Sual: Saadet nedir? Saadete nasıl kavuşulur?
Cevap: Mesut olmak, bahtiyarlık, mutluluk, gönül rahatı ve kalp huzûruna denir. Allahü teâlânın rızâsına ermiş olmak, her istediğine kavuşmuş olmaktır. Saâdet, insanın devamlı olan huzur ve sevinç hâlidir. İnsanın saâdeti kalp huzûruna, gönül rahatlığına bağlıdır. Bu rahatlığa, mutlaka para, mevki, rütbe, şan ve şöhretle kavuşulamaz. Nice mal, mevki sâhiplerinin huzûra eremedikleri, saâdete kavuşamadıkları herkes tarafından bilinmektedir. Halbuki malı, parası az olduğu, makam, şan ve şöhret sâhibi olmadıkları halde huzur içinde yaşayanlar çoktur. Saâdet lügatta “mutluluk, bahtiyarlık, mesut olmak” mânâlarındadır.
Saâdet, gerek günlük konuşma lisânımızda ve edebiyâtımızda, gerekse insanların fert ve sosyal hayâtını konu edinen ilimlerin hepsinde en çok kullanılan bir kelimedir. Felsefe, sosyoloji, psikoloji, hukuk, iktisat, siyâset vs. ilimlerin başında gelir. Mesut bir hayat sürmek, sonsuz bir saâdete kavuşmak bütün insanların arzusudur. İnsanı konu alan bütün dinler, ilimler, ideolojiler, hep insanların saâdete, mutluluğa kavuşma yollarını göstermeye çalışmışlardır. İnsanlık târihinin başlangıcından bugüne kadar, insanlara saâdet vâdeden birçok fikirler ve inançlar ortaya konmuştur. Bunların içinde ve en başında, insanı yaratan, onun bütün ihtiyaçlarını en iyi bilen Allahü teâlânın peygamberler vâsıtası ile gönderdiği ilâhî dinler gelmektedir. Zâten dînin genel anlamdaki târifi de, insanları sonsuz saâdete götürmek için Allahü teâlâ tarafından gösterilen yol demektir. Bunun yanında din ismi altında insanların kendilerinin uydurduğu bir takım eğri, bozuk yollar da ortaya çıkmıştır. Ayrıca insan topluluklarını çeşitli yönlere sevk edebilecek kudreti ve kâbiliyeti kendinde gören felsefecilerin, siyâsetçilerin veya menfaat gruplarının ortaya koyduğu birçok felsefî veya siyâsî cereyan da, insanlara saâdet, mutluluk yollarını târif etmeye çalışmıştır. Bütün tabipler tıp ilminde ortaya çıkardıkları teşhis ve tedâvileri, insanların saâdeti için kullanmışlardır. Günümüzde de durum aynıdır.
Saâdet, kolay ele geçen ve hemen kavuşulabilen bir hâl değildir. İnsanların asırlar boyunca süren fert ve toplum hâlindeki mücâdeleleri, hep saâdeti ele geçirmek, mutlu bir hayat yaşamak için olmuştur. İnsanın bir anlık düşüncesiyle istikbâle yönelik fikirleri ve çalışmaları hep mesut ve bahtiyar olmayı istemek, devamlı olan bir huzûru, saâdeti temin etmek şeklindedir. İnsan kavuştuğu saâdetin, mutluluğun hiç bitmemesini ister.
Bir insanın anasından-babasından, kardeşlerinden, arkadaşlarından ve en yakın dostlarından beklediği şeylerin başında, saâdete kavuşmasında kendisine yardımcı olmaları gelmektedir. Hakîkî dost, insanın felâketine değil, saâdetine sebep ve yardımcı olandır. Çünkü dost, dostun zararını istemez. İnsanın hakîki dostları, kara günde belli olur.
En iyi bir makinanın, bir âletin düzenli ve verimli çalışması için, onu yapan tarafından bir târifnâmesi de yazılması şarttır. İnsanı yaratan, onun bedenî ve rûhî ihtiyaçlarını en iyi bilen Allahü teâlâdır. İnsanın rahat ve huzûrunu temin edecek, onu hem dünyâda ve hem de âhirette sonsuz saâdete kavuşturacak inanışları bizzat kendisi açıklamıştır. Saâdetin anahtarını göstermiş ve bir bilen vâsıtası ile insanlara tebliğ etmiştir. Bu târiflerin neler olduğunu ve nasıl kullanılacağını dinler ve peygamberler göndererek ortaya koymuştur.
Allahü teâlâ, bütün insanlara çok acıdığı ve bir ananın yavrusuna olan merhametinden daha çok acıdığı için her insanın, her âilenin, her cemiyetin ve milletin her zamanda ve her işlerinde nasıl hareket etmeleri lâzım geleceğini, dünyâda ve âhirette rahat etmeleri ve sonsuz saâdete kavuşmaları için, işlerini ne yolda yürütmeleri ve nelerden kaçınmaları lâzım geldiğini, son ilâhi kitap olan Kur’ân-ı kerîmde bildirdi. İnsanın saâdetine sebep olan bu bilgileri, hakîki İslâm âlimleri, Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) ve O’nun Eshâbından öğrendiler ve binlerce kitap yazarak, herkesin anlayacağı şekilde açıkladılar, dünyânın her yerine yaydılar. İnsanların rahata, huzûra, saâdete kavuşması, bu ilâhî emirlere sarılmasına bağlandı. İnsanlığa, ebedî saâdet yollarını açıklayan, son Peygamber Muhammed aleyhisselâmdır. Allahü teâlâ, bütün insanların, dünyâ ve âhiretin en kıymetli insanı olan Muhammed aleyhisselâma tâbi olmadıkça sonsuz saâdete kavuşamayacaklarını bildirdi.
Peygamberimiz ve bugüne kadar gelen hakîki din âlimleri, insanın hem dünyâda ve hem de âhirette, nasıl saâdete kavuşabileceğini şöyle açıklamaktadırlar:
1) İnsanların, dünyâda ve âhirette, rahat ve mesut olmalarını sağlayan usûl ve kâideler, Allahü teâlânın Cebrâil ismindeki melek vâsıtası ile, sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselâma gönderdiği son din olan İslâmiyette toplanmıştır. Bütün üstünlükler, faydalı şeyler, bütün saâdetler, muvaffakiyetler ondadır. En güzel ahlâk kurallarınıO bildirmekte, dünyâ ve âhiret saâdetini O temin etmektedir. Her iyilik O’ndadır. İslâmiyetin içinde hiçbir zarar yoktur. Dışında da hiçbir menfaat yoktur. Başka dinler böyle değildir, bozulmuştur. Allahü teâlâ, Âl-i İmrân sûresi 85. âyetinde meâlen:
“Muhammed aleyhisselâmın getirdiği İslâm dîninden başka din isteyenlerin, dinlerini Allahü teâlâ sevmez ve kabul etmez. Din-i İslâma arka çeviren âhirette ziyân edecek. Cehenneme girecektir.” buyuruyor. Ayrıca, Allahü teâlâ, Nisâ sûresi 14. âyetinde de meâlen:
“Allahü teâlânın ve Peygamberi Muhammed (aleyhisselâm)in emirlerine aldırış etmeyenler, beğenmeyenler, asra, fenne uygun değildir, modern ihtiyaçlara kâfi değildir diyenler, kıyâmette Cehennem ateşinden kurtulamayacaklardır. Bunlara, Cehennemde, çok acı azâp vardır.” buyurdu.
2) İnsanların sonsuz saâdete kavuşabilmeleri, Müslüman olmalarına bağlıdır. Müslüman olmak için hiçbir formaliteye, müftüye, imama gitmeye lüzum yoktur. Kalple îmân etmekle ve İslâmiyetin emir ve yasaklarını öğrenmekle ve yapmakla olur. Îmân etmek için “Kelime-i şehâdet” söylemek ve bunun mânâsını bilmek lâzımdır.
3) Îmân, Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdı üzere olmalıdır. Yâni Peygamberimizin, Eshâbının ve onlara tâbi olan hakîki İslâm âlimlerinin bildirdiği şeyleri öğrenip bilmeli ve bunlara inanmalıdır.
4) Dindeki ibâdet bilgilerini, 4 hak mezhepten birinin fıkıh kitabını okuyarak doğru öğrenip buna uygun ibâdet yapmalı ve haramlardan sakınmalıdır. Dünyâda saâdete, iyiliklere, huzûra kavuşmak ve âhirette azaplardan kurtulmak için 2 şey yapmak lâzımdır: Birisi, Allahü teâlânın emirlerini yapmak; ikincisi O’nun yasak ettiklerinden sakınmaktır. Haram işleyerek saâdete kavuşulmaz.
5) Çalışıp para kazanmalıdır. Tenbeli kimse sevmez. Çalışkan, Allahü teâlânın sevgilisidir. Kimseye muhtaç olmamaya çalışmalıdır. Dîne uygun kazanmalıdır. Fakir kimse, dînini, nâmusunu, hakkını bile koruyamaz. Bunları korumak, İslâmiyete ve insanlara hizmet edebilmek için, fennin bulduğu yeniliklerden, kolaylıklardan faydalanmak da lâzımdır. Helâl kazanmak, insanlara veİslâmiyete hizmet etmek, büyük ibâdettir. Namaza mâni olmayan ve haram işlemeye sebep olmayan her kazanç yolu hayırlıdır, mübârektir. Dînimiz ticâreti ve sanat sâhibi olmayı emretmektedir. Hadîs-i şerîflerde; “Ticâret yapınız! Rızkın 10’da 9’u ticârettedir.” ve “En helâl şey, sanat sâhibinin kazandığıdır.” buyrulmaktadır. Bunun için sanat ve meslek sâhibi olmaya çalışmalıdır.
6) Bedenen ve rûhen temiz olmalıdır. Ruh ve beden sağlığı yanında temizliğe de çok dikkat etmelidir. İnsanın ibâdet etmesi, kendisine ve insanlara iyilik edebilmesi sağlıklı olmasına bağlıdır. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde çeşitli âyetlerde meâlen; “Temiz olanları severim.” buyuruyor.
Evler ve elbiseler temiz olmalı, elleri ve vücutları devamlı yıkamalıdır. Mikroplardan ve hastalıklardan korunmalıdır. Sıhhati korumaya dikkat etmelidir. Peygamberimiz tıp bilgisini çeşitli şekillerde övmektedir. Meselâ; “İlim 2’dir: Beden bilgisi, din bilgisi.” Yâni ilimler içinde en lüzumlusu, rûhu koruyan din bilgisi ve bedeni koruyan sıhhat, sağlık bilgisidir diyerek, her şeyden önce rûhun ve bedenin zindeliğine çalışmak lâzım geldiğini emir buyurdu.
İslâmiyet beden bilgisini, din bilgisinden önce öğrenmeyi emrediyor. Çünkü, bütün iyilikler, bedenin sağlam olması ile yapılabilir. Kânûnî Sultan Süleymân Han, “Olmaya cihanda devlet, bir nefes sıhhat gibi” sözü ile sağlığın ne kadar kıymetli olduğunu anlatmaktadır.
Ruh sağlığı için de ahlâk ve fazîlet sâhibi olmalıdır. Peygamberimiz; “İyi huyları tamamlamak, iyi ahlâkı dünyâya yaymak için gönderildim.” ve “Îmânı yüksek olanınız, ahlâkı güzel olanınızdır.” buyurdu. Îmân bile, ahlâk ile ölçülmektedir. Yalan söyleyen, hîlekârlık yapan, insanları aldatan, haksızlık yapan, din kardeşlerine yardım etmeyen, büyüklük taslayan, yalnız kendi çıkarını düşünen bir kimse, ne kadar ibâdet ederse etsin, olgun Müslüman sayılmaz. Kâmil, olgun Müslüman, her şeyden önce tam ve mükemmel bir insandır. Güler yüzlü, tatlı dilli, doğru sözlüdür. Kızmak nedir bilmez. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Kendisine yumuşaklık verilen kimseye dünyâ ve âhiret iyilikleri verilmiştir.” Müslüman son derece alçak gönüllüdür. Kendisine baş vuran herkesi dinler ve imkân buldukça yardım eder. Vakur ve kibardır. Âilesini ve vatanını sever. Çünkü Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem; “Vatan sevgisi îmândandır.” buyurmuştur.
7. İnsanların dünyâda ve âhirette sonsuz olarak rahat, huzur, saâdet içinde yaşayabilmeleri hakîki Müslüman olmalarına bağlıdır. Âhirette Cennetin sayısız nîmetleri, hakîki Müslümanlar için hazırlanmıştır. Müslüman olan ve emirlerini yerine getiren, dünyâda ve âhirette muhakkak saâdete ulaşır. Çünkü Allahü teâlâ insanlara bunu vâd etmektedir. Aklı olan herkes dünyâda rahat ve huzur içinde yaşamak, âhirette de azâplardan kurtulup, sonsuz nîmetlere kavuşmak ister.
Allahü teâlânın, kullarının nasıl olmasını istediği Kur’ân-ı kerîmin Furkân sûresi 63-68. âyetlerinde meâlen şöyle bildirilmektedir:
Rahmânın (yâni kullarına acıması çok olan Allah’ın) kulları, yeryüzünde gönül alçaklığı ile ve yumuşak yumuşak yürürler. Bilgisizler kendilerine sataştığı zaman onlara, selâmetle deyip geçerler. Onlar, yatışlarında ve kalkışlarında hep Allah’ı anar. O’na hamd ederler. Onlar Rabbim, Cehennem azâbını bizden uzaklaştır. Doğrusu onun azâbı sürekli ve acıdır, orası şüphesiz kötü bir yer, kötü bir duraktır, diye Allah’a yalvarırlar. Onlar bir şey sarf ettikleri zaman, ne israf ederler, ne de cimrilik; ikisi ortası bir yol tutarlar ve kimsenin hakkını kesmezler. Onlar Allah’a eş koşmazlar. Allah’ın dokunulmasını haram ettiği cana kıyıp kimseyi öldürmezler. Ancak suçluları cezâlandırırlar. Zinâ etmezler.
Ve 72-74. âyetlerinde meâlen:
“Yalan yere şehâdet etmezler. Faydasız ve zararlı işlerden kaçınırlar. Böyle faydasız veya güçle yapılan bir işe tesâdüfen karışacak olurlarsa, yüz çevirip vakarla uzaklaşırlar. Kendilerine Allah’ın âyetleri hatırlatıldığı zaman, körler ve sağırlar gibi görmemezlik, dinlememezlik etmezler. Onlar, Rabbim, bize eş ve çocuk olarak gözümüzü aydınlatacak kişiler ihsân et! Bizi, Allaha karşı gelmekten sakınanlara önder yap! diye yalvarırlar.” buyrulmaktadır.
Bundan başka, Sâf sûresinin 2. âyetinde meâlen; “Ey İnsanlar! Yapmadığınız bir şeyi niçin yaptığınızı söylersiniz? Yapamadığınız şeyi yaptık demeniz, Allah katında büyük öfkeye sebep olur.” buyrulmaktadır ki, bu da, bir insanın yapamayacağı bir şeyi adamasının veya yapamayacağı bir şeyi vâd etmesinin, onu Allah katında kötü kişi yapacağını göstermektedir.
Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde buyuruyor ki:
Onlar (inanmışlar), kalpleri Allah’ı anmakla huzûra kavuşmuştur. Dikkat ediniz, Allah’ı anmak kalpleri huzûra kavuşturur. (Ra’d sûresi: 28)
Îmân edip güzel iş ve amellerde bulunanlar ne mutludurlar, sonunda dönülüp gidilecek olan güzel yurt da onlarındır. (Ra’d sûresi: 29).
Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem hadîs-i şerîflerinde buyurdular ki:
Müslüman, eliyle ve diliyle kimseyi incitmeyen kimsedir.
Seni sevene sen de sevgini açıkla! Çünkü sevene, sevginin ortaya konuşu, aradaki sevginin derinleşmesine ve daha devamlı olmasına yol açar.
En mükemmel mümin, ahlâkı en güzel mümindir. Hayırlınız hanımlarına karşı da hayırlı olanınızdır.
Müslüman olan, yeteri kadar rızkı bulunan ve bir de Allah’ın verdiğine kanâat eden, artık kurtulmuş demektir.
İyi huylu, dünyâda ve âhirette iyiliklere kavuşacaktır.
Saâdet, insanın dünyâ ve âhiret hayâtında rahat ve huzur içinde bulunmasıdır. Bütün insanların kavuşmak istediği arzuların başında, sonsuz saâdet gelmektedir. Bu arzuyu ona veren, yaratıcısı Allahü teâlâdır. Şerefli olarak yaratılan insanı bu arzularına kavuşturacak olan da, yine Allahü teâlâdır. İnsan, sonsuz saâdet için iki şeyi hep ister: Birisi, her arzu ettiği şeye zahmet, sıkıntı çekmeden kavuşmak; ikincisi de, hiç ölmemektir. İnsanın bu iki arzusuna kavuşması, fâni (geçici) olarak yaratılan bu dünyâda mümkün değildir. Cennet, insanların bu iki arzusunun gerçekleşeceği yerdir. Cennet hayâtı sonsuzdur. Oradaki hayat, hiç bitmeyecektir. Orada ölüm yoktur. Hiçbir dert, sıkıntı, zahmet, kötülük olmayacaktır. İnsan, arzu ettiği bütün nîmetlere zahmetsiz olarak Cennet’te hemen kavuşturulacaktır.