Sual: İslamiyette batıni ilimler var mıdır? Selefiler niçin batıni ilimleri inkar ediyorlar?
Cevap: Hadika kitabının 648. sayfasında diyor ki İlm-i zâhirden birkaç şey öğrenip, İlm-i bâtından bir şey bilmeyenler, tasavvuf kitaplarını okuyunca, ariflerin sözlerini küfür ve dalal sanıyorlar. Anlamadıkları mârifet bilgilerine inanmıyorlar. Muhyiddin-i Arabî, Ömer bin Farıd, ibni Seb’in İşbili, Afif’üddin-i Telemsani, Abdülkâdir Geylânî, Celâlüddîn-i Rumi, Seyyid Ahmed Bedevi, Ahmed Ticani, Abdülvehhab-i Şarani ve Şerefüddin-i Busayri gibi tasavvuf büyüklerini “rahime-hümullahü teâlâ” beğenmiyorlar.
Bâtın ilimlerine inanmıyorlar. Bâtın bilgilerine inanmayan ise, Muhammed aleyhisselâmın dininin sırlarına inanmamış olur. Böyle kimseye bidat ve dalâlet ehli, yani sapık denir. İmanlı görünür ise de, münâfık gibidir. İmâm-ı Süyuti’nin ve Hatib’in bildirdikleri hadis-i şerifte, “Din bilgisi iki kısımdır: Biri kalpte olan faydalı bilgilerdir. İkincisi, dil ile anlatılan zâhir bilgileridir” buyuruldu. Yine Süyuti’nin ve Deylemi’nin bildirdikleri hadis-i şerifte, “Bâtın bilgileri, Allahü teâlânın sırlarından bir sırdır. Onun hükümlerinden bir hükümdür. Dilediği kulunun kalbine verir” buyuruldu. İmâm-ı Mâlik buyurdu ki “İlm-i zâhire mâlik olan, İlm-i bâtına kavuşabilir. Zâhir bilgisi olan kimse, ilmi ile amel ederse, Allahü teâlâ, ona bâtın bilgisi ihsan eder”. Ali bin Muhammed Vefa’nın arifane sözlerine şaşırıp kalan İmâm-ı Ömer Bülkini, bunları nerden öğrendin deyince, Bakara sûresindeki “Allahtan korkunuz! Allahü teâlâ, kendinden korkanlara bilmediklerini öğretir” mealinde olan âyet-i kerimeyi okudu. Ebû Talib-i Mekki buyurdu ki “İlm-i zâhir ile İlm-i bâtın, birbirlerinden ayrılmazlar. Beden ile kalbin birlikte bulunması gibidirler. Bâtın ilimleri, ârifin kalbinden kalplere akar. Zâhir ilimleri, âlimin sözünden öğrenilir. Kulaklara kadar gidip, kalplere girmez.”
Hadis-i şerifte, “Âlimler, Peygamberlerin varisleridir” buyuruldu. Bu âlimler, yalnız zâhiri ilim sâhibi olanlar değildir. Bu âlimler, bildikleri ile amel eden, takvâ sâhibi olan, Peygamberlerdeki ilimlerin hepsine kavuşan hakiki âlimlerdir. (Zâhiri ilim) sahiplerinin niyetleri halis olmadığı ve şehvetlerinin pençesinden kurtulmadıkları için, ilmin nuru kalplerine girmez. Beyinlerine işlemez. Bunların kalplerini, beyinlerini Cehennem ateşi temizleyecektir. İmâm-ı Münavi, İmâm-ı Gazâlî’den “rahime-hümullahü teâlâ” haber veriyor ki ahiret bilgisi iki türlüdür: Biri keşifle hâsıl olur. Buna (İlm-i mükaşefe) ve (İlm-i bâtın) denir. Bütün ilimler, bu ilme kavuşmak için sebepler, vesilelerdir. İkincisi (İlm-i muamele)dir. Ariflerden çoğuna göre, İlm-i bâtından nasibi olmayanın imansız gitmesinden korkulur. Bundan nasip almanın en aşağısı, bu ilme inanmaktır. Bidat veya kibir bulunan kimseye bâtın ilmi nasip olmaz. Dünyaya düşkün olan ve hep nefsinin isteklerine uyan da, çok şey öğrense de, bâtın bilgisinden hiçbir şeye kavuşamaz. Bâtın bilgisi, temizlenmiş kalplerde hâsıl olan bir nurdur. Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, “Öyle ilimler vardır ki çok gizlidirler. Bunları, ancak mârifet sahipleri bilir” buyurdu. Bu hadis-i şerif, bâtın ilimlerini göstermektedir. İmâm-ı Malik’in “rahmetullâhi aleyh” İlm-i bâtına kavuşturur dediği zâhir bilgisi, onun zamanındaki kendisi ile amel olunan ilimdir. Şimdi, dünyalığa kavuşmak, şöhret sâhibi olmak için öğrenilen şeyler değildir. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını doğru yapabilmek için herkese lazım olan (İlm-i hâl) bilgileri az zamanda ve kolayca öğrenilebilir. Bununla amel edince, ilmi bâtın hâsıl olabilir.
Bâtın ilimlerine kavuşmamış olan din adamları, bilmedikleri ilimlere inanmıyorlar. Bâtın ilmi olarak anladıkları ve söyledikleri de, kendi gibi bir cahilden işittikleri veya bâtın âlimlerinin kitaplarından okuyup ezberledikleri şeylerdir. Paslı kalpleri açılmamış, rahmani nura kavuşamamışlardır. Kendilerini bâtın alimi sanan bu câhiller, akıllarının esiridirler. O büyüklerin “rahmetullâhi aleyhim ecma’în” bildirdiklerini kısa akılları ile ölçerek yanlış anlamaktadırlar. Kurân-ı Kerîmi ve hadis-i şerifleri de böyle yanlış anlıyorlar. Bozuk, zararlı tefsir kitapları yazıyor. Müslümanları felakete sürüklüyorlar. Nur sûresinin, “Allahü teâlâ bir kimseye nur vermezse, o münevver olamaz!” mealindeki 40. âyet-i kerimesi, bunları göstermektedir.
Sual: İlm-i Batın sahibi nasıl olunur?
Cevap: Allahü teâlâya kavuşmak, Allahü teâlâya yaklaşmak, Allahü teâlâyı tanımak, Allahü teâlâyı sevmek, feyiz almak, nurlanmak, Ârif olmak, İlm-i bâtın sâhibi olmak gibi şeyler, hep kalp ile olur. Bunlara akıl eremez, anlayamaz. Allahü teâlâ, her şeye kavuşmak için bir sebep yaratmıştır. Bir şeye kavuşabilmek için, o şeyin sebebine yapışmak lâzımdır. Bildirdiğimiz şeylere kavuşmanın sebebi, kalbi mâsivâdan temizlemektir. Mahlukların varlığını, sevgisini kalpten çıkarmaktır. Buna, (Fenâ-i kalbi) denir. Kalp, Allahtan başka her şeyi tam unutursa, yukarıda bildirdiğimiz şeyler, kendiliğinden kalbe dolar. Kalp, görülmeyen, tutulmayan bir şeydir. Yani madde değildir. Yer kaplamaz. Yürek dediğimiz et parçası ile ilgisi vardır. Aklın, dimağ [Beyin] ile olan ilgisi gibidir. Bir şişeye hava sokmak için uğraşmak lazım değildir. Sıvıyı boşaltmak lâzımdır. Şişedeki sıvı boşaltılınca, hava kendiliğinden girer. Kalp de böyledir. Mahlukların sevgisi, hatta düşünceleri kalpten çıkarılınca, Allah sevgisi, feyiz, nur, mârifet, kendiliğinden kalbe gelir. Kalbi mahluklardan temizlemeye sebep de, Ehl-i sünnet îtikadı, haramlardan sakınmak, farzları ve nâfile ibâdetleri yapmaktır. Nâfile ibâdetlerden, tesiri en çok ve süratli olanı, zikir yapmak ve Allahü teâlânın Velilerinden biri ile beraber bulunmaktır.
Tavsiye Yazı —> Keramet Hak mıdır?