Sual: Vehhabilerin Fethü’l-mecid isimli kitabının 179. ve 191. sayfasında: “Ya Fâtıma, benden dilediğin malı iste! Fakat, seni Allahü teâlânın azabından kurtaramam! hadis-i şerifini yazıp, insandan, onun dünyada yapabileceği şeyi istemek câizdir. Günahların affedilmesini, Cennete gidilmesini, Cehennemden, azaptan kurtulmasını ve bunlar gibi, ancak Allah’ın yapacağı şeyleri, yalnız Allahtan istemek câizdir. İstigase, yani sıkıntıdan kurtarması için, ancak Allahü teâlâya yalvarılır. Uzakta olanlardan ve ölülerden istigase edilmez. Onlar işitmez. Cevap veremez. Bir şey yapamaz. Hazret-i Hüseyin ve babası, kabirlerinde nimetler içindedir. Ahmed Ticani müşriki ve ibni Arabî ve ibni Farıd gibi mâbud tanınanlar da, azap içindedir. Bir şey işitmezler. Peygamberden de istigase edilemez. Busayri ve Ber’i kasidelerinde Resûlullahı övmekte taşkınlık yaparak, küfre, şirke sürüklenmişlerdir” diyor.
Kitabının birçok yerinde, mesela 323. sayfasında, “Ölünün veya uzakta olanın duâsının fayda vereceğine ve zararları gidereceğine inanmak, yahut ona duâ edenlere şefaat edeceğine inanmak şirktir. Allahü teâlâ Peygamberini bu şirki yok etmek için ve böyle müşriklerle harp etmek için gönderdi” diyor.
Cevap: Fethu’l-mecid kitabı, kendi kendini yalanlamaktadır. 201. sayfasında, “Allahü teâlâ, göklerde his ve mârifet yaratır. Allahtan korkarlar. Her zerre Allah’ı zikretmekte, Ondan korkmaktadırlar” diyor. Buna karşılık Peygamberler ve Evliyâ, mezarlarında his etmezler, işitmezler demektedir.
Mîr’at-ı Medine kitabını yazan Eyüb Sabri Paşa “rahime-hullahü teâlâ”, 1308 [m. 1890] de vefât etmiştir. Diyor ki:
İslam âlimleri, her zaman Resûlullahı vesile ederek, Allahü teâlâdan lütf ve merhamet dilemişlerdir. İnsanların babası yer yüzüne indirildiği vakit, “Ya Rabbi! Beni, Muhammed aleyhisselâm hürmetine affeyle!” demişti. Allahü teâlâ, bu duâyı kabul buyurmuştu ve “Sen, sevgili Peygamberim olan Muhammed aleyhisselâmı nereden biliyorsun? Ben Onu daha yaratmadım!” buyurunca, “Beni yarattığın zaman, başımı kaldırır kaldırmaz, Arş-ı ilâhînin kenarlarında (Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah) yazılı olduğunu görüp, Muhammed aleyhisselâmın yaratılmışların en üstünü olduğunu anladım. Muhammed aleyhisselâmı herkesten çok sevmemiş olsaydın, Onun ismini, kendi adının yanına yazmazdın” dedi. Allahü teâlâ da, “Ey Adem! Doğru söyledin. Muhammed aleyhisselâmı çok severim. Ondan daha sevgili, hiç kimse yaratmadım. Onu yaratmak istemeseydim, seni yaratmazdım. Onun hürmeti için afv dileyince, duanı kabul edip, seni affettim” cevabını verdi.
İki gözü kör bir kimse, gözlerinin açılması için Resûlullahtan duâ istedi. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” de “İstersen duâ ederim. Fakat, sabredip katlanırsan, senin için daha iyi olur” buyurdu. “Sabır etmeye gücüm kalmadı. Duâ etmeniz için yalvarırım” dedi. “Öyle ise, abdest alıp şu duâyı oku!” buyurdu. Bu duâ , Arabî (Ed-dürer-üsseniye) ve (El-Fecir-üs-sâdık) kitapları ile (Merakıl-felah) ve bunun (Tahtavi) şerhinde ve bu ikisinin Türkçe tercümesi olan (Nimet-i İslam) kitabında, (hâcet namazı) sonunda yazılıdır. O kimse, bu duâyı okuyunca, Allahü teâlâ kabul buyurarak gözlerinin açıldığını, hadis âlimlerinden İmâm-ı Nesai “rahime-hullahü teâlâ” bildiriyor. Bunu İmâm-ı Hasan de tasdik etmiştir. Vehhâbîlerin inanmamaları için hiçbir sebep yoktur. Bunu haber veren Osman bin Hanif, ayrıca diyor ki Osman bin Affan “radıyallâhu anhüma” halife iken, büyük sıkıntısı olan bir kimse, Halifenin karşısına çıkmaya utandığı için, bana dert yanmıştı. Ben de, hemen abdest al! Mescid-i saadete git! Şu duâyı oku diyerek, yukarıda yazılı kimsenin okuyarak gözlerinin açıldığı duâyı okumasını söyledim. Adamcağız, duâyı okuduktan sonra, Halifenin bulunduğu yere gider. Halifeye çıkarılır. Halife, bunu seccadesi üstüne oturtup, derdini dinler ve kabul eder. Adamcağız, işinin birdenbire yapıldığını görünce sevinerek, Osman bin Hanifi bulup, “Allahü teâlâ senden râzı olsun! Halifeye sen söylemeseydin, sıkıntıdan kurtulamayacaktım” der. Osman bin Hanif “radıyallâhu anh” ise, “Ben Halifeyi görmedim, işinin çabuk yapılması, sana öğrettiğim duadandır. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, o duâyı bir amaya öğretirken işitmiştim. Vallahi amanın, Resûlullahtan “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” ayrılmadan önce, gözleri açılmıştı” dedi.
Hazret-i Ömer “radıyallâhu anh” halife iken, kıtlık oldu. Ashâb-ı kirâmdan Bilal bin Hars “radıyallahü teâlâ anh”, Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” türbesine gidip, “Ya Resûlallah! Ümmetin açlıktan ölmek üzeredir. Yağmur yağması için vesile olmanı yalvarırım” dedi. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” o gece rüyasında görünüp, “Halifeye git! Benden selam söyle! Yağmur duâsına çıksın!” buyurdu. Hazret-i Ömer, yağmur duâsına çıkıp, yağmur yağmaya başladı.
Allahü teâlâ, sevdiklerinin hatırı için diyerek yapılan duâları kabul buyurmaktadır. Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselâmı çok sevdiğini bildirmiştir. Bunun için, bir kimse, (Allahümme inni Eselüke bi-cah-i Nebiyikel-Mustafa) diyerek bir duâ etse, duâsı red olunmaz. Bununla beraber, ufak tefek dünya işleri için, Resûlullahı “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” vesile etmek, edebe uygun olmaz.
Burhaneddin İbrahim Maliki “rahime-hullahü teâlâ” [m. 1397] de vefât etmiştir. Buyuruyor ki çok aç olan fakir bir kimse, hucre-i saadete gidip, “Ya Resûlallah! Karnım açtır” dedi. Az sonra, birisi gelip, fakiri evine götürdü, karnını doyurdu. Fakir, yaptığı duanın kabul olduğunu söyleyince, “Kardeşim! Çoluk çocuğundan ayrılıp, uzak yollardan sıkıntılar çekerek Resûlullahı ziyaret için geldin. Bir lokma ekmek için Resûlullahın huzuruna çıkmak yakışır mı? O yüksek huzurda, Cenneti ve sonsuz nimetleri istemeli idin! Burada istenilen şeyleri Allahü teâlâ reddetmez” dedi. Resûlullahı “sallallâhü aleyhi ve sellem” ziyaret etmek şerefine kavuşanlar, kıyamet gününde şefaat etmesi için, duâ etmelidir.
İmâm-ı Ebû Bekr-i Makkari “rahime-hullahü teâlâ” bir gün, İmâm-ı Taberani ve Ebû Şeyh “rahime-hümullahü teâlâ” ile mescid-i saadette oturuyorlardı. Birkaç günden beri acıkmışlardı. Yatsı namazından sonra, İmâm-ı Ebû Bekr artık dayanamayarak, (Açım ya Resûlallah!) dedikten sonra, bir köşeye çekildi. 2 arkadaşı kitap okuyorlardı. Seyyidlerden bir zât, 2 hizmetçisi ile gelerek, (Kardeşlerim! Dedem Resûlullahtan “sallallâhü aleyhi ve sellem” açlıktan yardım istemişsiniz. Biraz uyumuştum. Sizi doyurmamı emir buyurdu) dedi. Getirdiklerini birlikte yediler. Artanını bunlara bırakıp gitti. [Ebül-Kasım Süleyman Taberani “rahmetullâhi aleyh”, hadis imamıdır. Taberiye’de tevellüd, [m. 971] de İsfehan’da vefât etti.]
Ebül Abbas bin Nefis “rahime-hullahü teâlâ” ama idi. 3 gün aç kaldı. Hucre-i saadete gelip, “Ya Resûlallah! Açım” deyip, bir tarafa çekildi. Az zaman sonra, biri gelip, bunu evine götürdü. Karnını doyurdu ve “Ey Ebül Abbas! Resûlullah efendimizi rüyada gördüm. Seni doyurmamı emretti. Aç kaldığın zamanlar, bize gel!” dedi.
İslam âlimlerinden İmâm-ı Muhammed Mûsâ bin Numan Merakişi Maliki “rahime-hullahü teâlâ” [m. 1284] de vefât etti. (Misbahu’z-zulam Fiil-müstegisin bi-hayır-il-enam) adındaki kitabında, Resûlullahı “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” vesile ederek muradlarına kavuşanları yazmaktadır. Bunlardan biri, Muhammed bin Münkedir’dir “rahime-hullahü teâlâ”. Muhammed diyor ki bir adam, babama 80 altın bırakıp cihâtâ gitmişti. Bunları sakla! Çok muhtaç olana da yardım edebilirsin demişti. Medine’de kıtlık oldu. Babam, altınların hepsini açlıktan bunalanlara dağıttı. Altınların sâhibi gelip istedi. Babam, bir gece sonra gel dedi. Hucre-i saadete gidip, sabaha kadar Resûlullaha yalvardı. Gece yarısı, bir adam gelip, (Uzat elini!) demiş, bir kese altın verip, sonra hiç görünmemiştir. Babam evde altınları sayıp, 80 aded olduğunu görünce, sevinerek hemen sâhibine vermişti.
İbn-i Celah “rahime-hullahü teâlâ” Medinede fakir düşmüştü. Hucre-i saadete geçip, “Ya Resûlallah! Bu gün sana misafir geldim. Karnım çok açtır” dedi. Bir kenara çekilip uyudu. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” rüyasında görünüp, büyük bir ekmek verdi. Diyor ki çok aç olduğum için, hemen yemeye başladım. Yarısı bitince uyandım. Kalan yarısını elimde buldum.
Ebül-Hayır Akta “rahime-hullahü teâlâ” Medine’de 5 gün aç kalmıştı. Hucre-i saadetin yanına gelip, Resûlullaha selam verdi. Aç olduğunu bildirdi. Bir yana çekilip uyudu. Rüyada, Resûlullahın geldiğini gördü. Sağında Ebû Bekr-i Sıddîk, solunda Ömer Fâruk ve önünde Aliy-ül Mürteza “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” vardı. Hazret-i Ali gelip, ya Ebel Hayır! Kalk, ne yatıyorsun? Resûlullah geliyor dedi. Hemen kalktı. Resûlullah gelip, büyük bir ekmek verdi. Ebül-Hayır diyor ki çok aç olduğum için hemen yemeye başladım. Yarısı bitince uyandım. Kalan yarısını elimde buldum.
Ebû Abdullah Muhammed bin Ber’a “rahime-hullahü teâlâ” diyor ki babam ile Mekkede parasız kaldık. Ebû Abdullah bin Hafif “rahime-hullahü teâlâ” de yanımızda idi. Medineye geldik. Ben çocuktum. Acıktım diyerek ağlardım. Babam dayanamadı. Hucre-i saadete gelip, (Ya Resûlallah! Bu gece sana misafiriz) dedi. Bir yana oturdu. Gözlerini kapadı. Biraz sonra, başını kaldırıp güldü. Sonra çok ağladı. Gözünü açıp, Resûlullah elime para verdi dedi. Avucunu açtı. Paraları gördüm. Bunları hem kullandık, hem de sadaka verdik. Rahatça Şiraz’da evimize geldik. [Ebû Abdullah Muhammed bin Hafif “rahmetullâhi aleyh” [m. 981] de vefât etmiştir.]
Ahmed bin Muhammed Sufi “rahime-hullahü teâlâ” diyor ki Hicaz çöllerinde varlığım kalmadı. Medine’ye geldim. Hucre-i saadet yanında Resûlullaha selam verdim. Bir yana oturup uyudum. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” görünüp, (Ahmed geldin mi? Avucunu aç!) buyurdu. Avucumu altınla doldurdu. Uyandım. Ellerim altın dolu idi. [Ebül-Abbas Ahmed bin Muhammed Vaiz Endülüsi “rahmetullâhi aleyh” [m. 1284] de Mısır’da vefât etti.]
Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” aşıklarının temiz kalplerinden çıkan sözler, edebe, saygıya uygunsuz görünürse, bunlara bir şey dememeli, susmalıdır. Buradaki edeblerden, saygılardan biri de, susmaktır. Aşıklardan biri, Kabir-i saadetin yanında, her sabah ezan okur, namaz uykudan daha iyidir derdi. Mescid-i Nebî hizmetçilerinden birisi, Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” huzurunda terbiyesizlik yapıyorsun diyerek, bunu döğdü. Bu da, (Ya Resûlallah! Yüksek huzurunuzda adam dövmek, sövmek, edebsizlik sayılmaz mı? dedi. Biraz sonra döven kimsenin felc olduğu, eli ayağı tutmadığı görüldü. 3 gün sonra da öldü. Bunu, hafız Ebül-Kasım “rahime-hullahü teâlâ” kitabında yazmaktadır. Sâbit bin Ahmed Bağdâdî “rahime-hullahü teâlâ” de, bunu gördü demektedir. [Ebül-Kasım Ali ibni Asakir [m. 1176] de Şam’da vefât etti.]
İbnün-Numan “rahmetullâhi aleyh” kitabında diyor ki İbnüs-Saîd “rahime-hullahü teâlâ” ve arkadaşları Medine’de parasız kalmışlardı. Hucre-i saadeti ziyaretten sonra, (Ya Resûlallah! Paramız bitti. Yiyeceğimiz kalmadı!) deyip çekildi. Mescid kapısından çıkarken, birisi bunu evine götürüp, bol bol hurma ve para verdi.
Şerif Ebû Muhammed Abdüsselam Fasi “rahime-hullahü teâlâ” diyor ki Medine’de 3 gün kaldım. Minber önünde, 2 rekat namaz kılıp, (Ey yüce cettim! Açlığa dayanamayacak hâle geldim!) dedim. Biraz sonra, birisi gelip, bir tepsi yiyecek getirdi. Pişmiş et, tereyağı ve ekmek vardı. Bana birisi yetişir dedim ise de, hepsini yiyiniz! Bunları Resûlullahın emri ile getirdim. Çocuklarım için hazırlamıştım. Rüyada Resûlullahı “sallallâhü aleyhi ve sellem” gördüm. (Bir parçasını da, Mescitteki din kardeşine götür yesin!) buyurdu.
Şerif Mühessir Kasımi “rahime-hullahü teâlâ”, Hucre-i saadetin Şam tarafındaki teheccüd mihrabı önünde uyumuştu. Ansızın kalkıp, Hucre-i saadetin önüne geldi. Gülerek geri gitti. Mescid-i Nebî hizmetçilerinin müdürü olan Şemseddin Savab, mihrap yanında idi. Niçin güldüğünü sordu. (Birkaç günden beri evimde yiyecek yoktu. Hazret-i Fâtıma’nın makâmında, ya Resûlallah “sallallâhü aleyhi ve sellem”! Aç kaldım demiş, buraya gelip uyumuştum. Rüyada, yüce Cettim, bir kase süt verdi. İçtim. Uyandım. Kase elimde idi. Teşekkür için, Hucre-i tahire önüne geldim. Oradaki zevkten, lezzetten güldüm. İşte kase!) dedi. (Misbah-uz-zulam) kitabı bunu uzun yazmaktadır.
Ali bin İbrahim Busri “rahmetullâhi aleyh” diyor ki Abdüsselam bin Ebû Kasım Sahabi “radıyallahü teâlâ anh”, Hucre-i saadet önünde durup, (ya Resûlallah! Mısır’dan geldim. 5 aydır sana misafirim. Kaç gündür aç kaldım. Allahü teâlâdan yiyecek isterim) dedi. Bir yana çekilip oturdu. Bir kimse gelip, Hucre-i saadete selam verdikten sonra, Abdüsselâmin elinden tutup, çadırına götürdü. Yemek ikram etti. Biraz yedi. Medine’de bulunduğu zaman, bu adam onu çadırına götürür doyururdu.
İmâm-ı Semhudi “rahime-hullahü teâlâ” kapısının anahtarını düşürdü. Bulamadı. Hucre-i saadet önüne gelip, ya Resûlallah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem!” Anahtarımı düşürdüm. Evime gidemiyorum dedi. Bir çocuk elinde anahtarı getirdi. Bunu buldum. Acaba sizin mi dediğini, (Medine tarihi) adındaki kendi kitabında yazmaktadır. [Nureddin Ali bin Ahmed Semhudi, [m. 1505] de vefât etti. (El-vefa) ve (Hülâsat-ül-vefa) kitaplarında Medine-i münevvereyi anlatmaktadır.]
Şeyh Sâlih Abdülkâdir “rahime-hullahü teâlâ” buyuruyor ki Medine-i münevverede birkaç gün aç kaldım. Hucre-i saadeti ziyaretten sonra, Resûlullahtan ekmek, et, hurma istiyecek kadar ileri gittim. Sonra, Ravda-i Mutahhera’da 2 rekat namaz kılıp, bir yanda oturdum. Biraz sonra, kibar bir kimse gelip, evine götürdü. Et kızartması, ekmek ve hurma yedirdi. Dedi ki (Öğle vakti (Kaylule) sünnetini yapmak için uyumuştum. Rüyada, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” efendimiz göründü. Bu yemekleri size vermemi söyledi.)
Seyyid Ahmed Medeni, (Delail-ül-hayrat) kitabının sâhibi olan Süleyman Cezulinin “rahime-hullahü teâlâ” soyundandır. (Mîr’at-ı Medine) kitabının yazıldığı [m. 1883] senesinde sağ idi. Babası fakir imiş. Çocuk, elma, armut, hurma gibi şeyler isteyince, satın alamazmış. Oyalamak için, git Resûlullahtan “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” iste dermiş. Hucre-i saadet kapısına gidip, dilediğini istermiş. Şebeke-i saadetin iç tarafından bunlar uzatılır, alır yermiş.
Kilisli Mustafa Işki efendi “rahime-hullahü teâlâ” (Mevarid-i Mecidiye) tarih kitabında diyor ki Mekke’de 20 sene kaldım. 1247 [m. 1831] senesinde 60 altın biriktirip, çoluk çocuk ile Medine’ye geldik. Paralar yolda bitti. Bir tanıdığıma misafir olup Hucre-i saadete geldim. Resûlullahtan “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” yardım istedim. 3 gün sonra, bulunduğum eve bir beğ gelerek, benim için bir ev kiraladığını söyledi. Eşyalarımı oraya taşıttı. Bir senelik kira bedelini ödedi. Birkaç ay sonra, bir ay hasta yattım. Evde yiyecek ve satacak bir şey kalmadı. Zevcemin yardımı ile dama çıkıp, Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” türbesine karşı, sıkıntımı anlatıp yardım dilemek istedim. Ellerimi kaldırınca, dünyalık istemekten utandım. Bir şey söyleyemedim. Odama indim. Ertesi gün, bir kimse gelip, filan efendi bu altınları sana hediye gönderdi, dedi. Keseyi aldım. Geçimimiz düzeldi ise de, hastalıktan kurtulamadım. Yardımla Hucre-i saadet önüne gelip, Resûlullahtan “sallallâhü aleyhi ve sellem” şifa istedim. Mescitten çıkıp, kimseden yardım istemeden evime yürüdüm. Eve girerken, hastalığım hiç kalmadı. Nazar değmemesi için, sokağa birkaç gün bastona dayanarak çıktım. Fakat, para bitmişti. Çoluk çocuğu karanlıkta bırakıp, Mescid-i Nebeviye geldim. Yatsı namazından sonra, sıkıntımı Resûlullaha “sallallâhü aleyhi ve sellem” söyledim. Yolda tanımadığım bir kimse yanıma gelip, elime bir kese verdi. İçinde, beheri 9 kuruşluk 49 altın vardı. Mum ve lüzumlu şeyleri aldım, eve geldim.
Mustafa Işki efendi diyor ki oğlum Muhammed Sâlih kundakta iken, anası hastalandı. Sütü kesildi. Çok sıkıldık. Çocuğu Hucre-i saadete götürdüm. Perde eteğine bıraktım. (Allahümme inni Eselüke ve eteveccehü ileyke bi-Nebiyyina ve seyyidina Muhammedin “sallallâhü aleyhi ve sellem” Nebiyirrahme, ya seyyidina, ya Muhammed “sallallâhü aleyhi ve sellem”! İnni eteveccehü ilâ Rabbike ersil mürdiate li-hazel-Mâ’sûm) diyerek duâ ettim. Sabah erken, Şerif isminde bir subay gelip, (Efendim! 3 aylık kızım vefât etti. Validesinin sütünü kesemiyoruz. Acaba, süt anası arıyan var mı?) dedi.
Çocuğu gösterdim. Çocuğu bize verirseniz, Allahü teâlânın rızası için ona süt veririz. İyi terbiye ederiz. Zevcem de, buna sevinir dedi. Çocuğu götürdü.
Yine diyor ki 1257 senesinde çok sıkıntı çektim. İstanbul’a gitmeyi düşündüm. Regâib gecesinde, Ravda-i mutahheranın bir köşesinde oturdum. Resûlullahtan “sallallâhü aleyhi ve sellem” izin istemek için, gönlümü Hucre-i saadete bağladım. Uyumuşum. Rüyada bir ses, 3 kere (İstanbul’a git. Mustafa paşaya misafir ol!) dedi. Eve gittim. Çoluk çocuğa vedâ edip yola çıktım. İskenderiye şehrine kadar yürüdüm. Vapur param yoktu. Çok sıkıldım. (İşlerinizi şaşırıp, sıkıldığınız zaman, kabirdekilerden yardım isteyiniz!) hadis-i şerifini hatırladım. (Kaside-i bürde) yazarı olan İmâm-ı Busayrinin “rahime-hullahü teâlâ” türbesine gittim. Ziyaret ettim. Allahü teâlânın sevgili kullarından olan bu Zâtın mübarek ruhunu vesile ederek, Cenâb-ı Haktan yardım diledim. [İmâm-ı Muhammed Busayri, [m. 1295] de vefât etmiştir.] Dışarı çıkınca, Serezli Ahmed Beğ adında birisi ile karşılaştım. Beni arıyormuş. (Efendim, Osmanlı devlet adamlarından Saîd Muhîb efendi “rahime-hullahü teâlâ” yola çıktığınızı işitip, sizi görmekle şereflenmek istiyor. Zahmet buyurup, gelirseniz, çok sevinecektir) dedi. Konağa gittik. Muhîb efendi, büyük bir nezaket ile ve saygı ile karşıladı. (Kabul buyurursanız, vapurla İstanbul’a birlikte gidelim) dedi. Ertesi gün, Mısır valisi Muhammed Ali paşadan “rahime-hullahü teâlâ” 3 kese para geldi. Vapurla İstanbul’a geldik. 21 gün, vapurda karantinada kaldık. Cuma günü, vapurdan çıkınca, doğru Eyüp sultana gittim. Hâlid bin Zeyd hazretlerini “radıyallahü teâlâ anh” ziyaret edip, kendisine garib bir misafir olduğumu kalbimden geçirip, yardım etmesi için yalvardım. Eyüp camiinde, Cuma namazını kıldıktan sonra, cemaat ile birlikte türbeye girdik. Bir yanda oturdum. Bilmediğim bir Zât, (Nereye gideceğiz? Emrediniz efendim!) dedi. Arkamdan, birisi, sırtıma yumruk vurup (emrolunan yere) dedi. Yolda giderken:
– Arkama yumruk vuran kim idi dedim.
– Onun ismi Mahmud’dur. Eyüp ahalisi, kendisine meczûb derler dedi.
– Beni nereye götürüyorsunuz dedim.
– Bendeniz, eski ser katib-i yari ve şimdi ser asker (Harbiye nazırı) olan Mustafa Nuri Paşa’nın “rahime-hullahü teâlâ” adamıyım. Sizi bulmayı emir buyurdu.
– Mustafa paşa ile tanışmıyoruz. Acaba, niçin böyle emir verdiler?
– Orasını bilemem. Adınızı saygı ile söyleyerek, sizi beklediklerini bildirdiler.
– Beni bilmez idin. Eyüb’te hiç bilen de yoktur. Acaba yanlışlık olmasın dedim.
– Hayır efendim! Paşa hazretleri beni gönderirken, (Bugün Eyüb’de, Cuma namazından sonra, şöyle mübarek bir Zât bulacaksın. Saygı ile edep ile alıp buraya getir) dedi. Şeklinizi anlattı dedi.
Bu sözleri işitince, Mustafa paşanın mânevî bir işaret aldığını düşündüm. Karşısına çıkınca, büyük bir nezaket ile ve edep ile karşıladı. Efendim, benim misafirimsin. İstediğin kadar kalırsın. Dilediğin yerleri gezer, dolaşır, yine gelirsin dedi. Bir odaya yerleştirdi. Emrime birkaç hizmetçi verdi. Ertesi gün, şeyh Abdülkâdir Mevlevi tekkesinin ziyaret günü imiş. Gidip bir yanda oturdum. Biri gelip edep ile (Efendi hazretleri! Mübarek isminiz nedir? Ne zaman geldiniz? Kimin yanında misafirsiniz?) dedi. Cevaplarımı dinleyip gitti. Akşam dönüşte, Mustafa paşa hazretlerine bu soruları anlattım. (Yüce padişahımız “rahime-hullahü teâlâ”, bugün orasını şereflendirdiler. Kendileri Mekke-i mükerreme ve Medine-i münevverede bulunan müslümanları çok sever ve sayarlar. Soran kimsenin padişahımız efendimiz tarafından gönderilmiş olmasını sanırım) buyurdu. Padişahımızın mübarek yüzünü görmekle şereflenebilir miyim dedim: Evet, Cuma namazı kıldıkları selamlığa giderseniz, o şerefe kavuşabilirsiniz dedi. Beni, Cuma selamlığına gönderdi. Selamlık merasimi, Beylerbeği Camii şerifinde idi. Bir yana durup, sultanın mübarek cemalini görmek için bekledim. Padişahımızın hakkı gören mübarek gözleri, bu âşık fakire ilişince, şahlanarak giden atını durdurdu. Ser asker paşayı gönderdi. Ser asker paşa gelip, (Işki efendi! Padişahımız selam söylediler! Size 300 kuruş maaş irâde buyurdular. Çoluk çocuğu düşünerek üzülmesin! İstanbul’un her yerini gezsin, görsün buyurdular) dedi. Sultan Abdülmecid Han “rahime-hullahü teâlâ” efendimizin bu şahane fermanlarının, her zaman işitmiş olduğum keşif ve kerâmetlerinden biri olduğunu anlayarak, çoluk çocuk düşüncesinden kurtuldum. Birkaç ay sonra, Medine-i münevvereye döndüm. Çoluk çocuğumu rahat ve sevinç içinde buldum. Meğer, Padişah Abdülmecid Han “rahime-hullahü teâlâ” hazretleri, benim adım ile çoluk çocuğuma 3.000 kuruş göndermiş. Arkamdan da, 7.000 kuruş daha göndererek, hepimizi sevindirdiler. Bütün müslümanlar gibi, biz de, her namazda o mübarek padişaha duâ ettik. Abdülmecid Han “rahmetullâhi aleyh” hazretlerinin ihsanlarını ve kerâmetlerini anlatmakla şereflenmek için, şu kıtayı her yerde okur oldum:
Şehinşah-ı muazzam hazret-i Abdülmecid hana,
Nasıl arz-ı halleylesem diye düştümdü feryata,
Kerâmeti çok, ihsanı bol, ol Şâh-ı cihan ara,
Gönlümü anladı, bildi, bir fakir gelmiş üftade.
Kerâmetidir beni kaldırdı hak-ı mezelletten,
Muazzez etti fakiri, rağmen çeşm-i hüssade.
Işki efendinin gitmiş olduğu Beşiktaş Mevlevi-hane tekkesi idi. Sonradan, Eyüp’te Bahariye caddesindeki tekkeye taşınmıştır. O zaman, tekke şeyhi Abdülkâdir dede imiş.
Işki efendi, büyük bir Zât olmalıdır. Çünkü, Hucre-i saadet önünde her ne dilemişse, kabul olmuştur. Bahriye şurası katiblerinden hacı Tevfik beğ “rahime-hullahü teâlâ”, Medine-i münevverede iken, gözleri pek ağrımıştı. Hucre-i saadeti ziyaret edip, ağrıdan kurtulması veya İstanbul’a gitmesi için duâ etmiş, evine dönmüştü. Arkasından evine Işki efendi gelip gözlerine okumuş, üflemiş, ağrı hemen kalmamıştır.
İstanbullu bir kimse 7 sene Medine’de kalıp, her gün Ravda-i mütahhera denilen yerde Delail-i Hayrat kitabını okurdu. Fakat Delail-i şerifi, ne zaman okumaya başlasa, üstü temiz, güzel kokulu, sakalı, bıyığı sünnete uygun olarak kesilmiş bir ihtiyarı yanında görürmüş. İstanbul’a döneceği zaman, Hucre-i saadetin önünde duâ ederken, “Ya Resûlallah! Biliyorsun ki bu mübarek yerde, her gün Delail-i şerif okuyup bitirdim. Kabul olduğunu anlayamadım. O mübarek kitabı okurken, acaba gerekli saygıyı yapamadım mı?” dedi. Bir kenara oturdu. Uyuyuverdi. Rüyada, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” efendimizin Muvacehe-i Saadet penceresinden bir kase süt ihsan buyurduğunu görerek, hemen alıp içer, uyandığı zaman, yanında o güzel kokulu ihtiyar görünerek (âfiyet olsun kardeşim) der ve gider.
Resûlullahı “sallallâhü aleyhi ve sellem” vesile ederek yapılan duaların kabul olduğunu bildiren ve misaller veren, nice kitaplar yazılmıştır. Ebû Süleyman Davud Şazili’nin “rahime-hullahü teâlâ” (Beyan-ı intisar) kitabında şaşılacak çok şeyler yazılıdır. Ebû Süleyman Davud Şazili İskenderi [m. 1332] de vefât etti. Maliki idi.
İbni Muhammed Eşbili “rahime-hullahü teâlâ” diyor ki İspanyada Gırnata şehrinde, eski bir arkadaşımın evinde misafir idim. Arkadaşım hasta oldu. Yaşamasından ümit kesildi. O zaman vezir olan İbnül-Hisal “rahime-hullahü teâlâ” hastayı ziyarete geldi. Hucre-i saadete götürüp bırakmak üzere bir mektup yazdı. Hastanın iyi olması için Resûlullahtan “sallallâhü aleyhi ve sellem” yardım diledi. Hasta, birkaç gün sonra iyi oldu.
Şakayık-i Numaniye kitabının tercümesinde 2. ciltte diyor ki Osmanlı devletinin ilk Şeyhulİslamı ve zamanının müceddidi olan büyük İslam alimi Mevlânâ Şemseddin Muhammed bin Hamza Fenâri’nin “rahime-hullahü teâlâ” gözlerine perde geldi. Göremez oldu. Bir gece, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” efendimiz “Taha sûresini tefsir eyle!” buyurdukta, “Yüksek huzurunuzda, Kurân-ı Kerîmi tefsir etmeye gücüm olmadığı gibi, gözlerim de görmüyor” demiş. Peygamberlerin tabibi olan Resûlullah efendimiz, mübarek hırkasından bir parça pamuk çıkarıp, mübarek tükrüğü ile ıslattıktan sonra, gözleri üzerine koymuştur. Mollâ Fenâri uyanıp, pamuğu gözlerinin üstünde bularak kaldırmış, görmeye başlamıştır. Allahü teâlâya hamd ve şükretmiştir. Pamuk-ipliklerini saklayıp, öldüğü zaman gözleri üzerine konmasını vasiyet etmiştir. [m. 1431] de Bursa’da vefât edince, vasiyetini yerine getirdiler.
Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” efendimizi vesile ederek Allahü teâlâya yapılan duâlar kabul olduğundan, müslümanların halifesi, hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh”, Medine’de kıtlık olunca, Abbas bin Abdül Muttalibi “radıyallahü teâlâ anh” vesile edinerek yağmur duâsına çıktı ve (Ya Rabbi! Sevgili Peygamberini “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” vesile yaparak duâ ederiz! Resûlünün muhterem amcası hürmetine, senden yağmur isteriz! Duamızı kabul buyur!) demiştir.
Hazret-i Ömer “radıyallâhu anh” halife iken, bir daha kıtlık olmuştu. Kab-ül-Ahbar “rahime-hullahü teâlâ” hazretleri, (Ya Emrel müminin”! İsrail oğulları zamanında, kıtlık olunca, Peygamberleri vesile ederek duâ olunurdu) dedi. Bunun üzerine, hazret-i Ömer, Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” minberine çıkıp, (Ya Rabbi! Peygamberinin amcasını vesile ederek sana yalvarırız ve onun hürmeti için senden mağfiret ve ihsan dileriz) demiştir. Cemaate dönüp, (Rabbinize duâ ediniz! O, duâları kabul edicidir) demiştir. Halifenin bu emri üzerine, hazret-i Abbas, uzun bir duâ yaptı. Duâ bitmeden önce, yağmurdan Medine sokakları sudan geçilemez oldu. O gün, hazret-i Abbas’ın adı (Saki-i Harameyn) oldu. Resûlullahın şairi olan Hassan bin Sâbit “radıyallâhu anhüma” o gün, hazret-i Abbas’ı öven bir şiir okudu.