Sual: Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin “rahmetullahi aleyh” meşhur sözlerine misaller verir misiniz?
Cevap:
(Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs kitâplarından sonra, islâm kitâplarının en üstünü imâm-ı Rabbânî’nin Mektûbât’ıdır)
(İslâm âleminde, imâm-ı Rabbânî’nin Mektûbât’ı kadar kıymetli bir kitâp dahâ yazılmamıştır)
(Mektûbât-ı Rabbânî okumayan, Eshâb-ı kirâmın kadrini bilemez. Eshâb-ı kirâmı hakkıyla tanımayan da Resûl-i Ekrem’i tanıyamaz)
(Temiz ve yeni elbise giyiniz! Mevkı’ ve hürmet sâhibi olan kimseler gibi giyininiz! Helâl olan elbiseleri ve yemekleri ve şerbetleri lüzûmu kadar kullanınız! Gittiğiniz yerlerde ahlâkınızla, sözlerinizle islâmın vakarını, kıymetini gösterdiğiniz gibi, giyinmenizle de saygı ve ilgi toplayınız! Çeşitli, lezzetli yemeklerle ve tatlı, soğuk şerbetlerle bedeninizi, nefslerinizi râhat ve hoş tutunuz!)
(Tasavvuf, tarîkat, kötü huyların hepsinden kurtulmak, iyi huyların hepsine kavuşmaktır)
(Tasavvuf, insanlık sıfatlarından çıkarak, melek sıfatları ile bezenmek ve ilâhî ahlâkı huy edinmektir)
Büyük islâm âlimi seyyid Abdülhakîm efendi, mükemmel Arabî, Fârisî konuştuğu hâlde, (Yabancı dil bilseydim, bütün dünyâya faydalı olurdum) derdi. Avrupa dillerini bilmediği için esef eder, çok üzülürdü. (İslâm dîninin üstünlüklerini, râhat ve huzûr kaynağı olduğunu ve medeniyete, fende ve ahlâkta ilerlemeğe ışık tuttuğunu dünyâya bildirmek için, kısacası, islâmiyyete ve bütün insanlara hizmet için, yabancı dil öğrenmek muhakkak lâzımdır) derdi.
(Yatağına E’ûzü ve besmele okuyarak gir. Sağ yan üzerine kıbleye karşı yat. Sağ avucunu sağ yanağın altına döşe. E’ûzü besmele ile 1 Âyet-el-kürsî oku. Sonra herbiri için besmele okuyarak, 3 İhlâs, sonra 1 Fâtiha, sonra 1’er def’a 2 Kul e’ûzüyü oku. Sonra 3 def’a istigfâr duâsı, yanî “Estagfirullahel’azîm ellezi lâ ilâhe illâ hu” oku! 3.’süne “el-hayyel-kayyûme ve etûbü ileyh” ilâve et! Sonra 10 kere “tevekkeltü alellah velâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh” oku! Buna Kelime-i temcîd denir. 10.’suna “hil aliyyil azîm ellezi lâ ilâhe illâ hu” ilâve et! Sonra, “Allahümmagfir lî ve li vâlideyye ve lil-mü’minîne vel-mü’minât” ve 1 salavât-i şerîfe ve 1 “Allahümme Rabbenâ âti-nâ fiddünyâ haseneten ve fil’âhıreti haseneten ve kınâ azâbennâr bi-rahmetike yâ Erhamerrâhimîn” ve 3 veyâ 10 veyâ 40 yâhud 70 istigfâr, yanî “Estagfirullahel’azîm” ve 1 kelime-i tevhîd yanî “Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah” oku. Sonra, istediğin tarafa dönerek uyu!)
(Her Peygamber “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, kendi zamânında, kendi mekânında, kendi kavminin hepsinden, her bakımdan üstündür. Muhammed “aleyhisselâm” ise, her zamânda, her memlekette, yanî dünyâ yaratıldığı günden, kıyâmet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek, bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Hiç kimse, hiçbir bakımdan Onun üstünde değildir. Bu, güç birşey değildir. Dilediğini yapan, her istediğini yaratan, Onu böyle yaratmıştır. Hiçbir insanın Onu medh edecek gücü yoktur. Hiçbir insanın, Onu tenkîd edecek iktidârı yoktur.)
(Hanefî mezhebinde en mükemmel ve en kıymetli fıkıh kitâbı, İbni Âbidîn’in (Dürrü’l-muhtâr hâşiyesi)dir. Şâfi’îde (Tuhfetü’l-muhtâc) kitâbıdır. En mükemmel, en kıymetli tasavvuf kitâbı, İmâm-ı Rabbânî’nin (Mektûbât)ı ve en kıymetli ilmihâl de, Kâdîzâde’nin (Birgivî vasıyyetnâmesi) şerhidir. (Dürrü’l-muhtâr) kitâbı, Şemsüddîn Timûrtâşî’nin (Tenvîrü’l-ebsâr) kitâbının şerhidir.)
(Veledin, vâlideyni üzerinde 3 hakkı vardır: Doğduğunda müslümân ismi koymak. Âkıl olduğunda, kitâbet, ilim ve san’at öğretmek. Bâlig olduğunda, dîni ve ahlâkı güzel bir müslümân bulup, bununla hemen evlendirmektir)
(Üzerinde canlı resmi bulunan mendil, para gibi şeyleri kullanmak câizdir. Zîrâ böyle şeyler mühândırlar, muhakkardırlar, muhterem değildirler).
(İbâdet, emirleri yapmak demektir. Kur’ân-ı kerîmi, hutbeyi okumak ibâdetdir. Bunların manâsını anlamak emrolunmadı. Bunları anlamak, ibâdet değildir. Kur’ân-ı kerîmi anlamak için, 72 yardımcı ilmi ve 8 temel ilmi öğrenmek lâzımdır. Ancak, bundan sonra, Kur’ân-ı kerîmi anlamağa isti’dâd hâsıl olup, cenâb-ı Hak, ihsân ederse, anlayabilir. Herkes anlamalıdır demek, dîne müdâhene etmek olur. Kur’ân-ı kerîmi anlamak için, isti’dâdı çok olan 10 sene, orta olan 50 sene çalışmak lâzımdır. Bizim gibi az olanlar ise, 100 sene de çalışsak anlayamayız. İslâmiyyetde ilim diye, faydalı bilgilere denir. Faydalı ilim, se’âdet-i ebediyyeyi elde etmeğe, yanî Allahü teâlânın rızâsını kazanmaya vesîle olan ilimdir ki, bunlara, (İslâm bilgileri) denir).
Seyyid Abdülhakîm efendi “kuddise sirrûh”, yemeklerden sonra, şu duâyı okurdu: (Elhamdülillahillezî eşbe’anâ ve ervânâ min-gayri-havlin minnâ ve lâ kuvveh. Allahümme at’im-hüm kemâ at’amûnâ!).
((Miftâh-ul Cennet) ilm-i hâlinin yazarı sâlih bir zât imiş. Okuyanlara faydalı olur) [Miftâhul Cennet ilmihalinin yaygın ismi Mızraklı İlmihal’dir]
Seyyid Abdülhakîm efendi, (Keşkül) risâlesinde diyor ki, (İncir, tayyip bir yemiştir. Latîf bir gıdâdır. Hazmı kolaydır. Menfaatleri çok bir devâdır. Tabîate yumuşaklık verir. Balgamı eritir. Böbrekleri temizler. Mesânedeki kumları izâle eder. Karaciğerin ve dalağın tıkanmış olan deliklerini açar. Bedeni şişmanlatır. Bâsûru izâle eder. Nekrîse, romatizmaya faydalıdır.)
(İstanbul câmi’lerinde, 30 sene, yalnız Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâplarında yazılı olan îmânı, yanî Ehl-i sünnet itikâdını ve islâmın güzel ahlâkını anlatmağa çalıştım. Ehl-i sünnet âlimleri, bu bilgileri, Eshâb-ı kirâmdan, Onlar da, Resûlullahdan öğrendiler.)
(Kazâ ve kader, bir cebr-i mütehakkim değildir. Bir ilm-i mütekaddimdir.) Ezeldeki kazâ ve kader, Allahü teâlânın kullarının neleri yapmak istediğini ezelde bilmesidir. Neleri yapmasını ezelde emretmesi değildir
(Reşehât okumak, insanın ihlâsını arttırır)
(Kâhire müftîsi Abduh, islâm âlimlerinin büyüklüğünü anlayamamış, islâm düşmanlarına satılmış, sonunda mason olarak islâmiyyeti içerden yıkan azılı kâfirlerden olmuştur)
(Hanefî mezhebindeki fıkıh kitâblarının en kıymetlisi, en faydalısı ibni Âbidîn hazretlerinin (Reddü’l-muhtâr) kitâbıdır. Her sözü delîl, her hükmü senettir)
(İslâmın büyük düşmanı İngilizlerdir. İslâmiyeti bir ağaca benzetirsek, başka kâfirler fırsat bulunca, bu ağacı dibinden keser. Müslümânlar da bunlara düşmân olur. Fekat, bu ağaç birgün filiz verebilir. İngiliz böyle değildir. Bu ağaca hizmet eder. Besler. Müslümânlar da onu sever. Fakat gece, kimse anlamadan köküne zehir sıkar. Ağaç öyle kurur ki, bir dahâ süremez. Vah vah çok üzüldüm, diyerek müslümânları aldatır. İngilizin, islâma böyle zehir salması demek, para, mevki ve kadın gibi nefsânî arzûlar karşılığında satın aldığı yerli münâfıkların, soysuzların elleri ile, islâm âlimlerini, islâm bilgilerini ortadan kaldırmasıdır)
(Dinde reform sapıklığını ortaya ilk çıkaran, (İbni Teymiyye) oldu. Bu sapıklık sonradan, câhiller ve islâm düşmanları tarafından küfre kadar götürüldü)
İbni Hacer-i Mekkî için, (İslâm âlimlerinin en büyüklerindendir. Her sözü sağlam ve huccettir) buyurdu.
(Kâdî Beydâvî “beyyedallahü vecheh” ismine ve duâsına yakışacak kadar yüksektir. Müfessirlerin baş tâcıdır. Tefsîr ilminde en büyük makâma yükselmiştir. Her meslekte senettir. Her fende mâhir, her üsûlde burhân, önceki ve sonraki âlimlere göre sağlam, kuvvetli ve yüksek tanınmışdır. Böyle derin bir âlimin tefsîrinde uydurma hadîs var demek, büyük ve alçakca bir iftirâdır. Dinde derin bir uçurum açmakdır. Böyle sözleri söyleyenin dili, inananın kalbi, dinliyenin kulakları tutuşsa yeridir. Acabâ, bu büyük ilm sâhibi, uydurma hadîsleri sahîhlerinden ayıramazmı idi? Evet diyenlere ne demelidir? Yoksa uydurma hadîs yazacak kadar ve böyle yapanlar için Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” bildirdiği ağır cezâlara aldırış etmiyecek kadar, dîninin kuvveti ve Allahdan korkusu yokmu idi? Yokdu demek, ne kadar şenâ’at, çirkinlik olur. Böyle söyliyen kimsenin dar havsalası, kalın kafası, bu hadîs-i şerîflerdeki ma’nâları çok gördüğü için, mevdû’ demekden başka çâre bulamaz).
(Fırsat ganîmetdir. Ömrün tamâmını faydasız işlerle telef ve sarf etmemek lâzımdır. Belki tamâm ömrü, Hak celle ve alânın rızâsına muvâfık ve mutâbık şeylere sarf etmek lâzım ve lâbüd [lâzım, gerekli] ve vâcib ve lâyıkdır. 5 vakit namâzlar, ta’dîl-i erkân ile, cem’ıyyet-i bâtın ve cemâ’at ile edâ edilmelidir. Ve teheccüd nemâzlarını elden çıkarmamalı. Seher vakitlerini istigfârsız geçirmemeli. Gaflet uykusuyla hoşlanmamalı, huzûz-ı âcile [dünyâ zevkleri] ile magrûr olmamalı [aldanmamalı]; tezekkür-i mevt [ölümü düşünmeli], ahvâl-i âhıreti [âhıret ahvâlini] göz önünde bulundurmalı. Umûr-ı gayr-i meşrû’a-yı dünyeviyyeden i’râz [harâm olan dünyâ işlerinden yüz çevirip], bâkî kalan âhıret işlerine ikbâl etmek lâzımdır. Lâzım ve zarûrî olan, dünyâ ma’îşeti işleri ile meşgûl olup, sâir vakitleri, âhıreti i’mâr etmekle meşgûl olmalı. Hâsıl-ı kelâm [sözün kısası], mâsivânın [Allahü teâlâdan gayri şeylerin] muhabbetinden korunmalı ve bedeni ahkâm-ı islâmiyyeye uymakla süslemeli, onunla meşgûl olmalı. İşin hakîkati budur. Bundan gayri cümlesi hiçtir. Bâkî [devâmlı kalıcı] ahvâlimiz hayrlı olsun. Vesselâm.) [Mürşid-i kâmil-i Mükemmil seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretlerinin bir vaazından alınmıştır.]
Tavsiye Yazı –> Bir Üniversiteliye Cevap (Seyyid Abdülhakim Arvasi)