NAMAZIN EDEBLERİ

Namazın rükünlerini (farzlarını) lâyık olduğu şekilde eda etmeli, vâcib ve sünnetlerini tamam yapmalıdır. Muâz bin Cebel (radıyallahü anh) rivâyeti ile bildirilen hadîs-i şerîfde: «Namaz bir ölçektir. Kim namazı tam olarak ölçerek yerine getirirse karşılığını tam ölçü ile alır. Kim namazı eksik edâ ederse, «Vay eksik tartanların hâline!» âyet-i kerîmesini unutmasın» buyuruldu. İbrâhîm-i Nehaî: «Rükû’ ve secdelere dikkat etmeyeni görürseniz, onun âile ferdlerine acıyın. Geçim sıkıntısı içinde olacaklardır (Ravda).

İftitah tekbîrinde, ayakda düz durmalıdır. Çünki bu tekbîri ayakda getirmek farzdır. Bunun için imâma rükû’da yetişen acele ile iftitah tekbîrini alırken dikkat etmelidir. Rükû’a daha yakın eğilerek tekbîr getirirse namazı bozulur. Kıyâm’a daha yakın olacak şekilde eğilmişse namazı câiz olur. (Hazânetü’i-fetâvâ) ve başka kitablarda böyledir.

İftitah tekbîri ânında, Allahü teâlâ’nın zikri ile kalbi hâzır olmalı, onun büyüklüğünü düşünmeli, tâ’zimde bulunmalıdır. İftitah tekbîrinin faziletinin hangi vakit hâsıl olduğunda âlimler ihtilâf ettiler. Bir kısmı dedi ki, bir kimse safda iken imamın tekbîr getirme ânında niyete hazırlanmaca meşgul olursa bu sevaba kavuşur. Müezzin de bunun gibidir. Bir kısmı ise birinci rek’ate yetişen bu sevaba kavuşur dedi. Münyetü’l-müftî’de ise, sübhâneke okuması bitinceye kadar imâma yetişen iftitah tekbîrine yetişme sevâbına kavuşur denildi.
Amelini Allah rızâsı için tam bir ihlâs ile şuurlu olarak yapar. Allahü teâlâya geçmiş günahları için tevbe eder. Farzı yerine getirmek için kalbini din ve dünya işlerinden kurtarır. Sanki son namazı kılıyormuş gibi, kalbi huşu’ içinde ve bedeni hudû’ içinde olmalıdır. Burada «Huşû’ bâtının Hak’ka bağlanması, hudû’ zâhirin, bedenin Hak’ka bağlanmasıdır» sözüne işâret vardır. Bu hususda Cüneyd-i Bağdâdî (kuddise sirruh): «Huşu’ kalblerin gaybleri iyi bilici olan Allahü teâlâ’ya karşı tezellülü, inkisarıdır ki, bunun eseri, âzalarda görünür» buyurdu. Namaza başlarken bütün himmetini huşû’a vermeli, başka şeyleri düşünmemelidir.

Namazda sağa sola iltifat etmemelidir. Burada, Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Huşû’ sağında ve solunda olanları bilmemektir. Ancak secde yerine bakmaktır» hadîs-i şerifine işâret vardır. Allahü teâlâ’yı görüyormuş gibi namaz kılmalı veya Allahü teâlâ onun bütün tavırlarını, hayır ve şer bütün hallerini görüp bildiğini düşünmelidir. Allahü teâlâ’nın kendisinin bütün hallerini müşâhede ettiğini düşününce huşû’u artar ve ta’zîmi kendiliğinden olur. Kur’ân-ı kerîm ve zikirden diline gelenleri aklı ile düşünmelidir. Şerh-i Mesâbîh’de zikredildi ki, Resûlullah namaz kıldı. Namazda Kur’ân-ı kerîm okudu. Selâm verdikten sonra, Eshâb-ı klrâma (aleyhimürrıdvan): «Namazda ne okuduğumu anladınız mı?» buyurdu. Hiç kimse cevab veremedi. Yalnız Übeyy bin Kâ’b (radıyallahü anh) falan sûreyi okudunuz, yâ Resûlâllah! dedi. Resûl aleyhisselâmın çok hoşuna gitti. Onu tebrik etti. Diğerlerine de dikkatli bulunmalarını tavsiye buyurdu. Rivâyet edildi ki, Mûsâ aleyhisselâma, Allahü teâlâ vahy buyurdu ki: «Yâ Mûsâ! Beni zikrettiğin zaman bütün âzaların birbirinden ayrılıyormuş gibi olsun. Huşû’ ve itmi’nan içinde olmalısın. Dilin kalbin ile beraber olsun. Huzûrumda durduğun zaman zelil, aşağı bir kul gibi ol! Korkulu bir kalb ve sâdık bir dil ile bana yalvar!»

Namazda âzaların hareketsiz olmasına dikkat etmelidir. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir kimseyi namazda sakalı ile oynarken gördü. «Bunun kalbinde huşû’ olsaydı âzaları da huşû’ içinde olurdu» buyurdu. Yehudîler gibi bir sağa, bir sola meyletmemelidir. Muhît’de bir defa sağ. tarafa diğer def’a sol tarafa meyletmek, sallanmak mekruhdur denildi. Ebu Bekr (radıyallahü anh) rivâyeti ile gelen bir hadîs-i şerîfde : «Namaz kıldığınız zaman âzalarının sâkin olsun ve yehudîler gibi sağa sola sallanmayınız» buyuruldu. Namazda sekîne, vekar, hudu’ ve inkisâr üzere olmalıdır.

Hulâsa bunların hepsi Allahü teâlâ’ya kemâl ile ta’zîm için namaz kılana lâzımdır. Ta’zîm kalbde bir haldir. İki ma’rifetten meydana gelir:

Birincisi, Allahü teâlâ’nın celâl ve azametinin ma’rifetidir. Allahü teâlâ’nın azametine inanmayan kimse O’na ta’zîm edemez.
İkincisi, nefsinin hakîr ve aşağı olduğunu, Rabbinin emirlerini yapmağa hâzır bir kul olduğunu bilmektir. Hattâ hudû’, inkisâr ve Allahü teâlâ için olan huşû’ —ki buna ta’zîm de denir— bu iki ma’rifetten meydana gelir. Nefsinin alçaklık ve Rabbinin yükseklik marifetlerini bir arada bulundurmayan kimsede huşû’ ve ta’zîm hâli bulunamaz. Bunun gibi İmâm-ı Ggzâlî (rahmetullahi aleyh) İhyâu ulûmi’d-dîn kitâbında demiştir ki: Kalb, kendisindeki yakîn miktarınca huşu’ içinde olur. Öyle namaz kılanlar vardır ki, namazı bitinceye kadar kalbi namazda olup etrafında olup bitenlerin farkında olmaz. Bunun için Müslim bin Yesar (kuddise sirruh) mescidde direğin devrildiğinden haberi olmadı. İnsanlar başına toplandı, onun hâlâ haberi olmadı. Bâzı kimseler de vardı ki, bir süre cemâate devam ettikleri halde sağında solunda kimlerin bulunduğundan haberi olmazdı. İbrahim aleyhisselâm namazda iken, kâlbinin atışı, hışırtısı 2 mil mesâfeden işitilirdi. Bir kısım kimselerin de yüzleri sararır, âzaları titrerdi. Bütün bunlar olmayacak şeyler değildir. Bunların kat kat fazlası mal ve mevki’e kavuşmak için, dünyadaki sultanların korkusundan yapılmaktadır. Bunların zaaf ve aczi bilindiği, kavuşulan lezzetlerin aşağılığına rağmen, bunlar olmaktadır. Hattâ bir Melik veya vezirin huzûruna girip bir arzusunu anlatan kimseye Melik’in elbisesinden, etraftaki şeylerden sorulsa, o kendi işi ile meşgul olduğundan ne Meiik’in elbisesi, ne de etrafındakilerden bir şey söyleyemez.

Namaz kılanlar korku, huşû’ ve ta’zîmleri miktarınca nasîblerini alırlar. Allahü teâlâ’nın nazar yeri kalblerdir, zâhirdeki hareketler değildir. Bunun için Eshâb-ı kirâmdan (aleyhimürrıdvan) biri buyurdu ki: insanlar Kıyâmet günü namazdaki tumânînet ve sükûnları, namazdan aldıkları lezzete göre haşr olunurlar. Gerçekten doğrudur. Çünki insanlar öldükleri hâl üzere haşr olunurlar ve yaşadıkları gibi ölmektedirler. Burada kalbin hâline bakılır, şahsın hâline bakılmaz. Kalblerin sıfatları âhirette sûretlere çevrilir, şekil hâlini alır. Âhirette ancak Allahü teâlâ’nın huzûruna selîm kalb ile gelenler kurtulur. Hudû’, huşû’, ta’zîm hakkındakl sözümüz bitti. Burada sözü uzatmamıza sebeb, Allahü teâlâ’ya olan ta’zîmin önemini belirtmektir. Gafillere usanç verse de, isteklilere şevk vereceği kanâatindeyiz.

İnkisâra, boyun eğmeğe delâlet ettiği için omuzları indirmeli, namazda özürsüz öksürmemelidir. Çünki özürsüz öksürünce boğazdan ah! gibi harfler çıkar, namazı bozulur. İki İmam böyle söyledi. Yalnız İmâm Ebû Yûsüf (rahmetullahi aleyh) namazı bozulmaz dedi. Özür ile öksürünce bundan sakınma imkânı olmadığı için Icma’ ile namaz bozulmaz. Aksırmak ve geğirmek de böyledir. Bu ikisi yapılırken harfler çıksa bile namaz bozulmaz (Şerh-i Tuhfe).

Sesini düzeltmek ve güzelleştirmek için öksürünce namazın bozulmayacağı Tebyîn’de yazılıdır. Bunun gibi imam hatâ ettiğinde, imam» düzeltmek için cemâatten birinin öksürmesi de namazı bozmaz. Gâye’de yazıldığına göre namazda olduğunu bildirmek için öksürmek de namazı bozmaz. İşitilecek derecede hırlarsa, namazı bozulur, yoksa bozulmaz.

Namaza başlarken sümkürmemeli ve etrafına bakmamalıdır. Ya’nî namaza başlama zamanında başka şeylere iltifat etmemelidir. Namazda etrafına bakınması, boynunu sağa sola çevirmesi, hattâ sebebsiz yere yüzü kıbleden ayrılacak kadar döndürmesi mekruhdur. Namazda göz ucu ile bakması mekruh olmaz. Eğer göğsü kıbleden ayrılırsa namazı bozulur.

Esnememeti, eğer çok bastırırsa önlemeğe çalışmalıdır. Çünki kötü bir davranıştır. Namazda hiç uygun olmaz. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Esnemek şeytandandır» buyurmuştur. Nitekim kırâet bahsinde de bu hadîs-i şerîf bildirilmişti. Esnemeye elden geldiği kadar engel olmalı, ağzı kapamalıdır. Bir hadîs-i şerîfde: «Esnediğiniz zaman elden geldiği kadar engel olunuz» buyuruldu. Bir rivâyette de: «Elinizle ağzınızı kapatınız» buyuruldu (Mesâbîh).

Namazda gözünü semâya doğru kaldırmamalı, işâret de etmemeli, secde yerine bakmalı, sağ eli sol el üzerine koymalıdır. Namazda ayakta dururken elleri bağlamak, yanlara salmaktan hudû’ ve tevâzu’a daha yakındır. Hulâsa’da diyor ki, elleri tutmak, üstüste koymaktan daha iyidir. Âlimlerden çoğu elleri üst üste koymak ile tutmayı bir arada yapmayı beğendiler. Bunun için sağ elin içini sol elin üstüne koymalı, sağ elin baş ve küçük parmakları ile sol bileği tutup diğer parmakları, sol kolun üzerine koymalıdır. Diğer taraftan İmânn A’zam ve İmâm-ı Ebû Yûsüf’e (rahimehümallah) göre sağ eli sol el üstüne koymak, kıyamım yanî ayakta durmanın sünnetidir. İmâm-ı Muhammed’e göre (rahimehullah) kırâetin yanî Kur’ân-ı kerîm okumanın sünnetidir. Buna göre iftitah tekbîrinden sonra sübhâneke okuma esnasında elleri salıverip Fâtiha okurken sağ eli sol el üzerine koymakta beis yoktur. Ama fetvâ Şeyhayn’e göredir.

Namazda ayakta iken ayaklardan biri üzerinde dinlenmemelidir. Yanî bir mikdar bir ayağı üzerinde sonra diğer ayağı üzerinde durmamalıdır. Ayakları çok fazla açmamalı, iyice de birbirine bitiştirmemelidir. Ayakların arası 4 parmak kadar olmalı ve biri ileride, diğeri geride, durmamalıdır. Kıyâmda başı çok eğmemelidir. Kur’ân-ı kerîmi çok yüksek ve çok alçak sesle okumamalıdır. Bu ikisi arasında orta derecede okumalıdır. Nitekim İsrâ sûresi, 110. âyet-i kerîmede: «Namazda fazla bağırma. Sesini çok da kısma. İkisi arrası bir yol tut!» buyurulmuştur.

Rahmet âyetlerinde durmalı, Cenneti istemeli, azab âyetlerinde, Cehennemden Allahü teâlâ’ya sığınmalıdır. Allahü teâlâ’nın ismi geçtiğinde, O’nu tesbîh etmelidir. Mahlûkların sıfatlarından tenzih etmelidir. Muhît kitâbında bildirildi ki; müjdeleyici ve korkutucu âyet-i kerîmelerde durmak yalnız başına namaz kılarken olur. Eğer nâfile namazda ise güzeldir. Farz namazda olursa mekruhdur. Çünki Resûlullah’dan (sallâllahü aleyhi ve sellem) ve büyük âlimlerden böyle bir nakil olmamıştır. Namazın uzamasına sebeb olur.
Kırâet ile rükû’ arasında sübhânallah diyecek kadar az durmalıdır. Böylece nefesi yerine gelmiş olur. Rükû’da düzgün durmalıdır. Yanî sırtına bir bardak dolusu su koyunca dökülmemeli, başı da sırtından aşağıda veya yukarıda olmamalıdır. Kıyâm ve kuûdu haddinden fazla uzatmamalıdır. Kibir ve gurur zan edilebilir. Burada yanlış anlaşılma olmamalı, kıyâm ve kuûdu tam yerine getirmelidir.

Rükû’dan başını kaldırdıktan sonra bütün uzuvlar yerine gelecek şekilde dik durmalıdır. Secdede avuç içleri yere değerken, dirsekler yerden, karın uyluklardan ayrı durmalıdır. Kendini çok serbest bırakmamalı, yerden uzak olmağa, kolları yanlarından ayrı tutmağa çalışmalıdır. Bunlar erkekler içindir. Kadınlar karınlarını uyluklarından ayırmazlar.

Secde yedi uzuv üzere olmalıdır. Bunlar, alnı, 2 eli, 2 dizi ve 2 ayağının parmaklarıdır. Cevâhir kitâbında diyor ki, yalnız burun üzerine secde yapmak İmâm-ı A’zam’a göre (rahmetullahi aleyh) câizdir. İki Imâm’a göre (rahmetullahi aleyhimâ) özürsüz câiz olmaz. Yalnız alın üzerine secde yapmak âlimlerimizin ittifakı ile her zaman câizdir. Bizâziyye fetvâlarında diyor ki: Alnında ve burnunda özür olan îmâ ile namaz kılar. Eğer ellerini ve dizlerini yere özür ile koyamıyorsa câizdir. Çünki bunları yere koymak sünnettir. Eğer ayaklarından birini yere koyarsa câiz fakat mekruhdur. 2 ayağını birden yere koymazsa namazı bâtıl olur. Bunu İmâm-ı Kerhî zikretti. Bu, secdede ayakları yere koymak farz olduğuna binâendir. Kudûrî rivâyeti böyledir. Timurtâşî’nin bildirdiğine göre, 2 el ve 2 ayak farz olmamakta birdir. Şeyhu’l-islâm’ın Mebsût’unda da böyledir. Gerçek olan da budur. İnâye’de de böyledir.

Toprak ve başka şeyler bulaşmaması için, elbisesini ve saçlarını toplamamalıdır. Secde eden kimsenin bütün âzası kendi hâlinde olmalıdır. Yere değmesin diye uzun saçları da tepede veya arkada toplayıp bir ip veya bez ile bağlamalıdır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem), bundan men’etmiştir. Secdelerde bütün kalbi ile mühim hâcetleri için duâ etmelidir. Çünki secde kurbet, yakınlık makamıdır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Kulun Rabbine en çok yakın olduğu makam secdedir.Secdelerde düâyı çok ediniz» buyurmuştur. Secde kurbet, rahmet ve kerâmet makamıdır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) Sevbân’ın (radıyallahü anh), «Yâ Resûlâllah! Hangi amel ile Allahü teâlâ insanı Cennetine sokar?» süâline karşılık: «Allahü teâlâ için çok secde yap! Zîra senin Allah rızâsı için yaptığın her secde için Allahü teâlâ seni bir derece yükseltir ve bir hatânı bağışlar» buyurmuşdur.

Selef-i sâlihîn (radıyallahü anhüm) sevindirici bir haber geldiğinde, Allahü teâlâ için şükür secdesi yaparlardı. Kıbleye karşı, tekbir alıp secdeye giderler. Allahü teâlâ’ya hamd ve şükür eder, Onu tesbîh edip tekrar tekbir alarak başlarını kaldırırlardı. Ebû Hanîfe (rahmetullahi aleyh) şükür secdesinin kurbet değil mekruh olduğunu, şükür secdesi yapana sevab verilmeyeceğini bildirmiştir. İmâm-ı Ebû Yûsüf ve Muhammed (rahimehümallah) şükür secdesinin kurbet olduğunu, yapana sevab verileceğini açıklamışlardır. Bu iki İmama göre şükür secdesi için yapılan teyemmüm ile namaz kılmak câizdir. İmâm-ı A’zam’a göre ise câiz değildir (Mecma’ şerhi).

İmâm Şâfiî (rahmetullahi aleyh) buyurur: Allahü teâlâ’nın bir ni’met ihsân ettiği veya bir belâyı giderdiği bir kulun şükür secdesi yapması bana göre iyi bir davranıştır. Ancak tek secde yapması yalnız tekarrüb için olursa kurbet sayılmaz, fakat mubahdır.
Namaz sonunda bâzı kimselerin âdet olarak yaptığı secde mekruhdur (Şerh-i Mesâbîh). Çünki bunu gören câhiller namaz ve düâdan sonra yapılan secdenin sünnet veya vâcib olduğunu zan ederler. Bunun gibi bâzı mubahlar ta’yîn edilen zamanlarda yapılınca mekrûh olmaktadır. Namazda belirli zamm-ı sûre okumak ve her vakit için kırâeti ta‘yîn etmek mekrûhdur (Künye).

Tilâvet ve şükür secdesinden başka tek secde ile Allahü teâlâ’ya tekarrübün câiz olmasında âlimler ihtilâf ettiler. Bir kısmı yalnız rükû ile tekarrübün haram olduğu gibi, yalnız bir tek secde ile tekarrübün de haram olduğunu ileri sürdüler (Şerh-î Mesâbîh). Bir kısım âlimler ise, Kunye’de zikredildiği gibi mubahdır dediler. Tenvîr’de, Ravda’dan naklen, ihtilâf konusu secdeden sayılmayan, şeyhinin huzûrunda secde eden çok câhillerin kesinlikle haram işledikleri bildirildi. İster kıbleye karşı olsun, ister olmasın, ister Allahü teâlâ’ya secde kasdı olsun, ister bundan gâfil olsun kesinlikle haram olduğu Gunyetü’l-fetâvâ’da açıklanmıştır. Bir kısım âlimlere göre de böyle secdenin küfre götüreceği söylenmiştir. Sultan’a veya başkasına karşı yapılan inhinâ, eğilme Dürer’de yazıldığı gibi mecusîlerin işine benzemek olacağı için mekruhdur. Bu mühim bir mes’eledir. Ancak insanlar bundan gâfildir.

2 rek’atden sonra sol ayak üzerine oturulur. Sağ ayak parmakları kıbleye karşı olmak üzere dikilir. Eller dizler üzerine parmakları açık ve kıbleye karşı olmak üzere konur. Şâfiî mezhebinde sağ elin orta, küçük ve aradaki parmağı kapatılır, işâret parmağı uzatılır……illallah derken sağ elin şehâdet parmağı kaldırılarak işâret edilir. Bu işâret Allahü teâlâ’nın birliği içindir (Hidâye).

İmâm-ı Hulvanî (rahimehullah) lâ ilâhe derken nefy etmek için parmağı kaldırmalı, isbat için de illâllah derken indirmelidir. Namazda parmakla işâret edilmez de denilmiştir. Fetvâ bunun üzerinedir. Çünki namaz, Vâkıat’da bildirildiği gibi hareketsizlik, sükûnet üzerine kuruludur.

Kızgın taş üzerinde imiş gibi tehıyyât’ı okur okumaz 3. rek’ate kalkmalıdır. Tehıyyat’dan sonra salevât, düâ, hattâ bir kelime de olsa fazla okuyunca İmâm-ı A’zam’a göre secde-i sehv lâzım gelir. 3. rek’ate kalkarken ayakların uçları üzerinde kalkılır. Elleri yere koyup dayanarak kalkılmaz. Ancak yaşlı ve zaîf olanlar ellerine dayanarak kalkabilirler. Ellere dayanarak kalkmak mekruhdur. Muhît kitabında bildirildi ki, güvenilir kimselerin naklettiği bir haberi yine güvenilir birisinden duydum. Ellerine dayanmadan kalkan kimseye yer ile gök arasındaki genişlik gibi geniş ölçüde sevab verilecektir.

Son teşehhüdde, Ettehıyyâtü’den sonra Resûlullah’a salevât okunur. Sonra kendisi için hususî olarak, mü’minler için umûmî olarak düâ edilir. Daha sonra Cehennem azâbından, kabir azabından, hayat ve ölüm zamanındaki fitnelerden, belâlardan ve Deccal fitnesinden Allahü teâlâ’ya sığınılır. Namazda teşehhüdden sonra okunan salevât’ın güzeli, hazret-i Alî, Abdullah ibni Abbâs, İbni Mes’ûd ve Câbir (radıyallahü teâlâ anhüm) tarafından Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem) süâl edilip cevab buyurdukları salevâtdır. Salevât şudur:

«Allahümme salll alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Ve bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Verham Muhammeden ve âle Muhammed. Kemâ salleyte ve bârekte ve terahhamte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîm, fil âlemîn. Rabbenâ inneke hamîdün mecîd. (Künye ve Cevâhir) Kemâ salleyte alâ ibrâhîme, İbrâhim aleyhisselâma salevat, rahmet ettiğin gibi demektir. Bu cümleden İbrahim aleyhisselâmın Resûlullahdan üstün olacağı akla geliyor diye süâl edilirse, cevabında deriz ki: İmam Şâfiî (rahimehullah) buyurdu ki: «Allahümme salli alâ Muhammed ile birinci cümle bitiyor. Sonra ve alâ Âli Muhammed cümlesi başlıyor. … rahmet ettiğin gibi ile son buluyor. Ya’nî İbrâhim aleyhisselâm ve âlinde olanları, Âli Muhammed için istiyor. Yâhud şöyle de cevab veririz: Bundan maksad, cümlenin cümleye mukabelesidir. İbrâhim aleyhisselâmın Âli sözüne, çok insanlar girer: Sayısı bilinmiyen peygamberler ve diğer insanlar. Halbuki Muhammed aleyhisselâmın Âline, bir peygamber girmez. Böylece içinde bir peygamber bulunan bir cümle karşılığında, içinde sayısız peygamberler bulunan bir cümle getirilmiştir. Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem), Verham Muhammeden diye, rahmetle düâ etmede ihtilâf olundu. Muhtâr kavil, yapılmamasıdır. Mişkâtü’l-envâr’da da böyle diyor.
Salevâtdan sonra kendisi, anne ve babası ve bütün müslümanların afvı için: «Allahümmağfir lî ve livalideyye ve lilmü’minîne vel mü’minât» düâsını okur. Bundan sonra kabir ve Cehennem azâbından, hayât, ölüm ve Deccâl fitnesinden Allahü teâlâya sığınarak: «Allahümme innî eûzü bike min azâbil kabri ve eûzü bike min fitnetil Mesîhi’d-deccâl ve eûzü bike min fitnetil mahyâ vel memât» düâsını okumalıdır.

2 tarafa selâm verirken yanaklarının beyazı görülecek kadar yüzünü çevirmelidir. Abdullah ibni Mes’ûd ve Sa’d bin Ebî Vakkas’ın (radıyallahü teâlâ anhüm) rivâyet ettikleri bir hadîs-i şerîfde: «Cemâat imâmın selâmını kalbi ile almalıdır» buyurulmuştur. Selâmdan sonra imam sol tarafa doğru gider. Çünki Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem)’in böyle yaptığı çok görülmüştür. Namazdan sonra Resûlullah çok kere sol taraftan giderdi. Çünki Âişe (radıyallahü anhâ) nın odası sol tarafda idi. Yalnız namaz kılana göre sol taraf, ileride geleceği gibi kıbleye göre sağ taraftır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) her şeyde sağ taraftan başlamayı severlerdi.

İmam farzdan sonra nâfile kılarken yerini değiştirir. Mugîre bin Şu’be’nin (radıyallahü anh) Resûlullah’dan (sallâllahü aleyhi ve sellem) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfde: «İmam namaz kıldırdığı yerde başka namaz kılmamak, yer değiştirmelidir» buyurulmuştur. Bu yer değiştirme, imamın farz namazda olduğu zannını vermemesi ve Kıyâmet günü iki yerin namaz kıldığına şâhid olması içindir. Bunun için çeşidli yerlerde namaz kılarak ibâdeti çoğaltmak müstehabdır. Yer değiştirirken Kıbleye göre sağ tarafa gitmelidir. Çünki sağ, soldan üstündür. Kıble’ye göre sağ. namaz kılanın solu olmaktadır. Yanî farzdan sonra kendine göre sol tarafa doğru gitmelidir. İmâm-ı Serahsî (rahmetullahi aleyh) den bildirildiğine göre, muhalefetin tahakkuk etmesi için imam geriye doğru, cemâat da ileriye doğru gitmelidir. Fetâvâ-yı Kadıhan ve Şerh-i Nikâye de böyle diyor.

Sabah namazından sonra namaz kıldığı yerde durmalı, Allahü teâlâ’yı zikrederek güneş doğup bir mızrak boyu yükselmesine kadar bekleyip. 2 rek’at işrak namazı kılmalıdır. Bu, duhâ vaktinin evvelidir. (Şerh-i Mesâbîh). Enes (radıyallahü anh) ın bildirdiği hadîs-i şerîfde Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Cemâatle sabah namazını kıldıktan sonra oturup Allahü teâlâ’nın zikri ile vakit geçirerek güneş doğup bir mızrak boyu yükselinceye kaçlar bekleyip 2 rek’at namaz kılan kimseye tam bir hac ve tam bir umre sevabı verilir» buyurmuştur (Şerh-i Mesâbîh).

Hadîs-i şerîfde namazdan sonra oturup Allahü teâlâ’nın zikri ile vakit geçirmenin buyurulması, o vakitte müstehab olan, Kur’ân-ı kerîm okumak değil zikr-i İlâhî olduğuna delâlet eder. O vakit şerefli bir vakittir. O zaman zikre devam etmek, Avârifü’l-meârif kitabının sâhibinin de açıkladığı gibi, kalblere büyük te’sir eder. Kur’ân-ı kerîm okumaktan efdaldir. Kunye’de bildirildi ki, namaz kılmanın nehy olunduğu vakitlerde Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem) salevât okumak, düâ etmek, tesbîh ve zikretmek Kur’ân-ı kerîm okumaktan daha fazîletlidir.

Muhît’de zikredildiğine göre fecrin tulû’undan namaz kılıncaya kadar konuşmak mekrûhdur. Sabah namazını kıldıktan güneş doğuncaya veya bir mızrak boyu yükselinceye kadar konuşmak mekruh diyenler de vardır.

İşrak namazını kıldıktan sonra kalkıp geçim veya ilim için çalışır. Farzlardan sonra düâ etmeği ganimet bilmelidir, çünki kabûl olunur. Bakkâlî’den rivâyet edildiğine göre, efdal olan farzdan sonra, sünnetten önce düâ ile meşgul olmaktır. Diğer âlimler ise zamanımızda yapıldığı gibi farzdan sonra sünnet de kılınmalı, daha sonra virdler ve düâ yapılmalıdır dediler. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) İbni Abbâs’ın (radıyallahü anhümâ) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfde: «Namazlardan sonra düâ yapmıyanın namazı noksandır» buyuruldu. Yanî namazdan sonra ellerini kaldırıp yâ Rab, yâ Rab! diye ihtiyaçlarını istemeyen kimsenin namazı Hak teâlâ indinde noksandır buyurulmaktadır (Tenvir). Rivâyet olundu ki, Hasen-i Basrî’nin (rahmetullahi aleyh) bir komşusu vardı. Sırtında odun taşırdı. İmam selâm verince, çabucak mescidden çıkardı. Hasen-i Basrî bir gün bu komşusuna: Namazdan sonra niçin biraz oturmazsın? Âhirete âit bir hâcetin yoksa, dünya için de mi bir hâcetin yok? Namazdan sonra biraz dur. Allahü teâlâ’ya düâ et, bir merkeb iste de, sırtında odun taşımaktan kurtul buyurdu. Buhârî şerhi’nde diyor ki, günahlarının yorulmadan mağfiret olmasını istiyen kimse, her namazdan sonra namazlığı üzerinde oturmayı ganîmet bilmelidir. Böyle kimselere Melekler çok düâ ve istiğfar ederler ki düâlarının kabûlü çok umulur. Enbiyâ sûresi, 28. âyet-i kerîmesinde: «Melekler, ancak Allahü teâlâ’nın şefâat etmelerine râzı olduğu kimselere şefâat ederler» buyuruldu.

Rivâyet olundu ki, bir kimse âmin demekde meleklerin âmin demesine uyarsa mağfiret olunur. Meleklerin âmin demesi imâmın âmin dediği zaman bir kere vâki’ olmaktadır. Namazlığında oturan kimse için ise oturduğu müddetçe düâ ettiklerinden afvı daha çok umulur.

Gecenin sonunda uyanabilen kimse vitir namazını o zaman kılmalıdır. Gecenin sonunda kalkamıyanlar yatmadan önce vitir namazını kılmalıdır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Gecenin sonunda kalkamıyacağından korkan kimse gecenin evvelinde vitir namazını kılsın. Kalkacağına kanâat getiren kimse vitir namazını gecenin sonunda kılsın. Bu daha efdaldir» buyurmuştur (Şerh-i Vikâye).

Vitir namazını evde kılmalıdır. Daha efdaldir (Hulâsa). Ramazan-ı şerifde vitir namazını cemâatle kılmanın evde kılmaktan efdal olduğu sahîhdir. (Fetâvâ-yı Kâdîhân).

Akşam ile yatsı arasında evvâbîn namazı kılmak sünnet-i hamidedir. Yanî Allahü teâlâ’nın indinde beğenilir. Ebû Hüreyre’nin (radıyallahü anh) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfde: «Akşam namazından sonra 6 rek’at namaz kılıp bu arada kötü bir şey konuşmayan kimse 12 senelik ibâdet sevâbı kazanır» buyurulmuştur. İmâm-ı Gazâlî (rahmetullahi aleyh) İhyâ kitâbında bu 6 rek’at namazın büyük fazileti olduğunu söylemektedir. Secde sûresi, 16. âyet-i kerîmesinde: «Yanları yataklarından uzak oldukları halde Rablerine, gadabından korkarak ve rahmetini ümmîd ederek düâ ederler» buyurulmuştur. Âyet-i kerîmede bildirilen kimseler teheccüd namazı kılan veya akşam ile yatsı arasında nâfile namaz kılanlardır denilmiştir. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Mescidde akşam ile yatsı arasındaki zamanı, cemâatten hiç kimse ile konuşmadan namaz kılarak veya Kur’ân-ı kerîm okuyarak geçiren kimseye Allahü teâlâ Cennette 2 köşk binâ ettirir. 2 köşkün arası 100 senelik mesâfedir. 2 köşk arasında, bir ağaç diker ki, bütün dünyâ insanları etrafında dolaşmağa kalksa, hepsi onun altında kalır» buyurmuştur. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu namaza evvâbîn ismini vermiştir. Allahü teâlâ’nın tâatine çok çok yönelenler demektir. Devam edilmesi gerekli bir namaz da, Vesâyâtü’l-kudsiyye sâhibi Zeynül milleti ved-dîn mürşid ve muhakkik Hâfî’nin bildirdiği namazdır. İmânın bekâsı için akşam namazının 2 rek’at sünnetinden sonra iki rek’at namaz daha kılmalıdır. Birinci rek’atte Fâtiha, Âyete’l-kürsî, İhlâs ile Muavvizeteyn’in birincisi okunur. 2. rek’atte de Fâtiha, Âyete’l- kürsî, İhlâs ve diğer muavvizeteyn okunur. Selâm verdikten sonra Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem) 10 kere salevat okunur. Sonra aşağıdaki düâ 3 kere okunur: «Allahümme innî istevda’tüke dînî. Fahfazhü aleyye fî hayâtî ve inde vefâtî ve ba’de memâtî.»

Allah’ım dînimi sana emânet ettim. Benim için onu hayatımda, vefâtım ânında ve vefâtımdan sonra koru mânasına gelmektedir.

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler