Allahü teâlâ’yı zikretmek, amellerin en çetini ve fakat ecir bakımından en büyüğüdür. Zikri ancak nefsini tezkiye, kalbini tasfiye, Allah’dan başka düşünceleri yok etmeğe gayret eden ve bütün gücü ile Allahü teâlâ’ya yönelen kimse bilir.
Bilinmelidir ki, buradaki zikir, yalnız Lâ ilâhe iliâllah kelimesi değil, daha umûmî mânada ele alınmıştır. Sehl bin Abdullah (kuddise sirruh) diyor ki: Hâlis olarak, Lâ ilâhe iliâllah diyen kimsenin alacağı karşılık, Allahü teâlâ’ya nazar etmektir. Cennet amellerin karşılığıdır. Zikrin karşılığı hakkında Bakara sûresi, 152. âyet-i kerîmesi: «Beni zikr edin ki, ben de sizi zikr edeyim» sana kâfî gelir.
Zikir kalblerin cilâsıdır. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) : «Her şeyin bir cilâsı vardır. Kalblerin cilâsı da Allahü teâlâ’nın zikridir» buyurmuştur. Zikir îmânın alâmetidir. Lâ ilâhe illâllah diyen müşrikin islâmına hükmolunur. Zikir nifaktan berâettir. Bir hadîs-i şerîfde : «Allahü teâlâ’yı zikretmek îmânın alâmetidir. Nifaktan, münâfıklıktan kurtuluştur. Şeytana karşı bir kal’adır. Ateşe karşı bir siperdir» buyurulmuştur (Tenbihü’l-gâfilîn).
Zikir, ibâdetin özü, işlerin, ihtiyaçların görülmesi için bir anahtardır.
Zikrin sünnetleri ve âdâbındandır: Kalbin huzûru, sırrın hulûsu ile ve sessiz olarak yapılmalıdır. Sessiz zikir, cehrî zikirden 70 kat efdaldir. A’raf sûresi, 55. âyet-i kerîmesinde: «Rabbinize tazarru’ ile ve sessiz olarak duâ edin» buyurulmuştur. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) de : «En iyi zikir, gizli yapılan zikirdir» buyurmuştur. Hafî olan zikirde Allahü teâlâya karşı daha çok ihlâs, riyâdan, gösterişte daha çok uzaklık vardır. Fâidesi, semeresi de tecrube ile sâbittir (Hadâık).
Ebû Mûsel Eş’arî (radıyallahü anh) bildirdi ki: Hayber gazâsından dönüyorduk. Bir vâdiye geldiğimizde, halk yüksek sesle tekbir getirmeğe başladılar. Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem) o zaman halka hitâben: «Ey insanlar! Kendinize gelin! Siz sağır ve gaibi çağırmıyorsunuz. Siz işiten ve yakında olana sesleniyorsunuz. O sizinle beraberdir» buyurdu. Buna benzer hafî, sessiz zikrin müstehab olduğuna dair hadîs-i şerîfler rivâyet edilmiştir. Ancak Keşşâf kitâbını şerh eden diyor ki: Sesli veya sessiz zikir yapmak yerine göre değişir. Meselâ mürşid olan şeyh, henüz başlangıçta olan mürîdine, yerleşmiş düşüncelerini kalbinden atması için yüksek sesie zikri emredebilir. Şerh-i Meşârık’da da böyledir. Mazhar’da da buna uygun olarak şöyle denilmektedir: Yüksek sesle zikretmek câizdir. Hattâ riyâ olmadan yapılırsa müstehabdır. Böylece din meydana çıkmış olur ve zikrin bereketi evlerde, odalarda ve diğer yerlerde bulunan dinleyenlere ve canlılara ulaşır. Zikreden kimseye de Kıyâmet günü sesini işiten her yaş ve kuru olan mahlûk şehâdet ederler. Meşâyıhdan bir kısmı, zikrin sessiz olmasını tercih ettiler, çünki gizli, sessiz yapılan zikir, riyâdan daha uzaktır. Bu niyete bağlıdır. Niyetinde sâdık olanın yüksek sesle Kur’ân-ı kerîm okuması ve zikretmesi daha iyidir. Riyâ karışmasından korkan kimsenin de sessiz zikr etmesi daha iyidir.
SÜÂL: İbni Mes’ûd (radıyallahü anh) mescidde toplanıp yüksek sesle, lâ ilâhe iliâllah diyen bir cemâate, ben sizi bid’at sâhibi görüyorum diyerek mescidden çıkardı. Bu hareket, yüksek sesle zikretmenin mekruh olduğunu göstermez mi?
CEVÂB: İbni Mes’ûd (radıyallahü anh)’ın onlara engel olması, yalnız yüksek sesle zikir yaptıkları için değildi. Belki toplu halde bulunmalarından ve bundan başka uygunsuz hal ve davranışlarındandı.
Zikr-i hafî ancak etrafa saçılan güzel koku ile tanınır. Zikr-i hafî ile, dil karışmaksızın yalnız kalb ile olan zikir kasdedilmiştir. Bu zikrin kalem ve dil ile anlatılamıyan zevki vardır. Bu zikir, yukarıda geçen (zikrin sünnetlerinden biri de, zikri ihfâ etmektir) sözünden başkadır. Orada dil ile, fakat yüksek sesle olmayan zikir kasdedilmiştir. O halde iki söz arasında ayrılık yoktur.
Şerh-i Mesâbîh’de tehlîl, tesbîh ve benzerlerinin yalnız kalb ile olanı mı, yoksa kalbin hâzır olması ile birlikte dil ile olanı mı efdal olduğu hakkında ihtilâf edildi denildi. Birincisinin efdal olduğunu söyleyenler, gizli yapılan amel efdaldir diye delil getirdiler. İkincisini tercih edenler ise, bu zikirde amel daha çoktur; sevabı da daha çok olması iktizâ eder diye delil getirdiler. Sahîh olan İkincisidir. İmâm-ı Nevevî (rahmetullahi aleyh) de Müslim Şerhi’nde bu görüşü tercih etmiştir. Tam bir istek içinde zikreden mürîd, zikr-i hafîye kavuştuğu zaman tevhid kelimesini söyleme zamanında nefesi misk gibi kokar. Büyüklerden bir kısmının bir yere oturduklarında üzerlerinde hiç bir koku olmadığı halde, o yerin hâlis misk gibi koktuğu rivâyet edilmiştir. Çok kere de o anda aldığı nefeslerin nûr hâlinde çıktığı görülmüştür. Bu makamı cesedimdeki rûh menzilesinde olan şeyhim ve mürşidimden duyduktan sonra hâsıl olan şüphemi arz ettiğimde onları bana öğretti. Kalbin zikrini meleğin yazması hususunda da ihtilâf olundu. Bâzıları, melekler kalb ile yapılan zikri güzel koku gibi alâmetlerinden anlayarak yazarlar dediler. Bir kısım âlimler de kalb ile yapılan zikri Allahü teâlâ’dan başka kimse bilemiyeceği için melekler yazmaz dediler. Sahîh olan Ekmelüddîn’in Şerh-i Meşârık kitâbında bildirildiği gibi birincisidir.
Zikrin efdal olanını seçmelidir. Bu da kelime-i tevhîddir. Resûlullah’ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) buyurduğu gibi: «Zikrin en faziletlisi lâ ilâhe iliâllah, duânın en faziletlisi elhamdülillâh’dır». Yine bir hadîs-i şerîfde: «Benim ve benden önceki peygamberlerin dediği en üstün şey, lâ ilâhe illâllah’dır» buyurulmuştur. Enes bin Mâlik (radıyallahü anh) rivâyetiyle Resûlullah (sallâllahü aleyhi ve sellem): «Sabah akşam lâ ilâhe iliâllah diyen kimsenin bu tevhîdleri birleşerek hatâlarını kırıp geçirirler. Bununla Allahü teâlâ katında bir ahd olur ki, bu ahd tevhîd’dir» buyurmuştur. Yine aynı rivâyetle bir hadîs-i şerîfde: «Gecenin veya gündüzün bir sâatinde, lâ ilâhe iliâllah diyen kimsenin sahîfesinde bulunan kötülükler silinir. Bunların yerine o kadar sevab yazılır» buyurulmuştur (Tergîb) ve (Hâlisa).
Kelime-i tevhîdi, sesini uzatarak söylemelidir. Böylece her uzvu ondan nasibini alır. Gâfiller arasında ve çarşıda, kalabalık yerlerde zikretmeği ganîmet bilmelidir. Çarşıda pazarda kelime-i tevhîdi söylemek çok kere bir gâfilin uyanmasına veya bir fâsıkın yola gelmesine sebeb olur. Kunye’de diyor ki: Fısk meclisinde zikreden bir kimse, onlar fısk ile meşgul oluyorlar, ben de Allahü teâlâ’yı zikredeyim diyerek niyet ederse çarşıda zikredenler gibi olur. Böyle zikr etmek başka yerlerdeki zikirden efdaldir. Her şeyin doğrusunu Allahü teâlâ bilir.