BÜYÜ: Sünnetlerden biri de, sihrin, büyünün, büyü yapılan kimseye, Allahü teâlâ’nın izni ve yaratması ile te’sir edeceğinin hak olduğuna inanmaktır. Sihir, yanî büyü, bâzı özel yöntemlerle, habîs, aşağı kimseler eliyle meydana gelen âdet dışı, yanî hârlkulâde olaylardandır, öğrenme ve öğretme yoluyla edinildiğinden, Mu’cize ve kerâmetten, bu iki itibarla ayrılır. Ayrıca isteyenin isteği ile de olmadığı gibi, olması, yapılması için de bâzı özel zaman, mekân ve şartları da vardır. Bir de büyünün bozulması, etkisiz hâle getirilmesine çalışanlar, bir benzerinin hâsıl olması için uğraşanlar da vardır. Bütün bunların yanında büyü yapan kimse, fâsık olarak tanınır ve ayıblanır, içinin ve dışının pis öldüğü söylenir, dünyâ ve âhirette ziyânda olduğu söylenerek hep hakâret görür.
Hakîkat sâhiblerine göre, büyü, aklen câiz, sem’an duyularak sâbittir. Göz değmesi de böyledir. Mu’teziteye göre, bu, el çabukluğu hareketleri ile, ortaya konan, aslı olmayan bir göz boyama işidir. Bize göre, bunda iki yol vardır: Birincisi cevâzım. İkincisi vukuunu göstermektedir. Birinci delilimiz şöyledir: Bu iş, aslında mümkündür ve Allahü teâlâ’nın kudreti dâhilindedir. Çünki yaratan Allahü teâlâ, yapmağa teşebbüs eden ise büyücüdür. Ayrıca bunda fıkıh âlimlerinin de sözbirliği vardır. İhtilâfları, hükmündedir. İkincisine gelince: Allahü teâlâ Bakara sûresi 102. âyet-i kerîmesinde: «Bu iki melek, bir kimseye sihri öğretmeden önce, biz halka Hak tarafından tecrübe ve imtihanız, Sen büyü yapıp kâfir olma derlerdi» buyuruyor. [Mütercim fakir, kadîzâdenin Amentü şerhinden alarak derim ki, Kur’ân-ı kerîmde bildirilen Hârût ve Mârût kıssası hakkında rivâyetler çoktur. Lâkin din âlimlerine göre makbûl rivâyet şudur: Bir zaman insanlar arasında sihir (büyü) çok oldu. Âdete uymayan garib işler çoğalıp, peygamberlik iddia edenler türedi. İnsanlar peygamber ile büyü yapanı ayırâmaz oldu. Allahü teâlâ, gökten iki melek indirdi. Birinin adı Hârût, diğerininki Mârût idi. Bu melekler, insanların sihri tanıyıp, büyücü ile peygamberi ayırmaları için gönderilmiş olup, o zamanın insanlarına sihri, büyüyü öğretmişlerdir. Yukarıdaki âyet-i kerîmede buna işâret vardır].
Yukarıdaki âyet-i kerîmede devâm ederek: «İşte insanlar onlardan karı-koca arasını ayıran şeyler öğrendiler. Bununla beraber, Allahü teâlâ izin vermedikçe, o büyücüler hiç kimseye zarar verici değillerdir» buyuruldu. Bu âyet-i kerîme, sihrin gerçek olduğunu, el çabukluğu ve göz boyama olmadığım bildiriyor. Çünki te’siri yaratan, yalnız Allahü teâlâdır.
Kur’ân-ı kerîmde Mûsâ aleyhisselâmın kıssası bildirilirken Tâhâ sûresi 66. âyetinde: «Yaptıkları sihirden ötürü, kendisine, gerçekten koşuyormuş hayâlini verdi», ifâdesi, sihrin hayâl ve gözboyacılığı olduğunu göstermiyor mu? denirse, CEVÂBında deriz ki: Onların sihirleri, bu şekilde bir hayâli meydana getirmiş olabilir Bunu doğru kabûl etsek bile, eserinin bu şekilde görülmesi, büyünün, asla hayâl olduğunu göstermez. Şerh-i Mekasıd’da da böyle diyor.
Büyünün hak olduğuna inanır ve inanmasının sevabını Allahü teâlâdan bekler. Çünki insanların efendisine (sallâllahü aleyhi ve sellem) de büyü yaptılar. Dünyâ işlerinde bir tâkatsızlık, mizâcında bir değişiklik oldu. Nihâyet Kul eûzü sûreleri indirildi, bunları okudu. Allahü teâlâ onu iyileştirdi. Demek ki, bu 2 sûreyi okuyan, Allahü teâlâ’ya sığınmakta, büyüden kurtulmaktadır.
Lebîd bin A’sam yahudîsi, Peygamber efendimize (sallâllahü aleyhi ve sellem) büyü yaptı. Resûlullah’ın mübârek saçını elde edip, 11 düğüm yapıp, kuyuya attı ve üzerine de bir taş koydu. Bunun üzerine Resûlullah rahatsızlandı, mübârek âzaları düğümlenmiş gibi oldu. Nihâyet bir gün uyku ile uyanıklık arasında bir halde, huzûruna iki melek geldi. Biri baş ucuna, diğeri ayak ucuna oturdu. Aralarında şu konuşma geçtir Biri, acaba Resûlullah’ın rahatsızlığı nedir? dedi. Diğeri büyüdür cevâbını verdi. Ona kim büyü yaptı? dedi. Lebîd bin A’sam yahudîsi cevabını verdi. Sihri nerede yaptı? dedi. Filân kuyudadır cevabını verdi. Çâresi nedir? dedi. O kuyuya birisini gönderip, suyunu çeker. Su çekilince bir taş görünür. O taş kaldırılınca, altında ağzı kırık bir ibrik vardır. Bunun içinde, üzerinde 11 düğüm bulunan bir saç teli vardır. O ateşte yakılırsa, inşâallah iyi olur cevabını verdi. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) kendine gelince, meleklerin ne konuştuklarını anladı ve Ammâr bin Yâsir ve Alî’yi (radıyallahü anhümâ) bir gurub Sahâbe ile o kuyuya gönderdi. Resûlullah’ın anlattığı gibi buldular. İşte bunun üzerine bu 2 sûre indirildi. Bu Kul eûzü sûrelerinin ikisinde, 11 âyet vardır. Kul eûzü birabbil felâk 5. Kul eûzü birabbinnâs 6 âyettir. Her âyeti okuyunca, o düğümlerden biri açılırdı. Sonra onu ateşte yaktı. Böylece Resûlullah iyileşti. Bağlanmış bir kimsenin, bağlarının çözülmesi gibi rahatladı.
Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Kul hüvallahü ehad, Kul eâzü blrabbil felâk ve Kul eûzü birabbin nâs sûreleri, en sağlam dilek ve sığınak sebebleridir» buyurdu.
Ebû Saîd-i Hudrî bildirir: Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem), Muavvizeteyn denen bu 2 Kul eûzü sûresi ininciye kadar, cinlerin zararından ve insanların nazarından Allahü teâlâ’ya sığınmak için bâzı duâlar okurdu. Bu iki süre gelince, bunları aldı ve diğerlerini bıraktı. Ebülleys tefsirinde, Meâlimü’t-tenzîl’de ve Mesâbîh’de de böyle yazıyor.