Yemek yemenin farzı, yenecek şeyin helâl, tayyib ve insana yetecek kadar olmasıdır. Yemeğin helâl ve tayyib olması, kendisinin helâl olması, sünnete ve vera’a uygun şekilde kazanılmış olmasıdır. Şerîatin beğenmediği yollardan kazanılmış olmamalıdır. Yiyeceğin hem helâl, hem de tayyib olmasını sağlamak çok zor bir iştir. Ufacık bir dikkatsizlik ile yiyeceğin helâl ve tayyib olması bozulur.
Selef-i sâlihîn (rahimehümullah) yiyecek hususunda takvâ ve vera’ üzere olup harama yol açabilecek her şeyden sakınırlardı. Fakat müftî- ler zâhire bakarak bir çok gıdalara fetvâ verirler. İbni Şîrîn (rahimehullah) 40 küp yağ satın aldı. Hizmetçisi küpün birinden fâre çıkardı. Fareyi hangi küpten çıkardın diye sorunca hizmetçisi bilemediğini söyledi. Bunun üzerine vera’ üzere hareket ederek yağların hepsini döktü (Şerh-i Hatîb).
Bâzıları da mahzurlu olmayan bir şeyden, ileride bir mahzur doğar diye vazgeçerlerdi. Rivâyet edildi ki, Ömer (radıyallahü anh) hilâfete geçince, bir zevcesi vardı. Onu çok severdi. İleride belki benden bâtıl bir şey ister de, onu sevdiğim için alırım korkusu ile onu boşadı.
Bâzı sıddîklar vardı. Ancak tayyib olan helâli normal helâl kabûl ederlerdi. Yalnız Allahü teâlâ’ya ibâdetlerinde kuvvet kazanmak, hayatlarını devam ettirebilmek için yemek yerlerdi. Bunun için İmâm Gazâlî (rahimehullah), bu kimseler Allahü teâlâ için yapılmayan her şeyi haram görürlerdi ve buna En’âm sûresi, 91. : «Ey habîbim, Allah de ve onları bırak, daldıkları batakta oynayadursunlar» âyet-i kerîmesini delil getirirlerdi. Zünnûn-i Mısrî (rahimehullah) aç ve hapiste idi. Sâliha bir kadın ona zindancı ile yemek gönderdi. Yemedi. Yemek bir zâlimin elinden bana geldi. Bana kuvvet verecek olan yemek, bana tayyib olarak ulaşmadı diye özür beyân etti. Bâzıları sevmediği bir kimsenin malından hizmetçisinin yaktığı mumu söndürmüştür. Bâzıları da sultanın ışığı ile ayakkabılarını bağlamamıştır. Mekrûh bir odunun harareti ile fırında ekmek pişirmekten el çekmişlerdir.
Helâl ve tayyib lokmayı ancak bilgili, uyanık, aklı, ilmi, ameli ve bütün gayreti ile ihtimam gösterenler ister. Yeme içme ilmi, ibâdet ilminden önce gelmektedir. Çünki ibâdet yeme içme ile kâim olur. Nitekim oruç ve namaz da abdest ile kâim olmaktadır. Hikâye olundu ki, İbni Sîrin’e bir adam, bana ibâdeti ve onu edâ etmeği öğret dedi. İbni Şîrîn ona, yemeği nasıl yiyorsun? buyurdu. Doyuncaya kadar yiyorum deyince, sen henüz hayvanların yediği gibi yiyorsun, Git, önce yeme içme ilmini, sonra ibâdet ilmini öğren buyurdu (Hâlisa).
Arpa ekmeği yemek Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) sünnetlerin- dendir. Ekseriyâ yiyecekleri arpa ekmeği idi. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) üç gece arka arkaya arpa ekmeğinden doymamıştır. Ya’nî hep doymadan kalkardı. Mesâbîh’de bildirildiği gibi dünyâdan ayrılıncaya kadar arpa ekmeğini bile doyuncaya kadar yememişlerdir. İmâm Gazâlî (rahmetullahi aleyh) diyor ki: Âişe (radıyallahü anhâ) şöyle demiştir: Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) hiç doyuncaya kadar yemek yemedi. Çok kere onun bu aç hâline merhameten ağlardım. Elimi sürer, canım sana fedâ olsun. Sana kuvvet verecek, açlığını giderecek kadar şu dünyâ ni’metlerinden yeseydin, derdim. Bana şöyle cevab verirlerdi: «Yâ Âişe! Ulü’l-azm Peygamberler benden daha çok sıkıntılara tahammül etmişlerdir. Buna karşılık Rablerinden çok sevab ve mükâfata kavuşmuşlardır. Onlardan rahat, refah yaşamağa hayâ ediyorum. Az bir zaman sabr etmek bana, Âhirette kazanacağım şeylerin azaltılmasından daha iyi gelmektedir. Benim için, Rabbime boş bir mi’de ile kavuşmaktan daha sevgili bir şey yoktur.» Bundan sonra Âişe (radıyallahü anhâ) Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir hafta kadar daha yaşadığını ilâve etmiştir.
Peygamber efendimizin sünnetine uymak için mü’minler yalnız arpa ekmeği veya biraz buğday katarak pişirilen ekmekten yerler. Bir hadîs-i şerifte: «3 şeyde bereket vardır. Veresiye satışta, mudârabe şirketinde ve satmak için değil, ev için yapılan buğday ile karışık arpa ekmeğinde» buyurulmuştur. Çok ince, yufka şeklindeki ekmeği ve elenmiş undan yapılan ekmekten yemez. Çünki bunlar rahat ve ferah ehlinin yemeğidir. İslâmda ilk çıkan bid’atlerden biri doyuncaya kadar tıka basa yemek ve unu elek ile elemektir.
Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) ayıklanmış ve elenmiş undan yapılan ekmekten yediği görülmemiştir. Buğday yıkanmaz. Çünki bereketi gider. Buğday ve arpayı hayvanlarla dolapla değil, kendi eliyle öğütmelidir. [Bu hüküm müstehabı bildirmektedir]
1 gün ve gecede 2 kere yememelidir, israftır. Yanî doyduktan sonra acıkmadan 2. defa yememelidir. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem), Âişe (radıyallahü anhâ)’nın henüz acıkmadan ikinci kere yemek yediğini görünce «Sakın hâ acıkmadan iki kere yemek yemek israftır» buyurmuştur (*) [(*) Yemin keffâreti için bir fakır doyururken, günde 2 kere yemek yiyeceğl şer’î bir emir olduğu ve Ramazan-ı şerlide, akşam ve sahur vaktinde iki defa yendiği göz önüne alınırsa, günde 2 kere yemek değil, doyduktan sonra, 2. kere yemenin israf olacağı ortaya çıkar. (Mütercim).]
İmam Gazâlî (rahmetullahi aleyh) de günde 1 kere sahur vakti yiyeceği yemeği 2’ye ayırmalı, bir kısmını da iftar vakti yemelidir buyurmuştur. Sahur vakti yediği oruca, iftar vakti yediği de teheccüde kuvvet verir. (Oruç tutulmayan günlerde, bir sabah, bir akşam yemelidir. Acıkınca her zaman yiyebilir).
Devamlı etv e etsuyu çorbası yememelidir. Meleklerin gadabınave kalbin kararmasına yoi açar. Et alışkanlığı, içki alışkanlığı gibidir. Ezherî böyle demiştir. Fazla et yemekte de malı israf vardır (Muhtârı’s-sıhah).
Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) kasaba çok giden birini görünce, ona kamçısını kaldırırdı. Et, yağ ve çorbayı kırk gün hiç yememek de iyi değildir. Tabîati bozulur, ahlâkı kötüleşir. İhyâ’da hazret-i Alî (radıyallahü anhj’ın, «kırk gün et yemiyenin ahlâkı bozulur, 40 gün devamlı et yiyenin de kalbi kararır» buyurduğu yazılıdır.
Ekmeğin hamurunu iyice yoğurmalı, ekmek kursunu küçük yapmalı, sofraya yenecek kadar koymalıdır. Fazlası, gevşeklik, ni’meti küçümseme ve israftır. Ancak hüsn-ü niyet ile fazla konabilir. Şöyle ki, Horasan âlimlerinden biri, sofraya yenecek mikdardan fazla yemek koyardı. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem)’in «Din kardeşleri yemeği yeyip kalktıktan sonra, geride kalan yemeği yemekten hesap yoktur» buyurduğunu duydum. Sizden artan yemeği yemem için sofraya, yiyeceğinizden fazla koyuyorum derdi. Sofraya ekmeği az koymak da lâyık olmaz. Bu da mürüvvette noksanlıktır.
Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) yemeği, yerde kurulan sofrada yemeği severdi. Yüksek sofralarda yemek yemek kralların işidir. Onlar yemekte eğilmemeleri için böyle yapmaktadırlar. Mendil içinde yemek acemlerin, sofra üstünde yemek arabların âdetidir. Katâde’ye (radıyallahü anh), ne üstünde yemek yedikleri sorulunca, sofra üstünde buyurdu. Sofra, aslında müsâfirin yemeğine denir. Sonra yuvarlak deri için kullanılmıştır. Mesâbîh şerhi’nde böyle diyor.
Sofrada bakliyyat, yanî yerden biten yeşillik ve sebzeler bulundurulur. Şeytanı tard edicidir. İbrâhim Nehâî (rahimehullah), sebzesiz sofra akılsız ihtiyara benzer. Ca’fer-i Sâdık (radıyallahü teâlâ anh), malının ve evlâdının çoğalmasını isteyen sebze yemeğe devam etsin buyurmuştur. Rivâyet olundu ki, sofrada sebze, yeşillik bulununca melekler hazır olurlar. Bunun için sofrada yeşillik bulundurmak müstehabdır.
Haberde vârid oldu ki, Benî İsrail’e indirilen sofrada pırasa hariç her sebze vardı. O sofrada ayrıca başucunda sirke, kuyruk kısmında tuz bulunan bir balık vardı. 7 ekmek ve her ekmeğin üzerinde zeytin ve nar taneleri vardı. Bunlar bir arada olunca vücûda zarar vermez (İhyâ).
Yemek kabiarı topraktan, çamurdan veya odundan olmalıdır. Altın, gümüş kabda yemek ve içmek haramdır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Altın veya gümüş kaptan içen, karnında cehennem ateşinin gürültüsünü duyar» buyurulmuştur. Kalaylanmamış bakır veya sarı kaplarda yemek yemek mekruhdur. İnsanların aynı kabdan yemeleri Allahü teâlâ’ya sevgili gelir, sevabı çoktur ve kalblerin ülfet ve ünsiyyetini celb eder. Câbir’in (radıyallahü anh) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfde Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Allahü teâlâ, üzerine çok el uzanan yemeği sever» buyurmuştur. Mesâbîh’de diyor ki: Eshâb-ı kirâm (aleyhimürrıdvân) yâ Resûlâllah, yiyoruz, doymuyoruz dediler. Peygamber efendimiz: «Herhalde ayrı ayrı yiyorsunuz» buyurdu. Evet öyle yiyoruz dediler. «Yemeği beraber yeyiniz, Besmele çekiniz. O zaman yemeğiniz bereketli olur» buyurdu. Küçük kablarda bereket yoktur. Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem), 4 kişinin taşıyabildiği Garrâ isminde bir kabı vardı. Enes (radıyallahü anh) Peygamber efendimizin, yüksek sofra üzerinde ve yemeğin etrafında, iştiha açıcı ve hazm ettirici maddelerin bulunduğu küçük tabaklarda yemek yemediğini rivâyet etmiştir.
Yemeğe kendisi yaklaşır. Önüne getirmeleri için emir vermez. Çünki bunda yemeği hakaret, küçümseme ve kendisini büyük görme vardır ki, ikisi de haramdır. Yemek yerken ayakkabılarını çıkarır, mütevâzi bir şekilde oturur. Yemekte peygamberlerden (aleyhimüsselâm) birinin ismini taşıyan birinin bulunması müstehabdır. Bir eline de olsa dayanmaz. Sırtını bir şeye dayamaz. Çok rahat bir şekilde, bağdaş kurup oturmaz. Sünnet olan, yemeğe doğru biraz eğilmektir. Sol ayağı üzerine oturup sağ dizi diker. İmam Gazâlî’nin (rahimehullah) bildirdiği gibi, Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) böyle otururdu. Dizleri üstünde oturduğu da olurdu. Yemek yerken peygamberimiz: «Ben Allahü teâlâ’nın kuluyum, kul gibi yer, kul gibi otururum» buyururdu.
Selâm vermeyen kimseyi yemeğe çağırmaz, Meleklerin buğzuna sebeb olacağından acıkmadan önce yemek yemez. Yemeği Allahü teâlâ’ya ibâdet etmekte kuvvet kazanmak için yemeli, lezzet için, zevk için yememelidir. Niyetinde sâdık olan acıkmadan yemeğe el uzatamaz. Acıkmadan yemeyen ve doymadan sofradan kalkan kimselerin doktora ihtiyacı kalmaz.
Çok hayret verici şey olmadan gülmez. Gece uykusuz kalmadan gündüz uyumaz. Her yemeği tıka basa doyuncaya kadar yemez. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Dünyâda en çok doyanlar Kıyamet günü en uzun açlık çekeceklerdir» buyurmuştur. Âişe (radıyallahü anhâ) Resûlullah efendimizin hep doymadan kalktığını söylediğini yukarıda bildirdik. Resûl-i ekrem (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Karnı dolu olan kimse göklerin melekûtüne giremez» buyurmuştur. Lokman hakîm, oğluna verdiği bir nasihatinde: Oğlum, mideni doldurursan fikir uyur, hikmet susar ve âzaların ibâdetten geri kalır, demiştir.
Yine bir hadîs-i şerîfde: «Yer ile gök arasında her iyiliğin başı açlık, her kötülüğün başı da tokluktur» buyurulmuştur. Elden geldiği kadar açlığını devam ettirmelidir. Ancak burada hâlis niyyet lâzımdır. Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Dünyâda açlık çekenler, âhirette tok olacaklardır» hadîs-i şerîfi ve benzerlerini, meselâ Firdevs Cennetindeki ziyâfeti gözönüne almalıdır. Bunu ilk söyleyen Yahyâ bin Muâz (radıyallahü anh) olmuş: «Ey sıddîklar, kendinizi Firdevs Cennetindeki ziyâfet için aç bırakınız. Zîra acıktığınız nisbette yemeğe iştihanız olacaktır» demiştir.
Bilinmelidir ki, aç olmanın dünyâda bir çok fâideleri vardır. Açları unutmamaya sebeb olur. Rivâyet edildiği gibi Yûsuf aleyhisselâma, elinde Mısır’ın hazîneleri olduğu halde neden aç kalıyorsun? diye sorduklarında: «Doyunca açları unutmaktan korkuyorum» buyurmuştur. Açlık aklı parlatır. Zîra tokluk unutma meydana getirir, kalbi kör eder, zihni örter, düşünmeyi zayıflatır. Bu sebeble kalb ağırlaşır, anlama, idrâk etme zorlaşır. Çocuk da, çok yediği zaman hafızası iş yapamaz, zihni bozulur ve anlaması gecikir. Açlığın fâidelerinden biri de, göğsün genişlemesi, kalbin nurlanmasıdır.
Sabah kahvaltısını erken yapmalıdır. Bedene ve tabiate çok fâidesi vardır. Duhâ (kuşluk) vaktinden önce yapmalıdır. Hukemâdan biri oğluna verdiği nasihatte: «Ey oğlum, evinden hilmini almadan çıkma!» demiştir. Burada hilm’den maksad gıda almak, yanî sabah kahvaltısıdır. Zira yemek yiyince insanda hilm devam eder, şiddet zâil olur. Aynı zamanda karnı tok olan kimsenin çarşıda gördüğü şeylere isteği de azalır. İmam Gazâlî (rahmetullahi aleyh): «Genç ve dinç kalmak istiyen sabah kahvaltısını erken yapsın» demiştir.
Şerîr, kötü, aşağılık kimselerle yiyip içmemeli, ilim ve takvâ sâhibi kimselerle yeyip içmelidir. Çünki hikmet îrâs eder. İçki içilen sofraya oturmamalıdır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) : «Allahü teâlâ’ya ve âhiret gününe îman eden, içki sofrasına oturmasın!» buyurmuştur (Mesâbîh).
En’âm sûresi, 68. âyet-i kerîmesinde: «Zâlimlerle oturmayı şeytan unutturduğunda, hatırladıktan sonra artık onlarla oturma» buyurulmuştur. İhyâ kitâbında İmam Gazâlî (rahimehullah) buyuruyor ki: Arkadaşlarının gönlünü almak için içki içmeden içki masasına oturmanın mahzûru yoktur sanılmasın. Ameller niyyete göredir demek bu işde yanlıştır. Niyet ancak tâatlerde ve mubahlarda geçerlidir. Menhiyyâtda, yasak, harâm olan şeylerde niyyete bakılmaz. Harbe gitmek tâat olduğu halde, yiğitliği ile öğünmeğe veya ganimet malı toplamağa niyet ederse niyeti tâatten başka yöne çevrilmiş olur. Bütün mubahlarda da niyete bakılır. Fakat harâm olan işlerde niyete bakılmaz. Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Bir kimse bir mü’mini sevindirirse, Allahü teâlâ da onu mesrûr eder, sevindirir» hadîs-i şerifine imtisâlen, bir mü’min kardeşinin gönlünü sevindirmek için haram işlemesinde yardımcı olmasında, niyetinin fâidesi olmaz. Ameller niyete göredir buyurulması, harâm işlerde değil, tâat ve mubahlardadır. O halde içki masasına, arkadaşlarını memnun etmek için de olsa oturmamalıdır.
Yemeği sıcak yememeli, soğumasını beklemelidir. Sıcak yemekte mideye, bağırsaklara ve dişlere zarar olduğu tıb kitablarında yazılıdır. Bir hadîs-i şerîfde: «Üç şeyden bereket kaldırılmıştır. Soğuyuncaya kadar sıcak yemekten, ucuzlayıncaya kadar pahalı olan şeyden ve Allahü teâlâ’nın ismi zikredilmeyen şeyden». Yemek soğuyuncaya kadar üstü örtülü olmalıdır. Böyle yapmakta büyük bereket vardır. Az da olsa akşam yemeği yemeli, terk etmemelidir. Zevalden, öğleden sonra yenen yemeğe akşam yemeği denir. Bunu terk eden kimselerde zayıflama ve çabuk ihtiyarlama görülür. Haberde vârid oldu ki: «Damarları kesmek hastalanmağa, akşam yemeğini terk etmek kocamağa sebeb olur.»
Sıcak yemeğe düşen sineği iyice batırıp çıkarmalı, sonra atıp, yemeği yemeli, bunu kerih görmemelidir. Musannif (rahimehullah) sıcak yemek diye kayd koymuş ise de, bizim bu konuda gördüğümüz hadîs-i şeriflerde sıcak veya soğuk her yemeğe delâlet vardır. Hadîs-i şerîfde: «Sinek yemeğe düştüğünde iyice batırın. Zîra kanadının birinde zehir, diğerinde şifâ vardır» buyurulmuştur. Hadîs-i şerîfde önce zehir, sonra şifâ zikredilmesini Hattâbî (rahimehullah) hakikate hami etmiştir. Bir hayvanın iki parçasında zehir ve şifâ yaratması, Allahü teâlâ’nın hikmetinden uzak değildir. Nitekim akrep de iğnesiyle zehir akıtır, cirmi ile tedâvi edilir. İki kanat mecâzî anlamda da olabilir. Çünki sineğin bir kanadı battığında insan yemeği yemek istemez. Bu hastalık, zehir gibidir. Hepsi batırıldığında tiksinti kalkar, şifâ gibi olur. Bu da şifâ gibidir. Şerh-i Meşârık’da böyledir.
Yemekten önce el yıkamak, yemenin sünnetlerindendir. Fakirliği giderir. Dînî vazifeleri yapmağa kuvvet kazanmak niyyeti ile yemek yemek ibâdettir. Namazdan önce abdest alındığı gibi yemekten önce de eileri yıkamak uygun olur. Fakirliği gidermesi de, ni’meti edeb ile karşılamak ni’mete şükr etmek olacağı ve şükrün de ni’meti arttıracağı içindir. Yemekten sonra elleri yıkamakta da küçük günahların yok olması ve gözlerin sıhhat kazanması vardır. Yemekten önce el yıkarken önce gençler, sonra yaşlılar, yemekten sonra, önce yaşlılar yıkamalıdır. Boylece yaşlıların gençleri beklemesi ortadan kalkmış olmaktadır. Yemekten önce eller yıkandığında kurulanmaz. Böyle yapılması ellerin yıkandığının yemek esnasında da görülmesi içindir. Yemekten sonra eller yıkandığında bir peşkir ile kurulanmalıdır. Ellerin ıslaklığını gözlere de sürmek müstehabdır. Musannifin (rahimehullah) gözlerin sıhhat kazanması sözünde de buna işâret vardır. Ebû Hüreyre’nin (radıyallahü anh) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfde Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) : «Abdest aldığınız ve bitirdiğinizde gözlerinize su içiriniz (çekiniz). Ellerinizi silkelemeyiniz, zîra bu şeytanın yelpazesidir» buyurmuştur. Ebû Hüreyre’ye (radıyallahü anh), bu hem abdestte hem de abdest dışında böyle midir diye sordular. Evet buyurdu. Tek eli veya yalnız parmakları yıkamak yetmez. İki eli bileklere kadar yıkamak sünnettir (Gunye), (Avârif), (Künye).
Yemeğe başlarken Besmele çekmek ve hayır, bereket için düâ etmek de yeme içmenin sünnetlerindendir. ibni Abbâs (radıyallahü anhümâ), Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) : «Yemeğe başladığınız zaman, Allahümme bârik lenâ fîhi ve et’ımnâ hayren minhü deyiniz» buyurduğunu rivâyet etmiştir. Bu, sütten başka olan yemekler içindir, süt için ise: «Allahümme bârik lenâ fîmâ rezaktenâ ve zidnâ minhü». Sütün tahsîs edilmesi fâidesinin umûmî olmasındandır. Hiç bir şey hem yiyecek, hem içecek yerine geçmez. Süt ise, hem açlığı, hem de susuzluğu gidermektedir (Şerh-i Mesâbîh).
Besmeleyi, yemek yiyenlerin hepsinin duyması için yüksek sesle çekmelidir. Yemeğe başlarken unutan hatırladığı zaman, Bismillâhi evvelehü ve âhırehü demelidir. Böylece kusurunu telâfi etmiş olur. Abdestte böyle değildir. Başlarken Besmele çekmek sünnettir. Unutup ortada hatırlarsa da sünneti kaçırmış olur. Çünki abdestin hepsi bir ameldir. Yemekte ise her lokma bir yemek sayılır (Şerh-i Vikâye).
Ümeyye (radıyallahü anh) anlatıyor: Bir adam yemek yiyordu. Son lokmasına kadar Besmele çekmedi. Son lokmayı ağzına götürürken Bismillâhi evvelehü ve âhirehü dedi. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) bunu görünce güldü ve: «Şeytan onunla birlikte yemek yiyordu. Allahü teâlâ’nın ismini söyleyince, şeytan karnındakini kustu» buyurdu.
Yemeği bitirince İhlâs sûresini okumalıdır. İmam Gazâlî (rahmetullahi aleyh) Liîlâfi sûresini de okumalıdır buyurdu. Ebû Sa’îd (radıyallahü anh), Resûlullah efendimizin yemek yerken, «Elhamdü lillâhillezî et’amenâ ve sekanâ ve ce’alnâ minel müslimîn» buyurduğunu bildirmiştir. Yine Peygamber efendimizin: «Yemek yediğinde, Elhamdü lillâhillezî et’amenî hâzâ ve rezekanîhi min ğayri havlin minnî ve lâ kuvveh diyen kimsenin bütün geçmiş günahları afv olur» buyurduğu rivâyet olunmuştur (Avârif).
Buradaki duânın mânası, bana bu yemeği yediren ve benim hiç bir hareketim ve kuvvetim olmadan bana bu rızkı veren Allahü teâlâ’ya hamdolsun demektir. Bazıları yemeğin ilk lokmasında Bismillâh, ikinci lokmasında Bismillâhirrahmân, üçüncü lokmasında Bismillâhirrahmânirrahîm derdi. Hasen-i Basrî (rahmetullahi aleyh), harâm olan taâmın başında Besmele, sonunda Elhamdülillâh dememeği uygun görmüştür. Çünki bu lâ’neti gerektirir. Bâzı âlimler, halâl olan yemeğe başlarken Besmele çekilir, fakat halâl olsun, harâm olsun bitince Elhamdülillâh denir dediler (Künye). (*) [(*) Dikkat! Takvâ sâhibi âlimlerimiz, Kunye’nin bâzı haberleri zaildir buyurdular. Çünki sâhibi için Mu’tezilî olduğu söylenir. İmam Birgivî böyle buyuruyor. (Mütercim)]
Bizâziyye fetvâlarında şöyle denilmektedir: İçki içerken, zinâ ederken, kesinlikle harâm olan herhangi bir şeyi yerken veya tavla zarı atarken Besmele çekmek, Allahü teâlâ’nın ismini hafife almak olacağından küfürdür. Harzem âlimleri, bir şeyi tartan veya ölçen kimse, sayacağı zaman (Bismillâh, bir) diye saymalı, (Bir, Bismillâh) diye saymamalıdır. Besmele ile murâdı, sayı saymak olmamalıdır. (Çünki burada, Besmele istihfaf olunmaktadır).
Eğer sayı saymak isteyip de (Bismillâh, bir) yerine daha kısa olarak (her sayıda) Bismillâh derse kâfir olur. Bir kısım âlimlere göre, haram yemeği bitirince Elhamdülillâh demekle, haramdan halâs olduğu için kâfir olmaz. Bâzılarına göre de, harâm üzerine hamd vâki’ olduğundan kâfir olur. Niyyetine göre muâmele olunur. Hiçbir şeye niyyet etmezse kâfir olmaz. Çünki az önce küfr olmıyan ihtimâli bildirmiştik.
Yemeğe tuz ile başlamalıdır. Zîra birçok hastalıklara şifâdır. Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Yâ Alî! Yemeğe tuz ile başla, çünki tuz yetmiş çeşit hastalığa şifâdır. Bu hastalıklar arasında cinnet, cüzzâm, baras, mide ağrısı ve diş ağrısı da vardır» buyurduğu Avârif kitâbi nda yazılıdır.
Sağ eli ile yemeli, sağ eli ile içmelidir. Sol el ile yiyip içmemelidir. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh), Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) : «Sağ eliniz ile yeyip, sağ elinizle içiniz. Sağ elinizle alıp sağ elinizle veriniz. Çünki şeytan sol eli ile yer, sol eli ile içer, sol eli ile alır, sol eli ile verir» buyurduğunu rivâyet etmiştir.
Yemeği üç parmak ile yemelidir. Baş parmak, şehâdet parmağı ve orta parmağı kullanmalıdır. Burada, sünnete riâyet bakımından kaşıkla değil elle yemek daha evlâ olduğuna işâret edilmiştir. Hikâye olundu ki, Hârun Reşid, yemeklerin hâzır olduğu bir sofrada, kaşıkların da getirilmesini istedi. Yanında Ebû Yûsuf (rahimehullah) da vardı. İsrâ sûresi, 70. : «Muhakkak ki biz Âdemoğullarını mükerrem kıldık» âyet-i kerîmesini «Biz onlara yemek yiyecek parmaklar verdik» şeklinde tefsîr etti. Bunun üzerine Hârun Reşid fil dişinden hususî yapılmış kaşığını atıp eliyle yemeğe başladı.
Tefsîr-i kebîr’de anlatılmıştır. Yalnız baş ve şehâdet parmağı ile yememelidir. Baş parmağı ile de yenmez. İmâm Şâfiî (rahmetullahi aleyh) «1 parmakla yemek yemek gadabdan, 2 parmakla yemek kibirden, 3 parmakla yemek sünnetten, 4 ve 5 parmakla yemek de açgözlülük ve hırstandır» buyurmuştur.
Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve seilem) ekmeği sağ eline, karpuzu da sol eline alır, bir ekmekten, bir karpuzdan yerdi. «Allahü teâlâ ekmek ile karpuzu birlikte yiyen kimseden 70 çeşit hastalığı kaldırır» buyururdu. Yemek yerken ihtiyaç oldukça sol el de yardım için kullanılabilir. Ekmeği elden geldiği kadar mükerrem tutmalıdır. Çünki insanın ekmekten kopardığı her lokmada, başta Mîkâil aleyhisselâm olmak üzere, üçyüz altmış kişinin emeği vardır. Zîra Mîkâil aleyhisselâm rahmet hazînelerinden yağmuru çeker, tartar. Sonra yağmur bulutlarını, güneşi ve ayı hareket ettirmekle görevli melekler. Sonra hava melekleri, tarlada çalışan hayvanlar ve nihâyet ekmek pişirici, ekmek için çalışan işçilerdir. İbrâhim sûresi, 34. âyet-i kerîmesinde: «Allahü teâlâ’nın ni’metlerini saysanız sonunu getiremezsiniz» buyurulmuştur. Bunun gibi haberde şöyle vârid olmuştur: Bir. âbid, dostlarından birini yemeğe dâvet etti. Önüne ekmekler koydu. Dâvet edilen, ekmeklerin iyisini seçmek için biraz karıştırdı. Âbid: «Bırak! Ne yapıyorsun? O ekmekte nice kimselerin emeği ve nice hikmetler olduğunu bilmiyor musun. Su taşıyan bulutlar, tarlaları sulayan sular, hayvanlar ve sana gelinceye kadar kaç insan hep bu ekmek için çalışmışlardır. Sonra da sen kalkmış, hoşuna gideni bulmak için evirip çeviriyorsun!» dedi (İhyâ).
Ekmeği mükerrem tutmak, ona saygı göstermek yollarından biri,, az da olsa yere düşen ekmek kırıntılarını toplayıp Allahü teâlâ’nın ni’meti olduğu için ta’zîmen yemektir. İmâm Gazâlî (rahmetullahi aleyh) bu hususta: «Sofradan düşeni alıp yiyen genişlik, bolluk içinde yaşar ve çocukları âfiyette olur» hadîs-i şerifini kitabında bildirmiştir.
Denildi ki, sofradan toplanan kırıntılar, Cennetteki hûrîlerin mehridir. Yine ekmeğe saygı dolayısıyla ekmeği iki eliyle koparmalıdır. Bir eliyle ekmek koparılmaz. Parça ekmekler varsa bütün ekmek kesilmez.. Ekmeğin üstüne tabak, tuzluk gibi şeyler konmaz, ancak katık olarak yenen şey konabilir. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Ekmeğe saygı gösteriniz. Çünki Allahü teâlâ onu semânın bereketlerinden indirmiştir» buyurmuştur. Parmakları ve bıçağı ekmekle silmek mekruhdur. Ancak silip de yerse mekruh olmaz. Ekmeği tabağın yanına koymak, aynı hizâ ve aşağılıkta olacağı için mekruhdur. Ekmeğin kabuğunu veya içini yeyip gerisini atmak da mekruhdur. Bunların hepsinde ekmeği istihfaf vardır. Ekmeği istihfaf, yanî hafif görmek ve saygısızlık göstermek, pahalılık ve kıtlığa sebeb olur (Şerh-i Nikâye).
Yemek yerken gözü, önünde olmalı, sağa sola bakmamalıdır. Lokmayı küçük yapmalı, iyice çiğnemelidir. Birinci lokmayı yutmadan ikinci lokmaya el uzatmamalıdır. Ağzını fazla açmamalı, başını kaldırmamalıdır. Yemekte bulunanların hoşlanmama ihtimali olduğundan bedeni veya elbisesine dokunmamalıdır. Öksürürken veya aksırırken yüzünü yemekten başka tarafa çevirmelidir. Başkalarının lokmasına bakmamalı, ekmeği bıçakla kesmemelidir, çünkü mekruhdur. Mekruh değildir de denildi. Eti bıçakla kesmemelidir. Acemlerin zenginlerinin âdetidir. Eti dişlerle ısırıp yemek müstehabdır. Böyle yemek daha hazmettirici, şifâlı ve iyidir. Bu husustaki hadîs-i şerîfi Musannif (rahimehullah) ileride zikredecektir.
Sıcak yemeğe, soğutmak için üflenmez. Bu yasaktır. Soğuyuncaya kadar beklemelidir. Soğuk yemeği yemek daha kolaydır. Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ)’nın rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfde: «Yemeğe üflemek, bereketini giderir» buyurulmuştur. İbni Abbâs (radıyallahü anhümâ), Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) yemeğe ve suya üfürmediğini ve kabın içinde nefes almadığını söylemiştir. Zîra bunlar edebe aykırıdır (Avârif). Yemeği koklamamalıdır. Hulâsa başkasına hoş gelmeyecek davranışlarda bulunmamalıdır. Elini yediği kabın içine silkmemeli, lokmayı ağzına götürürken başını yemeğe doğru eğmemelidir. Ağzından çekirdek veya kemik gibi bir şey çıkarırken yüzünü döndürerek sol eliyle çıkarmalıdır. Yağlı lokmayı sirkeye ve sirkeyi de yağlı lokmaya katma- malıdır. Dişi ile kestiği lokmasını çorbaya ve sirkeye batırmamalıdır. Tiksinti veren şeylerden bahsetmemeli ve susmamalıdır. Yemek yerken susmak acemlerin âdetidir. Bilâkis sâlih kimselerin hikâyelerinden anlatmalıdır. Bunun için: Yemekte susmak câhillerin ve aşağılıkların âdetidir. Büyük âlimlerin âdeti değildir» buyurmuşlardır. Yanık, küflü veya kokmuş olmamak şartiyle ekmeğin her yeri yenip zâyi’ edilmez. Ancak çok yeyip bedeni ağırlaşınca zâyi’ edilmiş olur.
Çok yeyip şişmanlamak, göbek bağlamak insanı ibâdetten alıkoyar veya noksan yaptırır. Tabîati kötüleşir ve kalbi kararır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Allahü teâlâ’nın en sevmediği insanlar göbek şişirenlerdir» buyurmuştur. Ayrıca: «Dünyâda aç olanlar âhirette tok olacaklardır. Allahü teâlâ’nın en sevmediği kimseler geğirenler ile çok yeyip karın şişirenlerdir» buyurmuştur. Hasen-i Basrî (rahmetullahi aleyh), yer serhoşlardan feryâd ettiği gibi çok yeyip şişman olan kimseden de feryâd eder (Hâlisa).
Sümre bin Cündeb (radıyallahü anh)’ın oğlu çok yeyip, sonra kustu. Eğer ölseydin namazını kılmazdım buyurdu (Bostan).
Çok yemek çok su içmeğe, o da çok uyumağa sebeb olur. Uykuda da ömrün zâyi’ olması, teheccüdün kaçırılması vardır. Ömür, kulun en kıymetli cevheri ve sermayesidir. Onu en kazançlı âhiret işlerinde harcamalıdır. Çok yemek, ihtilâm olmağa, hamama gitmeğe sebebdir. Vitir namazını teheccüde bırakmışsa onu da kaçırabilir. Uyku âfetlerin kaynağıdır. Çok yemek de uykuya sebeb olmaktadır. Karnı doyduktan sonra Allahü teâlâ’nın haram kıldığı şeylere koşmak da çok yemenin zararlarındandır.
Yemek yerken, Allahü teâlâ’nın emirlerini yapmağa ve bedenini sıhhatli tutmağa niyet etmelidir. Beden taşıyıcıdır. Meşâyihın büyükleri, Allahü teâlâ ince hikmetleri ile insanda cismanî ve ruhânî cevherlerin en kıymetlilerini bir araya getirmiştir. Ruh ve kalbi, beden kalıbı taşımaktadır. Bedenin sağlamlığı, salâhı yemek iledir. Allahü teâlâ’nın âdeti böyledir. Bedeninin sağlığı niyeti ile yemek yiyen en fazla, doyuncaya kadar yer. Allahü teâlâ’yı zikretmekten, ona hamd ve şükretmekten geri durmaz. Selâm vermedikçe kimseyi yemeğe çağırmaz. Yanî selâmdan önce da’vet gerekmez. Fakat selâmdan sonra da’vet lâzımdır. Âdet olduğu üzere selâm vermek yemeğe da’vet olunmayı istemek demektir. Nitekim köylünün (halkın) selâmı maksadsız değildir demişlerdir.
Bizâziyye’de diyor ki: Yemeğe ihtiyacı olan bir kimse, yemek yiyen bir topluluğun yanından geçerken selâm verirse da’vet olunacağını, selâm vermezse da’vet olunmayacağını bilir. Selâm verinceye kadar beklemekte ihtiyat vardır. Acele çağırılınca da’vet olunan kimse minnet altında kalır. Halbuki selâmdan sonra da’vet edilirse bunda kabule yaklaşım daha çoktur.
Yemeğe da’vet edilen, ev sâhibinin gösterdiği yere oturur. Çünki ev sâhibi evinin gizli durumlarını başkasından iyi bilir. Yemek vakti kimsenin evine gitmez. Haberde şöyle vârid olmuştur: «Çağrılmayan yemeğe giden fâsık olarak gider ve haram yer». (Avârif)’de ise: «… hırsız olarak girer, perişan olarak çıkar» şeklinde yazılıdır. Ancak yemeğe gittiğinde, yemektekiler sevinecekse o zaman da’vetsiz gitmesinin mahzûru yoktur. İmam Gazâlî (rahmetullahi aleyh) buyuruyor ki: Yemeğe tesadüf eden da’vet edilip izin verilmedikçe yemek yemez. Bir de yemeğe çağıranların samîmiyyetine bakar. İsteyerek çağırıyorlarsa oturur. Kendisinden utanarak çağırıyorlarsa bir sebeb beyan edip yemeğe oturmaz.
Birkaç kişi birlikte yemek yediğinde, arkadaşlarının daha çok yemesi için çalışır. Yemek ortaklaşa da olsa, arkadaşlarına ikrâm ve îsâr eder, rızâlarını alır. Yalnız yediğinde de îsâr etmeli, ya’nî yemeğin fazlasını yetimlere, fakirlere vermelidir. Kıyâmet gününde sadakasının gölgesinde olur. Haberde böyle bildirilmiştir. Hulâsa başkaları ile yeyince sofrada bulunanlara, yalnız yeyince de fakirlere vermek için kendi yiyeceğinde kanâatkâr davranmalıdır. Sofradan kalkarken korku ile kalkar. Ümmet-i Muhammed’in (aleyhisselâm) açlarını doyuramadığından, bu yüzden Allahü teâlâ’nın kendisini muâhaze edeceğinden korkar. Yediği yemeğin kendisini günâh işlemeye hazırladığından korkar. Bu yemeğin Kıyâmet günündeki uzun hesabını nasıl vereceğinden korkar.
Hikâye olundu ki, Dâvûd-i Tâî (rahmetullahi aleyh) 1 fels’e sirke, yarım fels’e de sebze aldı. Kendi kendine: Ey Dâvûd! Kıyâmette bunun hesabını nasıl vereceksin? dedi. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) de, soğuk şerbeti içmekten sakınıp, «Beni, bunun hesabını vermekten muâf tutun» buyurmuştur.
Yemek yemenin sonunda helâya gitmek olduğunu düşünerek, onu kendisine bir belâ sayarak ondan kurtulmayı temenni eder.
Yemek yemenin sünnetlerinden birisi de, önünden yemektir. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Önünden ye!» buyurdu. Sonra mübârek elini meyvalar üzerinde dolaştırdı. Bunun sebebi sorulduğunda: «Hepsi bir nevi değildir» buyurdu. Yanî meyveler farklı cins ve büyüklüktedir denilmek istendi. Bir kabdan yeniyorsa, yanında oturanın önünden yenmez. Kabın içindekiler meyve gibi farklı ise önünden yeyip yememekte ihtilâf olundu. Meyvada cevaz verildiği gibi diğer yemekler için de Enes (radıyallahü anh)’ın aşağıdaki rivâyeti vardır: Bir terzi Resûlullah efendimizi yemeğe da’vet etti. Ben de beraber gittim. Sofrada arpa ekmeği ile içinde kabak ve parça et bulunan çorba vardı. Peygamber efendimizi, yemek kabının yanlarından kabak araştırdığını gördüm. [Yemeği kabın kenarından ve kendi önünden yemek ve meyvayı da yine kendi önünden, ancak tabağın ortasına kadar aimak uygundur]. Kabın ortasından yememelidir. Çünki bereket kabın üstünden iner, ibni Abbâs (radıyallahü anhümâ) anlatıyor: Resûlullah’a (sallâllahü aleyhi ve sellem), içinde tirid bulunan bir kab getirdiler: «Etrafından yeyin, ortasından yemeyin. Çünki bereket ortasından, iner» buyurdular (Mesâbîh). Önce kabın ortasından, üstünden yeyince alt kısmında bereket kalmaz. O halde önce kabın kenarlarından yemelidir. Böylece bereket kabın ortasına indirilir.
Yemek esnasında yiyenlerin yüzlerine ve lokmalarına bakılmaz. Önüne ve kendi lokmasına bakılır. Her iştahı çektiği şeyi yemek israf olur. Çok da olsa Allahü teâlâ’nın rızâsı için yenirse israf olmaz denildi.
Ebû Alî Rudbârî (rahimehullah) bir kimseden anlatır: O kimse ziyâfet verdi. Bin tane lamba yaktı. Birisi, israf etmişsin dedi. Ev sâhibi içeri gir! Allahü teâlâdan başkası için yanmış bir lamba varsa söndür, dedi. Adam içeri girdi. Hiç bir lambayı söndüremedi. Ebû Alî Rudbârî (rahimehullah) birkaç çuval şeker aldı. Tatlıcılara emretti. Şekerden balkonlu, çıkıntılı, süslü bir binâ maketi yaptılar. Sofileri da’vet etti. O yapıyı yıktılar ve şekerleri bölüştüler (İhyâ). Burada çok mal harcanmış, fakat Allahü teâlâ’nın rızâsı için olduğundan israf olmamıştır.
Tefsîr-i kebîr’de diyor ki: Hayır için çok mal veren birisine, israfta hayır yoktur denildi. O da hayırda israf yoktur diye cevab verdi. Buna karşılık Allahü teâlâ’dan başkası için yenilen yemek, verilen ziyâfet ve sadaka az da olsa israf olur.
Yemeği aşırı bir istek ile yiyen kimse hikmetten mahrum kalır. Yanî ibâdetine kuvvet kazanması için değil de sırf lezzet için yiyen ve doyduktan sonra da yemeğe devam eden kimse hikmetten mahrum kalır. Zîra, yemek dolu midede hikmet durmaz denilmiştir. Daha önce de geçtiği gibi, Lokman hakîm oğluna, mideni doldurursan tefekkürün durur, hikmet söyliyemezsin ve âzaların ibâdet yapamaz demiştir. İsâ aleyhisselâm altmış sabah hiç bir şey yemeden Rabbine münâcatta bulundu. Aklına ekmek geldi. Münâcâtı bıraktı. O sırada yanma konulmuş ekmek gördü. Münâcâtı bıraktığı için oturup ağladı. O halde iken bir yaşlı adam göründü. İsâ aleyhisselâm ona: «Ey Allah’ın velîsi! Allahü teâlâ’ya benim için duâ et, perîşân bir haldeyim. Onu bir ân için de olsa bıraktım» dedi. Şeyh, Allahım seni tanıdığımdan beri eğer aklıma bir ekmek gelmişse beni bağışlama dedi (İhyâ).
Ne kadar çok açıksa da, edebe riâyet etmek iyidir. Vekar üzere olmalı, hırs ve acele ile yememelidir.
Yemeğe yaşı en büyük olan veya ilmi, ameli ve vera’ı çok olan başlar. Hiç kimseye yemek yemesi için üç kereden fazla buyurun denmez, ısrar edilmez. Yemin verdirilmez. Fakat İbni Mübârek’in ve Ca’fer bin Muhammed’in (rahimehümallah) yaptıkları ısrar sayılmaz. İbni Mübârek (rahimehullah) en iyi meyvadan yemektekilere ikrâm eder, kim çok yerse çıkardığı çekirdek sayısınca ona dirhem vereceğim derdi. Sonra en fazla yiyen kimseye çıkardığı çekirdek kadar dirhem verirdi. Ca’fer bin Muhammed (rahimehullah) da, en çok yiyeni daha çok severim derdi.
Bu iki zât da, da’vetlilerden bir kısmının hayâ ederek, utanarak yemediklerini, bir kısmının da yapmacık ve gösterişle az yediklerini görüp hayâyı kırmak, riyâya engel olmak ve yemeğe neş’e katmak için öyle yaparlardı (İhyâ).
Ev sâhibinin misâfirlerle birlikte yemek yemeyip hizmet etmesinin bir mahzûru yoktur. Nitekim İbrâhim aleyhisselâm da, müsâfir şeklinde gelen meleklere böyle yapmıştı. Zâriyât sûresinde bildirildiği gibi, hanımına söyleyerek semiz bir dana kesmiş, meleklere yemez misiniz demişti. Melekler yemeyip âlim bir oğlu olacağını (İshak aleyhisselâm’a) müjdelemişlerdi.
Misâfirler yemekten el çekmeden, kendisi doysa bile çekilmeme- lidir. Çünki kendisi kalkınca misâfirler de utanıp kalkarlar. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) başkalarıyla yemek yediğinde en son kalkardı. Sofradakileri utandırmamak için küçük küçük lokmalar alıp ağır ağır yemelidir. Yemek az ise, başlangıçta biraz durup ortalarına doğru başlıyarak sonuna kadar yemelidir. Nitekim Peygamber efendimiz ve birçok sahâbî (radıyallahü anhüm) böyle yaparlardı. Herhangi bir sebeb ile yemek yememesi gerekiyorsa, özür dileyerek kalkmalıdır. Sofrada korkulu, iğrenç, çirkin şeyler anlatmamalı, ölümden, hastalıktan ve Cehennemden bahsetmemelidir. Yemeğin geldiği tarafa bakmamalı, birinci lokmayı yutmadan ikinci lokmayı almamalıdır. Başkaları da gelip ortak olur düşüncesiyle kulağı kapıda olmamalı, yemeği tek lokma hâline getirmemelidir. Herhangi bir hâceti için sofradan kalkmamalıdır. Ancak cemâati kaçırmak veya vakit dar olup namazı kaçırmak korkusu varsa, yemekten önce namaz kılınır. Vakit geniş ise ve yemek hâzır ise önce yemek yenir. Çünki insan aç olmasa da, kalbi kurulu sofraya meyi eder (İhyâ).
Yemek bittikten sonra sofra kaldırılıncaya kadar bekleyip sonra kalkmalıdır. Yemek yerken kimse için ayağa kalkılmaz. Sâhibinin izni olmadan başkasına yemekten bir şey verilmez. Mecma’u’i-fetâvâ’da diyor ki: Misâfirlerin birbirlerine lokma vermesinde âdete bakılır. Sofrada duran hizmetçilere veya kediye bir şey yedirmek câizdir. Köpeğe yanık ekmekten başkası sofrada verilmez.
Yolda, ayakta ve yürüyerek yemek çirkindir ve kötüdür. Çarşıda yemek zamâna ve âdete göre değişir. [Zamanın insanları arasında iyi karşılanmıyacak şekilde yememelidir]. Ekmeğin ortasından değil kenarından yemeğe başlamalıdır. Önce de geçtiği gibi bereket ortaya iner. Sofraya bir yemek konmalı, lezzet ve şehvetler için çeşitli yiyecek ve içecekler konmamalıdır. Çeşitli yemekler fâsıkların taâmıdır.
Yiyecek ve içeceği çok fazla bulundurmak israf ve lüks olup kalbi öldürür. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) : «Kalblerinizi çok yemek ve içmekle öldürmeyiniz» buyurmuştur. Kalb, tarla gibidir. Çok su verilirse ölür. Çok yemek, içmek Allahü teâlâ’nın buğzuna sebeb olur. Bir hadîs-i şerîfde: «Allahü teâlâ’nın en sevmediği kimseler, çok uyuyan, çok yiyen ve çok içenlerdir» buyurulmuştur. Karnı doyan insanların âzalarının daha kolay haramlara yöneldiği bilinen bir gerçektir. Üstad Ebû Ca’fer (rahimehullah) ne güzel söylemiştir: Karın iki hâldedir: Aç olursa, diğer âzalar tok ve sâkin olur, hiç bir şey istemezler. Tok olursa, diğer âzalar aç olur. Her şeyi isterler (İhyâ).
Hulâsa insanın söz ve işleri, yemesi ve içmesine göredir. İnsanın içine haram girerse, haram işler meydana gelir. Fuzulî şeyler yerse, fuzulî işler yapar. Yemek, insanın yaptığı işlerin tohumudur. Fiiller yemek tohumundan beslenip yetişirler. Fazla yemek Kıyâmette aç kalmağa sebeb olur. Hadîs-i şerîfde: «Kıyâmette en çok aç olanlar, dünyâda en çok tok olanlardır» buyurulmuştur. Tokluk her hastalığın kaynağıdır. Açlık ise, her şifânın aslı ve temelidir. Birçok hastalıkların normal sebebi, çok yemek ve mide ve damarların lüzumundan fazla şeylerle doldurulmasıdır. Sonra hastalık insanı ibâdetten alıkoyar, kalbi teşvîş eder, karıştırır, zikir ve fikirden men’eder, hayatına keder katar, kan aldırmaya mecbur bırakır, doktora ve ilâca muhtâc eder. Bunların hepsi insanı yorgunluğa, eziyyet altında inlemeğe sürükler. Bu sıkıntıların yanında bir de insan günahlardan ve şübhelilerden kurtulamaz. Halbuki açlıkta bunların hiçbiri yoktur.
İmam Gazâlî (rahimehullah)’ın da naklettiği gibi, edebine riâyet ederek buğday ekmeğini katıksız yiyen, ölümden başka bir hastalık görmez denilmiştir. Edebi nedir diye sorulduğunda: «Acıkmadan yememek ve doymadan kalkmaktır» denildi. Tabiblerden biri, çok yemenin kötülüğü hakkında diyor ki: İnsanın midesine giren en fâideli şey nar, en zararlısı da tuzdur. Ancak tuzdan az yemek, nardan çok yemekten iyidir. Hârûn Reşid 4 doktoru topladı. Bunlar Hind, Rum, Irak ve Sevâdî idiler. Herbiriniz bana, içinde hastalık olmayan ilâç, deva söyleyin dedi. Hindli, Siyah İhlilic’i, devâ olarak söyledi. Rûmî, beyaz reşad tanesidir dedi. İraklı sıcak su dedi. İçlerinde en bilgili olan Sevâdî, İhlilic, mideyi kabz eder, onun için hastalıktır. Beyaz reşad tanesi, mideyi incelttiği için bir ilâç değil hastalıktır. Sıcak su da mideyi gevşettiği için yine bir hastalıktır dedi. O halde senin söyliyeceğin ilâç nedir? diye sordular. Bence iştihâsı olmadan yememek ve iştihâsı varken yemekten kalkmaktır dedi. Bunun üzerine, doğru söyledin ey Sevâdî dediler (İhyâ).
Yemenin en aşağı derecesi, midenin üçde biri yemek, üçde biri su ve üçde biri de hava ile dolu olmaktır. Orta derecesi midenin yarısı yiyecek içecek ile dolu olmasıdır. En yüksek derecesi hastanın yediği kadar yemektir. Uykusu da, suya dalanın uykusu gibi olmaktır. Riyâzet çeken müridlerin bâzıları, 30 gün, 40 gün kadar hiçbir şey yemeden durmuşlardır. İsâ aleyhisselâm 40 gün hîç bir şey yemeden durmuştur. Bu onun bir mu’cizesidir. Riyâzet çeken bir mürid bir râhibe rastlar. Mürid, râhibe: 50 gün aç durursam müsliman olur musun? der. Râhib kabûl eder. Mürid 60 gün râhibin gözü önünde hiçbir şey yemeden durur. Râhib müsliman olur (İhyâ).
Doyduktan sonra yemekten kaçınmalıdır. Çünki haramdır. Baras (Cildde yer yer görülen beyazlıklar) hastalığına yol açar. Yiyecek ve içeceklerin kusurları araştırılmaz. İştihâsı varsa yemeli, yoksa yememelidir. Nitekim Peygamber efendimiz de böyle yaparlardı. «Bir kişilik yemek iki kişiye yeter» hadîs-i şerifine göre 1 kişilik yemeği olan bunu 2 kişiye çıkarabilir. Bunun gibi 2 kişilik yemek 4 kişiye, dört kişilik yemek de sekiz kişiye verilebilir. Bir kişilik yemeği iki kişi yediğinde her biri yarı doymuş olur. Bu kadar yiyen de açlıktan ölmez. Maksad da doyabileceği yemeğin yarısını yeyip geri kalanı fakirlere vermektir. Müsâfir ev sâhibinden tuz ile su istiyebilir. Belirli bir şeyi istemesi doğru olmaz. Çünki istediği şey bulunmazsa ev sâhibi mahcûb olur. Ancak ev sâhibinin isteğini hoş karşılayacağından hattâ memnun olacağından emîn ise isteyebilir. İmam Şafiî (rahmetullahi aleyh) böyle yapmıştır. Bağdad’a indiğinde Za’ferânî her gün bir kâğıda yemek çeşitlerini yazar bir câriye ile gönderirdi. Bir gün İmâm Şâfiî listeye bir çeşit de kendi el yazısıyla ekledi. Câriye Za’ferânîye gelip, şu yemeği yapalım deyince hoş karşılamadı. Bununla ne istiyorsun dedi. Câriye İmam Şâfiî’nin (rahimehullah) yazısını gösterince Za’ferânî çok memnun oldu. Sevincinden câriyeyi de âzâd etti.
Ebû Bekr-i Kettânî (rahmetullahi aleyh) anlatıyor: Sırrî Sekatî (rahimehullahj’ın yanına girdim. Meyve suyu getirdi. Yarısını bardağa koyuyordu. Ne yapıyorsun? Onun hepsini bir defada içerim dedim. Güldü ve bu senin için bir hacdan efdaldir dedi (İhyâ).
Ev sâhibi müsâfirine kendi eliyle lokma yedirir. Bu hüsn-ü muaşeret ve müsâfire ikramdandır. Ev sâhibinin müsâfirin eline su dökmesi de ikrâm olur. İmam Mâlik, kendisinden Muvatta’yı öğrenmeye gelen İmâm Şâfiî’ye (rahimehümallah) ilk indiğinde, benden gördüğün bu hareket seni şaşırtmasın. Müsâfire hizmet etmek farzdır diyerek eline su dökmüştür. Hârun Reşîd Ebû Muâviye-i Darir’i (rahimehullah) da’vet etti. Leğende elini yıkarken su döktü. Ebû Muâviye’ye eline kimin su döktüğünü biliyor musun? dediler. Hayır dedi. Emîrü’l-mü’minîn Hârun Reşîd su döktü dediler. Bunun üzerine gözleri kör olan Ebû Muâviye: Yâ Emîre’l-mü’minîn! Sen ilme ikrâm ettin, yüksek tuttun. Allahü teâlâ da seni yüceltsin ve ilme ikrâm ettiğin gibi ikrâm etsin, dedi.
Ev sâhibi, sevdiği yemekleri kendine bırakmayıp müsâfirine ikrâm eder. Sevdiği kimselerin yemesinden hoşlanır. Sofradan düşen kırıntı ve lokmaları eliyle alıp yemeli, temiz değilse kediye köpeğe vermelidir. Şerh-i Mesâbîh’de bildirildiği gibi sofradan yere düşenler toplanmazsa şeytan yer denilmektedir. Kırıntıların toplandığı evin bereketi artar. Torunlarına bile ulaşır.
İmam Gulâbâdî (rahimehullah) şeytan cisim olduğu için şeytanın yemesi gerçekten olur dedi. Bâzı âlimler ise şeytanın yemesi mecâz olarak düşünülür dediler. Yere düşenleri alıp yememek kibirdendir. Kibri sebebi ile ni’met zâyi’ olmaktadır.
Yemekten sonra üç parmak yalanır. İbni Abbâs (radıyallahü anhümâ)’nın rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfde Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) «Yemek yediğinizde parmağınızı yalamadan elinizi silmeyiniz» buyurmuştur. Yemeği 3 parmakla yemek sünnet olduğundan 3 parmak yalanır. Yemeği bitirmeden önce parmakları yalamadan bir şey ile silmemelidir (Tenvîr). Bereket parmaklarda yalanan şeyde olabilir. Onun için önce yalayıp sonra silmeli veya yıkamalıdır. Sonra tabağı dili ile yalar. Zîra tabak, kendisini yalayan kimseye istiğfar eder. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) : «Bir kimse bir tabakta yemek yeyip sonra tabağı yalarsa, o tabak o kimse için istiğfar eder» buyurmuştur. Muhaddisler bu hadîs-i şerîfin mânası için şöyle dediler: Tabağı yalamak, tevâzuunu ve zavallılığını göstermek olup, Allahü teâlâ’nın verdiği ni’mete ta’zîm ve onu telef olmaktan korumaktır. Bunları yapan mağfiret olunur. Bu mağfiret tabak sebebi ile olduğundan sanki tabak o kimse için ;mağfiret istemiş olmaktadır. Tabağı yalamazsa eli ile silmelidir. Enes (radıyallahü anh), Resûlullahın (sallâllahü aleyhi ve sellem) tabakları silmeyi emir buyurduğunu bildirmiştir. Ayran, hoşaf gibi şey artığına su koyup çalkalayıp içmek çok sevabdır. Tabakda, bardakta artık bırakmak câizdir. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) mü’minin artığını yemesini severdi.
Yemekten sonra dişleri hılâllamalıdır. Kürdan kullanmalıdır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) : «Hilâllayınız! Çünkü bu temizliktir. Temizlik îmânı kuvvetlendirir. İman da sâhibini Cennete götürür» buyurmuştur (Avârif). Dişleri hilâllamak dişleri sıhhatli kılar. Boston’da, İbni Ömer (radıyallahü anhümâ) kürdan kullanmayı emretti ve kürdanı terk edenin dişleri zayıf kalır dedi. Ayrıca hilâllamak rızkı celb eder. Dişlerin arasından kürdan ile çıkanı yutmamalıdır. Dili ile dişlerinin dibinden çıkardığı yutulabilir (İhyâ) ve (Avârif). Fesleğen, nar dalından, kamıştan, incir, ılgın ve süpürgeden hilâl (kürdan) olmaz. Yemekden sonra eller yıkanır. Ev sâhibine, bereket, rahmet ve mağfiret ile duâ edilir. Sonra gitmeğe izin istenir. Fakîh Ebülleys (rahimehullah) diyor ki: Müsâfire 4 şey vâcibdir:
1. Ev sâhibinin gösterdiği yere oturmak.
2. İkrâm edilen şeye râzı olmak.
3. Ev sâhibinin izni olmadan kalkmamak.
4. Çıkarken ev sâhibine düâ etmek.
Ağzında, elinde et, balık, yağ, yemek kokusu varken yatmamalıdır. Şeytandan bir âfet isâbet eder. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) Resûlullahın (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Elinde et, balık, yağ kokusu varken uyuyan, bir musibete düşerse, kendinden başkasını ayıblamasın» buyurduğunu bildirmiştir.
Çocukların da elini, ağzını, dudaklarını yıkamalı, yağlı bırakmamalıdır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) ellerini, kollarını, yüzünü yıkar, başına mesh ederdi. Ayaklarını yıkamaz ve mesh etmezdi. «Ateşin dokunduğu şey yendiğinde abdest böyle alınır» buyururdu. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) yemekten sonra Allahü teâlâ’ya 4 şey ile hamdederdi. Kendisini yedirdiği, içirdiği, kolayca çiğneyip yuttuğu ve yiyeceklerin fâideli kısmının vücudda et ve kuvvet olup zararlı kısmının atıldığı içindi. Bu, Allahü teâlâ’nın mahlûkatına verdiği lûtf ve ihsanıdır. Yarattıklarını en güzel özellikler ile yaratan Rabbimiz noksan sıfatlardan münezzehdir.
Yenilen yemeği zikir ve namaz ile hazm etmelidir. Tok iken uyumamalıdır, kalbi karartır. Bir hadîs-i şerifte: «Yediğinizi namaz ve zikir ile eritin» buyurulmuştur. Bunun asgarîsi, en azı 4 rek’at namaz veya 100 tesbîh, yâhud 1 cüz Kur’ân-ı kerîm okumaktır (İhyâ).
Yemekten sonra kılınan 2 rek’at namaz Allahü teâlâ’nın verdiği ni’mete şükretmek içindir. Kıyâmette bunun hesabını nasıl vereceğini de düşünür. Çünki Allahü teâlâ verdiği ni’metlerin hesabını Kıyâmette soracaktır. Bu ni’metlerden bâzıları, yemek, gölgede uyumak, tatlı su içmek, sıhhat ve emniyyet içinde olmaktır. Bunlar hadîs-i şeriflerde zikr edildiği, çok anlatıldığı için bilhassa yazılmıştır. Yoksa Rabbimizin ni’metleri sayıya sığmaz. Kâdî Beydâvî (rahmetullahi aleyh) Tekâsür sûresi, son âyetinin: «Sonra o gün elbette ni’metlerden sorulacaksınız» tefsirinde diyor ki: İnsanı dîninden meşgul eden her şeyden sorulacaktır. Ni’metler de insanı dinden meşgul eder. Her ikisine de şâmildir diyenler oldu. Her ni’metin şükründen sorulacaktır. Yarınları düşünerek çok yiyecek biriktirmemelidir. Tûl-i emel olur.
Yiyecekleri alıp verirken tartmalıdır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) : «Bereketli olması için yiyeceklerinizi tartın» buyurmuştur. Burada tartmaktan maksad, çoluk çocuğuna yetecek miktarı bilip ona göre almaktır. Fazla almak israf, az almak taktîr olur. Alışverişi, borcu ve benzeri şeyleri israf ve taktîre kaçmadan yapmalıdır. Sünnet-i seniyyeye uyan, dünyâda büyük bereketini, âhirette de mükâfatını görecektir. Mazhar kitâbında da böyle diyor.