Allahü teâlâ’ya yaklaşmak için kesilen kurbana Uhdiyye veya İhdiyye denir. Bayram günü duhâ vakti kesildiği için bu isim verilmiştir. [Kurban, yaklaşmak demektir].
İslâmın sünnetlerinden biri de 4 ayaklı hayvanlardan birini kurban etmektir. 6 aydan büyük koyun, keçi, 2 yaşından büyük sığır, 5 yaşından büyük deve kurban edilir. Câmûs (manda), sığıra dâhildir. Bunların dişisinden ve erkeğinden kurban olur. Hâlis niyet ile yalnız Allahü teâlâ’nın rızâsı için kurban kesmelidir. Koç’un İsmail aleyhisselâma fedâ olunduğu gibi, kurbanı da, kendinin fidyesi olarak kabûl etmelidir. Nitekim Sâffât sûresinde, Allahü teâlâ: «Ona büyük bir kurbanlık fidye ettik» buyuruyor. Keşşâf ve Ravda kitablarında bu kıssa şöyle anlatılmıştır:
İsmâil aleyhisselâm, babası İbrâhim aleyhisselâm ile birlikte çalışabilecek, ihtiyaçları görecek çağa geldiği zaman, İbrâhim aleyhisselâm Kâ’be’yi yaptı. Oğlu İsmâil aleyhisselâm da ona yardım etti. Bina tamamlanınca Beyt-i şerîfi hac etti, haccın nüsüklerini tamamladı. Terviye gecesi bir rü’yâ gördü. Birisi kendisine: «Allahü teâlâ sana oğlunu kurban etmeni emrediyor» diyordu. Sabah olunca akşama kadar bu hüküm Allahü teâlâdan mı, yoksa şeytandan mıdır diye düşündü. Terviye, bir şeyi gereği gibi düşünmek demektir. Bunun için zilhicce ayının 8. gününe, İbrahim aleyhisselâmın, gece gördüğü rü’yâyı Rahmânî mi, şeytân? mi olduğunu düşündüğü için, Terviye günü denilmiştir. O günün gecesinde tekrar aynı rü’yâyı gördü. Bu emrin Allahü teâlâ’dan olduğunu bildi. Onun için zilhiccenin 9. gününe, arefe = bildi, kökünden gelen Arefe adı verildi. Bu günün gecesinde de 3. defa aynı rü’yâyı görünce, artık oğlunu boğazlamaya karar verdi. Zilhiccenin 10. günü olan bu güne hayvan boğazlama mânasında yevm-i nahr denildi. Nahr günü, Kurban bayramının 1. günüdür. Sonra İbrahim aleyhisselâm hanımı Hâcer’e, İsmâil’in başını yıka, güzel kokular sür, onu koyun gütmeğe götüreceğim dedi. Hacer hâtûn istenenleri yerine getirdi. İbrâhim aleyhisselâm oğluna, ip ve bıçak al, şu vâdiye odun kesmeğe gidelim dedi. Vâdiye doğru yola çıkınca, şeytan, ben bunları şimdi yoldan çıkaramazsam bundan sonra hiç çıkaramam dedi. Önce Hacer hâtûna geldi. Çeşitli vesveseler verdi, fakat muvaffak olamadı. Hacer şeytana, eğer bu Allahü teâlânın emri ise, onu dinlemek tâattir dedi ve kovdu. Sonra İbrâhim ve İsmâil aleyhimesselâmın arkalarından koştu. İkisine de ayrı ayrı, hakdan saptırıcı şeyler söyledi ise de, yine muvaffak olamadı. Allahü teâlâ’nın düşmanı olan şeytan, üzüntü ile geri döndü. İbrâhim aleyhisselâm oğlu ile yalnız kaldı. Elinden tutarak onunla müşâvere etmeğe başladı. Her ne kadar Allahü teâlâ’nın hükmü kesin ve bu işe hazırlanmış ise de yine meşveret etti. Oğluna, başlarına gelen belâya nasıl boyun eğeceklerini, sabr edeceklerini anlatmağa koyulmuş, nasıl katlanacaklarını, metin ve itâatkâr olacaklarını îzah etmiş ve meşveret etmek sünnet olduğu için, bunu yerine getirmekte fâideler düşündüğü için, oğluyla meşveret etmiştir. İbrâhim aleyhisselâm, Ey oğul, rü’yamda seni boğazlıyor gördüm, sen ne diyorsun dedi. Oğlu, Rabbim sana beni boğazlamanı emretti mi? dedi, ibrâhim aleyhisselâm evet dedi. İsmâil aleyhisselâm, öyle ise emrolunduğunu yap. Inşâallah beni sabr edenlerden bulacaksın dedi. Rivâyet olundu ki, oğlunu boğazlayacağı Minâ’daki bir taşın yanına gelince, oğlum seni rü’yamda boğazlıyor gördüm dedi. Oğlu, «ey babacığım, sevdiğini düşünmeyip uyumanın cezâsı budur. Uyumasaydın bununla emrolunmazdın» dedi. Allahü teâlâ’nın emrine ikisi de teslim olunca, İbrahim aleyhisselâm, oğlunu boğazlamak için alnı üzere yatırdı. Sırtüstü yatma durumuna gelince, oğlu ellerini yeninden çıkardı. «Ey babacığım, beni boğazlamak istiyorsan, ellerimi boynuma bağla. Çok sıkı bağla ki, benden sana bir şey isabet edip de ecrim azalmasın. Zîra ölüm zordur. Bıçağını iyice keskinleştir. Yüzümü yere çevir, çünki korkarım benim ızdırabımı görür, babalık şefkatin gâlib gelerek İlâhî emri yerine getiremezsin. Annem de beni sorar, gömleğimi ona ver ve gücün yettiği kadar onu teselli et» dedi. İbrâhim aleyhisselâm, ey oğlum, Allahü teâlâ’nın emri hakkında bana ne iyi yardımcı oldun dedi ve oğlunun ellerini bağladı. Bu sefer oğlu kendi kendine düşündü. Babacığım ellerimi çöz dedi. Allahü teâlâ’ya, emrini istemiyerek yerine getiriyormuşum gibi görünmeyeyim. Bıçağı boğazıma çal. Çekinmeden çal da, Allahü teâlâ’nın melekleri, Halil’in oğlunun emr-i İlâhîye nasıl muti’ olduğunu bilsinler dedi. Ellerini ayaklarını bağlamadan salıverdi ve yüzünü yere döndürdü. İbrâhim aleyhisselâm bıçağı oğlunun boğazına, bütün kuvveti ile çaldı. Fakat, Allahü teâlâ’nın izni ile bıçak kesmedi, büküldü. Oğlu, «Babacığım, bıçağı bile de kessin, sen de rahata kavuşasın» dedi. İbrâhim aleyhisselâm yeniden bir taşla biledi. Sanki ateş parçası gibi oldu. İkinci defa oğlunun boğazına çaldı.. Yine kıvrıldı ve kesmedi. Oğlu, «Babacığım niçin kesemiyorsun?» dedi. İbrâhim aleyhisselâm, «Oğlum, bıçak kesmiyor» dedi. Oğlu, bıçağın ucunu bana ver, sap kısmı ile dayanıp, çekip kuvvetle kes» dedi. Bıçak, yine Allahü teâlâ’nın emri ile kesmedi. «Yâ İbrâhim! Rü’yanda sadâkat gösterdin» diye nidâ olundu. Oğlunu bırak, şu dağdan inen koçu oğlunun yerine kurban et denildi. İbrâhim aleyhisselâm başını kaldırdı. Dağdan aşağı, Minâ’ya doğru gelen güzel, iri bir koç gördü. Oğlunun fidyesi olarak bu koçu kurban et denildi. Saffât sûresindeki âyet-i kerîmede bu mânaya işâret edilerek: «Ona büyük bir kurbanlık fidye verdik» buyurulmuştur. O koç Âdem aleyhisselâmın oğlu Hâbil’in kurbanı olan koçtu. Cennette otluyordu. İsmâil aleyhisselâm’a fidye olarak geldi. İbrâhim aleyhisselâm oğlunu, koçu yakalamak için gönderdi. Koç kaçtı. İbrâhim aleyhisselâm koçun ardına düştü. Koç cemre-i ûlâ’ya çıktı. İbrâhim aleyhisselâm 7 taş attı. Sonra oradan çıkıp cemre-i vustâya geldi. İbrâhim aleyhisselâm 7 taş da orada attı. Koçu oradan çıkarıp yakaladı. Koçun kaçmasının fâidesi, kurban etme yeri olan Minâ’nın meydana çıkması idi.
Rivâyet olundu ki, İbrâhim aleyhisselâm oğlunu kurban edeceği zaman, şeytan ona vesvese vermek için geldiğinde, şeytanı taşlamıştı. İşte hacda yapılagelen taşlama oradan kalmıştır. Bir rivâyette de İbrâhim aleyhisselâm, koçu yakalayıp oğluna doğru gelirken koç, kendi kendini iki cemre arasına attı. İbrâhim aleyhisselâm koçu oradan kaldıramadı, orada kurban etti. Minâdaki kurban kesme yeri bundan kaldı.
En efdal vakit, bayramın 1. günü bayram namazından sonraki vakitte kurbanı kesmektir. Kurban kesme vaktinin başlangıcı bu vakittir. Üçüncü gün güneş batmasından öncesine kadar kesilebilir. Gece kesmek mekruhdur. Çünki gece karanlığında insan hatâdan emîn olamaz. Koyun cinsinden koçu tercih etmelidir. Dişi koyun ve keçi de câizdir. Koç efdaldir. Burulmuş koç da olur. Burulmuş koç daha efdaldir de denildi. İmâm-ı A’zamdan (rahimehullah) yapılan bir rivâyete göre burulmuş koçun eti daha lezzetlidir. Koçun beyaz tüylü veya beyaz, siyah karışık tüylü, boynuzlu, ön ve arka ayaklarında topallık gibi bir kusuru olmayan, gözü, kulağı sağlam olanlarını seçmelidir. İmâm-ı A’zam (rahmetullahi aleyh) kulağının üçte birinden azı kesilmiş hayvan kurban edilebilir demiştir. İmâm-ı Şâfiî’ye (rahmetullahi aleyh) göre kulağının bir kısmı kesik olan kurban olmaz. Boynuzun kırık olması kurbana mâni’ olmamaktadır. Kurbanın semiz, büyük, nefîs ve iri gözlüsünü seçmelidir. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Kurbanlarınızı büyük ve semiz olanından yapınız» buyurmuştur. Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) siyahla bakan, siyahla yiyen ve siyahla yürüyen koçdan yapardı. Yanî karnı, ayakları ve gözü siyah, diğer yerleri beyaz koçu kurban ederlerdi.
Kurbanı herkes kendisi kesmelidir. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) kurbanını kendi mübârek eli ile keserdi. Vekâlet her ne kadar câiz ise de, sünnet olan, herkesin kendisinin kesmesidir. Kesemeyen başkasına vekâlet verip kestirir, fakat yanında hazır bulunmalıdır. Kurbanı namazgâhda kesmek daha evlâdır, daha çok sevabdır. İbni Ömer (radıyallahü anhümâ), Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem), kurbanın nasıl kesildiğini göstermek ve herkesin görüp öğrenmesi, ona uygun kesmesi için namazgâhda kurban keserdi demiştir.
Kurban etini dağıtırken, razılıkla, gönül hoşluğu ile vermelidir. Âişe (radıyallahü anhâ) Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Kurban bayramının 1. günü, Âdemoğlunun yaptıkları işlerden Allahü teâlâ’nın en çok sevdiği amel kan akıtmasıdır. Çünki Kıyamet günü kurbanlar, boynuzları, kılları ve tırnakları ile geleceklerdir. Kan yere değmeden önce, Allahü teâlâ katında, kabûl olunan yere akar. Onun için kurbanlarınızı gönül rahatlığı ile kesiniz» buyurduğunu rivâyet etmiştir. Zengin olan kendisi için vâcib olarak, çocukları için de müstehab olarak kurban kesmelidir. Zâhir rivâyete göre çocukları için kurban kesilmez. Haşan bin Ziyâd’ın, Ebû Hanîfe’den yaptığı rivâyete göre küçük çocuğu için de kurban kesmesi lâzımdır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) için de kurban kesilir. Burada onun kerâmet ve zülfâya (kurbet, menzile) kavuşma niyeti vardır.
Kurban keserken, kurbana yumuşak davranmalı, kesilecek yere onu çekerek, zorlayarak götürmemelidir. Keskin bir bıçak ile kesmelidir. Kurbanın yanında bıçağı bilememeli, bıçağı ona göstermemelidir. Çünki koyun kendisine bakmaktadır. Kıbleye çevirmeli, Bismillâhi Allahü ekber demelidir. Metinde, Bismillâhi vallahü ekber denilir, diyorsa da, vavsız söylemek daha efdaldir. Sonra şu düâyı okumalıdır: Allahümme hâzâ minke ve leke inne salâtî ve nüsükî ve mahyâye ve memâtî lillâhi rabbil âlemîn. Allahümme tekabbel min fülân bin fülân. Tesmiyeden yanî Bismillâhi Allahü ekber dedikten sonra, kurbanı kesmeden önce «kabûl et» diye düâ etmek mekrûhdur (Gunyetü’l-fetâvâ).
Fakat kestikten sonra böyle düâ etmenin bir mahzûru yoktur. Tesmiye ile kesme arasında konuşma, bir şey içme veya bıçağı alma gibi âdette çok sayılmayan işler yapmakla Besmeleyi yeniden çekmek gerekmez. Yanî amel-i yesîr Besmeleyi fasi etmez, ayırmaz. Eğer tesmiyeden sonra sözü ve işi uzatırsa, meselâ bıçağı bilese veya uzun konuşsa yeniden Besmele çekmesi gerekir. Za’ferânî’de de böyle açıklıyor. Kurban kestikten sonra hayvanın ızdırabı sâkin oluncaya kadar beklemeli, Sonra yüzmelidir. Hayvana elem vermeden, soğumadan önce yüzmelidir. Bayramın 1. günü hiç bir şey yemeden kendi kurbanının etinden yemelidir. Önce ciğerinden yemek sünnettir. Abdullah bin Büreyde (radıyallahü anh) babasından naklediyor ki, Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) fıtır bayramında bir şey yemeden çıkmazdı. Kurban bayramında da kurbanın ciğerinden yiyinceye kadar bir şey yemezdi (Hâlisatü’l-hakâyık).
Kurban etinin suyundan içilebilir, her türlü kurbanın etinden yenebilir. Yanî kendi kurbanının, çocuğu için veya Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) için veya diri yâhud ölü akrabâ ve dostları için kestiği kurbanların etlerinden yenebilir. Fakire de, zengine de verilir. Geri kalanı fakirlere infâk edilir. Üçte birini fakirlere tasadduk etmek mendubdur. Kurban kesen orta halli veya çoluk çocuğu çok ise, iyâlinin bol bol yemesi için fakirlere tasadduk etmeyi terk etmesi müstehabdır (Şerhu’l- vikâye).
Kurban bayramının ilk günü (yevm-i nahr) kurban kesmek isteyen, zilhiccenin ilk 10 günü hayvanın bedeninden kıl koparmaz ve tırnaklarını kesmez. Kendisini ihram giymiş hacıya benzetir. Çünki Kıyamet günü kurban, sâhibine fidye olacak, her kılı, her âzası ve tırnağı kurbanın bereketinden ona ulaşacaktır. Ümmü Seleme (radıyallahü anhâ) Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Zilhiccenin ilk 10 günü girdiğinde, kurban kesmek isteyen, kılına ve derisine dokunmasın» buyurduğunu rivâyet etmiştir. Bu on günde, rahmet ve bereket olacağı için, traş olmamalı ve tırnak kesmemelidir. [Bu vücûb emri olmayıp, istihsânîdir. Ya’nî müstehabdır. Kesmesi icâbedenler, tabiî ki keserler).