Ezan, Nikâye sahibinin ihtiyâr ettiği gibi sünnet ile sâbit olmuştur. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Beytü’l-makdis’e götürüldüğüm zaman Cebrâil aleyhisselâm ezan ve ikamet okudu. Resûlullah imam olup meleklere ve peygamberlerin ruhlarına namaz kıldırdı» buyurdular. Bir de bilinen rü’yâ ile sâbit olmuştur denildi. Rivâyet edildi ki, Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) Eshâbını toplayıp ezan hakkında müşâvere etti. Bazıları çan çalalım dediler. Resûlullah: «Can çalmak nasârânın âdetidir» buyurdu. Bir kısmı def çalalım dediler. Resûlullah: «Def çalmak yehudîlerin âdetidir» buyurdu. Bir kısmı boru çalmayı teklif etti. Bir kısmı ateş yakmayı teklif etti: «Ateş yakmak Mecusîlerin âdetidir» buyurdu. Bir şey üzerinde karar kılınamadı. Hattâ Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) üzülerek geri döndü. Sabahleyin Abdullah bin Zeyd (radıyallahü anh) gördüğü rü’yâyı şöyle anlattı: Yâ Resûlâllah! Bir şahıs gördüm. Gökden Mescid-i harâmın dıvarı üzerine indi. Kıbleye döndü. Allahü ekber Allahü ekber… diyerek bildiğimiz ezanı okudu. Sonra biraz oturdu. Daha sonra kalkıp aynı şeyleri okudu, ancak 2 kere kad kametissalâtü ekledi. Resûl-i Ekrem Abdullah’a: «Onu Bilâl’e öğret. Çünki onun sesi senden gürdür» buyurdu. Ömer (radıyallahü anh) aynı rü’yâyı gördüğünü, fakat onun daha önce davrandığını, sözünü kesmeği uygun görmediğinden sükût ettiğini söyledi (Tahâvî şerhi). Bir de Cebrâil aleyhisselâmın peygamberimize (sallâllahü aleyhi ve sellem) indirildiği, hattâ çok kere gökde ezan okuyup yerde Ömer’in (radıyallahü anh) duyduğu bildirilmiştir. Nikâye sâhibi, birbirlerini nefy etmedikleri için hepsinin de olması câizdir dedi.
Ezan, lügatte bildirmek demektir. Allahü teâlâ Tevbe sûresi, 3. âyet-i kerîmesinde: «Allahü teâlâ’dan ve Peygamberinden, insanlara şer’an, i’lâm-ı mahsûsdan ibârettir» buyurmuştur. Ezan, farz namazlarda ve cum’a namazında fâik sünnettir. Vâcib diyenler de vardır. Ezan hayırlı insanların işidir. Yanî ezanı âlim, kâmil insanlar okumalıdır. Câmi’ kitabında Ya’kub (rahmetullahi aleyh) diyor ki: Akşam ezânını Ebû Hanîfe’nin (rahmetullahi aleyh) okuduğunu ve oturmadan kâmet getirdiğini gördüm. Demek ki, ezan okuyan, kâmet de getirmelidir. Müezzinin ve onu dinleyip icâbet edenlerin, Ateşden kurtulacaklarına delil: «Müezzin, sesinin yayıldığı yere kadar her yaş ve kurunun şâhid olmaları nisbetlnde afv olunur» hadîs-i şerîfi ile birçok şahısların ezâna icâbet ettikleri için kurtulduklarının bildirilmesidir.
Rivâyet edildi ki, Zübeyde hâtunu ölümünden sonra sâlihlerden biri rü’yâda gördü. Ona hâlinden sordu. Rabbim beni afv etti dedi. Mekke ile Medîne (Allahü teâlâ şereflerini arttırsın) arasına kazdırdığın su kuyuları sebebi ile mi dedi. Hayır, çünki onlar gasb olunmuş mallardır. Sevabı sâhiblerine âiddir dedi. Peki, Rabbin seni niçin afv etti dedi. İçki meclisinde idim. Müezzin ezan okumağa başlayınca içkiyi bıraktım. Onun şehâdet ettiği gibi ben de şehâdet getirdim. Allahü teâlâ, meleklerine: «Kalbinde kâmil bir tevhidi olmasaydı beni sarhoş halde iken hatırlamazdı. Ona azâb etmeyin!» buyurdu. Böylece beni bağışladı. Bunun gibi Ebül Fadl’dan bazı sultanlar hakkında ve Osman’dan da Sâlim bin Ubâde hakkında rivâyetler vardır (Ravdatü’l-ulemâ).
Ezânın sünnetlerinden biri, ses daha uzaklara gittiği için yüksek yerde okumaktır. Akşam ezânında meşâyıh arasında ihtilâf olundu (Künye).
Parmağı kulağa koymalıdır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) Bilâl’e (radıyallahü anh) sesinin daha yüksek olması için birer parmağını kulağına koymasını emir buyurdu. Ezan okurken kendini çok yormamalıdır. Ezânı dünya malı için değil, tayyib işlerden olduğu için istiyerek yapmalı, karşılığını Allahü teâlâ’dan âhırette taleb etmelidir. Halkı Hakkın tâatine çağırmayı niyet etmeli, kendisine verilen bu emâneti hakkıyla yerine getirmelidir. Zîra müezzin insanların namazda, oruçda, iftarda îtimad ettiği, emîn kimsedir. Onun bildirmesiyle herkes ibâdete başlamaktadır. Müezzin de bu güvene lâyık olmağa çalışmalı, emâneti yerine getirmelidir. Nitekim Nisâ sûresi, 58. âyet-i kerîmesinde: «Elbette Allahü teâlâ size emânetleri ehline vermenizi emr ediyor» buyurulmuştur.
Müezzin ezanda müstehab vakitleri seçmellidir. Mücerred kitâbında Ebû Hanîfe (rahmetullahi aleyh) buyuruyor ki, müezzin sabah ezânını fecrin tulû’undan sonra okumalı, öğleyi kışın güneş zevalden biraz meyi edince, yazın biraz geciktirerek, ikindiyi güneşin değişmesinden korkmadıkça biraz geciktirerek, akşamı güneşin hemen battığında, yatsıyı beyazlığın gitmesinden biraz sonra okumalıdır (Zâhidî).
Ezân için ücret şart etmemelidir. Çünki imam olsun, müezzin olsun, imamlık veya müezzinlik için önceden şart edilen ücreti almak halâl olmaz. Eğer önceden şart edilmeyip, fakat ihtiyaçları bilinip ona göre ce- mâattan toplanarak bir mikdar verilirse iyi olur. Bu tayyib olup harâm olmaz. Ücret de olmaz (Fetâvâ-yı Kadıhan). Selef-i sâlihîn zamanında böyle biliniyordu. Sonra gelen âlimler namazın ve Kur’ân’ın zâyiinden korkarak zamanla imamlık, müezzinlik ve Kur’ân-ı kerîm öğretmek için ücret almaya fetva verdiler.
Ezanda müezzin hayyealâssalâh derken boynunu sağa, hayyealel- felâh derken sola çevirir. Çünki bu namaza ve felaha çağırma insanlara yapılan hitâbdır. Onlara yüzünü döndürmek gerekir. Sağa sola dönülmez de denildi. Sahîh olan yüzü döndürmektir. Çünki ezanda sünnettir. Hattâ yeni doğan çocuğa okunan ezanda da yüz döndürmek uygun olur (Muhît).
Ayakları sâbit olup yüzünü döndürmelidir. Yalnız minârede dönülür. Yanî minârede vücûd ile devr edilir, daire çizilir. Yüzünü çevirmekle herkese bildirmesi mümkün olmayan geniş odada yine devr edilir. Sağ taraftaki pencereden başını çıkarıp salâh’a çağırır. Sol pencereden başını çıkarıp felâha çağırır.
