DOSTLUK VE KARDEŞLİĞİN SÜNNETLERİ

Mü’minin en üstün hasleti, sevdiğini Allah için sevmesi, sevmediğini de, Allah için sevmemesidir. Abdullah bin Abbâs (radıyallahü anhümâ) anlatır: Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) Ebû Zer’e (radıyallahü anh): «Ey Ebâ Zer İmânın rükünlerinin hangisi daha sağlamdır?» buyurdu. Allah ve Resuiü daha iyi bilir dedi. Resûlullah: «Allah için sevişmek, Allah için sevmek, Allah için düşmanlık etmektir» buyurdu.

Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma vahyetti ve: «Sırf bana mahsus bir amel işledin mi?» buyurdu. Yâ Rabbi, senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât, sadaka verdim dedi. Allahü teâlâ: Namaz senin için bürhandır, oruç (Cehennemden) kalkandır. Zekât nûrdur, sadaka ise (gölgesiz günde) gölgedir. Benim için ne amel işledin?» buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm, yâ Rabbi, senin için olan ameli bana bildir dedi. «Ey Mûsâ, sevgili bir kulumu, sırf benim için sevdin mi ve sevmediğim bir kula, benim için düşmanlık ettin mi?» buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm buradan, amellerin en üstününün hubb-i fillâh ve buğd-i fillâh olduğunu anladı.

Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Allah için birbirini sevenler, üzerinde 70.000 oda bulunan, kırmızı yâkuttan sütunlar üzerinde bulunacak ve oradan Cennette olanları kuş bakışı seyredeceklerdir. Cennettekiler, birbirlerine, gelin, Allah için sevlşenleri seyredelim. Dünyada güneşin İnsanlara parlaması gibi, onların güzellikleri de Cennet ehline parlar. Üzerlerinde yeşil sündüsten elbiseler bulunur; alınlarında ise, bunlar Allah için sevişenlerdir yazısı olur» buyurdu. Şerh-I Mesâbîh ve İhyâ’da böylece bildirilmektedir.

İmânın kemâlini ve Allah sevgisini, bu güzel haslet kazandırır. Mümin bu haslet ile îmânın zevkine erişir. Yine bu haslet, Allah için olan amelin en hâlisidir.

Ömer bin Hattâb (radıyallahü anh) buyurur: «Gece kalkıp ibâdet eden, gündüz oruç tutan, sadaka veren ve cihâd eden kimse, sevdiğini Allah için sevmez, sevmediğini de Allahü teâlâ için sevmezse, bu yaptıklarının fâidesini görmez.» Bunu Avârif ve diğer kltablar bildirmektedir.

Bir hadîs-i şerîfde: «Çok dostunuz olsun. Çünki Rabbiniz hayâ sâbibidir. Kerimdir. Kıyâmette, dostları arasında, din kardeşlerinin içinde bulunan kuluna azâb etmekten hayâ eder» buyuruldu. Bir hadîs-i şerifde de: «Çok tanıdığınız olsun. Çünki kıyâmette herbiri için şefâat vardır» buyuruldu. Peygamber efendimiz yine bir hadîs-i şeriflerinde: «Allah yolunda bir din kardeşi edinene, Allahü teâlâ Cennette bir derece verir» buyurdu. Ve yine buyurdu: «Mü’minin mü’mine karşı ülfet ve muhabbeti, ruhun cesede olan bağlılığı, sevgisi gibidir.»

Dînine, emânetine güvendiği, salâh ve takvâsını bildiği kimseler hâriç, başkaları ile dostluk etmemesi sünnettir. Çünki kişi, sevdiği kimse ile beraberdir. Ameli sevdiği kimse gibi olmasa da, herkes sevdiği ile olacaktır. Hasan-ı Basrî (rahimehullah) buyuruyor: Kişi, sevdiği ile beraberdir sözü, sizi aldatmasın. Çünki sen, amellerini, yanî yaptıklarını yapmadıkça, ebrâra, iyilere ilhâk olamazsın. Çünki yahudî ve hristiyanlar da peygamberlerini seviyorlar, halbuki onlarla beraber değillerdir. Bu. bâzı amellerde uygunsuzluk olmadan, yâhud fâidesiz olan bütün amellerinin, fâidesiz olduğunu göstermektedir. Allahü teâlâ, çoğu zaman, bir sevgili kulunun kalbinde, bir kimseye muhabbet görür de, onun hürmetine bu kimseye merhamet eder ve onu velilerine ilhâk eder ve velîsinin amelinden birşey eksilmez. Çocukları anne-babalarına ilhak etmesine benzemektedir. Nitekim Allahü teâlâ Tür sûresi 21. âyetinde: «Dünyâda îman edenlere ve zürrlyetlerl de îmân edip kendilerine uyanlara, âhirette zürriyetlerini kavuştururuz. Onları da, baba ve dedeleri gibi Cennete koruz ve derecelerini yükseltiriz. Bununla beraber baba ve dedelerinin amellerinden hiçbir şey eksiltmeyiz» buyuruyor

Arkadaşlarının sayısı 4, sözleri ise bir olsun.

Allah’ın kullarından sevdiklerine, sevdiğini söylemelidir. Çünki kalbler, birbirini tanır ve birbiri ile görüşürler. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Bir adam bir kardeşini severse, ona sevdiğini söylesin» buyurdu. Bu.ona, doğru yolu göstermek ve doğru nasîhat vermek içindir. Düşmanı ise, düşmanlığım gidermiş olur.

Enes (radıyallahü anh) anlatır: Bir kimse, Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) yanından geçiyordu. Huzurunda insanlar vardı. İçlerinden biri, bu adamı Allah için seviyorum dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Sevdiğini ona bildirdin mi?» buyurdu. Hayır dedi. «Öyleyse, kalk ve ona bildir» buyurdu. Kalkıp, ona söyledi. Diğeri de, Allahü teâlâ’yı kasdederek: «Beni kim için sevdiysen, O da seni sevsin» dedi. Bu onun için duâ makamındadır. Bunu anlatan râvî der ki: Sonra bu adam döndü. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) ona sordu. O da, söylediklerini haber verdi. Bunun üzerine Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Sen sevdiğin ile berabersin. Sevabdan kazandığın şey de şenindir» buyurdu. Mesâbîh şerhinde de böyle diyor.

Sevdiği kimsenin ismini, babasının ismini, sülâlesini, köyünü ve memleketini sorar. Çünki bu, muhabbeti kuvvetlendirir.

Büreyd bin Neâme’nin (radıyallahü anh) bildirdiği hadîs-i şerîfde böyle buyurulmaktadır. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) Abdullah ibni Ömer’i sağa ve sola bakarken gördü ve sebebini sordu. «Yâ Resûlâlllah! Sevdiğim birisi var, onu arıyorum, fakat göremiyorum» dedi. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Ey Abdullah! Bir kimseyi seversen, ismini, babasının ismini ve nerede kaldığını sor. Hasta ise, onu yokla, meşgul ise yardım et» buyurdu. Bunu İhyâ’da bildirmektedir.

Sevgi ve buğzda aşırı olmamalıdır. Sevgi aşırı olursa, ülfet hâlini alıp, istese de ondan ayrılamaz. Bu ise mu’teber değildir. Zîra sevgi, Allahü teâlâ için olursa, seven, Allah katında sevab işlemiş olur. Bu da, şeriatın gerektirdiği sevgi ve muhabbettir. İnsanların özelliklerine, hallerine göre bu sevgi de derece derecedir. Meselâ bir kimseyi Allahü teâlâ’ya itâatinden dolayı seversen, isyân edince, elbette onu sevmezsin. Çünki Allahü teâlâ’ya isyân etmiştir. Bundan sonra bir günâh ve isyan daha yaparsa, birincisinden daha çok kızarsın. İşte fâcirlerin fücurlarının çokluğuna göre, onlara kızgınlığın değişir, artar. Tâati çok olanlara karşı da, durumun, tutumun, sevgin de değişir.

Buğzun, nefretin de aşırı olmaması lâzımdır. Çünki, Allahü teâlâ için olan buğz ve düşmanlık, Allah için olan buğz ve düşmanlıktır. Bu da, insanların özelliklerine, sıfatlarına göre derece derecedir.

Denilebilir ki, bunun mânası, mü’mine lâyık olan, kızması gerektirdiği yerde taşkınlık yapmamak ve sevgiyi gerektiren şeyde de, sevgide aşırı gitmemektir. Allahü teâlâ Mümtehine sûresi 7. âyetinde: «Olur ki Allah, sizinle, içlerinden birbirinize düşmanlık ettikleriniz arasında bir sevgi ve yakınlık kurar» buyuruyor. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Sevdiğini aşın sevme; olur ki, bir gün sevmediğin kimse olur. Buğzettiğin kimseye de çok nefret etme; olur ki, bir gün sevdiğin kimse olur» buyurdu.

Ömer (radıyallahü anh) buyurdu: «Sevgin yük, buğzun telef edici olmasın.»

İmam Gazâlî (rahimehullah) buyuruyor ki: (Sevginin yük olması, ondan hiç ayrılmak istememesi), buğzun telef olması demek, sâhibinin telef olmasını sevmektir. Aşırı nefret ve kırgınlık buna götürür. Böylece sevgisi, külfet ve meşakkate sebeb olan aşk hâlini alır. Nefreti de, helâk ve telefe sebeb olan başlangıç olabilir.

Bu bakımdan sevgi ve nefrette orta halde olup, şerîatln hudûdunu açmamalıdır.

Din kardeşinin yüzüne sevgi ve arzû ile bakar. Bir hadîs-i şerîfde: «Mü’minin mü’mine sevgi ve arzû ile bakması ibâdettir. Mü’min bir kimsenin, müsliman kardeşinin yüzüne gülmesi, ikisinin de hatâlarını döker» buyuruldu.

Ayrılığa sebeb olacak şeylerden kaçınır. Bir hadîs-i şerîfde: «Sevişen iki kimseyi ayıran, ancak birinin günah işlemesidir» buyuruldu. İhyâ’da, içlerinden birinin günâhı irtikâbıdır diyor Zâten anlaşılan da budur. Cüneyd-i Bağdâdî (kuddise sirruh) bu hadîs-i şerîfden alarak: «Allah İçin arkadaş olan iki kimseden birinin, arkadaşını bırakması, ikisinden birinde vâki’ olan illet sebebiyledir» buyurdu. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) uzun bir hadîs-i şerîfde: «7 kişi vardır, Allahü teâlâ, onları, gölge olmıyan kıyâmet gününde, Arşın gölgesinde bulundurur… Biri de, Allah için birbirini sevip, bu sevişme üzere yaşayıp ölenlerdir» buyurdu. Bu hadîs-i şerîf, kardeşlik ve dostluğun sevabını almak için îmanla ölmenin şart olduğunu, ölünceye kadar ahbablığının devam etmesi gerektiğini göstermektedir. Haklarını gözetmiyerek, kardeşliği bozarlarsa, sevâb almazlar. Şeytan, Allah yolunda kardeş olup, birbirlerini sevenleri kıskandığı kadar, birşeyi kıskanmaz ve hep aralarını bozmağa çalışır. Avârif’de de böyle diyor.

Sevmede hâlis olmaya gayret eder. Cünki Allah yolundaki kardeşlik, sevişmek, saf sudan daha berrak ve durudur. Birşey Allah için ise, onda duruluk aranır. Saf, duru olduğu müddetçe devamlı olur. Saflığının devamındaki esas, muhalefet bulunmamaktır.

Hadîs-i şerîfde: «Seni sâf, temiz kılan 3 haslet vardır: Din kardeşine rastlayınca, sevginden ötürü hemen selâm vermen. Mecliste ona yer vermen. Onu en çok sevdiği isim ile çağırman» buyuruldu. Bu hadîs-i şerîfi, İmam Gazâlî (rahimehullah) Ömer bin Hattâb’dan (radıyallahü anh) rivâyet ediyor. Din kardeşliğini sağlam tutan, sözde, işte ve şefkatte beraberliktir demişlerdir. Ebû Osman Hayrî der ki: Din kardeşine muvâfakat, onlara şefkatten iyidir. Musannif buna işâretle, şerîatin mubah kıldığı şeylerde, din kardeşine muvafakat eder. Çünki bu ona şefkat etmesinden hayırlıdır buyuruyor. Dîne âid işlerde uygunsuz hareket ettiği zaman, ona muvafakat etmek, vefâ ve ihlâs olmayıp, burada vefâ. ona muhalefet etmek ve ona doğruyu bildirmek ve onu düştüğü kötü halden kurtarmakta gevşek davranmamaktır. Çünki kardeşlik, vekillikten sayılmış, kendi için düşündüğü iyiliğin onun tarafından da yapılmasını istemiş olmaktır.

Amelî olarak ona yardımcı olmasa da, iyi niyetinden ötürü, din kardeşine teşekkür eder. Nitekim kitabın başında, «Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır» diye geçmişti. Bu İmam Gazâlî’nin (rahimehullah} buyurduğuna uygundur: Kardeşlik olmanın haklarından biri, senin hâkkında yaptığı, hattâ yapmağı düşündüğü şeyden ötürü ona teşekkür etmendir. Çünki bu, muhabbeti çekme sebeblerindendir. Hazret-i Alî (radıyallahü anh): «Din kardeşine iyi nlyetinden dolayı teşekkür etmiyen, yaptığı iyiliğe hiç teşekkür etmez» buyurdu.

Din kardeşine gelen bir ni’mete sevinir, elem ve kederine de üzülür ve onu izâleye çalışır. Çünki Allah için kardeş olmanın edebleri vardır: Onlar için çalışmak, arkalarından onlara istiğfar etmek ve Allahü teâlâ katında, zararlı olmaması için, elinden geleni yapmak bunlardandır.

Derler ki: İki sevgili arkadaş vardı. Biri âşık oldu. Hâlini arkadaşına açtı ve «Ben bir sevdaya tutuldum, istersen Allah için olan arkadaşlığımızı burada bitir» dedi. Diğeri, ben seninle, kardeşliği, bir hatâ sebebi ile bozmak için yapmamıştım deyip, Allahü teâlâ, onu bu tutkusundan kurtarıncaya kadar, yememeğe ve içmemeğe, Hak teâlâya söz verdi. 40 gün devâm etti. Ne zaman arkadaşına sorsa, hayır kalbimdedir, çıkmadı derdi. Kırk gün sonra, kurtuldum dedi ve arkadaşı yemek yedi, su içti. Bunu Avârif’de bildiriyor.
Kardeşlik ettiği kimseye, güler yüzlü, tatlı sözlü, açık gönüllü, açık elli, sabırlı, kibirsiz muamele eder. Saygıya devam edip, yalan, doğru özrünü kabûl eder. Onunla görüşmeden bir gün geçirme?. Karşılaşınca, görüşünce de, sevgi ve saygı gösterip: Benden sonra nasılsınız? der. Resûlullah’ın Eshâbı, birbiri ile karşılaşınca, birbirlerinin boynuna sarılırlardı. Ayrıldıkları zaman müsâfeha ederler, bu zamanda Allahü teâlâ’ya hamd ve istiğfâr ederlerdi. Bir günde birkaç defa karşılaşıp, ayrıtsalar da böyle yaparlardı.

Kardeşine, onun kendisine verdiğinden daha çok değer verir. Elden geldiği kadar, müslüman kardeşine, gönül rahatlığı ile hediye verir Hediyeyi külfet ve utanma sebebiyle vermez. Onun verdiği hediyeyi kabûl eder. Az da olsa, çok görmeli, onu daha çok sevmeli, imkânı varsa, ondan daha üstün hediye ile karşılık vermelidir. Kardeşine, bu iyiliğinden dolayı teşekkür eder, onu iyilikle anar, ona düâ eder ve, Allahü teâlâ. sana iyi karşılıklar versin der. Çünki övmenin ve düânın en güzeli budur. Hadîs-i şerîfde böyle bildirilmiştir.
Yapılan iyiliği gizlemez yayar. Daha önce de bildirildiği gibi kişinin müsliman kardeşi için en iyi hediyesi hikmetli sözüdür. Çünki hikmet mü’minin kaybettiği kıymetli malıdır ve dîni için, bütün dünya mallarından hayırlıdır.

Yiyecek ve giyecekten eline geçende, Allah için olan kardeşini, kendine tercîh eder. Eshâb-ı kirâmdan .biri, diğerine bir koyun başı hediye etti. Yedi evi dolaşıp, yine sâhibine geldi. Bunu İbni Ömer (radıyallahü anhümâ) şöyle bildirir: Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) eshâ- bından biri, diğerine bir koyun başı hediye etti. Filân kardeşim benden daha muhtacdır deyip, bir başka din kardeşine gönderdi. O da filân kardeşimin buna ihtiyâcı benden çoktur deyip, bir başkasına gönderdi. Böylece herbiri, din kardeşini kendine tercîh ederek, yedi ev dolaştı ve sonunda ilk hediye edene geldi.

Kendisine iyilik edenin beddüâsından korkar. Çünki iyilik edenin, iyilik ettiği kimseye ettiği bedduâ kabûl olunur. Hakkında hadîs-i şerîf vardır.

Müsliman kardeşini gün aşırı ziyâret eder. Hasan-ı Basrî (rahimehullah), «bu ifâdedeki gıbb sözü, haftada bir ziyâret anlamındadır» buyurdu., Muhtâr-ı sihah’da da böyle yazıyor.

Din kardeşini her gün ziyâret ettiğinde, sıkılacağından korkarsa, böyle yapar. Yoksa hergün ziyâret eder. Din kardeşini ziyâretinden dolayı Allahü teâlâ’dan sevab umar. Müslüman kardeşinin kapısına varınca, içeri girmek için izin ister, kapının karşısında durmaz. Kapının sağında veya solunda durur. Kapı aralığından içeri bakmaz. 3 defa izin ister. Her defasında, Esselâmü aleyküm yâ ehlel-beyt der ve sonra falan kimse içeri girebilir mi? der. Her defasında bir yemek yeme mikdarı kadar, yâhud abdest alan kimsenin abdestini bitirinciye kadar, yâhud 4 rek’atlık namaz mikdarı durur. Kendisine izin verilirse girer, verilmezse hiçbir kin, hased ve düşmanlık beslemeden geri döner. Ev sâhibinin içeri buyur etmesi için gönderdiği kimseden izin istemek gerekmez. Kimseyi kapıya göndermez ve içerden seslenip, «kim o», «kapıda kim var» derse, «benim» demez. Çünki edeb yolunda bu bir cevab değildir. «Falan kimse içeri girebilir mi?» der. «Hayır» cevabı gelirse, kin ve düşmanlık yapmadan geri döner. Bu güzel ahlâktan ve tevâzu’dandır.

Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Kişi, güzel ahlâkı ile gündüzleri oruç tutan, geceleri namaz kılanın sevabına kavuşur» buyurdu.

Selefden biri, bir tanıdığını yemeğe dâvet eder. Gönderdiği kişi, o kimseyi bulamaz. Dâvet edilen, dâvet edildiğini duyunca, oraya gider. Dâvette bulunanları, yemeği yemiş, dağılırlarken bulur. Ev sâhibi çıkıp, misâfirlerimiz gittiler der. Yiyecek birşey kaldı mı? sorar. Hayır der. Kaplara bir bakın der. Kapları yıkadık derler. Gönül rahatlığı içinde, Allahü teâlâ’ya hamd eder ve ayrılır. Neden böyle yaptınız? dediklerinde, o iyi niyetle bizi çağırdı, biz de iyi niyetle buraya geldik cevabını verir. İmam Gazâlî (rahimehullah) buyurur ki. işte alçak gönüllülük ve güzel ahlâk bu demektir.

Üstâd ebül Kasım, Cüneyd-i Bağdâdî (rahimehullah)’i, sizi babam dâvet ediyor diye çağırdı. Bu dâveti 4 defa yaptı. 4 defasında da, babası Cüneyd’i kapıdan çevirdi. Her defasında gönüi açıklığı ile dönerdi. Çocuğu üzmemek için gider, babasını kırmamak için geri dönerdi. İşte böyle zatlar, Allah için tevâzu’ edip kendi hallerini düşünmezler. Onların kalbleri, tevhîd ve îman ile itmj’nan bulmuştur. Bu muâmeleye uğrayan, her kabûl ve redde, kendisi ile Allahü teâlâ arasında bir ibret müşâhede eder. İnsanlar tarafından, aşağılanmak, önemsenmemek diye mânalandırılan hallere kırılmaz. Aynı şekilde, insanların ikrâmına kovuşsalar, aşırı sevinme göstermez. Belki hepsini bir ve hâkim olan Allahü teâlâ’nın yaptığını bilir.

İslâmın sünnetlerinden biri de, ziyâretine gelene ikrâm etmek, altına minder koymak, hizmetine kalkmaktır. Ziyâret edenin de, kendine yapılan ikrâmı red etmemesi, hizmeti beğenmemezlik etmemesi lâzımdır. Çünki ikrâm ve Izâzı red, müslümânm hakkını gözetmemek ve onu aşağılamak olur. Hadîs-i şerîfde: «3 şey geri çevrilmez: Minder, güzel koku ve süt» buyuruldu. Bunlardan hiçbirini red etmemelidir. Bilâkis kabûl edip, sütü içmeli, güzel kokuyu sürünmeli ve minder üzerine oturmalıdır. Ancak ziyâret eden kimse, Allah için alçak gönüllülük yapıp, yerde oturursa, mahzûru yoktur. Bununla beraber minderi alır, fakat üzerine oturmaz.

