Sual: Vehhabiler “Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” ve Evliyânın “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz” ruhlarından şefaat isteyen, bunların mezarını ziyaret edip, bunları vesile ederek duâ eden kâfir olur” diyorlar.
Yine Fethu’l-mecid isimli vehhabi kitabının 503. sayfasında diyor ki “Resûlullah hayatta iken, duâ etmesini istemek câizdir. Hatta, diri olan her sâlih kimseden, duâ etmesi istenir. Nitekim, hazret-i Ömer, Mekke’ye umre yapmaya gideceği zaman, Resûlullah, (Ya Ömer, bizi duandan unutma!) dedi. Dirilerin, cenazeye ve kabirde olanlara da duâ etmeleri câizdir. Fakat, kabirde olandan duâ istemek câiz değildir. Allahü teâlâ, işitmeyenlerden duâ istemenin şirk olduğunu bildirdi. Ölüler ve gaib olan, uzakta olan diriler, işitmez ve cevap vermezler. Bunların fayda ve zararları olmaz. Ashâbdan ve onlardan sonra gelenlerden hiçbiri, Resûlullahın kabrinden bir şey istemedi. Peygamber öldükten sonra, ondan bir şey istemek câiz olsaydı, Ömer “radıyallâhu anh” yağmur yağmasını Ondan isterdi. Halbuki kabrine gelip, Ondan duâ, yardım istemedi. Diri ve hazır olan hazret-i Abbas’tan duâ istedi”. 70. sayfasında da diyor ki “Ölüden ve yanında bulunmayanlardan bir şey istemek, onu Allaha şerik yapmak olur”.
Bunlara ne cevap vermek gerekir?
Cevap: Vehhâbîlerin bu sözlerini, yine kendi kitapları yalanlıyor. Fethu’l-mecid’in 201. sayfasında, “Buhârî’de, Abdullah ibni Mesud diyor ki yediğimiz taâmın tesbîh sesini işitirdik. Ebû Zer diyor ki: Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, avucuna taş parçaları aldı. Bunların tesbîh sesleri işitildi. Resûlullahın hutbe okurken dayandığı odunun inlemesi haberi sahihtir” diyor. Demek ki Resûlullahtan başka müminler de, herkesin işitemeyeceği sesleri işitirmiş. Bu taşlar hazret-i Ebû Bekr’in elinde iken de tesbîhlerinin işitildiği, aynı haberin sonunda bildirilmektedir. Hazret-i Ömer’in, Medine’de hutbe okurken, İran’da harp eden ordu kumandanı Sariye’yi görerek, “Sariye, dağdaki düşmandan korun!” dediğini ve Sariye’nin işiterek, dağı ele geçirdiğini bütün kitaplar bildirmektedir. Puta tapanlar için gelmiş olan âyet-i kerimelerle, bu sözlerini ispata kalkışıyorlar. Halbuki müminler [yani Ehl-i sünnet], Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ve Evliyâya “aleyhirrahme” ibâdet etmez. Allahü teâlânın sevgili kulları olduğuna ve Allahü teâlânın, bunların hatırı ve hürmeti ile kullarına merhamet edeceğine inanır. Zararı, faydayı yaratan, ancak Odur. Ondan başka ibâdete kimsenin hakkı yoktur, der. Kabir ziyaretine gidip, kabirdeki zât vasıtası ile Allahü teâlâya duâ eder.
İbni Âbidin nikah sözleşmesinin son sayfasında diyor ki (Allah ve Resûlullah şahit olsunlar diyerek evlenmek câiz değildir. Hatta böyle söylemek küfür olur diyenler vardır. Resûlullah gaybı bilir demek olur. Allahtan başkası için gaybı bilir diyen kâfir olur dediler. Halbuki Tatarhaniye’de, Hucce’de ve Multekıt’da küfür olmaz diyor. Çünkü, Allahü teâlâ her şeyi Resûlünün ruhuna bildirir. Peygamberler, başkaları için kaybolan birçok şeyi bilirler. Cin sûresinin 26. âyetinin meali, “Allahü teâlâ, gaybdan bildiği şeylerden bazılarını yalnız Peygamberlerden dilediğine bildirir” ise de, akâid kitaplarında, Evliyânın kerâmetlerinden biri, gaybların çoğunu bilmeleri olduğu yazılıdır. Mutezile fırkası [ve onların izinde olanlar], bu âyet-i kerimeye dayanarak, Evliyâ gaybı bilemez diyorlar. Bunlara cevap olarak deriz ki bu âyet-i kerime, gaybın vasıtasız olarak ve yalnız vahiy getiren meleğe bildirilmesini haber veriyor. Peygamberlere ve Evliyâya diğer melekler vasıtası ile veya başka vasıta ile bildirilmektedir. (Sellü’l-hisam-il-Hindi li-nusrat-i seyyidina Hâlidi’n-nakşbendî) ismindeki kitabımda Evliyânın kerâmetleri uzun yazılıdır. Lütfen oradan okuyunuz!)
Tefsir-i Mazhari’de bu âyet-i kerimenin tefsirinde buyuruyor ki (Allahü teâlâ, Evliyâsına vasıtasız da bildirir. Hazreti Ömer’e Sariye’yi gösterdi “radıyallahü teâlâ anhüma”. Mûsâ aleyhisselâmın annesine, oğlunu denize koymasını, yine geriye göndereceğini ve Peygamber yapacağını bildirdiğini haber veriyor. Havarilere vahiy gibi bildirdiğini ve hazret-i Meryem’e, “Hurma kütüğünü salla; taze hurma olacak. Onları ye!” dediğini haber veriyor. Bunlar Peygamber değildi. Velî idiler). Fârisî Usulü’l-erbea fi-terdidi’l-vehhâbîye kitabında geniş bildirilmiştir. Bu kitap 1975’de, İstanbul’da tekrar bastırılmıştır.
Hadika 2. cilt, 126. sayfada diyor ki: Resûlullah ile ve Ashâb-ı kirâm ile ve Tabiîn ile bunlar öldükten sonra da, Allahü teâlâya tevessül etmek, yani bunların hürmeti için, dilekte bulunmak câizdir ve meşrudur. Tevessül etmek, şefaatini istemek demektir. Ehl-i sünnet âlimleri, bunun câiz olduğunu bildirdi. Mutezile fırkası ise inanmadı. Tevessül edenin duâsının kabul olması, tevessül olunanın kerâmeti olur. Yani, öldükten sonra kerâmet göstermesi olur. Bidat sâhibi, sapık olanlar buna inanmadı. İmâm-ı Münavi, Camius-sagir şerhinde, bu câhillere cevap vermektedir. İmâm-ı Sübki buyuruyor ki (Resûlullah ile tevessül etmek, yani istigase etmek, ondan şefaat istemektir. Bu ise güzel bir şeydir. Önceki ve sonraki İslam âlimlerinden hiçbiri buna karşı bir şey dememiştir. Yalnız İbni Teymiyye bunu inkâr etti. Böylece doğru yoldan ayrıldı. Kendinden önce gelen âlimlerden hiçbirinin söylemediği bir bidat çıkardı. Bu bidati ile müslümanların diline düştü).
Resûlullahın ismi ile kasem ederek, yani Resûlullah hakkı için diyerek, Allahü teâlâdan bir şey istemenin câiz olduğunu, İbni Abdüsselam uzun bildirmektedir. Resûlullahın varisi olan Evliyâ ile de kasem câiz olduğunu, Mâ’rûf-i Kerhî bildirmekte ve Kuşeyri risalesi yazmaktadır. 151. sayfasında diyor ki herhangi bir müctehidin câiz olur dediği bir şeyi yapana mâni olmamalıdır. Çünkü, 4 mezhepten birini taklit etmek câizdir. Bunun için, kabir ziyaret edenlere, Evliyânın mezarları ile teberrük edenlere, hastası iyi olmak için veya gaibi bulunmak için bunlara nezir yapanlara mâni olmamalıdır. Adak yaparken, Evliyâya adak demek mecaz olup türbeye hizmet edenlere adak demektir. Fakire zekat verirken ödünç verdiğini söylemek gibidir ki böyle söylemenin câiz olduğu bildirilmiştir. Burada söze değil, manaya bakılır. Bunun gibi, fakire verilen hediye, sadaka olur. Zengine verilen sadaka da hediye olur. İbni Hacer-i Hiytemi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Evliyânın kabirlerine nezir yapılırken, onun çocuklarına veya talebesine yahut orada bulunan fakirlere sadaka olması gibi başka bir kurbet, yani, başka bir hayır niyet edilirse, bu nezrin sahih olacağına fetva vermiştir. Böyle nezirlerin, niyet edilen kimselere verilmesi lâzımdır. Şimdi türbelere yapılan nezirlerin hepsinde böyle niyet edilmektedir. Velîye nezir sözünden bunu anlamak lâzımdır. Geçmiş Evliyâya dil uzatmak, onlara câhil demek, sözlerinden İslamiyete uymayan mânâlar çıkarmak, öldükten sonra da kerâmet gösterdiklerine inanmamak ve ölünce velilikleri biter sanmak ve onların kabirleri ile bereketlenenlere mâni olmak, müslümanlara sui zan, zulmetmek, mallarını gasp etmek gibi ve hased, iftirâ ve yalan söylemek ve gıybet etmek gibi haramdır. Hadika’dan tercüme tamam oldu.
Hadika’da, 182. sayfada diyor ki (Buhârî’nin, Ebû Hüreyre’den “radıyallâhu anh” haber verdiği hadis-i şerifte, “Allahü teâlâ, kulum farzları yapmakla bana yaklaştığı gibi başka şeyle yaklaşamaz. Kulum nâfile ibâdetleri yapınca, onu çok severim. Öyle olur ki benimle işitir. Benimle görür. Benimle her şeyi tutar. Benimle yürür. Benden her ne isterse veririm. Bana sığınınca, onu korurum buyurdu” denilmektedir. Bu hadis-i şerif gösteriyor ki farzlarla birlikte nâfile ibâdetleri yapan, Allahü teâlânın sevgisini kazanır. Bunların duâları kabul olur. Saîd bin İsmail Ebû Osman Hayri Nişapuri “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyuruyor ki bu hadis-i şerif, onun görmek, işitmek, gitmek, tutmak gibi her çeşit istediklerini, hemen ihsan ederim demektir). “İşlerinizde sıkıştığınız zaman, kabirde olanlardan yardım isteyiniz!” hadis-i şerifi de, Allahü teâlânın, sevdiği kullarına, ölü iken de bu kuvveti vermiş olduğunu göstermektedir.
İmâm-ı Birgivi, Etfalü’l-müslimin risalesinde, (Bir müminin kabrini ziyaret ederken, ya Rabbi! Muhammed aleyhisselâm hürmetine, buna azap yapma denirse, Allahü teâlâ, kıyamete kadar azabını durdurur) hadis-i şerifini yazmaktadır.
Kabirdeki meyyitte his bulunduğunu bildiren çok hadis-i şerif vardır. Ashâb-ı kirâm ve Tabiîn-i ızam, Kabr-i Saadet’i ziyaret ve istigase ederdi. Bunun için çok kitap yazılmıştır. Hısnü’l-hasin’de duâ adabını anlatırken (Duanın kabul olması için, Peygamberleri “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ve sâlih kulları vesile etmelidir. Buhârî’deki hadis-i şerifte böyle bildirildi) buyurmaktadır.
Ali Ramiteni hazretleri buyurdu ki “Günah işlememiş bir dil ile duâ ediniz ki kabul olsun!”. Yani, Huda dostlarının huzurunda tevazu eyleyiniz, yalvarınız da, sizin için duâ etsinler. İstigase, yani bir Velîye tevessül de, bu demektir.
Abdülvehhab oğlunun, Ehl-i sünneti, puta ve mezara tapan kâfirler gibi bilmesi ve Ehl-i sünneti öldürmeye ve mallarını almaya helal demesi, nasslara [yani âyetlere, hadislere] yanlış mânâ verdiği içindir. Buhârî’deki hadis-i şerifte Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem”, (Kâfirler, kâfirler için gelmiş olan âyet-i kerimeleri, müslümanlara yükletirler) buyurdu. Bir hadis-i şerifte, “Müslüman ismini taşıyanlardan en çok korktuğum kimse, Kurân-ı Kerîmin mânâsını, yerinden değiştirenlerdir” buyurdu. Bu hadis-i şerifler, böyle zındıkların meydana çıkacağını ve bunların dalâlette olduklarını haber vermektedir.
Mezarları ziyaret ile tevessül eden kâfir olsaydı, Peygamberimiz ile de tevessül edilmezdi. Halbuki O, dünyaya gelmeden önce ve dünyada diri iken ve vefâtından sonra, hep tevessül edilmiştir. Şevahidü’l-hak 153. sayfada yazılı, İbni Mace hadisinde, Peygamberimiz (Allahümme inni Eselüke bihakkıssailine aleyke), yani (Ya Rabbi! Senden isteyip de, verdiğin kimselerin hatırı için, senden istiyorum!) derdi ve böyle duâ ediniz buyururdu. Hazret-i Ali’nin “radıyallâhu anh” annesi Fâtıma’yı “radıyallâhu anha” kendi mübarek elleri ile mezara koyunca (İgfir li ümmi Fâtımate binti Esed ve vessialeyhâ methaleha bi-hakkı Nebiyike vel Enbiyâ-illezine min kabli inneke erhamürrahimin) buyurduğunu, Taberani ve İbni Hibban ve Hakim ve Süyuti bildirmektedir. Ashâb-ı kirâmın büyüklerinden Osman bin Huneyf bildiriyor ki iyi olması için duâ isteyen bir amaya, abdest alıp, 2 rekat namaz kılmasını, sonra “Allahümme inni Es’elüke ve eteveccehü ileyke bi-Nebiyyike Muhammedin Nebiyyirrahme, ya Muhammed inni eteveccehü bike ilâ Rabbi fi haceti-hazihi, li takdıye-li, Allahümme şeffihü fiyye” okumasını emretmiştir. Bu duâ , Merakıl-felah ve bunun Tahtavi haşiyesi ve türkçe tercümesi olan Nimet-i İslam kitaplarında, (Hâcet namazı) sonunda ve Şifa üs-sikam’ ve Nurü’l-İslam’da ve Dürerüsseniye’de de yazılıdır. Ashâb-ı kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”, bu duâyı hep okurdu. Hakimin bildirdiği sahih hadiste buyuruldu ki Adem “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” Cennetten çıkarılınca, çok duâ etti. Tevbesi kabul olmadı. Nihâyet “Ya Rabbi! Oğlum Muhammed hürmeti için, bu babaya merhamet et” deyince, duâsı kabul oldu ve “Ya Adem! Muhammed aleyhisselâmın ismi ile her ne isteseydin kabul ederdim, Muhammed olmasaydı, seni yaratmazdım” buyuruldu. Bu hadis-i kudsi, Mevahib ve Envar’ın başında da yazılıdır. Böyle olduğunu, Alusi’nin Galiye kitabı da, 109. sayfasında uzun bildirmektedir. Bu dualarda bulunan (hak) kelimesi, hürmet, kıymet demektir. Sevdiklerine verdiği kıymetli dereceler hatırı için istemektir. Çünkü, hiçbir mahlukun, hiçbir bakımdan, Allahü teâlâda hakkı yoktur.
Sual: O zaman, Muhammed “aleyhisselâm” dünyada yoktu. 313.000 sene sonra dünyayı teşrif edecekti. Adem “aleyhisselâm”, Onu nereden bildi?
Cevap: Adem “aleyhisselâm”, Cennette iken, Cennetin her yerinde ve Arş üzerinde (Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah) yazılı gördü. Onun, Allahü teâlânın en sevgili kulu olduğunu, bundan anlamıştı. Bunlar, oralarda İslam harfleri ile yazılı idi. Demek ki o harfler, insan yapısı değildir. Dünya ve Adem yokken, o harfler vardı. Bütün kitaplar ve sayfalar, İslam harfleri ile gönderilmiştir.
Bu duâlar gösteriyor ki Allahü teâlânın sevdikleri ile tevessül etmek, yani onları araya koyarak, onların hatırı ve hürmeti ile Ondan istemek câizdir.
İbni Âbidin “rahmetullahi teâlâ aleyh”, 5. cilt, 524. sayfada buyuruyor ki “Resûlullahı vesile kılarak Allahü teâlâya duâ etmek güzel olur. Önce ve sonra gelen âlimlerden hiçbiri buna karşı bir şey demedi. Yalnız İbni Teymiyye bunu kabul etmedi. Hiç kimsenin söylemediğini söyleyerek ortaya bir bidat çıkarmış oldu. Böyle olduğunu, İmâm-ı Sübki güzel açıklamaktadır”.
Ahmed bin Seyyid Zeyni Dahlan “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Mekke’nin müftüsü ve reis-ül-uleması ve Şâfiî şeyh-ul-hutebası idi. Birçok eserleri olup “Hülâsatü’l-kelam fi beyan-i umera-il beledi’l-haram”, “Firredd-i alel-vehhâbîyet-i-etba-ı mezheb-i İbni Teymiyye” ve “Ed-Dürerü’s-seniyye” kitaplarında bunların içyüzlerini açıklamakta, yanlış yolda, sapık olduklarını âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle göstermektedir. Hülâsatü’l-kelam’da, şöyle demektedir:
[1958’de İstanbul’dan hacca giden bir müslüman, Hucre-i saadet önünde (Ya Resûlallah, günahım çok. Bana şefaat eyle!) diye duâ ederken, Afrikalı bir vehhâbî gelip, (O ölüdür, bir şey duymaz) gibi şeyler söyler, yakasından çeker. Bu sünnî müslüman da, Bakara sûresinde, (Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyiniz! Onlar diridir. Fakat, siz bunu anlamıyorsunuz) mealindeki 154. âyet-i kerimeyi okur. İnsanların en üstününe sen nasıl ölüdür diyorsun der.]
Resûlullahı hayatta iken de, vefâtından sonra da, vesile ederek duâ etmek sahihtir ve câizdir. Bunun gibi, Evliyâyı ve Sâlihleri vesile ederek duâ etmek câiz olduğunu hadis-i şerifler göstermektedir. [Fethu’l-mecid kitabının 167, 170, 191, 208, 248, 353, 414, 416, 482, 486 ve 504. sayfalarındaki yazılar müslümanlara iftirâdır.] Hazret-i Ömer’in yağmur duâsına çıkarken hazret-i Abbası götürmesi, Resûlullahtan başkası ile de tevessül olunabileceğini göstermek için idi. Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyorlar ki: Tesiri veren, yaratan, icad eden, fayda ve zarar veren, yok eden ancak Allahü teâlâdır. Onun şeriki yoktur. Peygamberler ve bütün diriler ve ölüler, tesir, fayda ve zarar yaratamazlar. Hiçbir şeye tesir yapamazlar. Yalnız, Allahü teâlânın sevgili kulları oldukları için, onlarla bereketleniriz. Onlar da, dirilerin tesir ettiğine, ölülerin tesir etmediğine inanıyorlar. [Fethu’l-mecid kitabının 70, 77, 98, 104, 239, 248, 323, 503 ve 504. sayfalarında, “Meyyitten ve gaib olan diriden bir şey isteyen müşrik olur. İnsandan kudreti yetişen şeyler istenir. Yalnız Allah’ın kudretinde olan şeyleri insandan istemek câiz değildir” diyor. 70. sayfasında, “Diri, kendinden istenilen şey için duâ eder. Allah da kabul edip, o şeyi yaratır. Ölüden ve gaib olandan istemek, kudreti içinde olmayanı istemektir. Bu ise, şirk olur” diyor. 136. sayfasında “Sâlih kimselerin kabirleri ile teberrük etmek, Lat, Menat putlarına tapınmak gibi şirktir” diyor. 208. sayfada “İhtiyacını ölüden istemek, ölüden istigase etmek şirktir. Ölüden kendisine şefaat etmesini istemek cahilliktir. O, Allah’ın izini olmadan kimseye şefaat edemez. Ondan istigase etmek, şefaat etmesini istemek, şefaat etmesine izin verilmesi için sebep yapılmamıştır. Şefaate sebep imandır. İstigase eden ise müşriktir. İzin verilmesine mâni olmaktadır” diyor. Halbuki bu kitap, kendi kendini yalanlamaktadır. Çünkü, 200. sayfasında, “Gökler Allahtan korkar, Allah göklerde his yaratır. Anlarlar, Kuranda, yerlerin ve göklerin tesbîh ettikleri bildirildi. Resûlullahın avucuna aldığı taş parçalarının tesbîh ettiklerini ve mescitteki Hannane denilen direğin inlediğini ve yemeğin tesbîh ettiğini Ashâb işittiler” diyor. [Dağlarda, taşlarda, direkte his ve idrâk olduğunu söyleyip de, Peygamberlerde ve Evliyâda his olmaz demeleri, şaşılacak şeydir. Dirilere tevessül olunur, ölülere tevessül olunmaz demekle kendileri müşrik oluyorlar. Çünkü bu söz, diriler duyar ve tesir eder, ölüler duymaz ve tesir etmez demektir. Allahtan başkasının tesir ettiğine inanmak olur. Böyle inananlara kendileri müşrik diyor. Halbuki ölü de, diri de birer sebeptir. Tesir eden, yaratan yalnız Allahü teâlâdır.]
Alusi tefsirinde yazılı olan, İmâm-ı Âzâmın, Resûlullahı vesile yaparak duâ etmeyi yasak ettiği doğru değildir. Çünkü, İmâm-ı Âzamdan böyle bir haberi hiçbir âlim bildirmemiştir. Vesile edileceğini bildirmişlerdir. Tevessül, teşeffü, istigase ve teveccüh, hep aynı şey demektir. Hepsi câizdir. Buhârî hadisinde, “Kıyamet günü insanlar, önce Âdem aleyhisselâma istigase edeceklerdir” buyuruldu. Ashâb-ı kirâmın büyüklerinden Bilal bin Haris “radıyallâhu anh” Resûlullahın kabri yanına gelip, “Ya Resûlallah! Ümmetin için yağmur duâsı yap” dedi. Yağmur yağdı. Putlar, bize şefaat edecektir diyen kâfirler, putlara tapınıyorlardı. Şefaat isteyen müminler ise, Peygamberlere ve Evliyâya tapınmaz. Fethu’l-mecid kitabının 209. sayfasında diyor ki “Kurân-ı Kerîmde, (Ancak Onun izin vermesi ile şefaat olunur) ve (Ancak râzı olunan kimselere şefaat olunur) buyuruldu. Şefaat isteyen kimse, kendine şefaat etmesi için Peygambere izin verileceğini nereden biliyor? Sonra râzı olunmuşlardan olduğunu nerden anlayor da şefaat istiyor?”. Bu sözleri, hem hadis-i şeriflere uygun değildir. Hem de kendisini yalanlamaktadır. Çünkü, aynı kitabın 208. sayfasında, “Şefaat olunmaya sebep imandır” demektedir. Ezandan sonra okunması emrolunan duada, Allahü teâlânın, Peygamber efendimize “sallallâhü aleyhi ve sellem” fazile ve vesile derecelerini vaat ettiği bildirilmektedir. Bu duâyı okuyanlara ve salavât getirenlere ve kabrini ziyaret edenlere şefaat edeceğini bildirdi. Bunlar gibi, daha nice hadis-i şerifler, dilediğine şefaat etmek için kendisine izin verilmiş olduğunu göstermektedir. “Büyük günahı olanlara şefaat edeceğim” hadis-i şerifi, imanı olan herkese şefaat etmesine izin verileceğini bildiriyor. Şevahidü’l-hak 130. sayfasındaki 40 hadisten 13.sünde, “Kıyamet günü şefaat edeceğim. Ya Rabbi! Kalbinde hardal zerresi kadar îman olanları Cennete koy diyeceğim. Bunlar Cennete girecekler. Sonra, kalbinde az bir şey olanlara, Cennete giriniz diyeceğim” buyuruldu. Bu hadis-i şerifi Buhârî bildiriyor. İstigase tevessül demektir. Yani vesile etmek, yardımını, duâsını istemek demektir. Ondan şefaat istemek, Onu vesile ederek, Allahü teâlâdan son nefeste imanla gitmeyi duâ etmek demektir. Fethu’l-mecid kitabının birçok yerinde, mesela 323. sayfasında, “Gaib kimseden ve ölülerden istigase etmek, fayda istemek şirktir. Allah, müşriklerle harp etmeyi emrediyor” diyor. Halbuki Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, “Ya Muhammed, seni vesile ederek Rabbine teveccüh ediyorum” derdi. Vefâtından sonra, Ashâb-ı kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” bu duâyı okurlardı. Taberaninin bildirdiği hadis-i şerifte, “Çölde yalnız kalan kimse, bir şey gayb ederse, ey Allah’ın kulları, bana yardım ediniz desin! Çünkü, Allahü teâlânın, sizin göremediğiniz kulları vardır” buyuruldu. İbni Hacer-i Mekki İzahu’l-menasik haşiyesinde, bu duâ çok tecrübe edilmiştir buyurdu. Ebû Davud’un ve başkalarının bildirdikleri hadis-i şerifte, Resûlullah, seferde iken akşam olunca, (Ey Rabbimin yeri! Senin şerrinden Allaha sığınırım) buyurdu.
İhvan-ül-müslimin reislerinden S. Kutub da, Zümer sûresinin 3. ayetini tefsir ederken, (Tevhid ve ihlas sâhibi, Allahtan başka kimseden bir şey istemez. Hiçbir mahluka îtimat etmez. İnsanlar, İslamiyetin bildirdiği tevhidden ayrıldı. Bugün bütün memleketlerde Evliyâya ibâdet ediliyor. İslamiyetten evvelki Arapların meleklere, heykellere tapındıkları gibi, onlardan şefaat istiyorlar. Allah’ın bildirdiği tevhidde, ihlasta, Allah ile kul arasında vasıta ve şefaat etmek yoktur) diyor. Bu yazıları ile vehhâbî olduğunu ilan ediyor.
[Allahü teâlâya mahsus olan sıfatlara, sıfat-i zâtîyyeye ve sıfat-i sübûtiyyeye ulûhiyyet sıfatları denir. Bir mahluka ibâdet etmek, taş, ağaç, güneş, yıldız, inek, insan, heykel, resm gibi bir mahlukta, (Ülûhiyet sıfatı) bulunduğuna inanarak, ona itaat etmek, yalvarmak demektir. Böyle inanmaya (Şirk) ve inanan kimseye (Müşrik) denir. Bu şeylere şerik, mâbud, put denir. Şimdi hristiyanların çoğu, Budistler, Berehmenler ve mecusiler müşriktir. Müslümanlar hiçbir Velide ülûhiyet sıfatı bulunduğuna inanmaz. Peygamberlerin, Velilerin, Allah’ın sevgili kulları olduklarını bilirler. Ziyaret edenleri, duâ isteyenleri, Allahü teâlânın, kendilerine haber verdiğine inanırlar. Şefaat etmeleri için, bunlara yalvarırlar.]
Tavsiye Yazı –> Mevlid Okutmak Bidat mi?