Ezânı ağır ağır, kelimeleri ayırarak, ikâmeti daha çabuk okumalıdır. Ezân ile ikâmet arasında yemek yeme ve abdest alma miktarı beklenir. Hulâsa’da diyor ki: Müezzin ezân ile ikâmet arasında her namazda ve akşam namazında oturur, içinden bir uzun âyet veya üç kısa âyet okuyacak kadar durur. İmâm-ı A’zam’a (rahmetullahi aleyh) göre üç adım atıncaya kadar, iki İmâma (rahmetullahi aleyhimâ) göre iki hutbe arasında hatîbin oturduğu kadar hafif bir celse ile oturur.
Cemâat olsun, tek başına olsun, ezan okumalıdır. Seferde ve mukîm iken de okunur. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Sahrâda ezan ve ikâmet okunursa namazı melekler de kılar. Ezân ve ikâmetsiz namaz kılan ile birlikte yalnız 2 melek namaz kılar» buyurmuştur. Misâfir ezan ve ikâmeti terk ederse, mekrûh olur. Yalnız ezânı terk ederse mekrûh olmaz, kâfi gelir. Mescidi olmayan köyde, evinde namaz kılan, müsâfir hükmündedir.
Ezan ve imamlık için birer kişi görevlendirilir. Biri ezan okur, diğeri,, birincisinin izni ile kâmet getirir. Hattâ ezan okuyan râzı olmazsa, öbürünün kâmet getirmesi mekruhdur. Bizâziyye fetvâlarında, «kâmet getirmenin sevâbı ezan okumaktan çokdur. Bunun için ezan okuyandan izinsiz kamet getirmenin mekrûh olduğu açığa çıkmaktadır» diyor.
Mescid binâ eden, eğer ehil ise ezan ve imamlık için evlâdır. Yanî mescid yaptıran kimse, imamlık veya müezzinlikten birini tercih etmesi uygundur. İkisini birden yapar diye yanlış anlamamalıdır. Zaruret hâli müstesnadır. İmâm-ı Gazâlî (rahmetullahi aleyh) İhyâ kitâbında, mürîd ezan ile imâmet arasında birini seçmek durumunda kalsa, imamlığı seçmelidir demektedir. Bunlardan her birinin ayrı ayrı fazîletleri varsa da, ikisini birden yapmak mekrûh olduğundan (*) imamlığı tercih etmelidir. İmamlık efdaldir. Çünki Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) Ebû Bekr, Ömer ve diğer imamlar, halîfeler (rıdvânullahi aleyhim ecma’în) devamlı imamlık yapmışlardır. Gerçi imamlıkta kefâlet, sorumluluk tehlikesi vardır. Hadîs-i şerîfde: «İmam kefîl, müezzin ise kendisine güvenilen bir emindir» buyurulmuştur. Fakat fazîlet de bu mes’uliyet nisbetindedir. Mişkâtü’î-envâr’da da böyledir. [(*) Hanefî mezhebinde imamlık ve müezzinliği, bir kişinin yapması mekruh olmayıp, makbuldür.]
Sahrada yolunu kaybeden kimsenin ezan okuması müstehabdır. Bunun gibi uyuyanları ibâdete kaldırmak, teheccüde kalkmış olanın uyumasını sağlamak, oruç tutanları sahura kaldırmak için sabah (fecr) olmadan ezan okumak müstehabdır. Nitekim Bilâl (radıyallahü anh) böyle yapardı. İbni Mes’ûd (radıyallahü anh) ın rivâyet ettiği hadîs-i şerîfde : «Bilâl’in ezânı sizin sahurunuza engel olmasın. Çünki onun geceden ezan okuması, teheccüde kalkanları uykuya döndürmek ve uyuyanlarınızı uyandırmak içindir» buyuruldu. Böylece gece teheccüde veya vitir namazına kalkarak az uyumuş olanlar, biraz olsun uyuyarak sabah namazına daha dinç kalkarlar. Gece uyanamamış olanlar da kalkıp teheccüd sevâbına kavuşurlar. Diğer bir hadîs-i şerîfde: «İbni Ümmi Mektûm’un ezan okumasına kadar yiyiniz, içiniz. Çünki o sabah namazının vakti girdiğini bildirmek için ezan okur» buyuruldu. Buradan Ebû Yûsüf ve Şâfiî (rahımehümallah) sabah ezanının gece yarısından sonra okunmasına cevaz verdiler. Biz deriz ki, Bilâl’in (radıyallahü anh), ezanı sabah olmadan okuması vaktin girdiğini bildirmek için değil, uyuyanları uyandırmak için idi. Yoksa vakit girmeden okunan ezanın iâdesi lâzımdır.
Müezzinin dediklerini aynen söyliyerek ezan’a icâbet edilir. Yalnız salâha ve felâha çağırırken Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh denir. Ezanda ve ikâmette müezzine icâbet her dinleyene vâcibdir. Hattâ cünüb ve hayızlı kadın da icâbet eder. Halâda ve cimâ’ hâlinde iken icâbet edilmez. Tâcü’ş-şerî’a müezzine icâbetin sünnet olduğunu bildirmiştir. Nevevî (rahımehullah) ise müstehab demiştir. Müezzinin okuduğu kelimeleri içinden alçak sesle ve uzatmadan tekrar etmelidir. Hayye, iş yapmak için (hadi!) bir emirdir. Felâh, beka demektir. Hayyealelfelâh demek, Cennette bâkî kalmağa sebeb olan cemâatle namaz kılmağa acele ile koşunuz, ikbâl ediniz demektir (Şerh-i Mesâbîh). Lâ havle ve lâ kuvvete İllâ billâh demek, günahtan kurtulmak ve ibâdete yönelmek ancak Allahü teâlâ’nın tevfîki, izni ve yardımı ile olur demektir.
Tuhfetü’l-mülûk’da diyor ki: Hayyealelfelâh deyince, Mâ şâellahü kâne ve mâ lem yeşâ’ lem yekûn, yanî Allahü teâlâ’nın dilediği olur, dilemediği olmaz demelidir. Sabah ezânında okunan Essalâtü hayrün minen- nevm deyince, sadakte ve bil hakkı natakte, ya’nî doğruyu ve hakkı söyledin demelidir. Kod kâmetissalâtü deyince, ekâmellahü ve edâmehâ, yanî Allahü teâlâ namazı ayakta tutsun ve devam ettirsin demelidir. Bunun gibi Tâcü’ş-şerî’a: «müezzine ikâmette icâbet etmek kad kâmetissalâtü’ye kadar söz ile, burada fiil ile olur, söz ile olmaz dedi. Ezan veya ikâmete icâbet eden kimse, o halde iken konuşmamalı, selâm vermemeli, selâma cevab vermemeli, mescidde değil ise okuduğu Kur’ân-ı kerimi kesmeli, yürüyorsa durmalı, fıkıh dersinde ise dersi bırakmalıdır. Hulâsa ezânı ve ikâmeti dinleyip tekrar etmekten, ya’nî icâbet etmekten başka bir işle meşgul olmamalıdır. Âişe (radıyallahü anhâ): «Ezânı duyduktan sonra ne iş yapılır ki! İş yapmak haramdır» dedi. Ezânı duyunca, yün eğirmesini bırakırdı. Çekicini yukarı kaldırmışken ezanı duyup indirmeyen demirci ve kuyumcular çoktu. Âlimlerden Halef (rahmetullahi aleyh), ezan okunurken dokuma işiyle meşgul olan bir kişinin şâhidliğini kabûl etmedi. Zahîrüddîn (rahimehullah) dan sordular ki, aynı zamanda birkaç mescidden.birden ezan sesi duyan kimse ne yapmalıdır? Cevâbında buyurdu ki: Namaz kıldığı mescidin ezânına icâbet eder. Bütün müezzinlere de icâbet etmek lâzımdır denildi. Birinci okuyan müezzine icâbet edilir diyenler de oldu. Hulvanî (rahimehullah): «Ezâna dil ile değil ayak ile icâbet etmelidir. Dil ile icâbet edip mescide gitmeyen ezâna icâbet etmiş olmaz. Mescidde olup ezâna icâbet etmiyen günahkâr olmaz» dedi (Künye), (Nihâye).
Ezan ile ikâmet arasında mühim ihtiyaçldrı için düâ eder. Çünki şerif vakittir. Bu vakit ezâna icâbetten sonra, salevât ve ezan duâsından öncedir. Daha sonra salevât ve bilinen (Vesile) ezan düâsı okunur. Yanî ezandan sonra «Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Allahümme Rabbe hâzihidda’vetit tâmmeti vessalâtil kâimeti. Âti Muhammeden-il vesîlete vel fadîlete veddereceter refîate veb’ashü makâmen mahmuden illezî ve’adfehü inneke lâ tuhlifül mî’âd» düâsını okumalıdır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu düâyı okuyana Kıyâmet günü şefâatim helâl olur diye va’d buyurdu (Buhâri ve başkaları).
Ezan’ın bir ismi de da’vettir. Çünki ezan ile kullar ibâdete çağrılır. Bu da’vet namaza lâyık olduğu şekilde tamdır. Namaz’a kâime sıfatı verilmiştir. Ya’nî namaz kıyâmete kadar nesh olmadan, değişmeden ayakta kalacaktır demektir. Makâm-ı Mahmûd (övülen makam) ve Vesîle Cennette Resûlullahın menzilesidir.
Ezan düâsının topluca mânası :
Allah’ım, Muhammed aleyhisselâma ve onun âline salât et! Ey bu okunan ezanın ve kılınacak namazın sâhibi olan Allah’ım! Muhammed aleyhisselâma Vesîle’yi, fazîleti ve yüksek dereceyi ver. Ona va’d ettiğin Makâm-ı Mahmûd’a kendisini kavuştur. Çünki sen sözünden dönmezsin.
2 ezan arasında namaz kılmalıdır. Burada 2 ezan ile çok kere teberrüken ezân ile ikâmet anlaşılır. Çünki Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Her iki ezan arasında namaz vardır, her iki ezan arasında namaz vardır. Dileyen kimse kılsın» buyurmuştur. Şerh-i Mesâbîh’de bu hadîs-i şerîfin ezan ile ikâmet arasında nâfile namaz kılmağa teşvik için olduğu bildirilmektedir. Ezan ile ikâmet arasında yapılan düâ, bu vaktin şerefi sebebi ile red olunmaz. İmâm-ı A’zam (rahmetullahi aleyh) akşam namazından önce nâfile namaz kılınmasına mekruh demiştir. Çünki Büreydetü’l-Eslemî (radıyallahü anh) ın bildirdiği hadîs-i şerîfde: «Her ezandan sonra iki rek’at namaz vardır. Yalnız akşam namazında yoktur» buyuruldu.
Ezânı işitince hemen cemâate gitmelidir. Rivâyet edildi ki, Kıyâmet günü bir kavm haşr olunur. Yüzleri parlak yıldızlar gibidir. Melekler onlara siz dünyâda ne ameller işlerdiniz? diye sorarlar. Onlar, biz ezâm işitince hemen işimizi bırakıp tahârete, abdeste koşardık derler. Sonra bir grup insanlar daha haşr olurlar. Yüzleri ay gibi parlar. Melekler bunlara da ne amel işlediklerini sorarlar. Onlar da: Biz, namaz vaktinden önce abdest alırdık derler. Daha sonra yüzleri güneş gibi parlayan bir tâife haşr olunur. Onlar da: Biz ezânı mescidde dinlerdik derler.
Yine rivâyet edildi ki, selef-i sâlihîn birinci tekbîri kaçırdıkları zaman 3 gün, cemâati kaçırdıkları zaman bir hafta mâtem tutarlardı. Hikâye edildi ki, Şeddad bin Hakîmi’l-Belhî hâkim idi (rahimehullah). Bir gün Belh şehrinin mescidlerinden birine uğradı. Müezzin ezan okuyordu. Mescidin yanındaki dükkânda bir esnaf vardı. Müezzin ezanı bitirdiği halde o şahıs önündeki malları topluyordu. Sonra namaza gitti. Ertesi gün bu kimse bir şahsın hakkında şâhidiik etti. Hâkim: Sen namazda gevşek davranıyorsun. Ezandan sonra, önce önündeki malları kaldırmakla meşgul oldun, sonra namaza gittin dedi ve şâhidliğini kabûl etmedi. Ezâm işittiğinde abdestli ise çok acele etmeğe lüzum kalmaz.