KÖLE VE HİZMETÇİLERİN HAKLARI

Köle ve hizmetçilerle iyi geçinme hakkında, hadîs-i şerîfde: «Kölelere karşı iyi davranmak, bereket; kötülük yapmak ise, şeâmettir» buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfde de: «Emri altında bulunanlara kötü davranan Cennete girmez» buyuruldu. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) Veda hutbesinde 5 vakit namazı vasiyyet ve emrederken, ardından, kölelere ve emri altında olanlara, yiyecek, giyecek ve diğer ihtiyaçlarında ihsân üzere olunuz buyurup, emri altında bulunanlara iyi davranmanın namazla beraber bildirilmesi ile, haklarının efendiler üzerine vâcib olduğuna işâret etmişlerdir. İmam Gazâlî (rahimehullah) buyurur ki, Resûlullah’ın, son vasiyyetlerinden biri bu idi ve şöyle buyurdu: «Eliniz altında bulunan kimseler hakkında, Allahü teâlâ’dan korkunuz. Yediklerinizden onlara yedirin, giydiklerinizden onlara giydirin, dayanamıyacakları işleri onlara yaptırmayın. Beğeniyorsanız yanınızda tutun, beğenmiyorsanız satın. Allahü teâlâ’nın kullarına, yaratıklarına azâb, cefâ etmeyin. Çünki Allahü teâlâ onları sizin emrinize verdi. İsteseydi, sizi onların emrine verirdi.»

Bir köle satın alınca, alnındaki saçından tutup, ona bereketle duâ etmesi, en önce tatlı veyâ evinde bulunan en iyi yemekten ikrâm etmesi, sonraki zamanlarda, Allahü teâlâ’nın rızâsına uygun yedirmesi ve giydirmesi, yapabileceği işi ona yaptırması sünnettir. Ona güç, ağır bir iş verirse, kendisi de ona yardım eder. Ona iki işi birden emretmez. Meselâ ekmek yapmak ve yemek pişirmek yâhud çamaşır yıkamak gibi iki işi bir anda yapmağı söylemez.

Süleyman’ın yanına bir adam girdi ve onu hamur yoğururken gördü. Ey Allah’ın kulu, bu ne hâldir? dedi. «Hizmetçiyi bîr işe gönderdim. Ona iki işi birden vermeğe gönlüm râzı olmaz» cevabını verdi.

Her gün ve gece onu 70 defa afv eder. Abdullah bin Ömer (radıyallahü anhümâ) anlatır: Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem) birisi geldi ve: Yâ Resûlâllah, hizmetçiyi ne kadar afv edelim? dedi. Resûlullah sükût buyurup, sonra: «Her gün onu 70 defa afv et» buyurdu. Ona kızdığı zaman, Allahü teâlâ’ya karşı isyânını, itâatsizliğini ona ibâdet ve tâatteki kusurlarını göz önüne getirmelidir. Halbuki Allahü teâlâ’nın kudreti, hâkimiyyeti, onun kölesine olan kudret ve hâkimiyyetinden yüksektir.

