Sual: Fethü’l-mecid isimli vehhabi kitabının 98. ve 104. sayfalarında, Allahü teâlâdan başka şeylere tapınanların, onları vesile yapanların müşrik olduklarını bildiren âyet-i kerimeleri yazarak: “Peygamberlerden ve sâlih kullardan ölmüş veya uzakta olanlardan herhangi bir sözle yardım isteyenler, bu âyetlere göre müşrik olur” diyor. Bu sözler doğru mudur?
Cevap: Biz müslümanlar, Evliyânın “rahime-hümullahü teâlâ” kendiliklerinden bir şey yapacaklarına inanmayız. Allahü teâlâ, onları çok sevdiği için, onların duâ ve hatırı ile yaratacağına inanırız. Kullara tapınmak demek, onların sözlerine uyarak, İslamiyetin dışına çıkmak, onların sözlerini, kitap ve sünnetten üstün tutmak demektir. İslamiyeti emredenlere uymak, böyle değildir. Buna uymak, İslamiyete uymak demektir. Hayber gazasında, hazret-i Ali’nin “radıyallahü teâlâ anh” gözü ağrıyordu. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, mübarek tükrüğünü onun gözlerine sürdü ve duâ etti. Gözleri iyi oldu. Peygamberin hatırı için, Allahü teâlâ şifa ihsan etti. Fethü’l-mecid kitabı da, 91. sayfasında bunu yazıyor ve Buhârî ile Müslim’in haber verdiklerini bildiriyor.
Sual: Vehhabilerin Fethü’l-mecid isimli kitabının 108. sayfasında: “Tasavvufçular, şirk ve küfür üzeredir. Mürid şeyhine tapınıyor. Şarani’nin kitapları, bu küfürlerle doludur. Hüseyin’in babasının ve çocuklarının ve Şâfiî’nin, Ebû Hanîfe’nin ve Abdülkâdir-i Geylânî’nin mezarlarını putlaştırıyorlar. Onlara tapınıyorlar” diyor. Bu cümlelere nasıl cevap vermeli?
Cevap: Hindistan’daki İslam alimlerinden Hasen Can Farukî, Usûlü’l-erbea fi-terdidi’l-vehhâbîye kitabının 3. kısmında, fârisî olarak diyor ki:
Böyle inanan kimse, gaib olan, yani yanında bulunmayan bir kimseye, ismini söyleyerek seslenmek büyük şirk olur diyor. Böylece, Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” mübarek ruhunun bile hazır olacağını düşünerek seslenen kimse müşrik olur diyor. Yemenli Şevkani de, Dürrü’n-nadid kitabında, “Mezarları büyük bilmek, kabirlere seslenerek, ihtiyaçlarını istemek küfür olur” dedi. Yine o, Tathirü’l-îtikad kitabında da, “Melek, Peygamber veya Velî de olsa, ölüye yahut gaib olan diriye böyle seslenen müşrik olur” diyor. Mezhepsizlerden bir kısmı burada iki fikir ortaya atmaktadır. Bunlara göre, eğer işiteceğini düşünmeyerek, sevdiği için, “ya Resûlallah!” derse, müşrik olmaz. Eğer işiteceğine inanarak söylerse, kâfir olur. Selef-i sâlihinin “rahime-hümullahü teâlâ” yaptığı şeylere şirk diyen ve müslümanlara müşrik damgasını basan bu kimseye sorarız: “Gaib olan” sözü ile ne demek istiyorsun? “Görmediğimiz her şey gaibdir” diyorsan, “ya Allah” dememiz de şirk olmaktadır. Çünkü bu, Allahü teâlânın Cennette görüleceğine de inanmamaktadır. Eğer, “gaib, yok demektir” diyorsan, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ve Evliyânın “rahime-hümullahü teâlâ” ruhlarına nasıl yok diyebilirsin. Ruhların var olduklarını kitabımızın, ikinci kısmında ispat etmiştik. Yok eğer, “ruhların var olduklarına ve idrâk ve şuur sâhibi olduklarına, yani anladıklarına, duyduklarına inanırız. Fakat, tasarruf yaptıklarına inanmayız” derse, bu sözü Allahü teâlâ reddetmekte, En-naziat sûresinin 5. âyetinde, “Güç işleri yapanlara yemin ederim” buyurmaktadır. Tefsir âlimlerinin çoğu mesela (Beydavi tefsiri) [ve bunun Şeyhzade şerhi ve tefsir-i Azizi ve Ruhu’l-beyan tefsiri, tefsir-i Hüseyni], bu âyet-i kerime, meleklerin ve Evliyâ ruhlarının iş yaptıklarını bildirmektedir dediler. Ruh, madde değildir. Bunun için, melekler gibi, Allahü teâlânın emri ve izni ile dünyada iş yaparlar. Meleklerin, Allahü teâlânın izini ile bu dünyada, iş yaptıkları, yok ettikleri, diriltmek, öldürmek gibi işlerin yapılmasına vasıta oldukları, Kurân-ı Kerîmin çeşitli yerlerinde bildirilmiştir. Cin ve şeytanlar da, güç şeyleri kolayca yapıyorlar. Süleyman aleyhisselâma, cinnin hizmetlerini Kurân-ı Kerîm haber veriyor. Mesela Sebe sûresinin13. âyetinde meâlen, “Cin, Onun her istediğini, kale, resim, büyük kazanlar ve yerinden kaldırılamayan çanaklar yaparlardı” buyuruyor. Cin, melekler ve ruhlar kadar olgun ve kuvvetli olmadığı hâlde, büyük işler yapıyor. Bu dünyada, göremediğimiz çok şey var ki insan gücünün yetişemediği işleri yapmaktadırlar. Mesela, çok hafif olan ve göremediğimiz hava, fırtına, kasırga şeklinde eserek, ağaçları devirmekte, binaları yıkmaktadır. [Elektrik ve laser ışınları ve elektro-manyetik dalgaları, atomlar, gözle, hatta ultra-mikroskopla görülemedikleri hâlde, akılları şaşırtan büyük işler yapmaktadır.] Nazar değmesi, sihir yani büyü ve benzerleri kuvvetleri göremiyoruz. Halbuki korkunç tesirlerini işitmeyen yoktur. Bütün bunların yaptıklarının yapıcısı, hiç şüphesiz, Allahü teâlâdır. Bunlar, Allahü teâlânın yapmasına, yaratmasına sebep oldukları için, bunlar yaptı sanıyoruz ve bunlar yaptı diyoruz. Bunların yaptığını söylemek, küfür, şirk olmuyor da, Evliyânın ruhları yapıyor demek niçin şirk olsun? Onlar, Allahü teâlânın izin vermesi ile ve yaratması ile yaptıkları gibi, Evliyânın ruhları da, Allahü teâlânın izin vermesi ile ve yaratması ile yapmaktadır. Onların yaptıklarını söylemek de, şirk olur denirse, Kurân-ı Kerîme karşı gelinmiş olur.
Bu kimse, “Cinnin, şeytanların ve havanın tesir ettiklerini, Kurân-ı Kerîm haber veriyor. Bunun için, onlar yapıyor demek câiz oluyor. Evliyânın ruhlarının bir şey yaptıklarını Kurân-ı Kerîm bildirmediği için, ruhlardan bir şey istemek şirk olur” derse, yukarıda bildirdiğimiz, En-naziat sûresinin 5. âyet-i kerimesini unuttun mu deriz. Gözlerinin açılmasını isteyen amaya bildirilen hadis-i şerifteki duâ ve çölde yalnız kalanın okumasını emreden duâ ve “kabir ziyaret ederken, ölüye selam veriniz!” emri ve Osman bin Huneyf’in “radıyallahü teâlâ anh” haber verdiği hadise, bundan evvelki kısımda bildirilmişti. Bunların hepsi ve benzerleri daha nice vesikalar, gaib olandan ve kabirdekinden yardım istemenin câiz olduğunu göstermektedirler. Fakat bu kimse, meşhur ve sahih olan bu hadis-i şeriflere zaif veya mevdu damgasını basıyor. Ehl-i sünnet âlimlerinin ve tasavvuf büyüklerinin sözlerine de kıymet vermiyor. Çünkü, dört mezhepten birini taklit etmek şirk, küfür olur diyor. Mesela, Gulâm Ali Kusuri, Tahkiku’l-kelam kitabında “4 mezhepten birini taklit eden ve Kadriye, Çeştiye ve Sühreverdîye gibi tarîkatlerde bulunan, kâfir ve müşrik ve bidat ehlidir” diyor. Usûlü’l-erbea kitabından tercüme tamam oldu.
Bu kitap 1346 [m. 1928] de Hindistan’da fârisî dili ile yazılmış, Pakistan’da basılmış, 1395 [m. 1975] de İstanbul’da 2. baskısı yapılmıştır. Yazarı, İmâm-ı Rabbânî’nin “rahime-hullahü teâlâ” soyundan, Hakim-ül-ümmet Hâce Muhammed Hasan Can Sahip’tir “rahmetullâhi aleyhim ecma’în. Bunun (Tarîk-un-necat) kitabı da bidat fırkalarına cevap vermektedir. Arabî olup Urdu tercümesi ile birlikte 1350 de Pakistan’da basılmış, 1396 [m. 1976] da, İstanbul’da ofset baskısı yapılmıştır.
Sual: Fethü’l-mecid kitabının, 503. sayfada diyor ki: (Bir işin yapılması için, diri olan herkesten şefaat istemek, yani yardım etmesini ve duâ etmesini istemek câizdir. Hazret-i Ömer, Medine’den Mekke’ye umre yapmaya giderken, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, (Sâlih duadan bizi de unutma kardeşim) buyurdu. Bu hadis-i şerif, Ebû Davud’ün ve İmâm-ı Ahmed’in müsnedinde yazılıdır. Hazret-i Ömer buyuruyor ki bu hadis-i şerifteki (Kardeşim) sözü kadar bana sevgili olan bir sözü hayatımda hiç işitmedim. İslamiyet ölülere yalnız duâ etmeye izin vermiştir. Fakat ölüden duâ istemek bildirilmemiştir. Âyet ve hadisler, bunu yasak etmiştir. Fatır sûresinin 13. âyetinde, (Allahü teâlâdan başka ibâdet ettiğiniz putlar, hurma çekirdeği üzerindeki zar kadar bile size fayda veremezler. O putlara duâ edersiniz, işitmezler. İşitmiş olsalar dahi, fayda vermeye güçleri olmadığı için, size cevap vermezler. Kıyamet günü de, putlar, kendilerini Allahü teâlâya ortak yapmanızın yanlış olduğunu söyler), buyuruldu. Bu âyet, ölülerden duâ isteyenlerin, kıyamette kâfir olacaklarını bildiriyor. Böyle olduğunu, Ahkaf sûresinin 6. ayeti olan (Kâfirler, kıyamette haşr olunca, mâbudları onlara düşman olup onların ibâdetlerinin yanlış olduğunu bildirirler), cümlesi de bildirmektedir. Öyle ise, hiçbir ölü ve gaib olan diri kimse işitmez, fayda ve zarar veremez. Sahabe ve büyükleri olan Hulefâ-i râşidîn, Resûlullahın kabrine gelip bir şey istememişlerdir. Hazret-i Ömer “radıyallâhu anh” yağmur duâsına, hazret-i Abbası götürüp, yağmur için duâ yapmasını diledi. Çünkü o, diri idi. Rabbine duâ edebilirdi. Ölüden yağmur duâsı istemek câiz olsaydı, hazret-i Ömer ve Ashâb-ı kirâm, Resûlullahın kabrinden isterlerdi).
Cevap: Kitabın 486. sayfasında, (Benim için, her yerde okuduğunuz salât ve selâm bana bildirilir) hadis-i şerifini yazmış ve bu hadis, sağlamdır ve meşhurdur demişti. Şimdi, Resûlullahın bir şey işitmiyeceğini, duâ edemeyeceğini, Ondan duâ istemenin şirk olduğunu yazıyor. Yazıları birbirine uymıyor. Vesika olarak yazdığı Fatır sûresindeki âyet-i kerime, Allahü teâlâya inanmayan, Ona ibâdet etmeyip, putlara, heykellere tapınan kâfirleri bildirmektedir. Allahü teâlânın sevgili Peygamberinin veya Velisinin kabrine gidip, şefaat ve duâ etmesini isteyen müminlere müşrik damgasını basabilmek için, kâfirleri anlatan âyet-i kerimeleri, vesika olarak yazmak, Kurân-ı Kerîme de, müminlere de iftirâdır. Bu âyet-i kerime, mezarları ve ölüleri bildirmiyor. Allahü teâlâya inanmayan, putlara tapınan kâfirleri bildiriyor. Müminlere karşı, bu âyet-i kerimeyi ileri sürenlere hak verdirecek zerre kadar bir vesika yoktur. Ahkaf sûresinde yazdığı âyet-i kerimeden bir önce, Allahü teâlâ meâlen, (Allahü teâlâya îman ve ibâdet etmeyip, işitmeyen putlara ibâdet eden kimseden daha kötü, daha sapık yoktur) buyuruyor. Bu âyet-i kerime de, kâfirleri bildirmektedir. Hazret-i Ömer’in yağmur duâsına çıkması, sünnete uymak için idi. Çünkü, Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” yağmur duâsı yaptığı için, hazret-i Ömer de, sünnete uyarak duâ yaptı. Yağmur duâsı, bir ibâdettir. İbadetler, elbette sünnete uygun yapılır. Böyle olmakla beraber, Hanefi mezhebi âlimlerinden Hasan Şernblali, (Nur-ul-izah) ve bunun şerhi olan (Merakıl-felah) kitabında diyor ki (Medinede olanların, yağmur duâsı için (Mescid-i Nebî) de toplanmaları daha iyi olur. Çünkü orada, Resûlullahtan “sallallâhü aleyhi ve sellem” başka bir şey vasıtası ile Allahü teâlâdan bir şey istenmez ve bir şeye kavuşulmaz. Resûlullah efendimizin de “sallallâhü aleyhi ve sellem” (Mescid-i Nebî) içinde yağmur duâsı yapmış olduğu Buhârîde ve Müslimde yazılıdır. Duâ edilen yer, ne kadar şerefli ise, rahmet yağması, o kadar çok olur. Önce, 2 halifesini vesile yaparak, Resûlullaha yalvarılır. Sonra, üçü vesile edilerek, Allahü teâlâya yalvarılır). Kitabın, (Kabir-i saadeti ziyaret ederken, Kıbleye dönülüp, kabirler arkada bırakılır) demesi de iftirâdır. (Merakıl-felah) da, (Kabirlere dönülür. Kıble arkada bırakılır. Her kabrin ziyaretinde de, böyle yapılır) denilmektedir. Yağmur istemek için, sünnete uygun toplanarak duâ etmek, âyet ile ve sünnet ile belli olan bir ibâdettir. Bu ibâdeti, sünnete uygun yapmayıp da, Kabir-i saadete gidip istemek, ibâdeti değiştirmek olur. Kılınmayan namazların günahını affettirmek için, kazaların kılınması emrolundu. Kılınmayan namazları kaza etmeyip de, affedilmelerini Kabir-i saadetten istemek câiz olmadığı gibi, yağmuru da, Kabir-i saadetten istemek câiz olmaz. Fakat, böyle ibâdetleri, Kabir-i saadetin yanında yapmak, başka yerde yapmaktan binlerce defa faydalı olduğu meşhur olan hadis-i şerifte bildirilmiştir.
Evet, Evliyâya namaz kılınmaz. Evliyânın kabrine karşı namaz kılınmaz. Böyle yapmak büyük günah, hatta şirk olur. Fakat, Evliyânın kabri yanında, yalnız Allah için ve kıbleye karşı namaz kılmak çok sevap olur. Çünkü, Evliyânın kabirlerine rahmet yağmaktadır. Kabir yanında, türbe yanında namaz kılmak câiz olmasaydı, Ashâb-ı kirâm, Kabir-i saadeti mescid içine almazlardı. Ashâb-ı kirâmın hepsi ve 1400 seneden beri gelmiş olan milyarlarla müslüman, Kabir-i saadetin yanında namaz kılmışlardır. Burada namaz kılmanın faziletinin çok olduğu hadis-i şerif ile bildirilmiştir. Mescid-i saadette, arka safta namaz kılanlar, Kabir-i saadete karşı durmaktadırlar. 1400 seneden beri hiçbir İslam alimi buna bir şey dememiştir. Evliyânın “kaddesallahü teâlâ esrârehüm” kabirleri yanında namaz kılmanın câiz olduğuna bundan daha büyük vesika olabilir mi? Kabre karşı kılmayı kasıt etmek, bu niyet ile kılmak hadis-i şerif ile nehy edilmiştir. Fakat, kıbleye karşı kılmayı kasıt edince, kabre tesadüf etmesi câiz olduğu icmaı ümmet ile sabittir.
İbni Hacer-i Hiytemi Mekki “rahime-hullahü teâlâ”, (Zevacir) kitabında 91. sayfada diyor ki (Buhârîdeki hadis-i kudside, (Allahü teâlâ buyurdu ki Evliyâmdan birine düşmanlık eden benimle harp etmiş olur. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında bana en sevgili olanları ona farz ettiğim şeylerdir. Kulum nâfile ibâdetleri yapmakla bana o kadar yaklaşır ki onu çok severim ve her istediğini veririm) buyuruldu. 95. sayfasındaki hadis-i şerifte, (Bir kimse bana salavât okursa, bana bildirilir. Ben de ona duâ ederim) buyuruldu. Bir hadis-i şerifte, (Bir müslüman bana selam verince, ruhum bedenime gelir. Selamına cevap veririm. Peygamberler mezarlarında diridirler) buyuruldu. Ebütterdanın bildirdiği hadis-i şerifte, (Toprak Peygamberlerin cesetlerini çürütmez. Cuma günleri bana çok salavât okuyunuz! Ümmetimin okuduğu salavât, her Cuma günü bana bildirilir) buyuruldu. Ya Resûlallah! Sen mezarda çürüdükten sonra, selamlar nasıl bildirilir dediler. Cevabında, (Allahü teâlâ, toprağın Peygamberleri çürütmesini haram etmiştir) buyurdu. Bunlar gibi hadis-i şerifler gösteriyor ki Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” mezarlarında diridir, çürümezler. Evliyâ da, onların varisidir). İbni Ebû Şeybe’nin ve Ebû Nuaym’ın bildirdikleri ve (Künuz-üddekaık) de yazılı hadis-i şeriflerde, (Evliyâ görülünce, Allahü teâlâ hatırlanır) ve (Allahü teâlânın Evliyâsı vardır. Bunlar görülünce, Allahü teâlâ hatırlanır) buyuruldu. Deylemi’nin bildirdiği ve (Künuz-üddekaık) da bildirilen hadis-i şerifte, (Kabirdekiler olmasa, şehrdekiler yanardı) buyuruldu. Bu hadis-i şerifler gösteriyor ki Cenâb-ı Hak, kabirdekilerin sebebi ile ve bereketleri ile dirilere iyilikler vermektedir. Askerinin bildirdiği ve Münavi’nin (Künuz) kitabında yazılı hadis-i şerifte, (Yahya bin Zekeriya’nın kabrini bilseydim, ziyaret ederdim) buyuruldu. [Abdürraüf Münavi Şâfiî “rahmetullâhi aleyh”, 1621’de Kahire’de vefât etti.]