Sual: Büyük günah işleyenlerin ahirette durumu ne olacak?
Cevap: Türpüşti Risalesi’nde deniyor ki;
Kebâir [büyük] günâh işleyenler, günâh işlemekle kâfir olmazlar. Çünki kul, günâh işlemekle îmândan çıkmaz ve küfr ve îmân kalbe âit işlerdendir. Bu ikisi aynı anda bir kalpte bulunmaz. Îmân gelince küfr gider. Allahü teâlâya sığınırız, küfr gelirse, îmân gider. Günâh ise, bedenle, uzuvlarla işlenmektedir. Azâda câri olanla, kalbdeki îmân yok olmaz. Nitekim, sûretâ [şeklen] namâz kılan ve oruç tutan bir kâfir, bunlara kalb ile inanmamış ise, mü’min olmadığı gibi, mü’min de, azâları ile yaptığı günâhı, kalbi ile inanarak yapmazsa, kâfir olmayabilir. Günâh işlemek küfrdür diyen Hâricî mezhebidir. Mu’tezîleye göre ise, günâh işleyene mü’min de denmez, kâfir de denmez. Onlar büyük günâh işleyenler sonsuz olarak Cehennemde kalır i’tikâdındadırlar. Ehl-i sünnet mezhebine göre, büyük günâh işlemekle mü’min îmândan çıkmaz ve büyük günâh işleyen mü’min Cehennemde sonsuz kalmaz. Zîrâ islâm âlimleri sözbirliği ile bildiriyorlar ki, katlin [adam öldürmenin] keffâretinde, bir köle âzâd ederse, keffâreti yapılmış olur. Nitekim Nisâ sûresi 92. âyet-i kerîmesinde meâlen, “Bir mü’minin bir mü’mini öldürmesi olamaz, ancak hatâ ile olabilir ve kim bir mü’mini yanlışlıkla öldürürse, mü’min bir köle âzâd etmesi ve ölenin âilesine [vârislerine] teslîm edilecek bir diyet vermesi lâzım gelir. Meğer ki, vârisler o diyeti sadaka olarak bağışlamış olsunlar…” buyuruldu.
Eğer îmânla fısk arasında bir fark olmasaydı ve fısk ile küfr bir olsaydı, bütün ümmet bunda icmâ’ ederler mi idi. Bunun gibi şirkten aşağı olan ve fakat büyük günâh sayılan bir işi yapmakla sonsuz Cehennemde kalmağa inanmak câiz ve doğru değildir, tövbesiz ölse bile! Nitekim Nisâ sûresi 48. âyetinde meâlen, “Doğrusu Allah, kendine şirk [eş, ortak] koşulmasını bağışlamaz. Ondan başkasını dilediği kimse için bağışlar ve mağfiret buyurur. Kim de Allaha şirk koşarsa, gerçekden pek büyük bir günâh uydurmuş olur” buyurup, kendine şirk koşmağı, bütün günâhlardan ayrı tuttu ve şirkden aşağı olan her günâhı dilerse, dilediğinden bağışlayacağını bildirdi. Bu âyetin açıklaması husûsundaki sahîh hadîslerde, şefâat ve kalbinde îmân bulunan herkesin Cehennemden çıkacağı ve sonunda müşriklerden başka Cehennemde kimsenin kalmayacağı açıkca bildirilmektedir. Meâl-i şerîfi, “Kim bir mü’mini kasden öldürürse, onun cezâsı, içinde devâmlı kalmak üzere, Cehennemdir…” olan Nisâ sûresi 93. âyetinin zâhirî manâsını ileri sürenlere deriz ki, bunun manâsı göründüğü gibi değildir ve bunu görünüş manâsına yorumlamak doğru değildir. Yoksa, “Allah, şirkten başka günâhları dilediğinden bağışlar” âyet-i kerîmesi ile bağdaşmaz. Ehl-i sünnet ulemâsının usûlüne göre, 2 âyet çatışır ve zâhirde aralarını bulmak mümkün olmazsa, manâların uyuşması için biri diğerine haml edilir. Yukarıda geçen 2 âyetin arası şöyle bulunur: Allahü teâlâ, amden [bile bile] adam öldürene cezâ verir ve onu bağışlamak istemezse, onun ebedî Cehennemde bırakır, bağışlamak isterse, onu sonsuz olarak Cehennemde tutmaz. 2 iki âyetin arası böyle bulununca, bunu söylemek lâzım olur. Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerin arasında uygunluk ancak böyle sağlanır. Bu nasslardan hiç biri işlememezlikde kalmasın diye, biz de bu şekli beğendik. Bununla berâber tefsîr âlimleri bu âyetin murâd ve manâsında ayrı ayrı demişlerdir. Kimi, âyet-i kerîme, zâhirde umûmî görünse de, özel olarak bir şahıs hakkında inmiştir ki, mü’min iken mürted olmuş ve bir mü’mini öldürmüştür, kimi buradaki bile bile öldürmekten maksad, adam öldürmeği helâl görmektir dediler. Ammâ bizim metodumuz, bu gibi nassları, iki âyetin manâsını birleştirecek şekilde te’vîl yolunu tercîh etmektir.
Ehl-i sünnet i’tikâdına göre, büyük günâh, amelleri, sevâbları yok etmez. Çünki îmânın aslı devâm etmektedir. Bu yüzden o kişinin ameli zâyi’ olmaz ve insan günâh işlemekle fâsık olur ammâ kâfir ve müşrik olmaz. Bu bakımdan îmânı övülür ve fıskı kötülenir. Îmânı günâh değil, küfr veyâ şirk götürür. Hattâ ekseriyâ iyilikler kötülükleri siler. Nitekim Hûd sûresi 114. âyetinde meâlen, “Bu hasenât [beş vakit nemâzın sevâbı, küçük] günâhları mahv eder” buyuruldu.[1]
Hasenâtın seyyiâta [sevâbların günâhlara] gâlib gelmesinin sebebi, sevâb ve iyiliklerin îmânla birlikde bulunmasıdır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuştur: “Müflis o kimsedir ki, kıyâmet günü, namâz, oruc ve zekât sevâbları ile gelir de, birine sövmüş, öbürüne iftirâ etmiş, birinin malını yemiş, diğerini öldürmüş, başkasını dövmüş olup, sevâbları hak sâhiblerine verilir ve biter, hattâ onların günâhları buna yüklenir.” Âlimler bu hadîs-i şerîfe hep sahîh demişler. Sıhhatinde hiç ihtilâf etmemişlerdir.
Bu hadîs-i şerîf gösteriyor ki, büyük günâh amelleri yok etmez. Zîrâ bu hadîs-i şerîfde sayılanların hepsi büyük günâhdır ve sevâbları hak sâhiblerine verilir buyuruyor. Eğer amelleri yok etseydi, sevâbları kalmamış olurdu. Kur’ân-ı kerîmde, amelleri siler, götürür buyurulanlar, îmândan çıkanlar, küfre girenler hakkındadır. Hadîs-i şerîfdeki, “İkindi namâzını terk edenin ameli yok olur” demek, yaptığı bütün ameller yok olur manâsında değil, ikindi namâzını kılsaydı çok sevâb kazanırdı, kılmadığı için o çok sevâbdan mahrûm kaldı, çok şey kaybetdi demekdir. Bu hadîs-i şerîf bundan başka ma’nâda yorumlanamaz. Çünki başka manâlandırmalar ve yorumlar, usûle ters düşer.
Hattâ ulemâ, mürted olanın amelinin [sevâblarının] mutlak olarak gittiğinde ihtilâf etmişler, mürted olunca mı, mürted olarak ölürse mi, gider dediler. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe’ye “radıyallahü anh” göre, bir kimse mürted olsa ve sonra islâma gelse, mürted olmadan önce yapdığı ameller boşa gitmiş olur. İmâm-ı Şâfi’î’ye “radıyallahü anh” göre, boşa gitmez. Delîli de Bakara sûresi 217. âyet-i kerîmesidir. Bu âyet-i kerîmede meâlen, “Sizden kim mürted olur, dîninden döner ve sonra ölürse, o kâfirdir. İşte böyle olanlar var ya, amelleri dünyâ ve âhıretde gitmiş, yok olmuşdur” buyuruluyor. Bu âyet-i kerîmede, amellerin yok olması, küfr üzere ölmeğe bağlı kılındı. Bu iki büyük imâmın ihtilâflarının sonucu öyle oldu ki, Ebû Hanîfe hazretlerine göre, bir müslümân hac yapsa ve sonra mürted olsa ve sonra tekrâr müslümân olsa ve hacca gitmeğe gücü bulunsa, bir dahâ hac yapması, üzerine farz olur. Çünki birinci haccı, mürted olmakla gitti. İmâm-ı Şâfi’î hazretlerine göre, bir dahâ hac yapması lâzım gelmez. Çünki hac, mürted olmakla gitmez. Çünki tekrâr îmâna gelmişdir.
Şunu da söyliyelim ki, eğer büyük günâh, îmânı götürseydi, Ehl-i sünnet âlimlerinin bir tânesinden bile olsa, bir nakl bulunurdu. Bu tamâmen Hâricîlerin sözüdür. Onlar, kul günâh işlemekle kâfir olur diyorlar. Mu’tezîle ise, dahâ ayrı bir yol tutup, îmânla küfr arasında kalır dediler.
Dahâ önce dedik ki, kul günâh işlemekle kâfir olmaz. O hâlde mü’min olarak kalır. Çünki Allahü teâlâ katında kul, ya mü’mindir, ya da değildir, ya’nî kâfirdir. Tegâbun sûresi 2. âyetinde bunu haber veriyor ve “Sizi yaratan Odur; öyle iken içinizden kimi kâfir oluyor, kimi mü’min” buyuruyor.
[1] Demişlerdir ki, Amr bin Azbe “radıyallahü anh” hurma satıyordu. Güzel bir kadın hurma almağa geldi. Kadına, dahâ iyi hurmalarım evdedir dedi ve kadın berâberinde evine geldi. İçeri girince kadını öptü ve ardından hemen pişmân olup, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellelm” huzûruna geldi. Hem ağlıyor, hem de yaptığını arz ediyordu. İşte o zamân bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Risâletpenâh efendimiz, hazret-i Amr’a, “ikindi namâzını bizimle mi kıldın?” diye sordu. Evet, dedi. “Namâzın, günâhının keffâretidir” buyurdu. Yâ Resûlallah, bu hâl, sâdece Amra mı mahsûsdur, dediler. “Hâyır, herkes için böyledir” buyurdu. Bunu kuvvetlendiren bir hadîs-i şerîf de, “Bir namâz vaktinden öbür namâz vaktine kadar işlenen günâhlara, keffâret olur. Büyük günâhdan sakınırsa” açık sözleridir. Vâsıtî der ki, “İbâdet ve tâ’atin nûrları, günâh zulmetlerini yok eder.” Bahrü’l-hakâik’de yazar: Gündüz ve gece namâzlarında, zikir ve murâkabelerindeki nûrlar, insanlık îcâbı olan ufak günâhların zulmetini siler. Bazıları da diyor ki, hasenât demek, dört kelimedir. Yanî, “Sübhânallâhi vel-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallahü vallahü ekber”. (Tefsîr-i Hüseynî)