HİKÂYE : Derler ki, içkici bir adam vardı. Arkadaşlarından bir kaçını topladı. Kölesine 4 dirhem (gümüş para) verip, içki âlemi için meyve almasını söyledi. Köle, Mansûr bir Ammâr’ın (rahimehullah) kapısından geçerken, bir fakîr için birşey istediğini ve kim bana 4 dirhem verirse, ona 4 duâ ederim dediğini işitti. Köle 4 gümüşü Mansûr bin Ammâr’a verdi. Mansûr bin Ammâr, sana nasıl duâ etmemi istersin? buyurdu. «Efendim vardır. Ondan kurtulmak isterim dedi. Mansûr ona bu hususta duâ etti. Köle İkincisinde, Allahü teâlâ’nın, verdiğim gümüşleri bana iâde etmesini isterim dedi. Onun için de duâ etti. Üçüncüsünde, Allahü teâlâ’nın, efendimi afvetmesini isterim dedi. Onun için de duâ etti. Dördüncüde, Allahü teâlâ’nın, beni, efendimi, seni ve bütün cemâ’ati afvetmesini isterim dedi. Mansûr buna da duâ etti. Köle efendisine dönünce, niçin geç kaldın? dedi. O da hâdiseyi olduğu gibi anlattı. Efendisi, peki Mansûr nasıl duâ etti? dedi. Kendim için, âzâd olunmam hakkında duâ etmesini istedim ve etti deyince, efendisi, hadi git, Allah için seni âzâd ettim, artık hürsün dedi. İkincisi nasıl idi? dedi. Allahü teâlâ’nın, verdiğim dirhemleri iâde etmesi için duâ etmesini istedim ve etti. Efendisi bunu duyunca, ona 4.000 dirhem verdi. Üçüncüsü nasıl oldu? dedi. Allahü teâlâ’nın, efendime tevbe nasîb etmesi ve onu bağışlaması için duâ etmesini istedim ve etti dedi. Bunu duyan efendisi, Allahü teâlâ’ya tevbe ettim dedi ve dördüncüsü ne idi? diye sordu. Allahü teâlâ’nın, beni, seni ve bütün cemâati bağışlaması için duâ etmesini istedim ve etti dedi. Efendisi, bu bana âid değil, buna diyeceğim birşey yok dedi. Akşam olunca yattı. Rü’yâda, bir sesin kendisine: «Sen sana âid olanı yaptın. Ben bana âid olanı yapmaz mıyım. Seni, köleni, Mansûr’u ve hâzır olan cemâati bağışladım» dediğini duydu. Ravdatü’n-nâsıhîn’de de böyle yazıyor.

Kızınca, kölesini döğmez. Gerekiyorsa, öfkesi geçtikten sonra döğer. Çünkü kızgınlık ânında döğerse, bir yerini kırabilir. Ancak edeblendirmek ve ahlâkını düzeltmek niyetiyle döğer. 3 defadan fazla vurmaz. Çünki kıyâmette kısasa sebeb olur, yanî kıyâmette kölesi onu döğer.

Mus’ab bin Zübeyr’e bir adam getirdiler. Suç işlemiş idi. Mus’ab, döğmek için kamçı isteyince, adam, «Kıyâmet günü, huzûrunda benden aşağı olacağın Allah aşkına, beni afv etmeni istiyorum» dedi. Mus’ab divandan yere indi, vücudünü yere yapıştırıp: «Seni afvettim» dedi. Bu hikâye Hâlisa’da bildirilmektedir.

Osman bin Affân (radıyallahü anh) kölesinin kulağını kuvvetlice çekti. Sonra pişman oldu ve kölesine, kulağımı çek ve acısın buyurdu. Köle efendisinin kulağını çekip, canını yakmaktan kaçınmak isteyince zorla çektirdi. Eshâb-ı kirâmdan bâzısı, kölesine eziyet edip, sonra pişman olunca, kölesini âzâd ederdi. Bir hadîs-i şerîfde: «İşlemediği suçtan ötürü kölesini döven veya tokatlıyanın keffâreti, o köleyi âzâd etmektir» buyuruldu. Yanî onu dövmenin günâhı, âzâd etmek sevabı kadardır. Şerh-i Mesâbîh’de de böyle diyor.

İşin en uygunu, kölesinin hizmetteki kusurlarını, kendisinin Meviâsına, yanî Allahü teâlâ’ya karşı olan kusurunda görmeli ve aramalıdır.

Muhammed bin Münkedir (rahimehullah), kölesine kızınca: Efendine ne kadar da çok benziyorsun derdi.

Avn bin Abdullah da, kölesi itaatsizlik yapınca: «Mevlâsına isyânda efendine ne kadar da çok benziyorsun. O Mevlâsına âsî oluyor, sen de mevlâna (efendine) âsi oluyorsun» derdi. Gene bir gün efendisini kızdırdı. «Seni döğmemi istiyorsun galiba!» dedi ve, «hadi git, hürsün» buyurdu.

Kölesine, dînî hususlarda lâzım olanları öğretir, Yûsuf sûresini ezberletir. Çünki bu sûrede, kölelerin edeblerine mahsus kıssalar vardır. Kölesini döğerken, köle ona Allahü teâlâyı hâtırlatır, Allah aşkına vurma, sen de kulsun, senin de sâhibin var… gibi derse, onu döğmekten vazgeçer. İbni Münkedir anlatır: Resûlullah’ın Eshâbından biri kölesini döğdü. Döğerken köle, ikide bir, Allah için vurma, Allah aşkına beni bağışla derdi. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) kölenin feryâdını işitti ve onun yanına gitti. Resûlullah’ı görünce, döğmekten vazgeçti. Bunun üzerine Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Allah için, beni döğme diye sana yalvardı, onu bağışlamadın da, beni görünce döğmekten vazgeçtin, öyle mi?» buyurdu. O sahabî, yâ Resûlâllah, onu Allah için âzâd ettim dedi. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Böyle yapmasaydın, yüzünü ateş yakardı» buyurdu.

Kölesine kızıp, döğmek istediği zaman, kıyâmet günündeki kısası hâtırlar. Abdullah bin Rufa’a (radıyallahü anh) anlatır: Adamın biri, «yâ Resûlâllah, bizim gibi müslüman olup, namaz kılan, oruç tutan, kölelerimizi döğüyoruz. Bizim bu hâlimiz nedir?» diye suâl etti. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Onların suçları ve sizin verdiğiniz cezâlar tartılır. Cezâlarınız, suçlarından ağır gelirse, haklarını sizden alırlar» buyurdu. Biri de: «Bana kölelerden daha yakın bir düşman işitmedim» dedi. Menba’da böyle bildiriliyor.

Kölesi, istediği gibi değilse, kendine uymuyorsa, ona ezâ etmez, onu satar. Yukarıda bildirildiği gibi, Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) böyle emretmişlerdir.

Kölesinin zinâ yapacağından endişe ederse, onu bir kadınla evlendirir. Haddi gerektiren bir suç işlemişse, vâliye bildirip, onun katında da, suçu sâbit olunca, köleye had vurulur. Yine de devam ederse, az bir para İle de olsa, onu satar.

Ebû Hüreyre’nin (radıyallahü anh) bildirdiği hadîs-i şerîfde: «Sizden birinizin câriyesi zinâ yaparsa ve yaptığı kesinlik kazanırsa, ona had cezâsı vursun, itâb etmesin. Sonra gene yaparsa, gene had cezâsı vursun, ona bağırıp çağırmasın. Sonra üçüncü defa yaparsa, kıldan bir ip karşılığında da olsa onu satsın» buyuruldu. Buradaki satsın emri, istihbâb içindir, vücûb için değildir. Hadîs-i şerîfde: «Efendisi ona had cezâsını uygulasın» bildirilmesi ve câriye diye mutlak olarak bildirilmesi, nikâhlısı olsun veya olmasın, cezâlandırılır demektir. Cezâsı ise, hür kadının cezâsının yarısıdır. Cünki Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde: «Onlar evlendikten sonra, fuhuş yaparlarsa, onlara hür kadınların cezâlarının yarısı tatbîk edilir» buyuruyor. Ayet-i kerîmedeki fuhuşdan murad, zinâdır. Bunlar evli olsular da, had cezâsı verilir, recm edilmezler. Çünki recmin yarısı olmaz. Bu konuda köle ile câriye, nassın delâletine göre aynıdır. Bunun için musannif köle dedi.

İmam Şâfiî (rahimehullah) bu hadîs-i şerîfden, efendinin köleye had vurabileceği mânasını çıkardı. Hanefî âlimleri ise, bu cezâyı ancak İslâm devleti reisinin izni ile tatbîk edebilir diyorlar. Çünki Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) «4 şey vardır ki, bunların icrâsı vâlilere verilmiştir» hadîs-i şerifinde, bu 4 şeyi bildirirken, birinin had olduğunu buyurmuştur. Vâli sözü, yalnız başına kullanılınca, en büyük mülkî âmir demektir. O da Sultan, yâhud vekilidir. «Ona had vursun» demek, had vurma sebeblerine baş vursun, ya’nî vaktin sultanına başvurup, had cezâsını tahakkuk ettirsin demektir.

Sünnetlerden biri de, köle veya hizmetçisinin yemeği huzûruna getirdiği zaman, onu da yanına oturtup yemektir. Yanında oturtmazsa, yediği yemekten ona bir lokma verip, hafifçe, «hadi bunu al» der.

İhyâ’da diyor ki: «Bu lokmayı eline koyup, bunu ye der.» Hayvana binince, kölesini terkesine alır. Onu ardından yürütmez. Bu kibir alâmetidir. Halbuki Allahü teâlâ katında hangisinin daha üstün olduğu bilinmeyebilir. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) adamın birini hayvanına binmiş, kölesini ise, ardından ona yetişmek için koşar görünce: «Ey Allah’ın kulu, onu da yanına al. Çünki o senin kardeşindir. Onun da canı, senin canın gibidir» dedi. Adam, kölesini hayvanına bindirdi. Sonra: «Kölesi ardından yürüdüğü müddetçe, efendi Allahü teâlâ’dan uzaklaşır» buyurdu. Bunu İhyâ yazıyor.

Köle ve hizmetçisinin, huzurunda el pençe divan, ayakta durmasını istemez. Çünki bu da kibirliliktendir. İsâ aleyhisselâm: «İnsanların, huzurunda ayakta durmalarından hoşlanan, oturacak yerini ateşe hazırlasın» buyurdu. Bunu İmam Gazâlî (rahimehullah) bildiriyor

Kab, kacak, bardak, tabak kırdığı, bilmeyerek yanlış iş yaptığı, yanıldığı ve unuttuğa için onları döğmez. Çünki bunlardan dolayı döğen, kıyamette bundan suâle çekilir. Ahnef bin Kays’a, «hilmi kimden öğrendin?» diye sordular. Kays bin Âsım’dan dedi. Hilmden sana ne ulaştı, bildirir misiniz? dediler. Şöyle anlattı: Evinde oturuyorduk. Bir ara hizmetçisi kebabları üzerinde olan şiş ile onun yanına geldi. O esnada birden kızarmış yağı damlıyan etlerin bulunduğu şiş, oğlunun üzerine düştü. Onu yaraladı ve öldü. Câriye dehşete kapıldı, aklı gidecek gibi oldu. Efendisi, bunun dehşetini âzâd olmaktan başka şey gidermez deyip: Üzülme, artık hürsün» buyurdu.

Meymûn bin Mihrân’ın yanında misâfiri vardı. Câriyesine hemen akşam yemeği hazırlamasını emretti. O da acele ile yemeği pişirdi ve sıcak yemek tabağını getirirken, sürçtü ve yemek, efendisi Meymûn’un başından aşağı döküldü. Efendisi, ey câriye, beni yaktın! dedi. Câriye, «ey iyilik öğreten, ey insanları terbiye eden, Allahü teâlâ’nın buyruğuna dön» dedi. Allahü teâlâ, ne buyuruyor dedi. Câriye, Allahü teâlâ: «Kızgınlığını yenenler» buyuruyor dedi. Kızgınlığımı yendim, sana kızmıyacağım dedi. Câriye, Allahü teâlâ: «İnsanları afv edenler» buyuruyor dedi. Efendisi, seni afvettim dedi. Câriyesi, bu kadar yetmez. Allahü teâlâ: «Allah, ihsân iyilik edenleri sever» buyuruyor dedi. Allah için hürsün dedi. İhyâ’da da böyle bildiriliyor.

Efendi köle ve câriyesine, kulum, kadın kulum demez. Kölesine feta’m, câriyesine fetât’ım der. Fetâ, genç erkek, fetat, genç kadın demektir. Yaşlı da olsa böyle söyler. Hadîs-i şerîfde: «Sizden biriniz köle ve câriyesini, kulum, kadın kulum demesin. Feta’m ve fetat’im desin» buyuruldu. Köle de efendisine, rabbim demeyip, efendim demelidir. Çünki rab, yanî yetiştirici ve terbiye edici, bir olan Allahü teâlâ’dır. Bütün insanlar ise, Onun zaif kullarıdır.

Köle, uzun zaman efendisinin yanında kalır, ona hizmet ederse, onu kölelikten âzâd eder. Umulur ki, Allahü teâlâ, kölenin her uzvuna karşılık, onu âzâd eden efendisinin her uzvunu Cehennem âteşinden âzâd eder. Nitekim Ebû Hüreyre’nin (radıyallahü anh) bildirdiği hadîs-i şerîfde : «Müslüman bir köleyi âzâd edenin, âzâd olunan her uzvuna karşılık, Allahü teâlâ bir uzvunu Cehennem ateşinden âzâd eder. Hattâ fercine karşılık, efendisinin fercini» buyuruldu. Bu hadîs-i şerîfde, ferci özel olarak bildirdi. Çünki o, en büyük günâhı işliyen yerdir. O en büyük günah da, şirkten sonra gelen zinâdır. Bâzı âlimler, bunun bildirilmesi tahkîr içindir. Çünki diğer uzuvlara göre, hakîr ve aşağıdır dediler. Hadîs-i şerifden bütün âzaları yerinde olan bir kölenin âzâd edilmesinin müstehab olduğu anlaşılmaktadır. Bunun gibi, erkek efendinin, köle; kadın efendinin, câriye âzâd etmesi de müstehabdır denildi, Çünki karşılığında bir uzvunun Cehennem ateşinden âzâdı vardır. Erkeklerdeki uzuvlar bir, kadınlardakiler de birdir. Hadîs-i şerîfde, müslüman köle, câriye diye belirtilmesinden anlaşılıyor ki, kâfiri âzâd etmede bu derece karşılık yoktur. Evet onda da fazîlet olduğu açıktır. Mesâbîh şerhinde de böyle diyor. Âzâd etmekle, efendi, belki kölesinin haklarından da kurtulmuş olur.

Köle, kölelik günlerini fırsat ve ganimet bilir. Cünki bir hadîs-i şerîfde: «Hür olanın 1 sevabı 10 , köleninki 20 kat yazılır» buyuruldu. Köle daha çok sevab almaktadır. Ancak her köle değil, Allahü teâlâ’ya ibâdet ve tâatini iyi, efendisine itâatini düzgün yapan köle bu sevabları alır. Şerh-i Meşârık’da da böyle yazıyor. Hadîs-i şerîf şöyledir: «Köle, efendisine itâat eder, hizmet ve işlerini iyi yapar ve Rabbine ibâdetini de gayet güzel yaparsa, 2 kerre sevab alır.»

Ebû Râfi’ âzâd edilince ağladı ve: «Ben 2 kere sevab alıyordum. Şimdi biri gitti» dedi. Bunu İmam Gazâlî (rahimehullah) bildiriyor.

Köleleri içinde takvâsı çok, dürüstlüğü açık olana, daha çok ikrâm eder. İbni Ömer (radıyallahü anhümâ), kölelerinden namazı güzel kılanı âzâd ederdi ve: «Rabbine güzel ibâdet edeni, kendime hizmet ettirmekten hayâ ederim» buyururdu.

Âzâd ettiği köleyi, artık hizmet ettirmez. Cünki bu eziyyet ve düşük karakter alâmetidir.

Kadın veya erkek köle, giyinme ve görünüşte kendini, hür olanlara benzetmez.

Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) efendisinden kaçan köle hakkında tehdîd ile: «Köle efendisinden kaçınca, namazı kabûl olmaz» yanî makbûl olmaz bayurdu. Mesâbîh şerhinde de böyle diyor…

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler