İNSANLARLA OTURMANIN SÜNNETLERİ

İnsanlarla oturmanın sünnet ve edebleri çoktur.

Din kardeşleri ile otururken abdestli olur, üstünü başını temizler, düzeltir, güzel elbiselerini giyer. Yaşı büyük olanlara, oturmada öncelik ve iyi yeri verir. Ancak küçük yaşta olan daha âlim ve fâdıl ise ona da büyük gibi davranır. Cevâhir kitâbında bildirilen, aşağıda geleceği gibi, bunu göstermektedir. Yürürken, yaşlı olanın önünden gitmez. Bu fakirliğe sebeb olur. Musannifin, bundan önce konuşmanın sünnetleri faslında bildirdiği gibi, (konuşmada da, yaşlı olandan önce konuşulmaz) sözünü, burada alıp, yaşlı olanlara, her işte öncelik tanınır deriz.

İlimde üstün olan, en şerefli yerde oturur. Cevâhir’de diyor ki: Câhil yaşlıyı, yürümede, oturmada ve konuşmada, âlim gence takdîm etmemek lâzımdır. Hâlisafül-hakâyık’da diyor ki: Benî İsrail’de, genç, yaşlıya, câhil, âlime takdîm edildiği zaman, yer yarılır ve genç ile câhili yutardı.

Hadîs-i şerîfde: «En hayırlı meclis, kıbleye karşı oturulan ve mecliste oturmak istiyene, yer açılan meclistir» buyuruldu.

2 kişi arasında oturmaz ve onların izni olmadan, onları birbirinden ayırmaz. Cünki bâzan 2 kişi arasında muhabbet olur. Gizli birşey konuşabilirler. Ayrılmak onlara meşakkat verebilir. Bunun için Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) den, İbni Ömer’in (radıyallahü anhümâ) bildirdiği hadîs-i şerîfde: «İzinleri olmadan, 2 kişinin arasına oturmak helâl olmaz» buyuruldu. Bunu Mesâbîh’de bildirmektedir.

Halkanın ortasında oturmaz. Zîra Huzeyfe’nin (radıyallahü anh) bildirdiği hadîs-i şerîfde: «Halkanın ortasında oturan, Muhammedin (aleyhisselâm) dilinde mel’undur» buyuruldu. Bundan murad, insanların oturdukları halkaya gelip, arkada oturmayıp, halkayı yararak gelip orta yere oturmak, yâhud halkanın ortasında oturup, meclistekilerin birbirini görmelerine engel olmaktır. Böyle kimselere lâ’net edilmiştir. Cünki böyle olana, lâ’net ederler, böylelerini zemmederlerdl. Muhammed’in dilinde buyurmaları, vaîd ve tehdîdin şiddetini bildirmek içindir. Çünki Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) dilindeki lâ’net, pek büyüktür. Şerh-i Mesâbîh’de de böyle yazıyor.

Kendisine, yanında yer veren bulunmazsa, bulduğu en geniş yerde oturur ve kendisinin oturması için kimseyi yerinden kaldırmaz. İmam Nevevî (rahimehullah): «Bizim mezhebimizin âlimleri, bu hükümden, mescidlerde belirli yerleri tutan ilim okutan ve fetva verenleri hâriç tutmuşlardır. Bu yer onların oturmasına uygundur. Mesâbîh’de de böyle diyof.

Bir kimse, kendiliğinden kalkıp, yerini verse de, oturmamalıdır. Saîd bin Ebû Haşan (radıyallahü anh) anlatır: Ebûbekir (radıyallahü anh) şâhidlik için bize geldi. Oturanlardan biri kalkıp ona yer verdi. Orada oturmadı. Ve, «Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) bundan men etti» buyurdu.

Meclisin baş köşesinde oturmayıp, sonunda oturur. Ancak mecliste olanlar yâhud ev sâhibi, kendisini baş köşede oturtursa, o zaman oturur.

Gölge ile güneş arasında oturmaz. Çünki orası, şeytanın oturma yeridir. Mesâbîh şerhinde, Ebû Hüreyre’den (radıyallahü anh) bildirir: «Sizden biriniz gölgede bulunurken, güneş dönüp, vücûdünün bir kısmı gölgede, bir kısmı güneşte kalırsa, oturduğu bu yerden kalksın. Çünki oturduğu yer, şeytanın oturma yeridir.» Bu yerin şeytana izâfe edilmesi, şeytanın, orada oturmasını ve kendisine kötülük gelmesini emretmesindendir. Çünki insanın vücûdünün yarısının gölgede, yarısının güneşte bulunması, bedenin değişik halde bulunması olup mizâcına zarar verir, hasta eder. İki zıt şeyin bir arada olması bedene zarardır.

Din kardeşleri, bir yerde otururken, saf hâlinde, birbirine yakın ve bitişik olup, ayrı, dağınık oturmazlar. Çünki bu, kalblerin birleşmesine sebeb olur.

Câbir bin Sümre (radıyallahü anh) anlatır: Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) geldi. Eshâbı oturuyordu: «Niçin böyle dağınık oturuyorsunuz?» buyurdu, halka ve saf hâlinde oturmaya işâret eyledi.

Müslümanlardan fakir olanlarla, vera’ sâhibleri, îmân ve ilim sâhibleri ile oturmağı tercîh eder. Hadîs-i şerîfde: «Büyüklerle otur; âlimlerden sor, hikmet sâhibleri ile konuş» buyuruldu.

Görüldüğü zaman, Allahü teâlâ’nın hâtırlandığı, konuştuğu zaman amelin arttığı ve ameli âhirete âid şevki çoğalttığı kimselerle, yanî evliyâ ile oturur. İmam Gazâlî (rahimehullah) buyurur: «Bir fâcir, günahkâr, bir takvâ sâhibi, yanî günahlardan sakınan kimse ile sohbet ettiği zaman, onun Allah korkusunu ve bunda devamını görür de, kısa zamanda yaptığı kötülük ve günahlardan döner, devam üzere günah işlemekten hayâ eder. Hattâ tenbel, gevşek kimseler, amelinde sağlam ve gayretli olan kimselerle oturup kalkınca, onlar da gayrete ve şevke gelirler.»

Ca’fer bin Süleyman (rahimehullah), «Amelimde gevşeklik, bıkkınlık hâsıl olunca, Muhammed bin Vâsı’a (rahimehullah) ve onun tâatteki gayret ve ikbâline bakardım. Şevkle ibâdet yapma arzûm doğar, bıkkınlık ve gevşeklikten kurtulur ve bir hafta böyle devâm ederdim» diyor.

Mecliste konuşulanları muhafaza eder. Başka yerde anlatmaz. Hadîs-i şerîfde: «Birlikte oturan 2 kişi, Allahü teâlâ’nın emâneti ile otururlar. Bunlardan birinin, bir başkasına, hoşlanmadığı bir şeyi açması helâl olmaz» buyuruldu.

Din kardeşinin sırrını ifşâ etmez. Bu hiyânettir ve kalbin pis olduğunu gösterir. Yanlarında üçüncü bir kişi varsa, iki kimse birbiri ile gizli olarak, fısıldaşarak konuşmaz. Çünki bu hal, diğer mü’mine eziyet verir ve onlara kötü zanda bulunmasına sebeb olur.

Arkadaşı ile beraber otururken, kalkmak isterse, izin ister. O gidince yerine başkası oturmaz. Çünki dönüp gelirse, oraya oturmak herkesten çok onun hakkıdır.

Birbirleri için ayağa kalkmazlar. Çünki acem âdetlerindendir. İhyâ kitâbında diyor ki: Bir kimse için ayağa kalkmak mekrûhdur. Enes (radiyallahü anh) buyurur: Resûlullah’dan (sallâllahü aleyhi ve sellem) çok sevdiğimiz bir şahıs yoktu. Bununla beraber, onu gördüğümüz zaman, ayağa kalkmanın mekrûh olduğunu bildiğimiz için, ayağa kalkmazdık. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir defasında: «Benî gördüğünüzde, acemlerin yaptığı gibi kalkmayınız» buyurdu. Mesâbîh’de böylece yazılıdır.

Âlimler, sâllhler, velîler gibi hürmete lâyık kimselere, ayağa kalkarak saygı göstermek câizdir de denildi. Buna delil. Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem), Sa’d bin Muâz (radıyallahü anh) geldiği zaman, Ensâra; «Kavminizin ulusu için ayağa kalkınız» buyurmasını göstermektedirler. Çünki bu, saygı için kalkmadır. Çünki yardım için olsaydı, 1 veya 2 kişinin kalkması emredilirdi.

Tayyibî der ki: Bu ayağa kalkma, ta’zîm için değildi. Çünki Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Acemler gibi ayağa kalkmayınız» buyurmuştur. Acemler, ta’zîm için birbirlerine ayağa kalkarlardı. Belki, rahatsız olduğu için, hayvandan inmesine yardım etmeleri için, kalkınız buyurmuştur. Eğer, kalkınız emirleri, ta’zîm, saygı için olsaydı, ulunuza kalkınız buyururdu. Resûlullah’ın Ikrime ve Adî bin Hâtem’e (radıyallahü anhümâ) ayağa kalkması, haberi doğru ise, bu hareketle onlara İslâmî sevdirmesine yorumlanabilir. Çünki ikisi de, kabilelerinin reîsi idiler. Yâhud durumun gereğine göre, bir başka sebeble idi denebilir.

Şeyh ebû Hâmid (rahimehullah) der ki: Ayağa kalkmak, ta’zîm için olursa mekrûhdur. İkrâm için olan mekruh değildir. Kavminizin ulusu sözünde ikrâm vardır. Meşârık şerhinde de böyle diyor.

Bu konuda önemli olan ve doğru bulunan söz, ikrâm için veya ta’zîm için ayağa kalkmada, nefsin bir payı, arzûlarının karışıklığı bulunmazsa caizdir, mekrûh değildir. Hattâ bâzı yerlerde iyidir de. Bu sözümüzü, Zeynü’l-Arab şerhinde bildirilen, kuvvetlendirmektedir. Diyor ki: Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Acemlerin birbirlerine kalktıkları gibi, kalkmayın» buyurdu. Onlar birbirlerine ta’zîm için kalkarlar ve ta’zimleri de para, mal ve mevki için idi. Resûlullah’ın murâdı budur. Yoksa gelen kimse, böyle bir şey beklemiyor da, kendisine ilmi ve salâhı için ayağa kalkıyorlarsa, bu ayağa kalkış, Allah için olup, güzel bir iş olur.»

Sünnetlerden biri de, meclisin tamam zikir ve nasîhat yeri olmasıdır. Zîra bu, önceki kötü meclis ve toplantıların keffâretidir.
İşe yaramaz, boş toplantılar, kıyâmette üzüntü ve pişmanlıktır. Haberde açıkça bildirilmiştir.

Din kardeşinden gördüğü iyilik ve doğruluğu, ona söyler ve bununla onu medh eder. Zîra bu, daha çok iyilik yapmasını, doğru yolda daha çok ilerlemesini teşvik unsurudur.

Din kardeşinin elbisesinde, yüzünde zarar verici bir şey görürse, onu izâle eder. Merak etmemesi için önce ona gösterir, sonra atar. Arkadaşı da ona, «elin hayıra kavuşsun», yâhud «çocukların ve torunların da sana, bana hizmet ettiğin gibi hizmet etsinler» der. Zarar, eziyet veren şeyi kaldıran, onun bu düâsına karşılık, «Senin elin de dert, kötülük görmesin», yâhud «Allahü teâlâ çocuklarını ve torunlarını, sana karşı gelmekten korusun» der. Bu davranış ve söyleşmeler, iki tarafın da sevgi ve beraberliğini artırır demişlerdir.
Bir meclite bulunanlar kalkarken 3 defa: «Sübhâne kellahümme ve bi-hamdike, eşhedü en lâ ilâhe illâ ente, estağfirüke ve etûbü ileyke» derler. İşte, bu duâ, zikir meclisinin mührüdür ve boş, gereksiz meclislerin, toplantıların keffâretidir.

Müsliman kardeşine 3 günden çok dargın durmaz. Böyle dargın olanların hayırlısı, önce selâm verip barışandır. Ebû Eyyûb-i Ensarî’nin (radıyallahü anh) bildirdiği hadîs-i şerîfde: «Bir müslümana, din kardeşinden 3 günden çok dargın olması halâl olmaz. Biri yüz çevirir, öbürü yüz çevirir. Bu ikisinin hayırlısı, önce selâm verendir» buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfde de: «Bir müslümanın hatâsını kaldırıp barışanı Allahü teâlâ kıyâmette kaldırır, yüceltir» buyuruldu.

İkrime (radıyallahü anh) der ki: Allahü teâlâ, Yûsuf aleyhisselâma: «Kardeşlerini afv etmen sebebiyle seni yükselttim» buyuruyor. Bunu İhyâ yazıyor.

Din kardeşini, irtikâb eylediği bir günâhdan ötürü, nasûh tevbesi edinciye kadar terk etmekte bir mahzûr yoktur. Nasûh tevbesi, doğru
tevbe demektir. Hâlis tevbe de denir, Esmâî, «nâsih, hâlis mânasındadır; her şeyin hâlis olanına nâsih derler» diyor.

Sünnetlerden biri de, yanında bulunmıyan din kardeşine, hayır ve selâmetle duâ etmek, uzakta ise, mektûb yazıp, ayrıldıktan sonraki durumunu, çoluk çocuğunun hâlini bildirmektir. Mektuba, kendi ismi ile başlayıp, filân oğlu talandan falan oğlu filâna yazılmıştır deyip, sonra; Ondan başka ilâh, ma’bud olmayan Allahü teâlâ’ya hamd ederim ve Resûlü Muhammed Mustafâ’ya salât ü selâm ederim deyip, Allahü teâlâ’ya ve Resûlüne, dilediği kadar senâda bulunabilir. Bundan sonra, bildirmek istediği önemli şeyleri yazar.

Mürekkebin kuruması için veya bir başka sebeble, mektubun üzerine halâl toprak serper. Halâl toprak dendi. Çünki bir kimse mektûb yazıyordu. Kirâ ile oturduğu evin duvarından toprak alıp, mektûbun üzerine serpmeyi düşündü. Sonra aklına, bu benim evim değil, burada kirayla oturuyorum düşüncesi geldi. Ardından da. bu kadar şeyin zararı olmaz düşündü ve serpti. Bunun üzerine hâtiften bir ses duydu:

Bu kadar toprak zarar eylemez diyen kişi,
Görür hesâb gününde ne kadar sürer işi.

diyordu. Bunu Şerhu’l-hutab bildiriyor. Yâhud mektubu, tevâzu’ için önce yere koyar, sonra gönderir. Eshâb-ı kirâmın mektubları, nasihat, mev’ize, korkutma ve müslümanların faydalı işlerinden bahs ederdi. Mektublarında lüzumsuz, boş, yalan ve yaldızlı ifâde, süslü sözler bulunmazdı. Din işlerinden ve müslümanların amellerinden önemli olanları hâvi olurdu. Başın sağ olsun, yâhud mübârek olsun, filân hareketinden dolayı teşekkür ederim gjbi, yâhud bir kusurundan dolayı sitem etme, yâhud özür dileme, yâhud şefâat, yardım etme ve istişare etme, yâhud yardım isteme ve benzeri şeyler için mektûb yazarlardı.

İşlerin hepsi önem bakımından bir değildir. Biri diğerinden önemli olur. Haberde: «Hayırlı işlerde, birbirine göre farklı olurlar» geldi. O halde mü’minin, mektûbunda, en önemli olanları yazması lâzımdır. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: «Yıllarca yolculuk yapmakla mümkün olabilecekse de anne ve babana iyilik yap; bir sene yolculuğa mal olsa da akrabanı ziyâret et; bir mil mesâfede bulunsa da. müslüman hastayı yokla; dört mil mesâfede olsa da, cenâze namazına git kıl.»

Bundan anlaşılmış oldu ki, anne-babaya iyilik, sıla-i rahimden, ya’nî akrabayı ziyâretten, cenâze namazı da, hastayı yoklamaktan üstündür.

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler