BOŞ KONUŞMAK: Göğsünde, kalbinde iyice yoğurmadan söz söylememelidir. Eğrisini doğrultmadan, iyisini, temizini alıp, yaramazını atmadan konuşmamalıdır. Mâlâya’nî, boş söz söylememelidir. Zîra boş ve lüzumsuz konuşmalar, kişinin aklını azaltır ve çoğu zaman, bu sözler ona vebâl ve dert olur. Enes (radıyallahü anh) anlatır: Uhud günü bizden bir köle şehîd oldu. Karnına, açlıktan dolayı, taş bağlamış olduğunu gördüler. Annesi, yüzündeki toprağı silip, ey oğlum, Cennet sana mübârek olsun dedi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Sen nereden biliyorsun? Belki o, lüzumsuz, boş konuşmalar yapardı» buyurdu. Cennete doğrudan girecek olan, hesâba çekilmiyendir. Mâlâya’nî, boş konuşana ise bunun hesâbı vardır. Söylediği sözler mubâh olsa da, hesablaşma olacağından ve hesablaşma bir çeşit zorluk, meşakkat ve zahmet olduğundan, doğrudan Cennete giremez mânasındadır. Muhammed bin Kâ’b’ın (radıyallahü anh) bildirdiği hadîs-i şerîfde: «Bu kapıdan ilk içeri giren Cennetliklerdendir» buyuruldu. İlk içeri giren Abdullah bin Selâm (radıyallahü anh) oldu. Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) Eshâbından bir kısmı, onun için ayağa kalkıp, bu müjdeyi ona haber verdiler ve: Kendin için ümid verici en sağlam amelini bize bildirir misin? dediler. Cevâbında: «Ben zaif bir kulum. En sağlam ümidim, kalbin selâmeti ve mâlâya’nî sözü terk etmenidir» dedi.
Mevraku’l-İclî (rahimehullah) buyurdu ki: «20 senedir bir şeyin peşindeyim. Henüz ona kavuşamadım. Fakat ona kavuşmaktan vazgeçmiş de değilim.» O nedir? dediklerinde, bana lâzım olmıyan sözleri söylememek dedi. İmâm Gazâlî de (rahimehullah) böyle bildirmektedir.
Hikmet, İslâma yardım, yâhud Allahü teâlâ’yı senâ hususunda söylenen bir parça manzum hâriç, şiirden sakınmalıdır. Ebû Hüreyre’nin (radıyallahü anh) bildirdiği hadîs-i şerîfde: «Sizden birinizin mi’desinin irin ile dolup, onu bulandırması, içinin şiir ile dolu olmasından iyidir» buyuruldu. Şerh-i Meşârık’da der ki: Bâzı âlimler, bu hadîs-i şerîf, şiirin, mutlaka mekrûh olduğunu gösteriyor demişlerdir. Lâkin âlimlerin çoğu, mubâh olduğunu söylemiştir. Kötü olan, şiirde yalan ve çirkin şeylerin bulunmasıdır. Böyle olmıyan şiirler kötü değildir. Ama sâhibi şiirle çok meşgul olur ve meşguliyyeti onu, Allahü teâlâ’yı zikr etmekten ve Kur’ân-ı kerîm okumaktan alıkoyarsa, bu da kötüdür. İçi şiirle dolu olmak buna işârettir. Onu meşgul etmezse, bunda bir kötülük yoktur. Bunun için, musannif, «bir parça manzum hâriç» demiştir. Herkes bilir ki, tabîati selîm olan herkes, şiirden bir parça söyler.
Übeyy’in (radıyallahü anh) Resûlullah’dan (sallâllahü aleyhi ve sellem) bildirdiği hadîs-i şerîfde: «Şiirin bâzısı hikmettir» buyurdu. Yanî fâideli söz, sâhibini bilgisizlik ve akılsızlıktan korur. Bu da, şâirlerin, va’z u nasîhati, insanların yararlandığı misalleri, Allahü teâlâ’yı ve Resûlünü öven, müslümanlara öğüt veren ve benzeri nazım ve şiirleridir. Bu çeşit şiirler faydalı olup, ibret yolu ile okumak müstehabdır. Bu sözümüzü kuvvetlendiren delillerinden biri. Şüreyd bin Süveyd’in (radıyallahü anh) bildirdiğidir. Bir gün Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) beni bineğinin terkisine aldı ve bana: «Ümeyye bin Übeyy-i Salt’ın şiirlerinden ezberinde var mı?» buyurdu. Evet dedim. «Hadi oku» buyurdu. Bir beyt okudum. «Yine oku» buyurdu. Bir beyt daha okudum. «Yine oku» buyurdu. Böylece 100 beyt okudum. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) Ümeyye’nin şiirlerini beğendi. Halbuki Ümeyye câhiliyye devri şâirlerinden idi. Ama şiirlerinde vahdâniyyet ve öldükten sonra dirilmeyi ikrâr eden ifâdeler vardı. Fakat bilmek lâzımdır ki, bu durum, zühd ve vera’ın çok ve kuvvetli olduğu zamanlarda idi. Zamanımızdaki şiirlere gelince : En çirkin şeylerdendir. Çünki asrımızın şâirlerinin çoğu fâsıkların ahbâbı, fâcirlerin masa arkadaşlarıdır. Fâsıklarla düşüp kalkarlar. Nifâka devâm ederler. Fısk meclislerinde arkadaş edinirler. Talâk ve ıtakla yalan yere yemîn ederler. Yalan söylemek âdetleridir. Alay etmek işlerinin esâsıdır. Fâsıklar efendileridir. Büyük günâh işliyenler önderleridir. Dil uzatmak, sataşmak meslekleridir. Ayıblamak san’atlarıdır. Arkadaşları şeytan, ahbabları çocuklardır. Olgunlukları kadınlara âid şiir yazmaktır. Çoğu Allahü teâlâ’nın Şuarâ sûresindeki: «Şâirlere gelince, onlara sapıklar uyar» âyet-i kerîmesinde bildirdiği kimselerdir. Ravdatü’n- nâsıhîn adı ile bilinen Şerh-i Huteb’de de böyle diyor.
Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) şiirleri, vezinlerinden çıkarırdı. Meselâ ebû Kubeys bin Turfe’nin: «Se-tübdî lekel eyyâmü mâ künte câhilen * Ve ye’tike bil-ahbâri men lem tüzevvid» şiirinde değişiklik yapmış, yanî bu şiiri şöyle okumuştur: «Setübdî lekel eyyâmü mâ künte câhilen * ve ye’tike men lem tüzevvid bil-ahbâri.» Bu şiirin mânası şöyledir: «Zaman, sana bilmediklerini öğretecek ve ondan beklemediklerinin haberini sana getirecek. Azık vermediklerin bile sana haber ulaştıracak.» Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) vezinden çıkarmak için böyle yapmıştır. Bostan’da diyor ki: Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu değişikliği yapınca, Ebûbekir (radıyallahü anh), yâ Resûlâllah, bu şiir böyle değildir dedi. Bunun üzerine Resûlullah: «Ben şâir değilim! Bana şiir yaraşmaz. Benim bildirdiğim, zikir ve Kur’ân-ı Mübîn’dir» buyurdu. Pek az nüshalarda şöyle bulunmuştur: «Ve ye’tike bil-ahbâri men lem tüzevvid» O zaman nazm bozulmamış olur. Bu durumda söz, bir başka te’vile girer. Nitekim böyle bildirmişlerdir. Şiirden kaçtığı söylenebilir. Ancak, yukarıda bildirilen üçün birinde, az bir manzumdan sakınmamıştır. O halde bu kadarından kaçınılmaz. Çünki Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) şiiri vezninden değiştirirdi, yanî şiiri bulunduğundan daha açık bir tarza çevirirdi, onu inkâr etmezdi. Meselâ şu beyit için şöyle buyurur: Se tutli’ukel eyyâmü mâ anhü tağfülü * ve setukallibü ileyke men kâne lem tüzevvid * Setübdî lekel eyyâmü mâ künte câhilen * ve ye’tike bil-ahbâri men lenrr tüzevvid * Setukallibü zamiri, eyyâma râcidir. Diğer mânası setübdî’den sona kadar olandan anlaşılmaktadır. Çünki her ikisinin de meali birdir. Fakat doğrusu ilk nüshadır. İmamın Bostan’da bildirdiği, bunu te’yîd etmektedir. Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Birinizin içine, rahatsız edecek şekilde irin dolu olması, şiir dolmasından daha hayırlıdır» hadîs-i şerîfi de bilinmektedir.
Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) az da olsa, kafiyeli veya mısra* sayılan sözler söylemiştir: Meselâ: «Ben peygamberim, yalan yok», «Kâfirlerden kaçmam», «Ben Abdülmuttalib’in oğluyum» gibi.
Denildi ki, bu hadîs-i şerîfleri ile, Resûlullah efendimiz (sallâllahü aleyhi ve seîlem) babası ile öğünmeyi kasd etmedi. Çünki babaları, soyu ile öğünmeyi kendisi yasak etmişti. Maksadı, Abdülmuttalib’in, kendisinin (aleyhisselâm) peygamber olacağını rü’yâda görmesi idi. Bu rü’yâ onlar katında meşhûr idi. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem), bu sözleri ile, bunu onlara hatırlatmak, düşman üzerine zuhûrunun lâzım olduğunu bildirmek istedi, Bu hadîslerinin devamı, tamamlayıcısı: «Yâ Rabbi, yardımını indir» olup, Eshâbının Huneyn günü hezîmete uğradığı zaman buyurmuştur. O gün askerinin 12.000 kişi olduğunu söylemişlerdir. Hepsi düşmana sırt çevirmişlerdi. Ama Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) düşmana arka çevirmemiş, bir beyaz katır üzerinde, düşmana karşı sâbit durmuştu.
Gazvelerin birinde yürüken, mübârek parmağı bir yere çarpıp kanadı. Bunun üzerine: «Sen ancak kanayan bir parmaksın, ve ancak Allah yolunda kanadın» buyurmuştur. Başka bir yol ve uğurda değil. Sevgili, sevdiğinin yolunda, bir üzüntü ve kederle karşılaşırsa, ondan şikâyet eylemez. Mâzerî (rahimehullah) der ki, bu hadîs-i şerîfe dayanarak, Recez’in şiir olmadığını, bunun Peygamber efendimizin (sallâllahü aleyhi ve sellem) sözlerinde bulunduğunu söylemişlerdir. Buna şu cevab verildi. Şiirde esas kafiyedir. Peygamber efendimizin (sallâllahü aleyhi ve sellem) sözlerindeki kafiye, şiir söylemek niyeti ile değil, kendiliğinden, uygunluk bakımından, gayr-i ihtiyârî sâdır olmuştur. Bunun için vezinli olsa da, şiir denmez. Seb’at-i ebhur’da diyor ki: Şiir söylemek ve yapmak niyeti ile olmadığından, Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu iki sözünü, Halîl şiir saymamıştır. Lâkin Resûlullah’ın konuşması, sön derece belîğ ve fasîh olduğundan, kendiliğinden vezinli olarak şiir ifâdesi bulmuş, o yolda sâdır olmuştur. Bâzı âlimler (rahimehümullah) bu yanını düşünmeyip, Enen-nebiyyü lâ kezib hadîsindeki, kezib’i lâ kezlbe şeklinde okumuşlardır. Bu rivâyeti bozmaktadır. Meşârık ve Mesâbîh şerhlerinde de böylece yazılıdır.
Geçmiş zamanlarda yaşamış olanların hikâyelerini, sağlam ve güvenilir yollarla bilmeyince, yalana düşmek korkusuyla, anlatmamalıdır. İçindeki ibreti, örneği ve nasîhati anlamadan söylememelidir. Çünki mâlâya’nî, boş söz konuşmaktan kaçınmalıdır. Sağlam olmıyan içinde ibret ve öğüt bulunmıyan bu tür hikâyeler, zamanımızda olduğu gibi, fitne zamanlarında kötü bir bid’attir. Sakınmak lâzımdır.