MAHLÛKATIN SEYYİDİNE (sallâllahü aleyhi ve sellem) SALEVÂT-I ŞERÎFE GETİRMENİN FAZİLETİ
İslâmın sünnet ve edeblerinden biri de, Seyyidü’l-enâm (sallâllahü aleyhi ve sellem) efendimize çok salât ü selâm getirmektir. Çok salevât-ı şerîfe getirmek Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) şefâat etmesine ve Cennette onun sohbetinde bulunmaya vesîle olur. Süfyân-ı Sevrî (kuddise sirruh) diyor ki: Hacca gittiğimde bir gencin Kâ’be örtüsüne asılarak çok salevât-ı şerîfe getirdiğini gördüm. Burası Beytullahi’l-haremdir. Her yerin bir duâsı vardır. Senin ise sadece Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem) salevât-ı şerîfe getirdiğini duyuyorum. Bunun sırrı nedir? diye sordum. Cevâbında dedi ki: Babam ile hac için yola çıkmıştık. Biraz yol aldıktan sonra babam hastalandı ve öldü. Yüzü siyahlaştı, gözleri kızardı. Başı domuz başı gibi oldu. Benim için 3 musibet vardı. Babamın vefâtı, yüzünün simsiyah olması ve başının hınzır başına benzemesi. Utandığımdan kimseye haber veremiyordum. Kendi kendime babam münâfık idi diyordum. O sırada uyku bastırdı. Rü’yamda siyah gözlü, çok güzel orta boylu bir genç gördüm. Babamın başucuna oturdu. Mübarek elini yüzüne sürdü. Babamın yüzünün siyahlığı gitti, beyaz oldu. Başı da evvelki haline döndü. Döneceği sırada, Allahü teâlâ sana rahmet etsin, sen kimsin? dedim. «Sen beni tanımadın mı? Ben Âdem oğullarının efendisi, Allah’ın Resiılü Muhammed’im. Ey genç, bil ki, babana azab melekleri indiği zaman, bana salevât-ı şerîfe getirmekle vazifeli melekler durumu haber verdiler. Hemen gelip babana gelen musibeti giderdim. Baban çok salevât-ı şerîfe getirirdi, fakat içki de içerdin buyurdu. Uyanınca babamın yüzünü açtım. Nûr gibi parlıyordu. O günden beri salevât-ı şerîfe getirmeğe devam ederim. Süfyân-ı Sevrî (rahmetullahi aleyh) gence: «Doğru söyledin» buyurdu ve talebelerine dönerek: «Bunu Muhammed aleyhisselâmın ümmetine anlatın ki, bu gencin babası gibi onlar da azabdan kurtulsunlar» buyurdu. (Zühretü’r-rıyâd).
İbni Mes’ûd (radıyallahü anh)’ın naklettiği bir hadîs-i şerîfde: «Kıyamet günü benim yanımda insanların en evlâsı, bana çok salât ü selâm getirenlerdir» buyuruldu. Ebû Ümâme (radıyallahü anh)’ın bildirdiği bir hadîs-i şerîfde: «Cum’a günleri bana çok salevât-ı şerîfe getirin. Çünki ümmetimin salevâtı bana Cum’a günü arz olunur. En çok saievât-ı şerîfe okuyan bana en yakın olur» buyuruldu. Mişkâtü’l-envâr kitâbında bildirilen bir hadîs-i şerîfde: «Cum’a günleri bana 80 salevât-ı şerîfe getiren kimsenin 80 senelik günâhı mağfiret olunur. Günde 500 kere salevât-ı şerîfe getiren kimse ise ebedtyyen muhtaç olmaz» buyuruldu. Ebüdderdâ (radıyallahü anh)’ın naklettiği bir hadîs-i şerîfde, Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Cum’a günü bana çok salevât-ı şerîfe getirin. Çünki melekler şehâdet ederler. Bir kimse bana salât ü selâm okursa, hemen bana arzedilir» buyurmuştur. Ebüdderdâ (radıyallahü anh) diyor ki: Yâ Resûlâllah! Vefâtınızdan sonra da böyle midir? diye suâl edince, Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Muhakkak ki, Allahü teâlâ toprağa peygamberlerin cesedini yemesini harâm etmiştir» buyurdu (Ettergîb).
Ebû Sa’îdi’l-Hudrî (radıyallahü anh) dedi ki: Bir cemâat bir meclisde Resûlullah’a salevât-ı şerîfe getirmeden otururlarsa, Cennete girseler dahi hasret, üzüntü duyacaklardır.
Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) ismi zikredildiğinde, salevât-ı şerîfe okumalıdır. Künye kitâbında diyor ki: Allahü teâlâ’nın ismini işiten kimsenin ta’zîm etmesi îcâb eder. Sübhânallah, tebârekâllah veya bunun gibi ta’zîm kelimeleri söyler. Çünki Allahü teâlâ’nın ismini ta’zîm her zaman vâcibdir. Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) ismini duyunca salevât-ı şerîfe getirmek İmâm-ı Tahâvî’ye göre, her defasında vâcibdir. İmâm-ı Kerhî (rahmetullahi aleyh)’e göre ömründe bir defa vâcibdir. Secde-i tilâvet gibi bir meclisde bir defa getirmek kâfî gelir denildi ve böyle fetvâ verildi. Eshâb-ı kirâmın (aleyhimürrıdvân) ismi geçince (radıyallahü anh) demek vâcib değildir. Salevât-ı şerîfe getirmeyen kimsenin zimmetinde bu bir borç olarak kalır. Allahü teâlâ’nın zikri böyle değildir. Çünki her vakit zikir yapmak mümkündir. Onun için kazâya mahal kalmaz.
Mecma’ Şerhi’nde, İmâm-ı Serahsî (rahimehullah) Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) ismi geçtiğinde salât ü selâm getirmek müs- tehabdır dedi. Fetvâ bunun üzerine verilmiştir. Hasen-i Basrî (rahmetullahi aleyh) buyuruyor ki: Rü’yamda Ebû İsmet’i gördüm. Rabbin sana nasıl muâmele etti? diye sordum. Beni mağfiret etti dedi. Hangi hasletinle bağışladı dedim. Her hadîsi zikrettiğimde, Resûlullah’a (sallâllahü aleyni ve sellem) salevât-ı şerîfe getirdiğim için Rabbim beni bağışladı dedi (Ravda).
Abdestin Sünnetleri faslında geçtiği gibi, Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir hadîs-i şerifinde: «4 şey cefâdandır. Kişinin ayakta bevl etmesi. Namazı bitirmeden alnını silmesi. Ezânı duyduğu zaman tekrar etmemesi. İsmim geçtiği zaman bana salevât-ı şerîfe getirmemesi» buyurmuşlardır.
Resûlullah’ı (sallâllahü aleyhi ve sellem) kalbinden geçirdiği zaman da, salevât okumalı ve salevât ile birlikte selâm da etmelidir. Yanî Allahümme salli alâ Mühammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellem, veya Sallâllahü aleyhi ve alâ âlihi ve sellem, veya Essalâtü vesselâmü aleyke yâ Resûlâllah, veya benzerlerini söylemelidir. Allahü teâlâ Ahzâb sûresi, 56. âyet-i kerîmesinde: «Ey îmân edenler! Resûlüme salât ve selâm ediniz» buyurmuştur. Ebû Hüreyre (radıyallahü anhj’in naklettiği bir hadîs-i şerîfde: «Her kim bana selâm verirse, Allahü teâlâ onu bana iletir, ben de onun selâmını alırım» buyurulmuştur. İbrâhim Nehâî (rahimehullah) buyurdu ki: Aleyhisselâm demek, salât yerine de geçer.
Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) ismini yazarken Essalâtü vesselâmü aleyhi sözünü yazmalıdır. Ebû Hafs-i Kebîr (rahimehullah) Kûfe’de insanların yazılarını yazardı. Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) ismi geçtikçe arkasından sallâllahü aleyhi ve sellem yazardı. Vefâtından sonra onu rü’yâda gördüler. Allahü teâlâ sana ne yaptı? dediler. Beni afv etti dedi. Hangi işin sebebiyle afv etti diye sorulunca, Resûlullah’ın isminin hemen akabinde yazdığım sallâllahü aleyhi ve sellem sebebiyle cevabını verdi. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)ın rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfde Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «İsmimden sonra bana salât ve selâm yazan kimseye ismim o kitabda olduğu müddetçe melekler istiğfar ederler» buyurmuştur (Ravdatü’lulemâ).
Düânın başında, ortasında ve sonunda Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem) salevât getirilir. Çünki salevât, düânın kabûl olmasının şartlarındandır. Duânın bir kısmının kabûl edilip, bir kısmının edilmemesi de önlenmiş olur. Enes (radıyallahü anh) Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Duâ, bana salevât getirilinceye kadar engellenir» buyurduğunu rivâyet etmiştir. Hâris Ali (radıyallahü anh) dan, o da Resûlullah’dan (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Düâ ile Allahü teâlâ arasında bir hicab vardır. Resûlullah’a ve O’nun âline salât getirilince perdeler yırtılır ve düâlar kabûl olur. Böyle yapılmazsa düâ geri döner» buyurduğunu rivâyet etmiştir. Peygamberimiz ile birlikte diğer peygamberlere (aleyhimüsselâm) de salevât getirirken önce Peygamberimize getirilir. Meselâ: «Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ cemî’i enbiyâike salevâtullahi aleyhim ecma’în» demelidir. Âlimler Peygamberimize ve diğer Peygamberlere ve Meleklere (aleyhimüsselâm) müstakil olarak salevât okumanın câiz olmasında icma’ hâiindedir. Onların dışındakilere salât ü selâm getirmek câiz değildir. Bir kısmına göre haram, bir kısmına göre mekruhdur. Meselâ Allahümme salli alâ Ebî Bekrin demek câiz değildir. Allahümme salli alâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî demelidir. Çünki burada Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem) ta’zîm olmakta ve sıraya uyulmaktadır. Bunun için de mahzuru yoktur.
SÜÂL: Salât, Allahü teâlâdan rahmet mânasındadır. Rahmet ile düâ etmek her müslümâna câizdir. Peygamberimizden başka ümmetten hiç kimseye salât getirilmemesinin hikmeti nedir?
CEVÂB: Salât ü selâm ve benzerleri tevkîfîdir. Selefden, geçmiş âlimlerden (rahimehumullah), başkaları hakkında salât ü selâm getirdikleri nakledilmemiştir. Kalellahü azze ve celle denir, fakat her ne kadar Allahü teâlâ katında Resulü azîz ve celîl ise de Kalennebiyyü azze ve celle denmez.
SÜÂL: Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Allahümme salli alâ Ebî Evfâ» diye düâ etmesi, başkaları için salât kelimesinin kullanılmasının câiz olduğuna delil olmaz mı?
CEVÂB: Böyle duâ Resûlullah’a mahsustur. Çünki selef âlimleri (rahimehümullah) salât kelimesini hiç kimse hakkında kullanmamışlardır.
Selâm, salât gibidir. Meselâ Ebû Bekr (aleyhisselâm) denmez. Belki Ebû Bekr (radıyallahü anh) denir (Şerh-i Mesâbîh), (Meşârık).
İmâm-ı Yâfi’î (rahimehullah) Târih’inde diyor ki:
Peygamberlerden (aleyhimüsselâm) başkası için aleyhisselâm denilmesi hususunda âlimler ihtilâf ettiler. Bâzıları câiz gördü ise de çoğu denilmez dedi. Aleyhisselâm demenin hükmü aleyhissalâtü demenin hükmü gibidir. Kanâatime göre aleyhisselâm, aleyhissalâtü, radıyallahü anh arasında fark vardır. Salât, sahîh mezheb (görüş) üzere Peygamberlere ve Meleklere mahsustur. Teraddî, radıyallahü anh demek, Eshâb-ı kirama (aleyhimürrıdvân) âiddir. Evliyâ ve âlimler için de rahimehullah denir.
Selâm’ın salât ile teraddî arasında bir yeri vardır. Peygamber oldukları ihtilaflı olan Lokman, Hızır, Zülkarneyn (aleyhimüsselâm) için aleyhisselâm denir. Mertebesi daha aşağı olanlara aleyhisselâm denmez.
Râgıbü’l-lsfehânî (rahimehullah) Muhâdarât’da İmâm-ı Şâzilî’den (rahimehullah) şöyle nakl ediyor: Mescid-i aksâ’da yatmıştım. Rü’yamda Mescid-i aksâ’nın dışında haremin ortasında bir taht dikilmişti. Halk grup grup içine giriyordu. Bu toplantı nedir? diye süâl ettim. Bütün Peygamberler ve Resûllerin toplantısıdır. Resûlullah’ın huzurunda edeb dışı harekette bulunduğu için Hüseyni’l-Hallâc’a şefâat edecekler dediler. Taht’a baktım. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) oturuyordu. İbrâhim, Mûsâ, İsâ ve Nûh (aleyhimüsselâm) gibi Peygamberler de yerde . oturuyorlardı. Durup sözlerini dinledim. Mûsâ (aleyhisselâm) Peygamberimize (sallâllahü aleyhi ve sellem) dedi ki: Sen: «Ümmetimin âlimleri, Benî İsrail’in Peygamberleri gibidir» dedin. Onlardan birini gösterir misin? Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem: «İşte budur» diyerek İmâm-ı Gazâlî’yi (rahmetullahi aleyh) gösterdiler. Mûsâ aleyhisselâm ona bir soru sordu. O on cevab verdi. Mûsâ aleyhisselâm îtiraz ederek: «Ben .bir soru sordum. On cevab verdin. Cevâbın süâle uygun olması gerekir» buyurunca İmâm-ı Gazâlî (rahmetullahi aleyh) bu itiraz senin üzerinde vâriddir. Şöyle ki: Allahü teâlâ sana: «Sağ elindeki nedir?» diye suâl edince asâmdır, bastonumdur demen îcâb ederken, birçok vasıflarını da birlikte saydın dedi. Ben Resûlullah’ın kıymetinin büyüklüğünü, tahtda yalnız başına oturduğunu, Halîl, Kelîm, Rûh gibi Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) yerde oturduklarını düşünürken bir şahsın ayağı ile dürtmesiyle uyandım. Baktım, Mescid-i aksânın kandillerini yakan kayyim idi. Bana: «Hayret etme! Bunların hepsi O’nun nûrundan yaratılmıştır» dedi. Bunun üzerine düşüp bayıldım. Namaza kalkarken ayıldım. Kayyımı aradım. O günden bu güne kadar bulamadım. Bunun için Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) hakkında şöyle dedi:
Resûlullah’ın zâtına dilediğince ver şeref,
Onun kadr ü kıymetini istediğin kadar büyült.
Resûlullah’a salevât getirirken ehl-i beytini, eshâb ve ezvâcını da dâhil etmelidir. Rıdvânullahi aleyhim ecma’în. Zîra Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir hadîs-i şerîfde: «Bana salevât söylediğinizde umûmi olarak yapın» buyurmuştur. Ebû Hamîdi’s-Sâidî (radıyallahü anh) rivâyetiyle, yâ Resûlâllah! Sana nasıl salevât getirelim? diye sorulduğunda: «Allahümme salli alâ Muhammedin ve ezvâcihî ve zürriyyetihi ve bârik alâ Muhammedin ve ezvâcihi ve zürriyetihi kemâ barekte alâ ılbrâhîme ve alâ âli İbrâhim. İnneke hamîdün mecîd deyiniz» buyurdu.
Aksırınca Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem) salevât okunmaz.
Bir hadîs-i şerîfde: «Sizden biriniz aksırdığı zaman, Elhamdülillâh desin. Kardeşi de ona yehdîkümullah ve yuslihu bâleküm desin» buyurulmuştur. Yehdîkümullah, Allahü teâlâ sana hidâyet etsin, yuslihu bâleküm de, Allahü teâlâ hâlinizi veyâ kalbinizi düzeltsin, ıslâh etsin demektir. Aksırınca fazlalıklardan kurtulup dimağ hafiflediği, beden ve ruhda bir safâ, hislerde kuvvetlenme olup bir rahatlama olduğundan aksırma büyük bir ni’mettir. Bunun için akabinde hamd etmek sünnet olmuştur. Aksırma, Allahü teâlâ’nın ni’metine hamd ve şükür yeridir. Resûlullah’a salâvat yeri değildir.
Kurban keserken de salevât okunmaz. Hattâ Bismillâh ve ism-i Muhammed denirse kesilen kurban helâl olmaz. Çünki Allahü teâlâ’dan başkasına kesilmiş olur. Dolayısıyla kesilen hayvan leş olur. Bismillâh ve sallâllahü alâ Muhammedin denirse mekruh olur. Bismillâh ve Muhammedin Resûlillâhi denirse helâl olmaz. Bismillâh ve Muhammedün Resûlullah derse halâl olur. Ancak evlâ olan yalnız Allahü teâlâ’nın ismini anarak kurban kesmektir (Şerh-i Nikâye).
Teaccüb, hayret etme zamanında da Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) anılmaz. Mu’teber kitablarda bunun sebebine rastlayamadım. Ancak bâzı musahhah kitabların taliklerinde bu 3 yerde Resûlullah’ın anılmaması, herbirinde belirli bir zikrin bulunmasındadır denilmektedir. Aksırma zamanında Elhamdülillâh, karbarr keserken Bismillâh denilmektedir. Bir hadîs-i şerîfde: «Aksırma ânında ve hayvan keserken ben zikr edilmem» buyurulmuştur. Üçüncüsü olan hayret zamanında ise, Sübhânallah denir. Bunun sırrı da hayret edilecek şeyi gören kimse, o işin nasıl olduğunu anlamaktan âciz kalıp Allahü teâlâ’yı tenzih etme durumuna düşmüştür. Allahü teâlâ’yı, acz gibi noksan sıfatlardan tenzih ederek Sübhânallah demekle, hükmen bu işi Allahü teâlâ’dan başka kimse bilmez demektedir. Böylece hayret zamanında yalnız Allahü teâlâ’yı zikretmenin sebebi ortaya çıkmış oldu.