CUMA VE SÜNNETLERİ

Aslı (cumu’a) dır. Cuma günü ve cuma namazı yerine sonradan yalnız cuma denmiştir. Günlerin efendisi olan cumu’a gününe dünya işlerinden el çekip âhırete yönelmek suretiyle saygı göstermelidir. Cuma günü büyük bir gündür. Allahü teâlâ İslâmî bu gün ile yükseltmiş ve onu müslümanlara mahsûs kılmıştır. Cuma sûresi, 9. âyet-i kerîmesinde: “Ey îmân edenler! Cuma günü namaz için ezan okunduğunda Allahü teâlâ’nın zikrine koşunuz…” buyurulmuştur. Allahü teâlâ bu âyet-i kerîme ile Cuma ezanı okununca dünyâ işleri ile meşgul olmayı ve cumaya koşmaktan alıkoyacak şeyleri haram kılmıştır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): “Muhakkak ki cuma günü günlerin efendisi ve en büyüğüdür. O Allahü teâlâ indinde kurban bayramı gününden ve ramazan bayramı gününden daha büyüktür” buyurmuştur. Bir hadîs-i şerîfde: “Güneşin üzerine doğduğu günlerin en hayırlısı cuma günüdür. Âdem (aleyhisselâm) o gün yaratılmıştır. Cennete girdiği ve yeryüzüne indiği gün de cuma idi. Kıyâmet o gün kopacaktır. Allahü teâlâ katında (yevm-i mezîd) dir. Melekler gökte cuma gününe bu ismi verirler. Cennette mü’minler Allahü teâlâ’yı cuma günü göreceklerdir” buyurulmuştur. Yine bir hadîs-i şerîfde: “Allahü teâlâ, özürsüz 3 kere cumayı terk edenin kalbini mühürler”, diğer bir rivâyette ise: “… İslâmî arkasına atmış olur” buyurulmuştur.

Âdem aleyhisselâmın yeryüzüne inmesi, yeryüzünde halîfe olması, birçok ümmetlerin ve büyük peygamberlerin (aleyhimüsselâm) onun neslinden meydana çıkması ve mukaddes kitapların indirilmesine sebeb olmuştur ki, bunların hepsi hayırdır. Yeryüzüne inmesini Cennetten çıkarılması şeklinde düşünmemelidir. Çünki o zaman hayır olmaz. Hadîs-i şerîfdeki: “… kıyâmet o gün kopacaktır” sözü de hayra delâlet eder. Cünki üstün insanlar kendilerine va’d edilen yüksek derecelere o zaman kavuşacaklardır (Mesâbîh şerhleri).

Cuma günü sabahdan önce uykudan kalkıp yıkanmalıdır. Yanî erken kalkmışsa fecrin doğmasından sonra gusl etmeli, geç kalınca cumaya yakın yıkanmalıdır. Cuma günü gusl etmek kuvvetli müstehabdır. Bâzı âlimler (rahimehümullah) vâcib dediler. Medine ehâlîsi birbirlerine: «Sen cuma günü gusl etmiyenlerden kötüsün» diye hakaret ederlerdi. Cünüb kimse gusl ederken, bir de cuma için bedenine su dökmelidir. Her ikisine birden niyet ederek bir kere yıkanması da olur. Bu guslü hem cünüblükten kurtulması için farz yerine, hem de cuma için sünnet yerine geçer. Cünüb olmayan kimsenin cumaya rastlayan bayram günlerinde gusl ederken cuma ve bayrama niyet ederek iki sünnet sevabına kavuşur. Hayz ve cenabet için gusl eden her iki farzı birden yerine getirmiş olur.

İhyâ’da bildirildi ki: Eshâb-ı kirâmdan biri (aleyhimürrıdvân) gusl etmiş oğlunun yanına girdi. Cuma için mi yıkandın? diye sordu. Oğlu, cünüplükden temizlenmek için yıkandığını söyleyince, kalk ikinci defa yıkan buyurdu. Gusül ettiğinde abdesti bozulan abdest alır, guslü bozulmaz. Bundan kaçınmak iyidir.

Cuma günü, bir hafta boyunca imlediği günahlarına tevbe etmeli, Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem) çok salavât getirmelidir. Zühretü’r-rıyâd’da Enes (radıyallahü anh)’ın bildirdiği hadîs-i şerîfde: “Cuma günü bana 100 kere salevât-ı şerife getiren kimsenin 100 hâcetini Allahü teâlâ yerine getirir. Okunan salavâtı kabrime getirmesi için bir melek tayîn eder. Hediyelerinizin bana gelmesi gibi, okunan salavât ve okuyanın ismini bana bildirir. Ben de onu beyaz bir sahîfe’de saklar, Kıyâmet günü mükâfatını veririm” buyurulmuştur.

Yâ Resûlâllah! Sana nasıl salevât-ı şerife getirelim denildiğinde aşağıdaki salevâtı ta’lîm buyurdular:

Allahümme salli alâ Muhammedin abdike ve nebiyyike ve resûlike ve alâ âli Muhammedin salâten tekûnü leke rıdâen ve lihakkıhi edâen ve âtihii vesîlete vel makamel mahmûdellezî ve’adtehû ve eczihi annâ mâ hüve ehlühü efdale mâ cezeyte nebiyyen an ümmetihi ve salli alâ cemîi ihvânihi minennebiyyîne vessâlihîn yâ erhamerrâhimîn.

Cuma günü bütün günahlardan kaçınmalıdır. Çünki iyilikler gibi o gün günahlar da kat kat olmaktadır. Cuma günü küçük büyük bütün günahlardan kaçınmalı, iyi işleri arttırmalıdır. Çünki Allahü teâlâ bir kulunu severse ona mübârek vakitlerde bol amel işletir. Bir kuluna da gadab ederse ona faziletli zamanlarda kötü iş işletir. Böylece gadabı, ikâbı artar, o vaktin bereketinden mahrum kılar, hürmetini kaybettirir.

Cuma günü namaza, zevalden önce, erken gitmelidir. Günün evvelinde câmiye gitmekte büyük sevab vardır. Âyet-i kerîmedeki: “…Allah’ın zikrine koşunuz” emri de yerine getirilmiş olur. Câmiye huşu’ ve tevâzû’ içinde gitmeli, namaz vaktine kadar îtikâfı niyet etmeli, bir an önce Allahü teâlâ’nın da’vetine icâbeti niyyet ederek mağfiret ve rızâsına kavuşmak için acele etmelidir. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) : “Cumaya 1. saatte giden kimse bir deve kurban etmiş gibi olur. Ondan sonra giden sığır, ondan sonraki boynuzlu bir koç, daha sonraki bir tavuk tasadduk etmiş gibi olur. 5. sâatte giden bir yumurta hediye etmiş gibidir. İmam hutbeye çıktığı zaman defterler dürülür, kalemler kaldırılır. Melekler minberin yanında toplanıp hutbeyi dinlerler” buyurmuşlardır.

İmam hutbede iken gelenler namaza katılmış olur, cumanın faziletinden bir şey elde edemezler. 1. sâat güneş doğuncaya kadar olan zamandır. 2. sâat güneşin yükselmesine kadar, 3. sâat, güneşin ayakları yakmağa başladığı kuşluk vaktine kadar, 4. sâat, kaba kuşluk vaktinden zevâle kadar olan zaman olup fazileti azdır. Zeval vakti ise namazın hakkı olup fazileti yoktur (İhyâ) ve (Mesâbîh).

İslâmın ilk çağlarında cuma sabahı seher vakti ve fecirden sonra yollar elleri fenerli insanlarla dolar, bayram günleri gibi izdiham olurdu. Sonraları bu durum ortadan kalktı. Onun için “İslâmda ilk bid’at câmi’e erken gitmenin terk edilmesidir” denildi. Hadîs-i şerîfte: “Cennetten Allahü teâlâya nazar etmek, câmi’e erken gitme derecesine göre olacaktır” buyurulmuştur.

Cuma günü misvak kullanmalı ve güzel koku sürünmelidir. Güzel koku, çirkin kokuları giderip etrafında bulunanlara güzel koku saçar. Erkeklerin en güzel kokulusu, kokusu zâhir olup, rengi görünmiyen, kadınların en güzel kokusu, rengi zâhir kokusu gizli olanlarıdır. İmâm-ı Şâfiî (rahmetullahi aleyh) buyuruyor ki: Elbisesi temiz olanın gamı, üzüntüsü az olur. Kokusu güzel olanın aklı çok olur (İhyâ).

Bıyık ve tırnakları kesmek: Cuma günü bıyıkları kırkmalı, kısaltmalı ve tırnakları kesmelidir. İbni Mes’ûd (radıyallahü anh) buyurdu ki: “Cuma günü tırnaklarını kesen kimseden Allahü teâlâ bir hastalık çıkarır ve bir şifâ verir.”

İş elbisesinden başka cuma ve bayram günlerinde giymek üzere bir takım elbise bulundurmalıdır. Gücü yetenler için böyle elbise bulundurmak müstehabdır. İmâm-ı Gazâlî (rahmetullahi aleyh) dedi ki: Bu, elbisenin beyaz renkli olması iyidir. Allahü teâlâ’nın en çok sevdiği elbise beyazdır. Şöhret için, öğünmek için giyinmemelidir. Özellikle cuma günleri siyâh elbise giymek, bâzı arab hatîblerinden rivâyet edildiği gibi, sünnet veya fazîlet değildir. Bilâkis cemâatin buna bakması mekruhdur. Çünki Resûlullah’dan (sallâllahü aleyhi ve sellem) sonra ortaya çıkan bir bid’attir. Cuma günü sarık sarmak müstehabdır. Vâsîle bin Eska’ (radıyallahü anh)’ın rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfde: “Cuma günü sarık giyenlere Allahü teâlâ rahmet ve melekler istiğfar eder” buyuruldu. Hadîs-i şerîfde: “Sarıkla kılınan bir cuma sarıksız kılınan 70 cumadan efdaldir” buyuruldu. Sıcaktan rahatsız olursa namazdan önce veya sonra çıkarabilir. Yalnız evden cumaya giderken, namazda, imam hutbeye çıkarken ve hutbede sarığı çıkarmamalıdır.

Cuma günü veya gecesi ehli ile cima’ etmelidir. Çünki bu, gözünün haramdan sakınmasına, bedeninin rahatlamasına, kendisinin ve hanımının gusül sevâbı almasını sağlar. Âlimlerden bir kısmı buna müstehab demişlerdir. Bunu Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) : “Cuma günü câmiye erken gidene ve gitmeğe gayret edene, gusül edene ve gusül etmeğe sebeb olana, Allahü teâlâ rahmet etsin” hadîs-i şerifindeki (gassele) kelimesine haml etmişlerdir. Gassele yıkanmasına sebeb oldu demek olup, cima’dan kinâyedir. Sabahleyin kalkıp da bugün hangi gündür? diye soran gâfillerden ayrılmış olur. Hadîs-i şerîfdeki Bekkere, mescide evvel vaktinde yürümek. (İbtekere), erken davranmaya çalışmak, hutbenin evveline yetişmektir (İhyâ) ve (Şerh-i Mesâbîh).

Cuma gecesi Duhan sûresini okumalıdır. Ebû Hüreyre’nin (radıyallahü anh) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfde: “Cuma gecesi Hâ mîm edduhân sûresini okuyan afv edilir” buyuruldu. Diğer bir rivâyette: “Gecenin evvelinde Hâ mîm edduhan sûresini okuyan kimseye 70 bin melek sabaha kadar istiğfarda bulunurlar” buyuruldu. “Hâ mîm edduhan sûresini Cuma gecesi veya günü okuyan kimse için Allahü teâlâ Cennette bir köşk yapar” rivâyeti de vardır.

Zevalden önce Deccâl’ın şerrinden korunması için Kehf sûresini okumalıdır. Deccâl’e Mesîhü’l-kezzâb da denir. Yeryüzünü boydan boya, yanî uzunlamasına seyahat ettiği için Mesîh de denir. Gözleri mesh edilmiş, kör olduğu için de Mesîh denildi. En iyisi Mesâbîh şerhlerinde bildirildiği gibi, yalancı, büyücü demektir. İbni Abbâs ve Ebû Hüreyre (radıyallahü anhümâ) rivâyetiyle bildirilen hadîs-i şerîfde: “Cuma günü veya gecesi Kehf sûresini okuyan kimseye, bulunduğu yerden Mekke’ye kadar yayılan bir nûr verilir. Diğer cumaya kadar 3 gün de fazlasıyla günahları afv edilir. Sabaha kadar 70 bin melek onun afvı için istiğfar eder. Dert, belâ, zâtülcenb, baras ve cüzzam hastalıkları ile Deccâl’ın fitnesinden muaf olur” buyuruldu. (İhyâ).

Mescidin kapısına geldiği zaman Allahü teâlâ’ya, kendisine yaklaşanlardan kılması için duâ etmelidir. Câmiye girdiği zaman oturmadan 4 rekat namaz kılmak müstehabdır. Her rekatinde 50 ihlâs olmak üzere 200 ihlâs-ı şerîf sûresi okunur. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): “Bunu yapan kişi Cennetteki yerini görmeden veya yeri ona gösterilmeden ölmez” buyurmuşlardır (İhyâ).

Hutbeyi dinlemek için imama yakın bir yere oturmalıdır. Ancak her zaman mescidin aynı yerinde oturmamalıdır, mekruhdur. Bunun gibi yalnız kendisinin abdest aldığı bir kab ta’yîn etmek de mekruhdur (Hâfıziyye). Hadîs-i şerîfde: “Kim yıkarsa, yıkanırsa, erken davranırsa, câmiye erken giderse, imama yakın oturup hutbeyi dinlerse, 2 cuma arasındaki günahlarına 3 gün fazlasıyla keffâret olur” buyuruldu. Diğer bir rivâyette: “…diğer cumaya kadar Allahü teâlâ onu mağfiret eder” buyuruldu. Bu sebeble 1. safda bulunmayı istemek cumanın edeblerinden biri olmuştur. Bunun faziletini daha önce bildirmiştik. Ancak aşağıda bildirilen 3 halde 1. safda bulunmamalıdır:

1) Hatibin yakınında, kendisinin engel olamıyacağı dînin yasak ettiği bir şey gördüğünde hatibe yakın oturulmaz. Hatîb veya başkasının ipek elbise giymesi gibi. Mâni’ olmağa gücü yetmiyorsa, yâhud oturmak istediği ön safta, ağır silâhlar kuşanmış, kendisini meşgul edecek, yahut yasak edilmiş olan altınla süslü silâhlı birisi varsa, gene oraya geçip oturmaz. Bu durumda daha arka safda bulunması, daha sâlim bir yoldur. Burada kendini, kalbini, rühunu ibâdet için daha iyi toplar. Selâmet, emniyet düşüncesiyle, âlimlerden bir kısmı böyle yapmışlardır. Süfyân-ı Sevrî (rahmetullahi aleyh), minberin yanında, ebû Ca’fer’in hutbesini dinlemekte olan Şuayb bin Harbi gördü. Namazı bitirince, «Senin onun yanında oturman, kalbimi meşgul etti. Acaba, beğenmediğin bir sözü ondan kabûl ettin mi, yoksa îtiraz edip, uyardın mı?» dedi. Ey Abdullah, hadîsde: «Yaklaş ve dinle» buyurulmadı mı? dedi. «Vay hâline! bu emir, hulefâ-i râşidîn-i mehdiyyin içindir. Böylelerinden uzak durduğun ve onları görmediğin zaman, Allahü teâlâ’ya daha yakın olursun» buyurdu.

2) Câmi’de, hatibin yakınında, sultanlara mahsûs yer ve mahfil olmadığı zaman, birinci saf çok kıymetlidir. Aksi halde, bâzı âlimler, o mahfile girmeği kerih buyurmuşlardır. Çünki, o özel yerler, sultanlar için,, sonradan yapılan bidatlerdendir. Bâzı âlimler ise, sultanların nasîhat dinlemeğe, din bilgisi öğrenmeğe daha çok ihtiyaçları vardır, bu yüzden hatîb efendiye daha yakın bulunup, dinlemeleri, iyi işitme ve anlamaları için olursa, mekrûh olmaz demişlerdir.

3) Minber, öndeki bir kaç safı kesmektedir. Birinci saf ise, minberin önünde bulunan ve minber tarafından kesilmeyen safdır. Minberin iki tarafında kalan saflar ise kesiktir. Sevrî bunu açıkça belirtmiştir. En uygun şekil de budur. Çünki o saf bir tanedir, kesiksizdir. Bu safda oturan, hatîbin karşısında oturup, onun söylediklerini, rahatça işitir ve anlar. Bunların hepsini İhyâ’dan aldık.

Cemâatin omuzlarına basarak ileri geçmemelidir. Bunun hakkında şiddetli bir va’îd vârid olmuştur. Böyle yapan kimse kıyâmet gününde, Cehenneme köprü yapılacak ve yaptığına karşılık, insanlar üzerinden geçecektir. Böylece dünyada yaptığının cezâsını bulacak ve bu ağır hakarete mâruz kalacaktır. Resûlullah (sallâllahu aleyhi ve sellem) bir kimseye: “Neden bizimle cuma namazı kılmadın?” buyurdu. O şahıs, kıldım yâ Resûlâllah! dedi. “İnsanların omuzlarına basarak safları yara yara ileri geçen sen değil miydin?” buyurdu. Böylece o şahsın amelinin boşa gittiğini beyân buyurdu. Diğer bir hadîs-i şerîfde: “Lâğv eden veya: safları yararak ileri geçen kimse cuma değil, öğle namazı kılmış olur” buyuruldu (Tergîb). Ancak, saflar arasında boş yer bırakarak yol üzerinde oturanların omuzlarına basarak geçilir. Çünki bunlar hürmetlerini kaybetmişlerdir. Hasan-ı Basrî buyurdu ki: Cuma günü câmi’ kapısında oturanların omuzlarına basa basa geçin. Çünki onlar hürmetlerini kaybetmişlerdir. Câmi’de namaz kılanlardan başka kimse yoksa “Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihîn” diye selâm verilir. Bilinen selâm verilmez. Eğer selâm verirse namazdaki kimse İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’ye (rahmetullahi aleyh) göre kalbinden selâmını alır. İmâm-ı Muhammed’e (rahmetullahi aleyh) göre namazı bitirdikten sonra, selâm veren orada ise selâmını alır. İmâm-ı Ebû Yûsüf’e göre (rahimehullah) selâma hiç cevab vermez. Sahîh olan da budur (Künye).

Câmi’de iki kişinin arasını ayırmamalıdır. Çünki bu onlara bir nevi eziyet ve huzûr bozucudur. Oturduğu yerde uyuklama gelirse yerini değiştirmelidir. Uykuyu giderir. Bu hususta hadîs-i şerîf vardır. Hatîb minbere çıkacağı zaman parmakları ile başının sağ tarafına 3 kere vurup dinlemeğe başlamalıdır. Konuşmamalı ve namaz kılmamalıdır. İmâm-ı A’zam (rahimehullah) hatîbin minbere çıkmağa başlamasından itibaren konuşmak ve namaz kılmak haramdır demiştir. İmâmeyn’e göre hatîbin minbere çıkmağa başlamasından hutbeye başlamasına kadar olan zamanda konuşmanın mahzûru yoktur. Ama Allahü ekber denince, artık konuşamaz. Burada yalnız konuşmanın mahzûru yoktur denilmesi, İmâmeyn’e göre bu vakitte nâfile namaz kılmak zâten mekrûh olduğu içindir. Cevâhir’de böyle diyor. O halde İmâm-ı A’zam ile İmâmeyn (rahmetullahi aleyhim) arasındaki ictihad farkı yalnız hatîbin minbere çıkmağa başlamasından hutbeye başlaması arasındaki zamanda konuşmanın câiz olmasındadır. Hutbenin başlamasından sonra konuşmak ittifakla câiz değildir. Hutbedeki konuşmaktan maksad insan sözüdür, teşbih ve benzerleri değildir. Müezzine icâbetten başka olan her kelâm câiz değildir diyenler de oldu. Ancak önceki görüş daha sahîhdir (Şerhu’l-mecma’).

Şerh-i Vikâye’de Hâniye’den naklen şöyle denilmiştir. Bu ihtilâf, hatîbin sesinin duyulmadığı zamandadır. Yoksa hatîbe yakın olanların hutbeyi konuşmadan dinlemesi gerekir.

Hutbe okunurken, arkadaşına sus dememelidir. Ebû Hüreyre’nin «(radıyallahü anh) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfde Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): “Cuma günü imam hutbe okurken arkadaşına sus dersen lâğv etmiş olursun” buyurmuştur. Diğer bir ibârede : “…onun cuması olmamıştır” buyurulmuştur. Lâğv etmiş olursun demek, ecrinden mahrum kalırsın, sevâbına kavuşamazsın demektir. Bâzılarına göre hatâ etmiş olursun demektir. Kıldığın cumanın fazîletini ibtal edersin veya cuma namazın öğle namazı olur mânalarını verenler de olmuştur (Et-tergîb vet-terhîb).

Hutbe esnasında, konuşan arkadaşına susması için işâret de etmemelidir. Bu müstehab ve en ihtiyatlı olanıdır. Hulâsa kitâbında, “çirkin bir iş gördüğünde konuşmadan eli ile veya gözü ile işâret etmesinde, sahih olan bir mahzurun olmamasıdır” diyor.

Mescidde, namazdan önce cemâat halka şeklinde oturmamalıdır. Saf şeklinde durmalıdır. Hükmen namazda olduklarından kıbleye karşı saf tutmalıdır. Bir hadîs-i şerîfte: “Sizden biriniz namazı beklediği müddetçe namazda olur” buyurulmuştur. O halde cemâat namazdan önce de namaz için toplanmış kimseler durumunda olmalıdır. Halka şeklinde oturmaları, namaza giderken parmakları birbirine geçirmekten men olundukları gibi men’edilir. Namazdan sonra mescidde veya başka yerde halka şeklinde oturmanın mahzûru yoktur.

Hutbe esnasında dizlerini dikip oturmamalıdır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) böyle oturmaktan men etmiştir. Kişinin ayakları ve mak’adı yerde olup, baldırları da elleri ile tutarak sırtı ile bir araya geldiğinden uykusu da gelebilir. Mak’adı da, yere iyice yapıştırılmış olmaz. Çünki, çok kere yellenip abdesti bozulabilir. Çıkmağa utanırsa fitneye düşmüş olur. Çıkarsa hutbeyi dinleyememiş olur. Bu şekildeki oturuş gâfillerin oturuşudur denildi. Büyüklük taslayanların oturuşudur denildi (Şerh-i Mesâbîh). Yukarıdan anlaşıldığına göre böyle oturmak yalnız hutbede değil her yerde yasaktır.

Cuma namazından az önce sefere çıkmamalıdır. İhyâ’da diyor ki: Cuma gecesi yolculuğa çıkan kimseye, iki melek beddüâ eder. Sabah namazından sonra çıkmak haramdır. Ancak, arkadaşları ile yolculuğa çıkarsa, haramlık kalkar. İhyâ’daki bu hüküm takvâdır. Fetvâ hükmü ise şöyledir: İmâm-ı Kâdîhân (rahimehullah) dedi ki: Cuma günü sefere çıkmak isteyen kimse öğle vaktinin çıkmasından önce şehrin evlerinden uzaklaşırsa, bir mahzûru yoktur. Çünki cuma, vaktin sonunda vâcib olur. Zahîriyye fetvâları’nda ise öğle namazı vakti girmeden önce şehrin kenar mahallelerindeki evleri geçerse, bir sakıncası yoktur denildi. Musannifin sözü de buna uygun düşmektedir.

Cuma Günü Duanın Kabul Olduğu An

Yalnız cuma günü oruç tutmamalı, yalnız cuma gecesini ihyâ etmemelidir. Perşembe veya cumartesi günleri de oruç tutmalı, diğer gecelerden birinde de kâim olmalıdır.

Cuma günleri çok zikretmeli ve çok salevât-ı şerife okumalıdır. Zikir ve salevâtı cuma günü ve gecesinde çoğaltmak müstehabdır. Cuma namazından sonra ikindiye kadar mescidde kalmalı, böylece hac ve umre sevâbına kavuşmalıdır. Selef-i sâlihînden nakledilmiştir: Cuma namazından sonra hiç konuşmadan yedişer kere Fâtiha, İhlâs ve Muavvizeteyn sûrelerini okuyan kimse gelecek cumaya kadar her türlü fenâlık ve belâlardan korunmuş olur. Bunlar şeytana karşı bir siper olur.

Cuma namazından sonra aşağıdaki duâyı okumak müstehabdır:

Allahümme yâ ganiyyü, yâ hamîdü, yâ mübdiü, yâ mu’îdü, yâ rahîmü, yâ vedûd. Eğnini bihalâlike an harâmike ve bifadlike ammen sivâke.

Ey Ganî, Hamîd, Mübdi, mu’îd, Rahim, Vedûd olan Allahım. Beni halâl ettiklerinle iktifa ettir, haramlara düşürme. Fadlınla, ihsân ederek beni Senden başkasına muhtâc etme! Bu düâya devam edenleri Allahü teâlâ başkalarına muhtâc etmez ve ummadığı yerden rızıklandırır (İhyâ).

Abdullah bin Ömer (radıyallahü anhümâ) dan bildirildi ki: Hâceti olan bir kimse çarşamba, perşembe ve cuma günleri oruç tutsun. Cuma günü temizlenip namaza gitsin. Az veya çok sadaka versin. Namazdan sonra aşağıdaki duâyı okursa Allahü teâlâ’nın izni ile düâsı kabûl olur.

Allahümme innî es’elüke bismike bismillâhirrahmânirrahîm. Ellezî lâ ilahe illâ hû. Âlimül ğaybi veşşehâdeti hüverrahmânürrahîm. Ve es’elüke bismike bismillâhirrahmânirrahîm. Ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyül kayyûm. Lâ te’huzühû sinetün ve lâ nevm. Ellezî meleet azametühüssemâvâti vel arde. Ve es’elüke bismike bismillâhirrahmânirrahîm. Ellezî lâ ilâhe illâ hüve ve anet lehül vücûhü ve haşe’at lehül ebsâru ve veciletil kulübü min haşyetihî en tusalliye alâ Muhammedin ve en tu’tînî hâcetî diyerek hâcetini söylemelidir. Abdullah bin Ömer (radıyallahü anhümâ): “Bu duâyı sefihlere öğretmeyin ki, birbirlerine bedduâ ederler ve sonra kabûl olunur” derdi.

Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): “Cuma namazından sonra sağ eliyle sakalını tutup sol elini semâya kaldırarak 3 kere, Yâ zel-celâli vel ikrâm! Ecimî minennâr. Yâ Azîzü yâ Kerîmü, yâ Rahmânü, yâ Rahîm! Neccinî minel azâbil elîm diyeni Allahü teâlâ afv eder, dünyâ ve âhiret işleri ile ilgili hâcetlerini yerine getirir” buyurmuştur. (Mişkâtü’l-envâr).

Cuma günü bazıları kaylûle yapardı. Yanî günün ortasında uyurlardı. Kaylûle, gün ortasında uyumasa da istirâhat etmektir de denildi. Allahü teâlâ Cennet ehlinin vasıfları hakkında Fürkan sûresi, 24. âyet-i kerîmesinde: “Kaylûle yaptıkları yer (Dinlendikleri, istirâhat ettikleri yer) çok güzeldir” buyurmuştur. Halbuki Cennette uyku yoktur.

Öğle yemeğini cuma namazından sonra yemelidir. Sehl bin Sa’d (radıyallahü anh): “Biz cuma namazından sonra kaylûle yapar, yemek yerdik” buyurdu. Buradan anlaşılıyor ki, onlar cuma günü gusül etme, mescide erken girme, tâat ve zikretme ile meşgul olurlardı. Bâzıları da kaylûleyi günün evvelinde yapardı. Kaylûle konusunda istediği zamanda yapma konusunda ruhsat vardır.

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler