Sual: İyi insan nasıl olur? Bunun için sırayla ne yapmalı?

Cevap: Allahü teâlâ, iyi insanı sever, Allahü teâlânın sevgisini kazanmak için çalışana (Sâlih insan), (İyi insan) denir. Allahü teâlânın sevgisini kazanmış olana (Velî), (Evliyâ) denir. Başkalarının da iyi insan olması için çalışan Velîye (Mürşid) denir. İyi insan olmak için, Allahü teâlâya karşı iyi olmak ve Peygamber efendimize karşı iyi olmak ve bütün insanlara karşı iyi olmak lâzımdır. Bir kimsede bu 3 iyilikten biri bulunmazsa, buna iyi insan denilemez. Allahü teâlâya karşı iyi olmak, Onun var olduğuna, bir olduğuna, her şeyi Onun yarattığına, yaptığına inanmak demektir. Her insanın, her canlının ve her cansız cisimlerin ve kuvvetlerin yaptıkları her şeyi, O irâde edip, dileyip halk etmekte, var etmektedir. Muhammed aleyhisselâma karşı iyi olmak, Onun Allahü teâlânın Peygamberi olduğuna, bütün Peygamberlerin ve bütün insanların en üstünü, en kıymetlisi olduğuna ve her sözünü Allahü teâlâ tarafından söylediğine (îman etmek), inanmak ve Ona tâbi olmak, uymaktır. Onun sözlerine (Hadis-i şerif) denir. Ona inanmak ve uyabilmek için, Onun sözlerini, hareketlerini ve işlerini, iyi ve fenâ dediklerini öğrenmek lâzımdır. Yani (İlim) lâzımdır.

Müslümanın öğrenmesi lazım olan bilgilere (İslam ilimleri) denir. İslam bilgileri 2’ye ayrılır: (Din bilgileri) ve (Fen bilgileri). Din bilgileri de 2’ye ayrılır: (Beden bilgileri) ve (Kalp ile îman bilgileri). Beden bilgileri, yapılması iyi ve lazım [Farz] olan ve yapılması fenâ ve yasak [Haram] olan şeyleri bildiren ilimlerdir. Din ilimlerini Muhammed aleyhisselâm bildirdi. Bunlara (İslamiyet) denir. Beden bilgilerine (Ahkâm-ı ilâhiyye) veya (Ahkâm-ı İslâmiyye bilgileri) denir. İslamiyeti doğru olarak öğrenip anlatan ve kitaplarına yazan âlimlere (Ehl-i sünnet âlimleri) denir. Ehl-i sünnet âlimleri, bu ilimleri, (Kurân-ı Kerîm) den ve (Hadis-i şerif) lerden anlamışlar, kendi düşüncelerini karıştırmamışlardır. Kendi düşüncelerini de karıştıran âlimlere (Bidat ehli) veya (Dinde reformcu), yani sapık denir. Ehl-i sünnet âlimleri, ilimde (İctihad) derecesine yükselmiş olan mürşidlerdir. Zamanlarında mevcûd olan fen bilgilerine de aşinadırlar.

Bir Mürşid-i kamilin sohbetinde, yani yanında bulunup, ahkâm-ı İslâmiyye bilgilerini işiten kimse, hem ahkâm-ı İslamiyeyi öğrenir. Hem de, Onun mübarek kalbinden yayılan nurlara kavuşur. Bu nurların yayılmasına (Feyiz) denir. Güneş, dâima, gördüğümüz ziyaları neşrettiği, yaydığı gibi, (ultra-viyole) ve (infera ruj) dediğimiz, görülemeyen şualar da neşretmektedir. Göremediğimiz (Laser), (Röntgen), (Katod) ve (Ölüm) şuaları da vardır. Her birini hâsıl eden kaynakları vardır. Resûlullahın mübarek kalbinden dâima hâsıl olan, devamlı fışkıran, görünmeyen şualar da vardır. Bu şualara [ışınlara] (Nur) denir. Bu şualar, Ashâb-ı kirâmın, yani yanında bulunan müslümanların kalplerine, istidadları, yani alabilecekleri kadar geldi. Herkesin istidadı, İslamiyete uyduğu kadardır. Ashâb-ı kirâmın her biri, Ehl-i sünnet alimi idi. Her biri, kendisine gelen nurlardan, feyizlerden, Resûlullaha olan imanının ve muhabbetinin kuvveti kadar alabildi. Ebû Bekr-i Sıddîk’ın imanı ve sevgisi, hepsinden çok olduğu için, hepsinden çok feyiz aldı. Birisini sevmek, onun sevdiklerini sevmek, onu üzenleri sevmemek, her işinde ona tâbi olmak, hizmet etmektir. İnsanın kalbi, fosforesans madde gibidir. Aldığı nurları saçar. Ashâb-ı kirâmın kalplerinin saçtığı nurlar, Tabiînden, muhabbet sahiplerinin kalplerine girdi. Böylece, her asırdaki muhabbet sahipleri kendi mürşidlerinden, hem İslamiyeti öğrendiler. Hem de feyiz aldılar.

Bir kimsenin kalbi, kendi mürşidinin kalbine, Resûlullahtan gelmiş olan feyizlere kavuşursa, bunun imanı kuvvetlenir. İslamiyete uyması, ibâdet yapması kolay ve tatlı olur. Nefsi, günah, kötü arzularından vazgeçer. Aklı, ticaret, ziraat ile helal kazanmakla, fen, sanat, hukuk, cihat ve astronomi gibi dünya işleri, hesapları ile meşgul olur, herkesin müşküllerini çözer ise de, kalbinde bunların hiçbiri bulunmaz. İbâdetlerini ve her işi ve her iyiliği, yalnız Allahü teâlâ emrettiği için yapar. Başka bir menfaat düşünmez. Kalbine, ruh aleminin bilgileri gelir. Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî “rahmetullâhi aleyh” böyle idi. İman ve fıkıh bilgilerinden ve her meslekten, her fenden sorulanlara verdiği cevaplar, dinleyenleri hayrette bırakırdı. Çalışarak, akıl ile öğrenilen din ve fen bilgilerine (İlim) denir. Mürşidin kalbine gelen bilgilere (Şuhûd) ve (Ahval) denir. Allahü teâlânın ve sıfatlarının şühuduna (Mârifet) denir. Allahü teâlânın mârifeti, yalnız Onun var olduğunu, âlemin yani her mahlukun yok olduklarını, aynadaki hayal gibi, bir görünüş olduklarını anlamaktır. Sıfatlarının mârifeti, hiçbir şeye benzemediklerini anlamaktır. Bu 2 mârifete, (Mârifetullah) ve (Fenâ-fillâh) denir. Buna kavuşana (Ârif) denir. Ârif olan, kimseye kötülük yapamaz. Herkese hep iyilik yapar. Allahü teâlânın sevgili kulu, bir mürşid olur. Hem İslamiyet ilimlerini, hem de feyiz yayar. Bunun yaydığı ilimlere mürşid denmez. İlmi yayan insana mürşid denir. Yani mürşid, insan-ı kâmil demektir. Herkese, vatana, millete hayırlı, faydalı, olgun bir müslüman demektir. Mürşitten feyiz gelmesi için, İslamiyeti bilmek ve tatbik etmek [uymak] şarttır. Mesela, bir kadın İslamiyete uymak isterse, başını, saçını, kollarını, bacaklarını, yabancı erkeklere göstermemesi, sokağa çıkarken, yüzünden ve avuçlarından başka yerlerini örtmesi lâzımdır. İslamiyete uymayana feyiz gelmez. Hem de tövbe etmezse, Cehennem ateşinde yanacağı bildirildi. Gelen feyizlerden, kalbin alabilmesi için de, mürşidin kemâlini anlamak ve inanmak ve kendisini bunun için sevmek lâzımdır. Böyle sevene, mürşidin kitaplarını okurken de feyiz gelir. Sohbette mürşidi dinlerken veya kitabını okurken, feyiz almaya kavuşan kimse, mürşide uzaktan (Râbıta) yapınca, yani sûretini, yüzünü hayaline getirince [hatırlayınca] da feyiz alır. Eski mürşidlerin kabirlerini ziyaret edince, onlardan da feyiz alır.
_______________
Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ Âlihi ve Sahbihi ve sellim.

Tavsiye Yazı –> İmanın sıfatları

Mucizelerine Ahmed’in, yoktur adedle hesap,
ettiler ama sahabe, ondan üç bini tadad.
Mucize, herkim nebidir, sıdkına olur delil,
şöyle ki gün olduğunu haber verir afitab.
Mucize, bir de görülse, yetişir tasdik için,
göstermiştir, hod Muhammed, mucizat-ı bi hesap.
Sıdkına Kuran yeter ki Hak sözüdür şüphesiz,
zira üstündür belâgatte, cümleye ol kitap.
Şöyle ki cin ve beşer mislini yapamadılar,
ta ki bildiler, kelamullah imiş bi irtiyab.

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler