YALAN : Günahların en çirkini, ayıbların en fenâsı, kalbleri karartan bütün kötülüklerin başıdır. Peygamber efendimizden (sallâllahü aleyhi ve sellem) bildirilen bir hadîs-i şerîfde: «Yalandan çok sakınınız! O fücûrle beraber bulunur. Bu ikisi ise Cehennemdedir» buyuruldu. Ebû Ümâme’nin (radıyallahü anh) Resûlullah’dan (sallâllahü aleyhi ve sellem) bildirdiği hadîs-i şerîf de: «Muhakkak ki, yalan, nifak kapılarından bir kapıdır» buyuruldu. Hasan-ı Basrî (rahmetullahi aleyh) der ki, için ve dışın, sözün ve işin birbirine uygun olmaması nifaktandır. Nifakın temeli ise yalandır. Adamın biri Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem) gelip: «Üç günâha tutuldum, onları yapmadan duramıyorum: Zinâ, yalan ve şarab içmek» dedi. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Yalanı benim İçin terk et» buyurdu. Adam gitti. Zinâ etmek arzûsu doğunca, kendi kendine, eğer zinâ edersem ve Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) bana, zinâ ettin mi? diye sorar ve ben evet dersem, bana had cezâsı uygular. Hayır etmedim dersem, verdiğim sözü tutmamış olur, yalan söylemiş olurum deyip, zinâ işlemekten vazgeçti. Sonra canı şarab içmek istedi. Düşündü ve yine kendi kendine aynı şekilde söyledi ve onu da terk etti. Hâlisa ve İhyâ’da da böyle diyor.
Buradan anlaşılmış oldu ki, günâh ve kötülüğün esası yalandır. Bunun için yalan, Peygamber efendimizin (sallâllahü aleyhi ve sellem) erv sevmediği, huy oldu. Hattâ Resûlullahın Eshâbı da, en çok, yalana buğz ederdi. Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ), Resûlullah’ın Eshâbı katında yalandan daha kötü bir huy yoktu. Neden böyle olmasın ki, yalan, îmânın karşısında durmaktadır buyurdu. Ya’nî îman bir yanda ise, yalan diğer yandadır. Bu ifâde, îmanla yalan arasında çok uzak mesâfe bulunduğunu anlatmaktadır. Nitekim doğu, batının öbür yanındadır denir. İmanla yalan da birbirinden bu kadar uzaktır. İmâm-ı Gazâlî’nin (rahmetullahi aleyh) Abdullah bin Cerrâd’dan (radıyallahü anh) bildirdiği şu hadîs-i şerîf, bu sözümüzü kuvvetlendirmektedir. O, Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem), ey Allah’ın Peygamberi, mü’min zinâ eder mi? diye sorunca, Resûlullah: «Belki ondan bu meydana gelebilir» buyurdu. Ey Allah’ın Peygamberi, mü’min yalan söyler mi? dedikte, Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem), «Hayır» buyurdu, ve ardından hemen şunu ekledi: «Yalanı uyduran, ancak îman etmiyenlerdir.» Yine rivâyet edilir ki, Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir yere dayanmış idi. «Beni dinleyin, size en büyük günahları haber veriyorum: Allahü teâlâ’ya şirk (ortak) koşmak, anaya ve babaya isyan etmek, karşı gelmek» buyurdu. Sonra oturur hâle geldi ve : «Dikkat ediniz! Bir de yalan söz!» buyurdu. Dikkat buyurunuz, yalan günâhının büyüklüğüne dikkati çekmek için, yaslanırken doğruldu ve onu şiddet, çirkinlik ve tehdîd bakımından en büyük günâha, ya’nî şirke yakın eyledi.
Melek, yalan söyleyenden, yalanı sebebi ile çıkan pis koku sebebi ile, bir mil uzaklaşır. Bir mil, bir fersahın üçde biri, yanî 2 kilometrelik mesâfedir.
Bilmek lâzımdır ki, yalan, dünyada rızkın azalmasına sebeb olur. Nitekim Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Yalan rızkı azaltır» buyurdu. İhyâ’da da böyle yazılıdır.
Çocuğa: «Sus, sana şunu alacağım» dememelidir. Yoksa bu sözün, aleyhine yalan diye yazılır. Söz verdiği şeyi sonra ona almazsa, Kıyâ- met gününde, bundan dolayı azab görür. Abdullah bin Âmir (radıyallahü anh) anlatır. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) bizim eve gelmişti. Ben küçük çocuk idim. Oyun oynamağa gittim. Annem bana, ey Abdullah, gel, sana bir şey vereceğim dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem), «Ona ne vermek istemiştin?» buyurdu. Bir hurma verecektim dedt. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) : «Eğer verdiğin sözü yapmazsan, aleyhine yalan olarak yazılıdır» buyurdu.
Bir şey anlatır, haber verirken, aksırmayı fırsat ve ni’met bilmelidir. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir hadîs-i şerîfde: «Konuşurken aksırmak, konuştuğunun doğru olduğunu gösteren en âdil şâhiddir» buyurdu. Kişinin 3 yerde yalan söylemesine izin verilmiştir:
1) Harbde yalan söylemek. Zîra harb bir hiledir.
2) İki kişinin arasını bulmak, iki mü’mini barıştırmak için yalan söylemek.
3) Erkek, hanımını memnûn etmek için yalan söyliyebilir. Hanımlarının herbirlne, en çok seni seviyorum diyebilir. Bunun gibi, hanımının isteklerini o anda karşılamağa gücü yetmese bile, gönlünü almak için, teklif ânında olumlu karşılamak ve yapacağım demek câizdir.
İhyâ’da yazıyor: Nüvâs bin Sem’ân Peygamber efendimizden (sallâllahü aleyhi ve sellem) bildirir. Buyurdu ki: «Niçin sizin, ateşe düşer gibi, yalana düştüğünüzü görüyorum? Her bir yalan yazılmaktadır. Ancak, kişinin harbde yalan söylemesi; çünki harb hiledir. İki kişi arasında düşmanlık, dargınlık olunca, aralarını bulmak için yalan söylemek ve hanımının gönlünü almak, onu sevindirmek için yalan söylemek yazılmaz.» Bu üçü hadîs-i şerîfde, istisnâ olarak açıkça bildirilmektedir. Bunlardan başkasında, sahîh niyyet, dürüst düşünce ile olursa, kendisi veya başkası için, bu üçün dışındaki yalan da câiz olur. Meselâ bir kimseyi, bir zâlim yakalayıp, paran nerededir? dese, ona doğru söylemez. Yâhud sultan birini yakalayıp, ona işlediği fuhuşu sorarsa, ona da, yaptım demez ve ben zinâ etmedim, içki içmedim der. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Bu pisliklerden birini işliyen kimse, Allah’ın örtüsü ile örtünsün» buyurdu. Çünki fuhşunu, günâhını açığa vurmak, ayrı bir fuhuş ve gûnahdır. Mecma’ü’l-fetâvî’deki şu ifâde de bu türdendir: Hakkını almak, yâhud kendine yapılan zulmü, haksızlığı önlemek için, yalan söylemek mubahdır. Nitekim şüf’a sâhibi olana, gece karanlığında komşusunun malı satıldığı haber verilirse, şâhid (dâvacı) olmaz. Sabah olunca meşgul clur ve şimdi öğrendim der. Bu hareketi yalan kabul edilmez. Geceleyin bulûğa eren kız çocuğu da böyledir. Yanî o gece, ben çocuğum, henüz bâliğa olmadım deyip, söylememesi yalan sayılmaz.
Başkası için yalan söylemeğe gelince: Bir din kardeşinin gizli bir hâli sorulunca, bilmiyorum diyebilir, özür dilemek istediği kimsenin, günâh ve kabâhatini inkâr etmeden, gönlünü alamıyacağını, sevgisini kazanamıyacağını bilirse, yalan söylemesinde bir beis yoktur. Lâkin yalan söylemenin haddi şöyledir ki, yalan mahzurludur. Fakat yalan söylemesi câiz olan bu yerlerde ve hallerde, doğru konuşmakla, bir başka mahzûr hâsıl olacaksa, birini diğeri ile karşılaştırıp, adâlet, doğruluk terâzisi ile tartmalıdır. Bu tartıda iki taraf da aynı gelir ve tereddüd olursa, doğruluk tarafını tercih etmek evlâdır. Doğru söylemek, yalandan daha hafif gelirse, doğru söylemek vâcib olur. Yalan söylemek ehvense, yalan söylemek, bâzen vâcib, bâzan mubah olur. Bu da, işin icâbına, özelliğine göre değişir. Meselâ doğru söylediği zaman, bir müsliman öldürülecekse, zâlime doğru söylemez. Bunda ve benzeri durumlarda yalan söylemek vâcib olur. Ama harbden. iki kişiyi barıştırmaktan ve gönlünü almaktan maksad, yalan söylemeden hâsıl olmıyorsa, o zaman yalan mubah olur. Ancak, elden geldiği kadar, yalan söylemekten sakınmalıdır. Çünki yalan kapısı aralanınca, gerçekten ihtiyaç duyulmayan ve zarûret haddini aşmıyanla yetinmekten korkulabilir; iş ciddiyetin ötesine varabilir.
Ta’rîz ve Kinâyeli ifâde kullanmakta bir beis yoktur. Ta’rîz, delâlet yolu ile, ifâdede bulunmıyan bir sözü karşısındakine anlatmaktır. Meselâ, karşısındakine bahîl olduğunu ifâde etmek için, «Bahillik pek çirkin bir şeydir» demek böyledir. Kinâye. arkadakini söyleyip, öndekine işâret etmektir. Filân kimsenin ocağında çok kül bulunur, deyip, bununla evine çok misâfir geldiğini, konuksever olduğunu anlatmak istersin. Nitekim Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem), bir kimsenin üzerinde sarıya boyanmış elbise görünce: «Bu, ocakta olsaydı, senin için daha iyi olurdu» buyurdu. Yanî eğer bu elbiseye verdiğin para ile un satın alıp, ocakta ekmek pişirseydin, senin için daha hayırlı, daha iyi olurdu. Hazret-i Alî (radıyallahü anh), kızını hazret-i Ömer (radıyallahü anh)’e tezvîc etmek istedi. Kızını hazret-i Ömer’e gönderip, Ömer’e Hülle (elbise) ister misin demesini söyledi. Bu kinâye yollu ifâdeyi. Bakara sûresi 187. «Onlar sizin, siz de onlar için libassınız» (elbisesiniz) âyetinden çıkarmıştı. Buna Ömer (radıyallahü anh), râzı oldum diye cevab verdi. Birisi, bir şâire dilini kes, sana bir şey vereceğim deyince, şâir, dilimi kestim dedi.
Bu ve benzeri örnekler Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) sözlerinde çoktur. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem) ganimet mallarını taksim ederken, Abbas bin Mirdâs’a dört kişi deve vermelerini emretti. Abbâs bin Mirdâs gidip, bir şiirle, buna râzı olmadığını bildirir. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Dilini benden kesin» buyurdu. Ebû Bekr-i Sıddîk (radıyallahü anh) gidip, ona yüz deve verdi. Bunun üzerine Abbâs bin Mirdâs gelip, Resûlullah’dan özür diledi ve Ondan (sallâllahü aleyhi ve sellem) râzı olanlardan oldu.
Hasan-ı Basrî’den (rahimehullah) bildirilir: Acûze (ihtiyar) bir kadın, Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) huzûruna geldi. Resûlullah: «İhtiyar kadın Cennete giremez» buyurdu. Kocakarı bunu duyunca ağladı. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Sen o gün ihtiyar olmazsın» buyurdu. Nitekim Allahü teâlâ, Vâkıa sûresi 35, 36, 37. âyetlerinde: «Gerçekten biz, dünyada ihtiyarlamış kadınları gençleştirerek Cennette onları yepyeni bir yaratılışla yaratmışızdır. Böylece onları hep bakire kızlar, kocalarına âşık ve yaşıt yaptık» buyurmuştur. Peygamber efendimizin (sallâllahü aleyhi ve sellem) huzûruna bir hanım gelip, yâ Resûlâllah, zevcim seni çağırıyor deyince, Resûlullah: «Hani, gözünde beyaz bulunan o adam mı?» buyurdu. Hanım, yemin edip, zevcimin gözü beyaz değildir dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Onun gözünde beyaz vardır» buyurdu. Kadın, vallahi yoktur dedi. Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Gözünde beyaz olmıyan kimse yoktur» buyurdu ve bununla, gözbebeğinin etrafını saran beyazlığı kasd etti. Hazret-i Enes (radıyallahü anh) anlatır: Birisi, Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem) beni bir hayvana bindir dedi. «Seni deve yavrusuna bindiririm» buyurdu. O kimse Resûlullah’ın, kendisini, insanı taşıyamıyan bir deve yavrusuna bindireceğini sandı ve onu ne yapayım dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) «Binek olarak kullanılan develer de, bir devenin yavrusu değil midir!» buyurdu.
Bu tür şakalar ve kinâyeli sözleri söylemek arada bir olursa, mubahdır. Ama dâimi ve sürekli olmamalıdır. Bunlara devam etmek, birisiyle eğlenmek, alay etmek olup, mezmumdur ve kalbi öldüren, gülmeğe sebeb olur. Mesâbîh şerhinde ve İhyâ’da böyle bildirilmektedir.
Musannifin (rahimehullah), bunda bir beis yoktur ifâdesinde, buna bir nevi işâret bulunmaktadır. Ta’rîz ve kinâyede genişlik ve yalandan kurtuluş vardır. Bu, selef âlimlerinden bildirilegelen bir sözdür. Benzeri hazret-i Ömer ve Abdullah ibni Abbâs’dan (radıyallahü anhüm) ve başkalarından rivâyet edilmiştir.
İmâm-ı Gazâlî (rahimehullah) der ki: O büyüklerin muradı, insan yalan söylemek zorunda olduğu zaman, ta’rîz ve kinâye yollu İfâde kullanır demektir. Ama ihtiyâç ve zarûret yokken, ta’rîz câiz olmaz. Cünki, ifâdede yalan bulunmasa da, yalanı akla getirebilir. Böyle olunca da mekrûh olur. Nitekim Abdullah bin Utbe (radıyallahü teâlâ anh) anlatır: Babamla beraber, Ömer bin Abdülâziz’in (radıyallahü anh) yanına vardık. Üzerimde bir elbise ile çıktım. İnsanlar, bunu sana mü’minlerin emîri (Ömer bin Abdülâziz) mi giydirdi dediler. Allahü teâlâ, emîrü’l-mü’minîne iyi karşılıklar versin dedim. Babam bana, yalandan ve yalana benziyen şeyden çok sakın dedi. Yanî babası onu, böyle konuşmaktan men etti. Çünki bunda, onları övünmek gibi boş bir maksad için yanlış zanna götürecek bir takrîr vardır. Bu ise faydasızdır. Evet, hafif maksadlar için, ta’rîzli, kinâyeli ifâde kullanmak mubahdır. Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem), senin kocanın gözünde beyaz vardır, ihtiyar kadınlar Cennete girmez, seni deve yavrusuna bindireyim sözlerinde olduğu gibi, şaka ile mü’minlerin gönlünü hoş etmek böyledir.
