıkıp Ashâbına nasihat verdi ve helallaştı. Sonra, Ebû Bekr-i Sıddık’ın Ashâb arasındaki üstünlüğünü, kıymetini, kendisinden çok hoşnud olduğunu bildirdi. Birkaç gün sonra hastalık arttı. Ensar-ı kirâm, yani Medinenin yerli ahalisi çok üzüldü. Mescid-i şerifin etrafında pervane gibi dolaşmaya başladılar. Hazret-i Abbas’ın oğlu Fadl ile Ebû Talibin oğlu olan hazret-i Ali bu hâli Resûlullaha haber verdi. Merhamet buyurarak, sıkıntıya katlanıp ve bu ikisi birer koltuğuna girip tekrar mescid-i şerife getirdiler. Ashâb-ı kirâm mescitte toplandı. Hatem-ül-enbiya hazretleri minbere çıktı. Allahü teâlâya hamd ve sena ettikten sonra, Ensara dönüp, (Ey Ashâbım! Benim ölümümü düşünüp telaş ediyormuşsunuz. Hiçbir Peygamber, ümmeti arasında sonsuz kaldı mı ki ben de sizin aranızda sonsuz kalayım? Biliniz ki ben Rabbime kavuşacağım. Size nasihatım olsun ki Muhacirlerin büyüklerine saygı gösteriniz) buyurdu. Sonra, (Ey Muhacirler! Size de vasiyetim şudur ki Ensara iyilik ediniz! Onlar size iyilik etti. Evlerinde barındırdı. Geçinmeleri sıkıntılı olduğu hâlde, sizi kendilerinden üstün tuttular. Mallarına sizi ortak ettiler. Her kim, Ensar üzerine hakim olur ise, onları gözetsin, kusur edenleri olursa affetsin) buyurdu. Sonra çok güzel, tesirli nasihatlar edip, (Allahü teâlâ, bir kulunu dünyada kalmak ile Rabbine kavuşmak arasında serbest bıraktı. O kul, Rabbine kavuşmak istedi) dedi. Bu sözden yakında vefat edeceği anlaşılıyordu. Ebû Bekr-i Sıddık “radıyallâhu anh” bu sözün ne demek olduğunu anlayıp, canımız sana feda olsun ya Resûlallah! diyerek ağladı. Resûl-i ekrem “sallallâhü aleyhi ve sellem” Ona, sabır ve katlanmak lazım geldiğini emretti. Mübarek gözlerinden yaş akıyordu. (Ey Ashâbım! Din-i İslam yolunda sıdk ve ihlas ile malını feda eden Ebû Bekr’den çok razıyım. Ahiret yolunda arkadaş edinmek elde olsaydı, Onu seçerdim) buyurdu. Sonra, Ashâb-ı kiramdan mescid-i şerife kapıları açık olanların kapılarını kapattı. Yalnız, Ebû Bekr’in “radıyallahü teâlâ anh” kapısının eskisi gibi açık bırakılmasını emretti. Yine lütfederek söze başlayıp:
(Ey Muhacirler ve ey Ensar! Vakti belli olan bir şeye kavuşmak için acele etmenin faydası yoktur. Allahü teâlâ, hiçbir kulu için acele etmez. Bir kimse Allahü teâlânın kaza ve kaderini değiştirmeye, irâdesinden üstün olmaya kalkışırsa, Onu kahr ve perişan eder. Allahü teâlâya hile etmek, Onu aldatmak isteyenin işleri bozulup, kendi aldanır. Biliniz ki ben sizlere karşı rauf ve rahimim. Siz de bana kavuşacaksınız. Kavuşacağınız yer, Kevser havuzunun başıdır. Cennete girmek, bana kavuşmak isteyen, boş yere konuşmasın. Ey müslümanlar! Kâfir olmak, günah işlemek, nimetin değişmesine, rızkın azalmasına sebep olur. İnsanlar, Allahü teâlânın emirlerine itaat ederse, hükümet başkanları, amirleri, valileri onlara merhamet ve şefkat eder. Fısk, fücur, taşkınlık yapar, günah işlerlerse, merhametli başkanlara kavuşamazlar. Benim hayatım, sizin için hayırlı olduğu gibi, ölümüm de hayırdır ve rahmettir. Eğer bir kimseyi haksız yere döğmüş veya fenâ bir söz söylemiş isem, bana aynı şeyi yaparak hakkını almasına, birinizden haksız bir şey almış isem, geri istemesine razıyım ve helallaşmaya hazırım. Çünkü, dünya cezası, ahiret cezasından pek hafiftir. Buna katlanmak daha kolaydır) buyurdu. Minberden indi. Namazdan sonra tekrar minbere çıkıp, vasiyet ve nasihattan sonra (Sizi Allahü teâlâya ısmarladım) diyerek odasına teşrif buyurdu. Hastalık zamanında, ezan okundukça, mescid-i şerife çıkar ve imam olup cemaat ile namazı kılardı. Vefatına 3 gün kala, hastalığı ağırlaştı. Artık mescid-i şerife çıkamadıklarından (Ebû Bekr’e söyleyiniz! Ashâbıma namaz kıldırsın) buyurdu. Ebû Bekr-i Sıddık “radıyallâhu anh”, Resûlullahın hayatında müslümanlara imam olarak, 17 vakit namaz kıldırdı. Cenaze işlerini hazret-i Alinin yapmasını emir buyurdu. Hastalıktan önce, kendilerine gelmiş olan birkaç altını fakirlere verip, birkaçını da, Aişe’ye “radıyallâhu anha” vermişti. Rebiul-evvelin 10. Cumartesi günü, Allahü teâlâ Cebrâil aleyhisselâmı göndererek hal ve hatırını sordu. Pazar günü yine gelip sordu ve Yemende Peygamber olduğunu söyleyen yalancı Esved-i Anesinin öldürüldüğünü haber verdi. Resûl-i ekrem de, Ashâbına bildirdi. Pazar günü, Resûlullahın hastalığı ağırlaştı. Ordu kumandanı yaptığı Üsame hazretleri gelmişti. Resûlullah, dalgın yatıyordu. Üsame’ye bir şey söylemedi. Fakat, mübarek kollarını kaldırıp, Onun üzerine sürdü. Ona duâ ettiği anlaşıldı. Pazartesi günü Ashâb-ı kirâm mescid-i şerifte saf saf olup Ebû Bekr-i Sıddık hazretlerinin arkasında sabah namazını kılarlar iken, Fahr-i âlem hazretleri mescid-i şerife geldi. Ümmetinin saf saf olup ibadet ettiklerini gördü. Sevinerek tebessüm buyurdu. Kendisi de hazret-i Ebû Bekr’e uyup, arkasında namaz kıldı. Ashâb-ı kirâm Resûlullahı mescitte görünce, hastalık geçti sanarak sevindiler. Resûl-i ekrem “sallallâhü aleyhi ve sellem” ise hazret-i Aişe’nin odasına teşrif buyurup yattı. (Allahü teâlânın huzuruna, dünya malı bırakmadan gitmek isterim, yanında kalan altınları da, fakirlere dağıt!) buyurdu. Sonra ateşi arttı. Bir müddet sonra, tekrar gözlerini açıp, hazret-i Aişe’ye “radıyallahü teâlâ anha ve an Ebiha” altınları dağıtıp dağıtmadığını sordu. Dağıtacağını söyledi. Bunların hemen dağıtılmasını tekrar tekrar emir buyurdu. Hemen dağıtılıp, bildirilince, (Şimdi rahat ettim) buyurdu.
Üsame “radıyallahü teâlâ anh” tekrar geldi. (Allahü teâlâ yardımcın olsun! Haydi cenge git!) buyurdu. O da çıkıp ordusuna gitti. Hemen, hareket emrini verdi.
O saatte hastalık arttı. Muhterem ve çok sevdiği kızı Fâtıma-tüz-Zehra’yı istedi. Kulağına bir şey söyledi. Hazret-i Fâtıma ağladı. Tekrar bir şey söyledi. O zaman güldü. Sonra anlaşıldı ki önce (Ben öleceğim) buyurmuş. O da ağlamış. Sonra (Ehl-i beytimden, ilk önce, benim yanıma gelecek sensin!) buyurmuş. O da, bu müjdeye sevinip gülmüş.
O gün öğleden önce, Cebrâil aleyhisselâm ve Azrâil aleyhisselâm, birlikte kapıya geldi. Cebrâil aleyhisselâm içeri girdi. Azrâil aleyhisselâmın kapıya geldiğini, içeri girmeye izin beklediğini söyledi. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” izin verdi. Azrâil aleyhisselâm içeri girdi. Selam verdi. Allahü teâlânın emrini bildirdi. Resûl-i ekrem “sallallâhü aleyhi ve sellem” Cebrâil aleyhisselâmın yüzüne baktı. O da, ya Resûlallah! Mele-i alâ sizi bekliyor dedi. Bunun üzerine, Fahr-i âlem “sallallâhü aleyhi ve sellem”, (Ya Azrâil! Gel, vazifeni yap!) buyurdu. O da, Muhammed aleyhisselâmın mübarek ruhunu alıp, alâ-yı illiyine ulaştırdı.
Resûl-i ekremde mevt alâmetleri görülünce, Ümm-i Eymen “radıyallâhu anha” hazretleri, oğlu Üsame’ye haber gönderdi. Üsame ve Ömer Fâruk ve Ebû Ubeyde bu acı haberi alınca, ordudan ayrılıp, Mescid-i Nebeviye geldiler. Aişe-i Sıddıka ve diğer hatunlar, ağlayınca, mescid-i şerifteki Ashâb-ı kirâm şaşırdı. Ne olduklarını anlayamadılar. Beyinlerinden vurulmuşa döndüler. Hazret-i Ali ölü gibi, hareketsiz kaldı. Hazret-i Osman’ın dili tutuldu. Hazret-i Ebû Bekr, o anda evinde idi. Koşarak geldi. Hemen, hucre-i saadete girdi. Fahr-i âlemin yüzünü açtı. Vefat etmiş olduğunu gördü. Mübarek yüzü ve her yeri latif, nazif olarak, nur gibi parlıyordu. Mematın da, hayatın gibi ne güzel ya Resûlallah! diyerek, öptü. Çok ağladı. Mübarek yüzünü örddü. Evdekilere teselli verdi. Mescid-i şerife geldi. Şaşırmış olan Ashâb-ı kirama nasihat verip, ortalığı düzene koydu. Böylece hepsi, Resûlullahın vefat etmiş olduğuna inandı. Bu esnada Üsame ordusundaki asker şehre girdi. Büreydet ibni Hasib hazretleri, elindeki sancağı Resûlullahın kapısı önüne dikti. Hüzn ve keder, Ashâb-ı kiramın yüreğine bir zehrli hançer gibi saplandı. Gözler ağlar, göz yaşları çağlar, hasıret ateşi, herkesin ciğerini dağlar idi.
Hazret-i Abbas ile oğlu Fadl ve Ali “radıyallahü teâlâ anhüm” ve evdekiler, göz yaşı dökerek, cenaze hizmetine başladılar. Hazret-i Ebû Bekr de, odanın kapısında durup, yanıp yakılmakta, hizmete nezaret etmekte idi. Lakin yanmakla, ağlamakla iş bitmeyip, ümmetin işini görmek ve İslamiyetin emirlerini yerine getirmek için bir baş, bir halife lazım idi. O vakit, bu vazifeyi yapmaya elverişli Ebû Bekr-i Sıddık idi.
Hazret-i Abbas ve Ali “radıyallâhu anhüma”, Resûlullaha daha yakındılar. Fakat, Fahr-i âlem “sallallâhü aleyhi ve sellem” hazretleri, mağaradaki arkadaşı olan Ebû Bekr’i Ashâbının hepsinin üstünde tutardı. Hasta iken, Ashâbına veda ettiği gün, en çok Ebû Bekr’den razı olduğunu bildirmişti. Mescid-i şerife açık olan kapıları hep kapatıp, yalnız Ebû Bekrin kapısını açık bıraktırdı. Vefatına 3 gün kala, Onu Ashâbına imam yaptı. Dinin temel direği olan namazda, Onu hepsinin önüne geçirdi. Bunlar hep, Ebû Bekrin halife yapılmasına işaretlerdi. Ashâb-ı kiramın birleşip de, Onu seçmeleri işi kalmıştı.
