«Tîn sûresinin son âyetini okuyan, Belâ ve ene alâ zâlike mineşşâhidîn desin» hadîs-i şerîfdir. Bu âyette: «Allahü teâlâ, hükm edenlerin en âdili değil midir?» buyurulmakta, cevâbında ise «Evet, ben buna şâhid olanlardanım» denilmektedir. Kıyâmet sûresi, son «Eleyse zâlike…» yanî daha önce sayılanlar için «Bunlara gücü yeten ölüleri diriltemez mi?» âyetini okuyunca «Evet O her şeye kaadirdir, gücü yeter» mânasında «Belâ ennehü alâ külli şey’in kadîr» demelidir. Mürselât sûresinin son âyetini: «Febieyyi hadîsin…» yanî: «Bütün üstünlükleri kendisinde toplayan Kur’ân’ı tasdîk etmeyince hangi semâvî kitâbı tasdîk ederler» âyet-i kerîmesini duyunca, âmennâ billâhi yanî Allah’a inandık demelidir.
Alî (radıyallahü anh) Vâkıa sûresi 59. âyetini: «Erhâm-ı nisâ’ya sebbettiğiniz bir damla sudan bana haber verin! Ondan insan yaratan siz misiniz biz miyiz. Muhakkak ki biziz, zîra siz ondan âcizsiniz» okuyunca, belâ ente yâ Rab! yanî evet yâ Rabbî sensin diye 3 kere tekrarladı. Bunun gibi Vâkıa sûresi, 64, 69, 72.âyetlerinde: «Toprağa attığınız dâneyi bitiren siz misiniz, biz miyiz?», «İçtiğiniz tatlı suyu buluttan siz mi yoksa biz mi indirdik» âyet-i kerîmelerini okuyunca da yine «evet sensin yâ Rabbî!» buyurdu.
İbni Ömer (radıyallahü anhümâ) da, Hadîd sûresi, 16. âyet-i kerîmesini: «Mü’minlere şu vakit gelmedi mi ki, Allahü teâlâ’nın zikrine ve Kur’ân’a kalbleri huşû’ ede» okuyunca ağladı. Ağlaması galib olunca, «Evet yâ Rabbî!» dedi.
Bu âyet-i kerîme mübârekdir. Çok kimselerin tevbe etmesine sebeb olmuştur. Bunlardan biri de Fudayl bin lyâd’dır (kuddise sirruh). Rivâyet edilir ki, bir yol kesiciler cemâatinin reisi idi. Bir kafilenin yolunu kesmişlerdi. Kafileden biri Kur’ân-ı kerîm okuyordu. Fudayl, yukarıdaki âyet-i kerîmeyi duydu. Evet tevbe etme zamanı geldi, geçiyor dedi. Atından indi. Cefâ elbisesini çıkardı, vefâ elbisesini giydi. Allahü teâlâ’ya nasûh tevbesi etti. Ravnakü’l-mecâlis’de böyle diyor.
Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) İnfitar sûresi 6. âyet-i kerîmesini: «Ey insan, seni ne şey aldattı ki, kerîm olan Rabbine isyân ettin» okuyunca «garre cehlühü» yanî: «Onu câhilliği aldattı» buyurdu. Yine Resûlullah Müzzemmil sûresi, 12 ve 13. âyet-i kerîmelerini : «Bizim indimizde âhirette o müşrikler için hazırlanmış kuvvetli zincirler, yakıcı ateş ve boğazda kalan yemekler vardır. Onlara şiddetli elem verir» okuyunca kendilerinden geçtiler Ömer (radıyallahü anh) birinin Dehr sûresi birinci «Hel etâ…» âyetini: «Âdem aleyhisselâm, rûh üfürülmeden önce, balçıktan bir cesed idi ki, şey’-i mensî olup, insâniyyetle mezkûr değil idi» okuduğunu duydu. «Evet yâ Rabbî! Sen işitici, görücü, diriltici ve öldürücüsün» dedi. Allahü teâlâ Âdem aleyhisselâmı yaratmağı ,irâde ettiği vakit, Cebrâil aleyhisselâma yeryüzünden toprak toplamasını emir buyurdu. O buna kaadir olamadı. İsrâfil aleyhisselâma emir buyurdu. O da yapamadı. Sonra Azrâil aleyhisselâma emir buyurdu. O yeryüzünden toprak topladı. Çamur yaptı. Sonra bu çamur salsâl oldu. Yanî kuru balçık olup vurunca ses çıkarırdı. Bu hâl üzere, ruh üfürülünceye kadar 40 sene kaldı.
İmâm-ı Tirmüzî Muhammed bin Alî (rahmetullahi aleyh) dedi ki Kul hüvallahü ehad âyetini okuyunca: «Ente Allahü ehad, Allahüssamed» demelidir. Kul eûzü birabbil felâk âyetini okuyunca eûzü birabbil felâk demelidir. Kul eûzü birabbinnâs âyetini okuyunca, eûzü birabbinnâs demelidir. Vâsıla bin Üşeym diyor ki: Rahmân sûresi, 27. âyet-i kerîmesini okuyunca orada dur ve Celîl olan Rabbinden iste.
Denildi ki: A’raf sûresi, 97. Bakara sûresi 116. ve Meryem sûresi 92 ve 93. âyet-i kerîmelerini okurken, sesi yükseltmek müstehabdır. Yâsîn sûresindeki sekte yerinde durmak da müstehabdır. Allahü teâlâ sûrun 2 nefhası arasında kâfirlerden azâbı kaldıracak, onlar da kendilerini uzun uykuda sanacaklardır. Diriltildikleri zaman: «Eyvah, yazıklar olsun! Bizi bu kabrimizden kim kaldırdı» diyeceklerdir. Bunun üzerine hafaza melekleri: «Bu, Rahmân’ın size va’d ettiği, peygamberlerin tasdîk ettiği, gerçek olan dirilme günüdür» derler. Birinci cümle kâfirlerin, ikinci cümle meleklerin sözü olduğu için birbirinden ayırmak maksadı ile arada durulur, sekte yapılır. Bunlar kırâetin âdâbındandır. Kur’ân-ı kerîmin mânalarından açık olanlarını bilenlerin bunlara riâyet etmesi lâzımdır. Bildirdiklerimize benzer olanlara da dikkat edilmelidir. (Bu fasılda zikr olunan âyet-i kerîmelerin tefsîri Ebülleys tefsîrinden alınmıştır).
7 kırâetten herhangi birini seçmekte beis yoktur. Zîra Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Kur’ân-ı kerîm 7 harf üzere indirilmiştir»
buyurmuştur. Bazıları bu hadîs-i şerîfden murad, 7’ye hasr değil, belki okuyuculara kolaylık sağlamaktır dedi. Ama âlimlerden çoğu kırâetin yediye hasr edildiğini söylemişlerdir. Sonra burada 2 değişik rivâyet vardır: Birisi, yedi harf üzere sözünden maksad, hepsinin şâfî ve kâfi olmasıdır. Diğeri, o 7 harfden (kırâetden) kolayınıza geleni okuyunuz şeklindedir. Bu 2 rivâyetten birinin, musannifin murâdına uygun olduğu zan edilmemelidir. Çünki iyi düşünülürse musannifin zikrettiklerinin, birinci rivâyetin delâlet ettiği mânaya uygun olduğu ortaya çıkar. Zîra kolayına geldiği kırâeti okumakta, bu ümmetten haracın, zorluğun kaldırılması hikmeti saklıdır. Arab kabilelerinin çeşitli lügatleri vardı. Eğer bir kırâeti okumakla teklif olunsalardı, elbette bu, onlara zor, güç olurdu. Bunun için her birinin kendi lügati üzere okumasına izin verildi. Bu açıklamamıza, musannif, «Allahü teâlâ kullarına kırâette, genişlik, kolaylık vermiştir» sözüyle işâret etmiştir
Sonra, şu da bilinmelidir ki, harf, bir şeyin tarafı demektir. Hecedeki harflere bu ismin verilmesi, kelimelerin etrafı oldukları içindir. Buradaki harf ise, kırâet mânasındadır.
«Kur’ân-ı kerîm 7 harf üzere indirilmiştir» hadîs-i şerifindeki harf, kırâet ve lügat manasınadır. Araoiarın fesahat yönünden meşhur lügatleri Kureyş, Hüzeyl, Hevâzin, Yemen. Benî Temîm, Tayy ve Sekîf’tir, fakat çoğunlukla kelimelerde farklılıklar vardır. Ayrı okumuşlardır. Ya’nî kırâet yönünden, tefhîm, terkîk, hemze, telyîn, med, kasr ve imâle gibi. Musannif böyle söylemekle, bu yedi lügatin her biri, o kabilelerden bir tâifeye âiddir demek istememiş, o kabilelere mensûb kimseler, bu lügati kullanmaktan hâli değildirler demek istemiştir. Bu sözümüze delil, yine musannifin, açıklama mâhiyyetindeki şu sözüdür: Bir kimsenin, ehli arasında meşhûr olan bu kırâetlerden birini inkâr etmesi câiz değildir. Allahü teâlâ, kırâet hususunda, kolaylık ve genişlik sağlamıştır. Buradan anlaşılıyor ki, bunlardan herbiri, Resûlullahdan (sallâllahü aleyhi ve sellem) duyulmuş olmak şartı ile, kendi lügatine uygun olan kırâeti almak ve okumakta serbesttir. Böylece okuma zorluğu ortadan kalkmış olmaktadır. Yoksa zorluk olurdu. Kureyşî olanı (Hemzeye), Teymî olanı bunun terkine zorlamak, bir zorluk ve külfet olurdu. Allahü teâlâ, Resûlüne, bu ümmetten haracın, zorluğun kaldırılması ve her kabilenin kendi lügatine uygun kırâet etmesi için Kur’ân-ı kerîmi lügatlerin hepsine göre okumasını emir buyurdu. Tahâvl’de diyor ki: önceleri böyle idi. Çünki hepsini bir lügatla almak zordu. Fakat kâtibler çoğalıp zaruret kalkınca, bu bir Kıraete avdet edildi. Ancak sahîh olan bu 7 kırâet de Resûlullah’dan ı sallâllahü aleyhi ve sellem) gelmiş ve ümmet bunu zabt etmiştir. Sonra bu harflerden herbiri, Eshâb-ı kirâmdan, onu çok okuyanlara, daha sonra bu kırâetlerden herbiri, kurra-i seb’adan, yanî 7 büyük kırâet imamlarından birine izâfe edilmiştir. Meşârık şerhinde de böyle diyor.
Bu açıklamalardan anlaşıldı ki: «Kur’ân-ı kerîm 7 harf üzere inmiştir» hadîs-i şerifini, âlimler çeşitli şekillerde açıklamışlardır. Bir kısmı 7 harf için 7 lügat, bir kısmı da 7 kırâet demiştir. Musannif 7 lügat sözünü seçmiştir. Zeynü’l-arab da, esah olan budur. Ancak Meşârık şerhinde denildiği gibi, sahîh olan, 7 kırâet diye açıklansa idi, sözünde zahmetsiz bir yaklaşım olurdu diyor.
Bir kısım âlimler Bakara sûresi, Âl-i Imrân sûresi… gibi demeği kerih görüp, içinde Bakara’nın zikrediidiği sûre… gibi söylemelidir dediler. Fakat esah olan, Bakara sûresi… gibi demenin câiz olduğudur. Çünki hadîs-i şerîfde, Sûretü’l-Bakara, Sûre-i Âl-i Imrân ve Sûre-i Nisâ şeklinde geçmişlerdir.