DİĞER İNSANLARIN HAKLARI
Başkalarının durumları ile ilgilenmemek, hallerini araştırmamak, gönlü rahatlandırır, dîni sağlamlaştırır. Bizâziyye’de yazıyor: Memlekette olan olayları sormak husûsunda, bazıları haber vermek mekruhdur, sormak değil demişlerdir. Çünki zamanımızda, fitne, fesad çoğalmıştır. Muhtâr olan kavil, haber vermek ve haber sormak mekruh değildir şeklindedir. Hadîs-i şerîfde: «İnsanların durumlarını bilen ve içlerinde yaşayanın başı belâda, onlardan uzak duranlar ise rahattır» buyuruldu.
İnsanlara karşı sû’-i zan hususunda dikkatli olmak, onlara tam güvenmemek de sünnettir. İnsanlara mağrur olmamalı, yoksa fitneye düşer. Zîra, insanları tanımağa, tecrubeye kalkışmak, onları kızdırır, gücendirir. Kötü hallerini görünce, onlardan uzaklaşmalı, aralarına karışmamalıdır. İnsanların içini bilinciye kadar, görünüşlerine aldanmamalıdır. İmam Gazâlî (rahimehullah) ne güzel söylemiştir. Şiir:
Çok kişiyle görüşme, hatâ kabûl etmezler,
Kusuru bağışlamaz, ayıbları örtmezler;
Az ve küçük şeyleri, hem sorar hem ararlar,
Aza da, çoğa da hep, birbirin kıskanırlar.
İnsafı gözetmezler, ama insaf isterler,
Hatâ, nisyân dinlemez, kat’iyyen afvetmezler.
Dâima söz taşırlar, hep iftira ederler,
Kardeşler arasına, düşmanlık düşürürler.
Çoklarıyla görüşmek, sebeb olur hüsrâna,
Onlardan kesilmekse, kavuşturur rüchâna.
Hoşnud olurlar ise, halleri yaltaklanmak,
Ama bir kızdılar mı, işleri kindâr olmak;
Kinlerine emniyet etmemeli kat’iyyen,
Gülmelerinden birşey, beklenmez ebediyyen.
Dıştan giyimi güzel, kalbleri kurt yüreği,
Zan ile kesilirler, bilmezler sevişmeği.
Arkandan göz kırparak şenle alay ederler,
Sevdiklerine dahi îtimad beslemezler.
Sonra buyurdu: Bir evde veya bir başka yerde, bir müddet kendisiyle berâber kalıp, iyice tanımadığın kimsenin sevgisine güvenme. Onu azl olduğu, hâkim, vâli olduğu, zengin ve fakir olduğu zaman dene! Yâhud onunla yolculuk yap, yâhud alışveriş yaparak, para alıp vererek, yâhud çok muhtâc olduğun zaman, ona baş vurarak dene! Bu sayılan hususlarda onu beğeniyorsan, yaşlı ise, onu kendine baba, küçük ise evlâd, akranın ise kardeş edin.
Elinden geldiği kadar, çok az da olsa insanlardan birşey istemez. Onlara karşı küçülmez. Şeref ve vekarını korur. Onların aralarına girmez. Uzlet ve onlardan uzaklıkta aziz olarak yaşar. Etraflarında çok dolaşarak değerini yitirmez, onlardan çok şey istiyerek, kendini küçük düşürmez. Nitekim Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Kadrinizi bilmiyenler için adım atmayınız» buyurdu.
Bize iyilik yapana, biz de iyilik yaparız, kötülük yapana da, kötülük yaparız diyenlerden olmaz. Çünki müslümana yakışan, kötülük yapana da iyilik yapmaktır. Çünki iyilik yapana iyilik yapmak, karşılık vermektir. İhsân, yanî hakikî iyilik, kötülük yapana iyilik etmektir. Huzeyfe’nin (radıyaliahü anh) bildirdiği hadîs-i şerîfde: «Zaif karakterli olmayın. İnsanlar bize iyilik yaparsa, biz de iyilik yaparız, zulm ederlerse, biz de zulm ederiz demeyin. Kendinizi şöyle yapınız: İnsanlar size iyilik yaparsa, onlara iyilik yapınız; kötülük yaparlarsa, zulm etmeyiniz» buyuruldu.
Her sınıftan, onların yanında bulunanı ister. Çünki insanlar altın ve gümüş mâdenleri gibidir. Peygamber efendimiz de (sallâllahü aleyhi ve sellem) böyle buyurdu. Ya’nî insanlar, amel, ahlâk ve söz mâdenleridir. Lâkin bunlarda, altın ve gümüş gibi farklıdırlar.
Mesâbîh şerhinde yazıyor: Bunda, tabîat mâdenlerinde güzel ahlâk cevherlerinin bulunduğuna işâret vardır. Meşakkat ve gayret ile mâdenlerden cevherler çıkarıldığı gibi, nefsi terbiye ile, ondaki saklı güzel ahlâk cevherlerini çıkarmalıdır.
Muallimden ilim, kuvvetliden kuvvetli olmağı öğrenmek istemeli, başka şey istememelidir. Diğer istekler de buna benzetilebilir.
İnsanlara taşkınlık, sapıklık gibi sıfatlarla hükmetmez. Sû’-i zanda bulunmaz. Onların aslında sapık oldukları zannında bulunmaz. Belki görünüşlerinin sağlamlığı ile yetinir. İçlerini Allahü teâlâ’ya ısmarlar.
İnsanlarla mücâdele ve muhâsame etmez. Onlardan ikram ve iyilik görünce, onları, senin işinde kullandığı için, Allahü teâlâ’ya şükret! Ve, Allahü teâlâ’dan, seni onlara güvenmekten korumasını duâ et! Senin gıybetini yaptıklarını duyarsan, yâhud onlardan bir kötülük duyduğun, yâhud zararlarına uğradığın zaman, onları ve yaptıklarını Allahü teâlâ’ya havâle et, onlara karşılık vermekle meşgul olma. Çünki böyle yapmak zararı arttırır ve ömrü böyle şeylerle geçirtir.
İnsanlara dîni, ilmi ve parası ile öğünmez. Çünki böyle öğünmek câhiliyye devrindeki işlerdendir. Onların yalan ve gayr-i meşru işlerini görünce, onlar için, Allahü teâlâ’dan mağfiret ister. Zaif ve güçsüzlere yakınlık gösterir. Fakirlerle oturmakla bereketlenir. Cünki bu. nifaktan ve kibirden uzaklaştırır. Sevâb yönünden ise, en üstün bir cihâddır. Miskinleri sever. Çünki onları sevmek Cennetin anahtarıdır. Meşayıh’a hürmet eder. Zîra bu saygı ve ta’zim, Cenâb-ı Hakka, duyulan saygı cinsindendir.
İnsanların hallerini incelemez. Halktan bir fâide ve zarar beklemez. Çünki insanlar Allahü teâlâ’ya muhtâc olmada, kendilerinden fâide veya zarar gelmeme konusunda bir tarağın dişleri gibidirler. Bilâkis zarar ve fâidenin bütünü Allahü teâlâ’dandır. O dilemeyince kimse ne zarar, ne de fâide verebilir.
İnsanların din ve dünyâ bakımından farklı olmalarını fırsat ve ganimet bilir. Nitekim Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «2 haslet vardır. Kimde bulunurlarsa, Allahü teâlâ, onu şükredici ve sabr edicilerden yazar. Kimde bu 2 haslet yok ise, Allahü teâlâ, onu şükr ve sabredicilerden yazmaz. Din husûsunda kendinden yüksek olana bakıp, onun gibi olmağa çalışmak, dünyâ İşlerinde ise kendinden aşağı olana bakıp, Allahü teâlâ’nın kendisine olan ihsânına şükretmek» buyurdu. Bu Tuhfetü’l-ebrâr’da yazılıdır.
Bir hadîs-i şerîfde: «İnsanlar farklı oldukça, dâima hayırda olurlar. Eşit olurlarsa helâk olurlar» buyuruldu. İnsanların farklılığını fırsat ve ganimet bilmek hususunda şöyle demişlerdir: İnsanların kimi emîr, kimi sultan, kimi vezir, kimi âlim, kimi san’atkâr olmakla, mertebe ve meslekleri ayrı ayrıdır. Âlemin nizamı böyledir. Aksi olsaydı, âlemin nizamı bozulurdu.
En yakını olsa da, Allahü teâlâ katında günâh olan söz ve işde ona uymaz, dediğini yapmaz. Allahü teâlâ’nın gazabı bulunan bir işte, kimsenin rızâsını aramaz. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) «Allahü teâlâ’nın gazabı olan bir işte, insanların rızâsını kazanmağa çalışanlara, Allahü teâlâ gazabını verir» buyurdu. Hutabü’l-erbaîn şârihi der ki: Allahü teâlâ’nın gazabını kazanarak insanları râzı etmeğe uğraşmak demek, dil âfetlerinden olan maskaralık, mukallidlik, alay etmek, söz taşımak, insanları güldürmek, dil ile saldırmak gibi işler yapmaktır. Şâirlerin âdetleri, nedimlerin usûlü böyledir. Onlar sâlihleri ayıblamaktan, âlimlerle alay etmekten çekinmezler. Çünki bunlar şeytanın işaretleri. nefs-i emmârenin kötü sızıntılarındandır.
Zâlim olduğunu bildiği kimseye doğru bir adım yürümez. Bu büyük günâh olur.
Günâh işliyenlere buğz ederek, Allahü teâlâ’nın sevgisini kazanmak ister. Onlara kızarak Rabbinin rızâsına kavuşmak, onlardan uzaklaşarak.
Rabbine yaklaşmak ister. Onlara karşı asık suratlı durur. Kâfirlere ise, daha sert bir yüz ifâdesi ile muamelede bulunur.
Mü’minlere karşı güzel huylu, açık yüzlü olur. Onlara yumuşak, rıfk, lûtf, adâlet, ihsân ve cömerdlik üzere hareket eder.
Bakışıyla bile olsa, kimseyi korkutmaz. Çünki müslümanı korkutmak haramdır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Müslümana, bir müslümânı korkutmak halâl olmaz. Bir müslüman din kardeşine, eziyet verici bakışla bakması da, halâl değildir» buyurdu. Bu hadîs-i şerîf, İhyâ’da bildirilmektedir.
Bir müslümanı açık olarak tehdîd edip de korkutmaz. Bir kimseye güvenip, onu arka tutup, ben güçlüyüm demez. Böyle yapanı Allahü teâlâ zelîl eder. İmam Gazâlî (rahimehullah) buyurur: İnsanlara, benim yerimi, kim olduğumu siz bilmezsiniz? demeyin. İnan ki, sen buna müstehak olsaydın, Allahü teâlâ, sana onların kalbinde yer verirdi. Sevdiren ve nefret ettiren, şübhesiz Allahü teâlâ’dır.
Allah sevgisini, bütün insanların sevgisine tercih eder. Hiç kimseyi, beğenmediği bir lâkabla çağırmaz. Herkesi ismiyle çağırır. Beğenmediği, bir lâkabla, bir kimseyi çağırana melekler lâ’net okur.
Bir müslümanla harb etmez. Kimseyle kavga, gürültü çıkarmaz. Hattâ kimseye meşakkat zorluk çıkarmaz. Münâzaranın, kavganın, münâkaşanın keffâreti 2 rek’at namazdır. Silâhını kimseye çevirmez. Çünki hadîs-i şerîfde: «Müslüman kardeşine, bir harbi – veya bir silâhla – işâret ederse, melekler ona lâ’net okur» yanî Cennetten uzaklaşması için ona beddüâ ederler buyuruldu. Çünki silâhı bir müslümana çevirmek, onu korkutmak demektir. Bu ise haramdır. Bunun haram olduğu bundan önceki hadîs-i şerîfden açıkça anlaşılmıştı. Kardeşi de olsa böyle yapmaz. Yanî böyle şaka yapmak yasaktır.
Zimmîye zulmetmez ve ona yapamıyacağı şeyi yüklemez. Nikâye şerhinde Vâkıat’dan şöyle nakl eder: Müslüman, bir zimmînin malını gasb eder veya çalarsa, kıyâmet günü bu hareketinin cezâsını görür. Zimmî hakkını ondan ister, yanî kıyâmette, o müslümandan dâvacı olur. Zimmî, yanî kitablı kâfire zulm etmek, müslümana zulm etmekten, hakkını yemekten şiddetlidir. Çünki o ebedî Cehennem ehlindendir. Bu zulm ile, Cehennemde azâbı azalmasa da, hafifliyebilir dediler. O, müslüman gibi, hakkını, orada aramamazlık etmez. Çünki bu yönden bir şefâat, afv beklemektedir. Bunun için, hayvanın insandan dâvacı olması, hepsinden şiddetlidir demişlerdir.
İzinsiz kimsenin malını almaz. Bu haramdır. Zimmîyi iyi künye ile künyelendirmez: meselâ ona ebül-hayr = hayır, iyilik babası demez. Kitablı kâfirleri de, böyle künye ile çağırmaz. Çünki bu cins künye, onlara saygı ifâde eder.
Bir kâfirle karşılaşınca, onu İslâma dâvet etmeden ondan ayrılmaz.
Müslümanların çarşısında kılıfsız kılıç, ok, bıçak, mızrak gibi yaralayıcı silâh ve âletlerle dolaşmaz. Birisinin eline, bedenine dokunup yaralayabilir. Kimsenin elinden, böyle kılıfsız olan bir kılıcı almaz.