Fakat, Ensardan bir kısmı, kendilerinden halife seçmeye kalkıştı. Beni Saide çardağı altında toplandılar. Hazrec kabilesinin başı olan Sad bin Ubade “radıyallâhu anh”, hasta olduğu hâlde, oraya gelmişti. Ensara dedi ki:
Ey Ensar! Sizin üstünlüğünüz, hiçbir kabilede yoktur. Muhammed aleyhisselâm, 13 sene Mekke’de, kavmini dine çağırdı. İçlerinden pek az kimse inandı. Fakat, cihat edecek kadar olamadılar. Allahü teâlâ sizi müslüman yapmakla şereflendirince, Resûli ile Ashâbının korunmasını ve din-i İslamın cihat ile kuvvetlenmesini ve yayılmasını size nasip etti. Düşmanları sindiren siz oldunuz. Arabistan köylüleri, sizin kılınçlarınızın korkusu ile müslüman oldu. Resûl-i ekrem, sizden razı olarak vefat etti. Şimdi, başa geçmek, sizin hakkınızdır. Onu başkasına vermeyiniz, dedi. Orada bulunan Ensarın çoğu, doğru söylüyorsun. Allah yardımcın olsun. Seni halife seçtik, dediler.
Ensardan Evs kabilesi, bu hâli beğenmedi. Başları olan Üseyed bin Hudayr’ın yanına toplandılar.
Muhacirler ise, Ensarın 2 kabilesini de halife yapmazdı. Çünkü Kureyş kabilesi, Arabistandaki kabilelerin en üstünü, en şereflisi idi. Halife seçiminde, müslümanlar arasında büyük bir ayrılık baş göstermek üzere idi.
İşte, böyle dar ve tehlikeli bir anda, Ebû Bekr ile Ömer ve Ebû Ubeyde, oraya Hızır gibi yetiştiler. O anda, Ensardan biri kalkıp, bizler Resûlullaha yardım ettik. Muhacirler bize sığındı. Halife, bizden olmalıdır, diyordu.
Halbuki Resûl-i ekrem “sallallâhü aleyhi ve sellem” her yerde, sağ yanına Ebû Bekr’i, sol yanına Ömer’i alırdı. Ebû Ubeyde için de (Bu ümmetin eminidir) buyururdu “radıyallahü teâlâ anhüm”. 3’ü birdenbire, meydana çıkınca, sanki Resûl-i ekrem kalkmış, oraya gelmiş gibi oldu. Herkes, bunların ne söyleyeceğini bekliyordu. Hazret-i Ebû Bekr:
(Bu ümmet, önceden putlara tapardı. Allahü teâlâ kendisine ibadet etmeleri için, onlara Resûl gönderdi. Kâfirlere, babalarının dinini bırakmak, güç geldi. Allahü teâlâ, Muhacirleri, mümin yapmakla şereflendirdi. Bunlar, Resûlullaha arkadaş ve derd ortağı oldular. Onun çektiği sıkıntılara ortak oldular. Onunla birlikte, din düşmanlarının işkencelerine sabır ettiler. Yer yüzünde Hakka önce tapan ve Resûlüne iman eden Onlardır. Bunun için, halife Onlardan olmak lazımdır. Bu işte, kimse Onlara ortak olamaz. Ancak zalim olan, ellerinden almak ister. Ey Ensar! Sizin de İslama olan hizmetiniz inkar olunamaz. Allahü teâlâ, sizi kendi dinine ve Peygamberine yardım için seçti. Resûlünü sizlere gönderdi. İlk muhacir olanlardan sonra, sizden daha kıymetli kimse yoktur. Resûlullahı bağrınıza bastınız. Ona yardımla övünmek şerefi, üstünlüğü sizindir. Buna kimsenin bir diyeceği yoktur. Fakat, bütün Arabistan halki halifenin Kureyşten olmasını ister. Başkasını halife görmek istemez. Çünkü, arabın soyca, irfanca en üstünü Kureyş olduğunu herkes bilir. Memleketleri de Arabistan’ın ortasındadır. Biz Âmir oluruz. Siz de vezirimiz, müşavirimizsiniz. Hiçbir şey, size danışılmadan yapılmaz) dedi.
Hazret-i Ömer de “radıyallahü teâlâ anh”, söz alıp (Ey Ensar! Resûl-i ekrem hasta iken, sizi bize vasiyet etti. Eğer siz, emir olacak olaydınız, bizi size vasiyet ederdi) dedi.
Ensar-ı kirâm “radıyallâhu anhüm”, diyecek bir söz bulamayıp, düşünmeye daldılar. İçlerinden Hubab bin Münzir kalktı. Bizden bir emir, sizden de bir emir bulunsun, dedi. Hazret-i Ömer (2 emir, bir arada olamaz. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” hangi kabileden ise, halifesi de, o kabileden olmadıkça, Araplar kabul etmez. Ona itaat etmezler) dedi. Hubab cevap vererek, (Ey Ensar! Araplar bu dini, sizin kılınçlarınız ile kabul etti. Hakkınızı başkasına kaptırmayınız!) dedi.
Ubeyde -tebnil- Cerrah “radıyallahü teâlâ anh” söz alıp (Ey Ensar! Başlangıçta, bu dine hizmet eden sizler idiniz. Sakın, işi önce bozan da, sizler olmayasınız) dedi. Bu söz üzerine, Ensardan ve Hazrec kabilesinden Sad bin Numan bin Kab bin Hazrec oğlu Beşir “radıyallâhu anh” ayağa kalkıp:
(Ey müslümanlar! Muhammed aleyhisselâm, Kureyş kabilesindendir. Halifenin de, Onun kabilesinden olması daha uygundur. Yerinde bir iştir. Evet biz önce müslüman olduk. Malımızla, canımızla, İslama hizmet şerefini kazandık. Lakin biz bunları Allah ve Onun Resûlünü “sallallâhü aleyhi ve sellem” sevdiğimiz için yaptık. Biz, bu hizmetimiz için dünyada bir karşılık beklemiyoruz) dedi. Hubab, buna karşılık, (Ya Beşir! Amcam oğluna hased ve nefsaniyet mi ediyorsun?) dedi.
Beşir “radıyallahü teâlâ anh”, (Vallahi öyle değil. Kureyşin hakkına saldırılmasını istemiyorum) dedi.
İşte o anda hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh”, (Size şu 2 zâtı aday yaptım. Birini seçiniz) dedi. Ömer ile Ebû Ubeyde’yi gösterdi. İkisi de, çekindi ve (Hazret-i Peygamberin ileri geçirdiği kimsenin önüne kim geçebilir?) dediler. Bu sırada, gürültü başladı. Her kafadan bir söz çıkar oldu.
Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” söz aldı. Hazret-i Ebû Bekr’e dönerek, (Resûl-i ekrem, seni, dinin direği olan namazda, kendisine halife yaptı. Seni hepimizin önüne geçirdi. Elini uzat! Ben, seni halife seçtim) dedi. Ebû Ubeyde de, Ebû Bekr’i seçmek için elini uzatırken, Beşir yerinden fırladı. Bunlardan önce, Ebû Bekr’in elini tutup biat etti. Yani halifemiz sensin, dedi. Ömer ve Ebû Ubeyde de biat etti. Evs kabilesinin hepsi, reisleri Üseyed bin Hudayr ile birlikte gelip, biat ettiler. Bunları görünce Hazrecliler de biat etti.
Ebû Bekr, Ömer ve Ebû Ubeyde “radıyallâhu anhüm” yetişmeseydi, Sad bin Ubadeye biat olunacak, böylece Evs kabilesi ile Hazrec kabilesinin arası açilacaktı. Kureyş ise, bunu hiç kabul etmeyip, müslümanlar parçalanacaktı. İşte Ebû Bekr-i Sıddık, bu büyük tehlikeyi önledi. Onun halife seçilmesi ile İslamiyet parçalanmaktan kurtuldu.
Bu hizmette büyük payı bulunan Beşir bin Sad hazretleri, II. Akabede, Bedrde, Uhudda ve bütün gazalarda bulunmuş, kahramanca çarpışmıştır. Hicretin 12. senesinde, Yemame cenginde şehit olmuştur.
Hazret-i Ebû Bekr “radıyallâhu anh” pazartesi günü halife seçilince, salı günü, mescid-i şerife gelip, Ashâbı topladı. Minbere çıktı. Hamd ve senadan sonra, (Ey müslümanlar! Sizin üzerinize Vâli ve emir oldum. Halbuki sizin en iyiniz değilim. Eğer iyilik yaparsam bana yardım ediniz. Fenâ iş yaparsam, bana doğru yolu gösteriniz! Doğruluk emanettir. Yalancılık hıyanettir. Sizin zayıfınız, bence çok kıymetlidir. Onun hakkını kurtarırım. Kuvvetine güveneniniz ise, bence zayıftır. Çünkü, ondan, başkasının hakkını alırım. İnşaallahü teâlâ, hiçbiriniz cihatı terketmesin. Cihatı terkedenler zelil olur. Ben Allaha ve Resûlüne itaat ettikçe, siz de bana itaat ediniz. Eğer ben Allaha ve Resûlüne âsî olur, doğru
yoldan saparsam, sizin de bana itaat etmeniz lazım gelmez. Kalkınız, namaz kılalım! Allahü teâlâ hepinize iyilik versin!) dedi.
Sonra, Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” işini tamamladılar. Erkek, kadın, çocuk, köle, herkes, bölük bölük odaya girip, akşama kadar, cemaatsız olarak, namazını kıldılar. Çarşamba gecesi karanlıkta, o odaya defnettiler.
Kısas-ı enbiya kitabı 410. sayfada diyor ki: Resûlullah hayatta iken, vahiy geliyor ve ümmete tebliğ olunuyor idi. Ondan sonra vahiy gelmek ihtimali kalmadı. Fakat, Kur’ân-ı Kerîm nice Ashâbın ezberinde idi. Kur’ân-ı Kerîmde açık bildirilmeyen şeyler de, sünnet-i seniyye ile yani Resûlullah ne demiş ve ne yapmış ise, yahut bir kimseyi bir iş yaparken görüp de men etmemiş ise, öyle yapılır oldu. Fakat, sünnet-i seniyye ve ehadis-i şerifler de, bütün Ashâbın ezberinde değildi. Çünkü, bir kısmı pazar yerlerinde alışveriş ile kimi hurmalıklarda, çiftçilikle uğraşır, sohbete her zaman gelemezlerdi. Bunun için, Resûlullahın öğrettiklerini işitenler, işitmeyenlere bildirirlerdi. İşitmedikleri hadis-i şerifleri, birbirlerinden sorup öğrenirlerdi. Hatta, mesela, Resûlullahı nereye defnedelim diye çok düşündüler. Ebû Bekr-i Sıddık’ın işittiği bir hadis-i şerife uyarak, vefat ettiği yere defnettiler. Bunun gibi, vefatından sonra kalan malın varislerine nasıl taksim edileceğini araştırdılar. Yine, Ebû Bekr-i Sıddık (Peygamberlerden miras kalmaz) hadis-i şerifini işittiğini söyledi. Öyle yaptılar.
Müminlerin annesi Aişe-i Sıddıka “radıyallâhu anha” buyurdu ki: (Resûl-i ekrem “sallallâhü aleyhi ve sellem” vefat edince, münafıklar baş kaldırdı. Araplar mürted oldu. Yani dinden çıktı. Ensar bir yana çekildi. Eğer, babamın üzerine inen belalar, dağların üzerine inseydi, ezerdi. Öyle iken, her nerede uyuşmazlık olsaydı, babam “radıyallahü teâlâ anh” yetişip, o işi çözer, herkesi barıştırırdı).
Tavsiye Yazı –> İlk halife nasıl seçildi?