Fışkı gerektirmeyen ve âdet olarak mübalâğa ifâde eden, meselâ, bunu sana 100 kere söyledim gibi, yalan görünen sözlerden maksad, belli bir sayıyı bildirmek değil, mübalâğa için ise yalan sayılmaz. Ama bir defayı çok derse yalan olur, ama birkaç defa söylediğini daha çok derse, meselâ yüz defa demediği halde, 100 kere dedim derse, günah olmaz.
ÎSTİÂRE: Bu da, mübalâğada olan yalana yakındır. Fakat istiâre yalan değildir. Zîra beyân âlimleri bunu inceleyip, istiâre, iki yönden yalandan ayrılır demişlerdir. Birincisi, istiâre, te’vil üzerine kurulmuştur. İkincisi, ifâdenin görünüş mânasının aksine bir karîne, bir ipucu getirilmiştir. Meselâ, hamamda bir arslan gördüm böyledir. Yalan böyle değildir. Çünki yalanda, görünüş mânasının aksine bir karîne, bir ipucu verilmemiştir. Bilâkis, görünüş mânasının kasd edildiğini açıklayıcı gayret içindedir. Bu konuda daha geniş bilgi isterseniz, beyan kitablarına başvurunuz.
Âdet hâline gelen ve önemsenmiyen yalanlardan biri de, buyurun yiyelim, diyene, iştiham yok, canım istemiyor demektir. Bu yasak edilmiştir. Eğer bu şekilde söylemesinde gerçek bir maksad yoksa haramdır. Vera’ sâhibleri, bu tür yalana müsâmaha göstermekten kaçınırlardı. Havat-i Teymî (rahimehullah) anlatır: Rebî’ bin Heysem’in kız kardeşi, hasta olan oğlumu yoklamaya geldi. Üzerine eğilip, oğlum, nasılsın? dedi. Rebî, sen onu emzirdin mi? dedi. Hayır emzirmedim dedi. Rebî’, o halde öyle demel Ey kardeşimin oğlu deseydin, doğru söylemiş olurdun dedi.
Konuşmada bir kaç şeyden sakınmalıdır:
Muâraza ve mücâdele: Peygamber efendimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Haklı olduğu halde, muârazayı (karşısındakini mağlûb etmeğe uğraşmağı) terk edene, Cennet-i a’lâda bir köşk yapılır. Haksız olduğu halde muârazayı terk edene, Cennetin iç kenarında bir köşk binâ edilir» buyurdu. Şerh-i Mesâbîh’de de böyle diyor.
Yine buyurdu ki: «Kul, haklı olsa da, muârazayı terk etmedikçe, İmânın hakikatini tamamlıyamaz.» Gereksiz münâkaşa, muâraza ve mücâdele sapıklık ve düşmanlığın anahtarıdır.
Muâraza, lâfz veyâ mâna bakımından, başkasının yanlışını bulmak için, sözüne îtiraz etmek demektir. Bu da, ya gerçekten, ya da kasden olur. Meselâ, bu söz doğrudur, lâkin senin bundan maksadın doğru değildir, senin bunu söylemekte bir başka maksadın vardır, ama onu söylemedin gibi sözlere muâraza denir.
Cidâl: mücâdele ise, tamamen başkasını mağlûb etmek, âciz bırakmak, yermek ve sözündeki kusurları ile onu küçültmek, bilgisizlikle itham etmek içindir. Birincisindeki esas, üstünlüğünü göstermek, zekî olduğunu kabûl ettirmek yoluyla üstünlük, İkincisinde ise, başkasını küçültmek, yıpratmak vardır. Bu da yırtıcı hayvan sıfatlarındandır. Birincisi ise, kulda bulunan kibir taşkınlığının bir tezâhürüdür.
Hiciv: Lügatta hiciv, medhin, övmenin zıddı diye târif edilir. Musannif bunu daha geniş olarak târif eder. Yanî, hiciv, kişinin kalbini, müsliman kardeşinden nefret ettiren, ürküten, soğutan ifâde demektir. Çünki hiciv, kişi ile din kardeşi arasında bulunan, Allahü teâlânın verdiği perdeyi yırtar.