Sual: Reformcu (Dinlerin, sosyal düzenlerin, kısaca ilâhî ve beşeri bütün kanunların içinde ortak olan bir şey var: korku. İslamiyet, yalnız sosyal menfaatleri yapmak ve sosyal kötülükleri yasaklamak şekline sokulabilir. Fıkıh âlimlerinin görüşleri böyle olsaydı, bugün en güzel kanun, İslamiyet olurdu. Fakat fıkıh âlimleri, bütün işleri Cehennemin azâbına ve Cennetin nimetlerine bağladıkları için, İslamiyeti sosyal bir nizamdan mahrum bıraktılar. Müslümanlar, Allahın büyüklüğünü ve tabiattaki incelikleri araştırıp anlayarak, Allahı sevecekleri yerde, Onun Cehenneminden korkarlar ve zâlimlerin eline düşüreceğinden korkarlar. Çocuklar babalarından, kadınlar kocalarından korkarlar. Müslümanlarda olan bu korku, sosyal hayatın düzenlenmesini, ateşten bir zincirle bağlamaktadır. Korkunun hâsıl ettiği kuvvetten doğan yapma, sahte ve geçici bir topluluktan ise, akıl ve zeka ile bağlanarak, sevişerek, kalpten doğan bir sevinç ile birleşenlerin topluluğu, elbette daha iyi, daha samimi ve devamlıdır. İnsanlar Allahını, Peygamberlerini, dinini, hükümetini, nefsini, ailesini ve milletini korku ile değil, Allah, Peygamber, din, hükümet, aile ve millet olduğu için sevmelidir) diyor. Buna ne cevap vermek lazım?

Cevap: Reformcu, Allah korkusu ile hükümet, ana baba korkularını tek bir açıdan görmekle, din işlerinde siyasi ve içtimai alanda bir kâlemde reform yapmaya kalkışmaktadır. Dikta, zulüm üzerine kurulan toplulukları, İslamiyet de reddetmektedir. “Sadakaların en kıymetlisi, zalim hükümet adamları yanında söylenen doğru sözdür” ve “Ümmetim, zalime zalim demekten çekinecek bir hâle gelirse, Allahü teâlâ onlara yardım etmez” gibi hadis-i şerifler, bunu göstermektedir. O hâlde zalim hükümetlerin sebep olduğu sosyal hastalıkları, din-i İslama yükletmeye çalışmak, açık bir haksızlıktır. Din-i İslam, zâlimlerin sahte ve geçici kuvvetlerine dayanan korkuları her zaman reddetmiştir. Reformcu, korkunun çeşitli sebeplerini birbiri ile karıştırmaktadır. Allah korkusunun sebebi, bu sahte ve geçici kuvvetlere hiç benzemez ve buna bağlı olan zincir hiç kopmaz. Kuvvet çoğaldıkça hak ile birleşir. Bunun içindir ki muharebelerin, ihtilallerin neticesi, yalnız galip taraf için bir hak sağlamaktadır. Eğer muharebe edenlerden daha kuvvetli başka bir devlet hakem olursa, galibin hakkını, sınırlayabilir. Görülüyor ki kuvvet çok olduğu zaman da, sınırlanabilir ve haktan ayrılabilir. Üstünde hiçbir kuvvet bulunmayan, bütün kuvvetlerin kaynağı olan Allahü teâlânın kuvveti, hak ve hakikatin de kaynağıdır. Bunun içindir ki Allahü teâlânın kuvvetinden korkmak ve titremek de, onu sevmek gibi ulvi ve ruhidir.

Bu dünyada büyükleri sevmek ve saymak, şeref ve kıymeti sarsıcı bir sebep görülmediği hâlde, bunlardan korkmak, küçüklük sayılmaktadır. Halbuki İslamiyette yükselmiş olanlar, Allahü teâlâya karşı küçülmeyi en büyük şeref bilirler. İşte bu fark, korkunun kıymetli olduğu ince bir noktadır. İnsan ne kadar olgunlaşsa, ruhani olsa, maddelikten kurtulamayacağı için, maddi ihtiyaçlarla ve maddi tehlikelerle yine ilgilenir. Bunun için, korku ile olan bağlılık en sağlam ve en kıymetli olur. Reformcu, bu bağlılığın sağlam olmadığını söylüyor. Çünkü, korku ile bağlanan şahsın fırsat bulunca değiştiğini görmektedir. Halbuki insan, gizli ve açıktaki bütün işlerini gören ve bilen ve hiç aldanmayan Allahü teâlâya karşı bir an fırsat bulamaz. Hadis-i şerifte, “Suheyb-i Rumi ne iyi bir kuldur. Allahtan korkmasaydı da, yine hiç günah işlemezdi” buyuruldu. Bu hadis-i şerif, birleşmeyi temin etmekte korkunun kuvvetli bir sebep olduğunu göstermektedir. Reformcuların, Allah korkusu ile Allah sevgisini başka başka bilmeleri ve ikincisini beğenip, birincisine karşı olmaları, din bilgilerine ve din-i İslamın temel vesikalarına cahil olduklarındandır.

Fatır sûresi 28. âyetinde meâlen, “İlmi çok olanların, Allah korkusu çok olur” ve Rahman sûresi 46. âyetinde meâlen, “Rabbinin büyüklüğünden korkan kimseye 2 Cennet vardır” ve Enfal sûresi 2. ve Hac sûresi 35. ayetlerinde meâlen, “Müminler onlardır ki Allahın ismi söylendiği zaman, kalplerine korku düşer” ve Nur sûresi 52. âyetinde meâlen, “Allahü teâlâya ve Resûlüne itaat edenler ve Allahtan korkan ve sakınanlar, kıyamette kurtulanlar onlardır” buyuruldu. Bunlar, insanları Allah korkusuna teşvik etmektedir. Bu âyet-i kerimelerden hiç haberi olmayanların, dinde reform yapacağız diyerek, müslümanlara Allah korkusunu yerleştiren din âlimlerine dil uzatmaya ne kadar hakları olacağını artık anlamalıdır. İnsanlara Allah korkusunu yerleştirmek kötü bir şey ise, bunu (haşa) Kur’ân-ı Kerîme yüklemek lazım gelir. Kur’ân-ı Kerîmin hemen her sayfası, “Ey iman edenler, Allahtan korkunuz!” mealindeki emri ile müslümanları Allah korkusuna çağırmaktadır. Hucurat sûresi, 13. âyetinde meâlen, “Allah katında en kıymetliniz, Ondan çok korkup sakınanınızdır” buyuruldu. Âyet-i kerimelerde bildirilen ittika, korkmak demektir. İnsanlardan Allah korkusunu kaldırarak, Allahü teâlâyı yalnız ihsan sahibi sanmak ve kulların dertlerine, sıkıntılarına deva olacak, şefkat ve himaye halinde düşünmek, reformculara Avrupa hristiyanlarını taklit etmekten gelmektedir. Çünkü, hristiyanlar, böyle inanırlar. Allahü teâlâyı, yalnız rahim, kerim bilerek sevip de, kahrından, azabından korkmamak, Onu, kanunlarını yürütmeye gücü yetmeyen bir hükümet gibi zayıf, yahut çocukların yalnız arzularını yaparak, onları şımartan ana, baba gibi beceriksiz tanımak olur. Tasavvuf yolunda ilerliyenler, Allahü teâlânın celal sıfatında iken, rahmet-i ilâhiyeyi ve Allah sevgisini düşünemezler. Bunları cemal sıfatı kapladığı zaman, Cehennem azabını, Allah korkusunu unutuyorlar. Tasavvuf sarhoşluğu denilen bu hallerinde, muhabbeti veya korkuyu hafif gören şeyler söylüyorlar. Ayılınca, bu sözlerine pişman oluyorlar, tövbe ediyorlar.

Saffat sûresi, 61. âyetinde meâlen, “Çalışanlar, işte bu gibi saadetler için çalışsınlar” ve Mütaffifin sûresi, 26. âyetinde meâlen, “Birbiri ile müsabaka edenler, bunun için yarışsınlar” buyuruldu. Bu âyet-i kerimeler, Cennet nimetleri için seve seve çalışmayı emir buyurmaktadır.

Reformculardan Ahmed Mithat efendi de, (Niza-ı İlim ve Din), yani ilim ve dinin çekişmesi ismindeki kitabında, imanın şartı olan kıyamette dirilmek bilgisini gözden düşürmeye çalışırken, Cennetin yiyeceklerini, içeceklerini, hurilerini, aç gözlülüğü ve maddeciliği okşayan birer hile saymaktadır. Halbuki kendisi ilim ile dini ayırarak hile yapmaktadır. İslam dini, ilmin ta kendisidir. Bu ikisini birbirinden ayırmak İslam düşmanlığına alâmettir. Dünyada bu zevklerin peşinde koşan ve din âlimlerini, dini vazifelerin, bu dünya zevkleri için yapılması lazım olacağını bildirmedikleri için kötüleyen ve insanların, her şeyden daha cazib, daha tatlı olan bu dünya zevklerine kavuşmak için ibadete sarılacaklarını söyleyen dinde reformcuların, bu zevklerin Cennette bulunmasına karşı koymaları, İslamiyete leke sürmek istediklerini açıkça göstermektedir. İslam âlimlerinin, müslümanları Cennet nimetlerine kavuşmak ve Cehennem azabından kurtulmak için ibadete sarılmalarına çalışmalarını taşlayan böyle sözler çok görülmüştür. Bir hurufi babası da:

Cenneti andıkça zahid, ekl-ü şürbün lezzetin söyler.

demişti. Böyle sözler, Vakia sûresinin 18. âyet-i kerimesine taş atmaktadır. Cennet nimetlerini ve Cehennem azaplarını hafif görenlerden bir kısmı da, bunların, Allah sevgisi yanında hiç kıymetleri yoktur, diyorlar. Halbuki bunlar için ibadet etmek, Allah sevgisi olmadığını göstermez. Allahın sevdikleri Cennettedir ve Allahü teâlâ, Cennettekilerden razıdır. Evet, saadetlerin ve lezzetlerin en büyüğü, Allahın rızasına kavuşmaktır. Fakat, Allahü teâlânın, övdüğü ve ona kavuşmak için çalışınız dediği Cennet nimetleri ile alay etmek de, insanı Allah rızasına kavuşturmaz. Dinde reformcular, ibadetleri ahirette azaptan kurtulmak ve sevaplara, yani iyiliklere kavuşmak için değil de, dünyanın düzeni ve huzuru için yapılmasını istediklerinden, Allah rızasını düşünmedikleri anlaşılmaktadır.

Allah sevgisi ve Allah aşkı İslamiyetin en yüksek tanıdığı bir bilgidir. Fakat, dünyaya düzen vermek için yalnız bu sevgi yeter deyip, bütün saadetlerin başı olan Allah korkusunu küçük ve lüzumsuz görmek, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden haberi olmamanın açık bir alâmetidir. İnsanların her bakımdan en üstünü olan Muhammed aleyhisselâm, “Allahü teâlâdan en çok korkanınız ve çekineniniz, benim” buyuruyor. Bu hadis-i şerif ve yine bu maddenin başında yazılı olan Suheyb hadisi, Allah korkusunun lazım olduğunu göstermektedirler. Allahtan korkmak, bir zalimden korkmak gibi sanılmasın! Bu korku, saygı ve sevgi ile karışık olan bir korkudur. Aşıkların sevgililerine karşı yazdıkları şiirlerde, böyle korku içinde olduklarını bildiren beytleri az değildir. Sevgilisini, kendinden pek yüksek bilen bir aşık, kendini o sevgiye lâyık görmeyerek, hislerini böyle korku ile anlatmaktadır.

Allah korkusu ve Allah sevgisi, insanları saadet ve huzura kavuşturan 2 kanat gibidir. Peygamber efendimiz buyuruyor ki: “Bir kimse, Allahtan korkarsa, her şey ondan korkar. Bir kimse Allahtan korkmazsa, her şeyden korkar olur.” Bir hadis-i şerifte, “Aklın çok olması, Allah korkusunun çokluğu ile belli olur” buyurdu. Allahtan korkan bir kimse, Onun emirlerini yapmaya, yasaklarından sakınmaya titizlikle çalışır. Hiç kimseye kötülük yapmaz. Kendine kötülük yapanlara sabreder. Yaptığı kusurlara tövbe eder. Sözünün eri olur. Her iyiliği Allah için yapar. Kimsenin malına, canına, namusuna göz dikmez. Çalışırken, alış veriş ederken, kimsenin hakkını yemez. Herkese iyilik eder. Şüpheli şeylerden kaçınır. Makam sahiplerine, zalimlere tabasbus etmez, yaltaklanmaz. İlim ve ahlak sahiplerine saygı gösterir. Arkadaşlarını sever ve kendini sevdirir. Kötü kimselere nasihat verir. Onlara uymaz. Küçüklerine merhametli ve şefkatli olur. Misafirlerine ikram eder. Kimseyi çekiştirmez. Keyfi peşinde koşmaz. Zararlı ve hatta faydasız bir şey söylemez. Kimseye sert davranmaz. Cömert olur. Malı ve mevkii herkese iyilik etmek için ister. Riyakarlık, iki yüzlülük yapmaz. Kendini beğenmez. Allahü teâlânın her an gördüğünü ve bildiğini düşünerek hiç kötülük yapmaz. Kadınlarının, kızlarının avret mahalleri açık sokağa çıkmasına müsaade etmez. Kimsenin avret mahalline bakmaz. Onun emirlerine sarılır. Yasaklarından kaçar. İşte, Allahtan korkanlar milletine, memleketine faydalı olur. [Bütün bu yazılanlardan anlaşılıyor ki Allah korkusu, Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşamamak düşüncesidir.]

 

Sual: Reformcu Musa Carullah Bigiyef (Hazret-i Peygamber dikta rejimi ve sultanlığı reddediyordu. Fakat müslümanlık, böyle bir rejimin kurulmasına elverişli idi. Öyle de oldu) diyor.

Cevap: Reformcu, bu sözünde çok yanılmaktadır. Avrupa’daki krallıkların anayasaları, kralları mukaddes ve sorguya çekilmez tanıdıkları hâlde, İslamiyet “Hepiniz bir çobansınız. Hepiniz, idare ettiğiniz kimseler için sorumlusunuz” hadis-i şerifi ile padişahları herhangi bir vatandaş gibi tutmakta, diktaya, saltanata yer vermemektedir. İslamiyet kanunu ilâhîdir. Padişahlar da, İslamiyete uymaya ve bunu yürütmeye bir vatandaş gibi mecburdur. Saltanat sürmeye, zulüm yapmaya sapan başkanlar, İslamiyetten ayrılmış, kuvvetlerini kötü yolda kullanmış kimselerdir. Harpte alınan ganimet kumaşları, gazilere taksim edildiği gün, sırtında başkalarındakinden daha büyük kumaş bulunduğu için (Oğlumun kumaşından eklediğim için daha çok oldu) diyen Ömer-ül Fâruk “radıyallâhu anh” ile halife olduğu gün, zevcelerini toplayarak, (Büyük bir yük altına girdim. Sizinle görüşmeye belki vakit bulamam. İsterseniz mehir paranızı ve nafakanızı alarak gidebilirsiniz) diyen Ömer bin Abdülaziz hazretleri, İslam padişahlarının tam numunesidir. Böylelerin az olması, İslamiyete bir leke süremez.

Tavsiye Yazı –> Kültür Emperyalizmi Nedir?

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler