Çün ezelde, kün deyip ol perverdigâr,
bir bedîa halk edip, o kirdigâr.
Rûh deyû nâm eyledi, ol dilbere,
künhünü bildirmedi âcizlere.
Bu değildi, âlem-i halkdan, meğer,
âlem-i emr-i Hudâdır mu’teber.
Şöyle fermân eyledi, Rabb-i mu’în,
âmir ol nefse, ona uyma sakın!
Çünki rûh, emr-i Celîli dinledi,
ol mübârek, gör ki, oldem neyledi:
Tutdu fermân-ı Hudâyı, o latîf,
başladı seyr-ü sülûke, ol şerîf.
Aşk-ı Hakla, uçdu cevlân eyledi,
çok âlemler gördü, seyrân eyledi.
Buldu bir âlem ki, nâ mahdûd idi,
mâ verâ-i Arşa dek, memdûd idi.
Öyle vâsi’ ki, bulunmaz gâyeti,
şâmil olmuş, Arş-ü nâr-ü Cenneti.
Her hakâyık, orda etmişdi zuhûr,
cism-ü cismânî değildi, cümle nûr.
Şiirde geçen kelimelerin manaları:
Perverdigar: Bütün mahlukları besleyen ve yetiştiren, Allahü teala
Bedia: Yeni, görülmedik güzel şey
Seyr-i sülük: Tasavvufta bu usûl dâhilinde sâlikin yaptığı mânevî yolculuk:
Cevlan: Dolaşma, gidip gelme, deveran, hareket
Mavera: Bir şeyin ötesinde, arkasında, gerisinde bulunan yer, zaman vb., görülen alemin ötesi
Mahdud: Sınırlı, hududlu
Memdud: Uzatılmış, çekilmiş, uzamış, uzun
Hakayık: Hakikatler, gerçekler