Sonra biri diğerine, «nasıl sabahladın?» «Nasılsın?» der. Diğeri de, elhamdü lillâh, mü’min olarak sabahladım, sihhat ve âfiyetteyim der. Yerine oturup bir müddet durunca, yiyecek ve içecekten hâzır ne varsa takdîm eder. Yanında, evinde bulunmıyan şeyi alıp, önüne koymakla tekellüfte bulunmaz. Çünki kardeşliğin şartı, külfet yaygısını dürmek, yanî zahmete girmemektir. Din kardeşini, kendisi gibi kabûl edip, ondan utanmaz ve çekinmez. Alî (radıyallahü anh) buyurdu ki: Arkadaşların en kötüsü, sana tekellüf eden, kendisinin idâre edilmesine seni mec- bûr kılan, seni özür dilemeye zorlayıcı işlere iten kimsedir.

Fudayl (rahimehullah) buyurdu: İnsanlar ancak, tekellüfle birbirinden kesilirler. Bir kimse, din kardeşini ziyâret eder, o da ona tekellüfte bulunur ve bu sebeble biri diğerinden kesilir. Eshâbdan biri, Allahü teâlâ tekellüf edenlere, lânet eder buyurdu. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Ben ve ümmetimin takvâ sâhibleri tekellüften beriyiz» buyurdu. Yûnus aleyhisselâmı dostları ziyâret ettiler. Yûnus aleyhisselâm onlara, bir parça arpa ekmeğiyle, kendi yetiştirdiği sebzeden yemek ikrâm etti. Sonra, Allahü teâlâ, tekellüf edenlere lâ’net etmeseydi, tekellüf eder, size çeşit çeşit yemekler hazırlardım buyurdu. Ihyâ’da ve Avârif’de böyle yazıyor.

Din kardeşleri ile görüşmek için hazırlanmak, onlar için süslenmek» en temiz ve güzel elbisesini giymek de sünnettir. Güzel koku sürünür, saçını tarar. Namaz abdesti gibi abdest alır ve elinden geldiği kadar süslenir. Sonra din kardeşlerinin yanma çıkar.
Selefin sohbet ve arkadaşlıktaki edeblerindendir: Eski muhabbeti korumak ve dostluğu devam ettirmek, din kardeşlerinin sırlarını saklamaktır. Bunun İçin, din kardeşinin sana söylediği sırlarını söylememen, en samimî dostlarına bile olsa, açmaman, bu konuda hiçbir ifşâatta bulunmaman gerekir. O arkadaşından ayrılsan, ahbablığı kessen de buna riâyet etmen vâcibdir. Çünki araları açıldıktan sonra arkadaşının sırrını ifşâ etmek, aşağı tabîatlilikten ve pis kalbliliktendir.

Ediblerinden birine, sırrı nasıl korursun? dediklerinde, ben o sır için bir kabirim cevabını vermiştir. Bunun için: «İyilerin göğüsleri, sırların mezarıdır» denmiştir. Bir başkası daha ileri giderek şöyle demiştir. Beyt:

Göğsümde bulunan sır, kabirden örtülüdür,
Çünki kabirde olan, ordan çıkmak düşünür.

ÎSÂR: Din kardeşini mal ve can bakımından kendine tercîh eder. Ebû Yezîd-i Bistamî (kuddise sirruh) anlatır: Belhli bir gencin bana gâlib gelmesi gibi, kimse bana gâlib gelmemiştir. Hacca giderken yanıma geldi ve size göre zühd nedir? Haddi nedir? diye sordu. Bulduğumuz zaman yeriz, bulmadığımız zaman sabr öderiz dedim. Bizim Belh’deki köpekler de böyledir. Bulunca yerler, bulmayınca sabrederler dedi. Size göre zühd nedir? dedim. Bulmadığımız zaman sabreder, bulunca din kardeşlerimizi kendimize tercîh ederiz dedi.

Ebû Hasan-ı Antakî’den anlatırlar: Rey yakınındaki köyünde, yanına, 30 küsur kişi toplanır. Onun ise 5 kişilik ekmeği vardı. 2 ekmeği kırdılar ve kandili söndürdüler. Yemeğe oturdular. Sofrayı kaldırmak istediklerinde, bir de ne görsünler! Ekmekler olduğu gibi duruyordu. Herbiri, arkadaşım yesin diye, kendisi yememişti.

Adamın biri, Ebû Hüreyre’ye (radıyallahü anh) gelip, seninle Allah için kardeş olmak istiyorum dedi. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh), kardeş olmanın hakkını biliyor musun? buyurdu. Bana anlat dedi. «Altın ve gümüşünden ileride tutacaksın beni!» buyurdu. Adam duyunca, ben bunu yapamam dedi. Bunun üzerine Ebû Hüreyre (radıyallahü anh), gidebilirsin buyurdu.

Ebû Süleymân-ı Dârânî (rahmetullahi aleyh), «eğer bütün dünya benim olsa ve hepsini din kardeşlerimden birine yedirsem, yine de az iş yapmış olurum» buyurdu.

Selefin edeblerinden birisi de, din kardeşlerini can bakımından bile kendine tercîh etmektir. Sofilerden bir cemâati, halîfelerden birinin huzûruna suçlu diye çıkardılar. Boyunlarını vurmak istedi. Bu cemâat arasında, Ebû Hüseyin Nûrî, Şiham ve Rıkam da vardı. Ebû Hüseyin Nûrî cellâdların önüne atıldı. Sen niçin böyle yapıyorsun? dediler. Bir saat da olsa, din kardeşlerimi kendime tercih ederim, önce beni öldürün de bu arzum yerine gelsin dedi. Onun bu hareketi hepsinin kurtulmasına sebeb oldu.

Huzeyfe-i Advî anlatır: Yermük gazâsının olduğu gün, savaş meydanında amcamın oğlunu aramağa çıktım. Yanımda biraz su vardı. Eğer son anlarını yaşıyorsa, ağzına su verir, yüzünü serinleştiririm diye düşündüm. Böyle dolaşırken kendisini buldum ve su ister misin dedim. İşaretle evet dedi. (Yarası büyüktü, konuşacak dermanı yoktu). Tam o sırada, bir «ah!» sesi geldi. Amcamın oğlu, suyu ona götür diye işâret etti. Baktım, ah! diye inliyen, Hişâm bin Âs idi. Su ister misin? dedim. Hişâm biraz ilerden, bir başkasının «ah!» dediğini duydu ve ona götür diye işâret etti. Yanına gittim, ölmüştü. Oradan Hlşam’a döndüm, o da henüz ruhunu teslim etmişti. Sonra amcamın oğluna geldim, o da nefes almıyordu.

İşte musannifin yukarıda bildirmek istediği, bu îsârdır. Yanî ölüm ânında bile din kardeşini kendine tercih etmektir. Bu da Ebû Hafs’ın bildirdiğine tamamen uyuyor. Ebû Hafs diyor ki: İsâr, dünyâ ye âhiret işlerinde, din kardeşlerinin arzû ve isteklerini, kendi arzû ve isteklerine tercih etmektir. Bâzıları daha incesine varıp: İsârın esası, âhiret arzû ve isteklerindedir. Dünyâ, îsâr edilecek kadar değerli değildir. Ya’nî dünyâ arzû ve istekleri önemsizdir demiştir. Bu cümleden olmak üzere şöyle anlatırlar: Bir kimse bir din kardeşini görür, fakat çok sevindiğini belli etmez. Diğeri, bu davranışı beğenmeyip, niçin böyle muâmele ettiğini sorar. Cevâbında: «Kardeşim! Duydum ki, Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «2 müslüman karşılaştıkları zaman, üzerlerine 100 rahmet iner. 90’ı, bu karşılaşmada çok sevinenin, onu ise az sevinenin olur» buyuruldu. Ben senin daha çok sevinçli olman ve rahmetin çoğunu alman için öyle davrandım» dedi. Bunu Avârif bildirmektedir.

Şerh-i hutab’da, Allahü teâlâ’nın: «Kendileri fakir ve muhtâc olsalar da, onları kendilerine tercîh ederler» âyet-i kerîmesi ile, îsâr sâhibi, cömerd kullarını medh etmesini anlatırken şöyle bildirmektedir: Mûsâ aleyhisselâm Rabbine, Muhammed aleyhisselâmın ve ümmetinin bâzı derecelerini, kendine göstermesi için yalvarır. Allahü teâlâ: «Ey Mûsâ. sen ona tâkat getiremezsin. Lâkin sana, onu senden ve diğerlerinden, onun sâyesinde, üstün kıldığım yüksek bir derecesini göstereyim» buyurur. Bunun -üzerine ona, göklerin melekûtu açıldı. -Bir derece gördü ki, nerdeyse onun nurlarından yok olacaktı. Onun Allahü teâlâ’ya yakınlığını görüp ve bilip, yâ Rabbi! bu yüksek dereceye, o ne ile kavuştu dedi. «İnsanlar arasından ona mahsûs kıldığım bir ahlâk ile, o ahlâk îsârdır» buyurdu.

Selefin edeblerindendir: Utanmıyan, sıkılmıyan kişilerle arkadaşlığı, ahbablığı kesmelidir. Hattâ, «Belâya düşenler içerisinde, arsız kimse ile arkadaş olanın düştüğü belâ gibi belâya kimse düşmemiştir» demişlerdir. Ve yine, dostlarınızı imanlı iken kabûi edin, îmandan çıkınca do reddedin. Çünki Allahü teâlâ, bu ikisi arasına dilediği gibi muâmele eder demişlerdir. Allahü teâlâ, Nisâ sûresi 48. âyetinde: «Allahü teâlâ şirki afvetmez; ondan başkasını, dilediği kimse için mağfiret, eder, bağışlar» buyuruyor. Bu, Ebû Derdâ’nın ve Eshâbdan bir cemâatin (radıyallahü anhüm) yoludur. Din kardeşlerinden birinde, kesilmeyi, ayrılmayı mûcib bir şey görür veya bulursa, kendisine değil, yaptığı işe kızmalı, nefret etmelidir. Nitekim Allahü teâlâ, Şuarâ sûresinde, Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem) hitâb edip: «Bunda sana karşı gelirlerse, onlara, ben sizin yaptığınızdan beriyim» buyuruyor. «Sizden beriyim» buyurmuyor.

Demişlerdir: Din kardeşinin hâli değişirse, bundan ötürü onu bırakma. Zira bir defa yanılan, eğri yollardan giden o kardeşin, bir zaman sonra düzelebilir. Ebû Derdâ’nın (radıyallahü anh) meclisine devam eden, bir genç vardı. Ebû Derdâ, onu diğerlerinden üstün tutardı. O genç, nasılsa, bir büyük günâha mübtelâ oldu. Bu haberi Ebû Derdâ’ya ulaştırıp,, onu huzûrundan uzaklaştırmasını, kovmasını söylediler. «Sübhânellah,. hiç arkadaş, yaptığı bir işten dolayı terk edilir mi? O şimdi, darda ve sıkıntıdadır, din kardeşine daha çok muhtacdır. Bunun için elinden tutmak, ona yakınlık göstermek ve bu hâlinden kurtulmak için düâ etmelidir» buyurdu.

Ebû Zer (radıyallahü anh), böyle arkadaşla alâkayı kesmeli, önceden sevdiği gibi, şimdi de sevmemelidir buyurdu. Bunu, hubb-i fiflâh ve buğz-i fillâhın gereği gördü.

Musannif, bu iki ayrı görüşü de, bu kitabda bildirmekte, ancak, alâkayı kesmemeyi tercîh ettiği için, önce onu bildirdi. Ve Ebû Zer’in (radıyallahü anh) görüşü ise, Mücâlese faslında gelecektir.

Selefin âdetlerindendi: Dostluğa uygun birisini bulsalar, ona yapışırlar, onu bırakmazlar, alâkasız davranmazlardı. Çünki iyi bir dostun, sâdık bir arkadaşın, bakırı altın yapan iksirden kıymetli olduğunu bilirlerdi. Arkadaşlık ettikleri kimse ile, iyi, kötü hallerinde her zaman dostluğu devam ettirirler, rahat oldukları ve işleri yolunda iken beraber sıkıntı,, darlık ve düşkün hallerinde ayrı olmazlardı.

VEFA: Kardeşine yaptığı iyiliği az, onun yaptığını çok bilmelidir. Sağlığında da,, vefâtından sonra da ona karşı vefakâr olmalıdır. Vefanın mânası, sevgide devamlılık, ölünciye kadar din kardeşini, öldükten sonra da, çocuklarını ve dostlarını sevmeye devam etmektir demişlerdir. Çünki sevgi, âhiret içindir, ölümden önce kesilirse, sevabı olmaz ve bu uğurdaki gayretleri boşa gider. Bunun için Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Kıyâmet günü, gölge olmadığı zaman, 7 kişi, Allahü teâlâ’nın gölgesinde bulunacaktır, bunlardan biri, birbirlerini severek yaşıyanlardır» buyurmuştur. Buna daha önce işâret etmiştik.

Vefanın gereğindendir Bütün dost, akraba ve yakınlarının hakkım gözetmelidir Çünki sevdiği yakınlarına, dostlarına gösterilen alâkaya, kendisine gösterilenden daha çok memnûn olur. Sevgi, sevgilinin her şeyini sevmeği, hattâ ona yakın olan, onunla yakından uzaktan ilgili olan herşeyi sevgili kılar. Bunun için, «Sevgilinin kapısındaki köpek, svenin kalbinde, diğer köpeklerden üstün ve ayrı bir yer tutar» demilerdir. Selefden biri, komşusu din kardeşinin kapısına gelir, yağınız, tuzunuz var mı? Başka bir ihtiyâcınız var mı? diye sorar ve o din kardeşinden habersiz evinin ihtiyâcını görürdü.

Arkadaşının düşmanı ile dost ve arkadaş olmamak da vefâdandır. İmam Şâfiî (rahimehullah): «Arkadaşın, düşmanına uyunca, sana düşmanlıkta ortaklık etmiş olurlar» buyurdu. Bâzıları demişlerdir: ölümden sonraki az bir vefâ, hayatta iken olan çok vefadan iyidir. Bunun için Peygamberimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) evine gelen bir ihtiyar kadına hürmet eder: «Hadîce’nin (radıyallahü anhâ) zamanında bu hanım bize gelirdi» buyururdu.

Ahde vefâ dindendir. Selefden öyleleri vardı ki, din kardeşinin ölümünden sonra, kırk yıl onun çoluk çocuğuna bakmış, ihtiyaçlarını görmüş, her gün kapılarına gitmiş, para ve mal vermiş, babalarından daha iyi beslemiş ve giydirmiştir. İhyâ’da da böyle diyor.

Aralarında kaybolan, giden şeyi ve malı aramamak da vefâdandır Çünki bâzı düşünceler sebebi ile, hırsızlık töhmeti altında kalabilir. Ahmed-i Kalânsî (rahimehullah) anlatır: Bir gün, Basroda, fakirlerin arasına girdim. Bana ikrâm edip, saygı gösterdiler. Sonra bir gün, bir çamaşırımı onlara sordum. Hemen gözlerinden düştüm. Bunu Şeyh (rahimehullah) bildirir.

Bu benim, şu senin, o onun dememelidir. Çünki bu mülk ifâde eder. Din kardeşliğinin edeblerinden biri de, mülkün bir kimseye âid olduğunu söylememektir. İbrâhim bin Şeybân (rahimehullah), biz. «benim ayakkabım» diyen, ya’nî «benim» diyenlerle arkadaşlık etmezdik buyurdu.

«Ben senin için yaptım, sen benim için yapmadın» dememelidir. Çünki bu minnete işâret olup, soğukluk hâsıl eder. «Ben böyle yaparım, ama belki öyle olmaz»; «şöyle yapmam, ama belki öyle olur» da dememelidir. Böyle olsaydı, öyle olmazdı; yâhud böyle olmasaydı, şöyle olurdu da dememelidir. Buna benzer sözlerden sakınmalıdır. Çünki bunlar âmiyâne sözlerdir.

Bir din kardeşi kendisine, «kalk beraber gidelim» derse, «Nereye?» dememeli, niçin? Ne sebebden? de dememeli, bir şey söylemeden, hemen kalkmalıdır. Âlimlerden biri, «Çağırdığın zaman, nereye gideceğiz diye soranla, arkadaşlık etme!» buyurmuştur.
Din kardeşi para isterse, ne kadar istiyorsun? Yâhud parayla ne yapacaksın? diye sormamalıdır. Böyle diyen, kardeşliğin hukukunu gözetmemiş olur demişlerdir.

Ebû Süleymân-ı Dârânî (rahimehullah) anlatır: Irak’ta bir din kardeşim vardı. Bir sıkıntım için, gidip: «Bana biraz para ver» dedim. Para kesesini bana uzattı ve: «Dilediğin kadar al» dedi. Yine bir gün ona gittim ve biraz paraya ihtiyacım var dedim. Ne kadar İstersin? dedi. Kalbimden, kardeşlik muhabbetinin tatlılığı çıktı.

Selefin edeblerindendir: Birbirini seven iki kimse, bir kişi olup, öyle kaynaşmalı, öyle uygun olmalılar ki, birinin yediğinin tadını, diğeri tatmış olsun. Nitekim Ebû Süleymân-ı Dârânî (rahimehullah): «Din kardeşlerimden herbirinin yediği bir lokmanın tadını, damağımda duyarım» buyurdu.

Selef zamanında, bir kimse, din kardeşine, nasılsın? deyip, verdiği cevabda belirttiği ihtiyaçlarını görmezse, sorması, ciddî değil, alay ve riyâ kabûl edilirdi. Din kardeşine, «merhaba», «hoş geldin» deyip, ona kendisi gibi özen göstermezse, bu sözü riyâ ve nifak sayılırdı.

Din kardeşinin, kötülükleri iyiliklerini geçinciye kadar, ona itâb etmez. Ayıblarını örtmeli ve geçmelidir. Çünki belki nefsine hâkim değildir. Nitekim sen de tutulduğun şeyde nefsini yenmekten âcizsin. Kusuru olmıyan kim vardır!

Fudayl bin lyâd (rahmetullahi aleyh), «Fütüvvet, din kardeşlerinin kusurlarından geçmektir» buyurdu. Büyüklerden biri de: «Din kardeşinin sıkıntılarına sabretmek, onu azarlamaktan iyidir. Azarlamak da, arkadaşlığı kesmekten iyidir. Arkadaşlığı kesmek de, ona saldırmaktan iyidir» buyurdu.

İmam Gazâlî (rahimehullah) buyurur: «Bütün ayıblardan uzak olmak istersen, bütün insanlardan ayrıl. Hiç kimse ile görüşme. Çünki hiçbir insan yoktur ki, iyilikleri ve kötülükleri olmasın. Eğer iyilikleri kötülüklerinden çok İse, o iyidir.»

İmam Şâfiî (rahimehullah) buyurur: «Allahü teâlâ’ya itâat edip de hiç isyân etmiyen, Allahü teâlâ’ya isyân edip de, hiç itâat etmiyen kimse de yoktur. Tâati çok olan âdil olup, şâhidliği kabûl olur. Allahü teâlâ’nın katında makbûl olan kimseyi, sen de âdil ve makbûl tut. Onunla arkadaş olabilirsin.

Gammazın, bir kimse hakkındaki sözlerini, âdil ve açık deliller bulunmadıkça, kabûl ötmez. Bir kimsenin sözü ile, bir kimseyi ne sever» ne de ona buğz eder. Bunda iki âdil, şâhid bulunursa veya o kişi hakkında doğru bir tecrube sâhibi ise, mümkündür.
Kendisine kötülük yaptığı kimseden özür ve halâllık diler. Yolda rastladığı kimseden, nereden geliyorsun? nereye gidiyorsun? diye sormaz. Belki söylemek istemez ve bu sebeble yalan söylemek zorunda kalır ve günâha girer.

Allah için edindiği kardeşle, yolculuk, alışveriş, evlenme gibi dünyâya âid işler yapması mekruhdur. Meselâ kızını. Allah için kardeş edindiği kimsenin oğluna vermez. Çünki bu gibi işler, ekseriyâ nâhoş neticelere ve birbirinden kopmağa sebeb olur. O halde, kardeşlik olduğu kimse ile, böyle işleri yapmamak daha iyidir.

Bu, kardeşlikte yüksek mertebeye kavuşmıyan kimseler içindir. Bu mertebeye kavuştuktan sonra, bu cins şeylerin, aralarında vuku’u mahzurlu olmaz demişlerdir. Nitekim Allahü teâlâ Şûrâ sûresi 38. âyetinde: «İşleri dâima aralannda meşveret İledir» buyuruyor. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) ile Eshâbı arasında, evlenme, alışveriş ve benzeri şeyler çok olmuştur.

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler