İslam ahlakını üçe ayırmıştık. Bunları iyi anlamak için, yardımcı olan şeyleri açıklayalım. Her ilmin, her fennin şubeleri vardır. Şubelerin birleştikleri noktaları bulunur ki bu noktalarda, o ilmin bütün kolları tek bir şey olur. İşte bu tek nokta, o ilmin mevzuudur. Mesela, tıb ilminin muhtelif şubeleri vardır. Fakat her kolu, insan cesedinin hastalık ve sağlığında birleşir. Bu da, bu ilmin mevzuu demektir. Bir ilmi kolay öğrenmek için, mevzuunu anlamak lazımdır. Ahlak ilminin mevzuu, insanın ruhudur. Ruhu [ve kalbi], kötü huylardan temizlemeyi ve iyi huylar ile süslemeyi öğretir. Bunun için, evvela ruhu, sonra iyi ve kötü huyları öğrenmek lazımdır. Şu beyti imam-ı Şâfiî söylemiştir:
Kötülüğü öğrendim, kötü olmak için değil,
kötülüğü bilmeyen, düşer içine, iyi bil!
Kalbi ve ruhu, mümkün olduğu kadar tanıtabilmek, görünen ve görülemeyen kuvvetlerini açıklamak ve saadetinin ve felaketinin nelerde olduğunu anlatmak için, 3 makam yazıyoruz:
1. makam: Kalp [gönül] ve ruh nedir? Bu 2 varlığa eski yunan feylesofları ve onların taklitçileri, nefs-i natıka veya kısaca Nefs de demişlerdir. [Halbuki tasavvuf ve ahlak bilgilerinin mütehassısı, İmam-ı Rabbânî “rahime-hullahü teâlâ”, nefsin, kalbin ve ruhun birbirinden farklı varlıklar olduklarını ve nefs-i natıka, nefsin ismi olduğunu bildirmektedir.] İsra sûresinin 85. âyetinde meâlen, (Sana ruhtan soruyorlar. Ruh, Rabbimin yarattığı varlıklardan biridir diye cevap ver) buyuruldu. Bu âyet-i kerime, ruhun ne olduğunu anlatmayı men’ etmektedir. Bunun içindir ki turuk-ı aliyye meşayihindan ve İslam âlimlerinden çoğu, ruhun ne olduğunu konuşmaktan ictinab etmişlerdir. Fakat, Kur’ân-ı Kerîmden anlaşılıyor ki ruhun yalnız hakikatini, ne olduğunu konuşmak yasaktır. Yoksa hassalarını, özelliklerini anlatmak yasak değildir. Bunun için, âlimlerin çoğu, talebeye ve sual edenlere, kalbin ve ruhun cisim olmadıklarını, bir cevher-i basit olduklarını söylediler. Aklın erdiği bilgileri anlayan, his organlarından beyne gelen duyguları alan, bedendeki bütün kuvvetleri, hareketleri idare eden, kullanan hep bu ikisidir. Tasavvuf büyükleri ve kelam âlimleri böyle söylemişlerdir. [Kalp ve ruh hakkında geniş bilgi almak isteyenin, Şâfiî mezhebi âlimlerinden şeyh Şihabüddin Ömer Sühreverdinin Avarif-ül mearif kitabını ve İmam-ı Rabbânî Ahmed Fârukî Serhendinin Mektubat kitabını okuması tavsiye olunur.]
Kalbin ve ruhun tarifini, 6 madde içinde izah edeceğiz:
1 – Evvela kalbin ve ruhun mevcut olduklarını bildirelim. Ruhun varlığı meydandadır. Belli olan şeyi ispat etmeye lüzum yoktur. İnsana en malum olan şey, kendi varlığıdır. İnsan bir an kendini unutmaz. Uykuda iken, sarhoş iken de, ruh kendisini unutmaz. İnsanın kendi kendini tanıması için, bir şey ispat etmeye lüzum yoktur. Fakat, ruh madde midir, madde değil midir. Kendi kendine var mıdır, yoksa başka şey ile mi bulunur gibi ve daha başka sıfatlarını ispat etmek caizdir. Çoğu meydanda ise de, hatırlatmak lazımdır. Bunun içindir ki aşağıdaki beş madde zikir edilmektedir.
2 – Kalp ve ruh, cevherdir. Yani kendileri vardır. Ruha fârisî dilinde can denir. Hayvan ölünce, canı çıktı denir. Ruhu bedeninden ayrıldı demektir. Her mahluk, ya cevherdir, yahut arazdır. Varlıkta kalabilmesi için, başka bir mahluka muhtaç değilse, kendi kendine var ise, buna cevher denir. Varlıkta başka bir şeye muhtaç ise, araz veya sıfat denir. Madde ve cisim, birer cevherdir. Bir cismin rengi, kokusu, şekli ise arazdır, özelliktir. Renk, cisim ile vardır. Cisim olmazsa, renk olamaz. Cevher, 2 türlüdür. Biri mücerred, yani maddi olmayan varlıktır. Ağırlığı, şekli, rengi ve his organlarına tesiri yoktur. İkincisi maddedir. Mücerred olan cevher, his organları ile duyulmaz, parçalanamaz. Akıl ve ruh böyledir. Madde ise, his olunur ve parçalanabilir. Cisim, maddenin şekil almış Hâlidir. Ruhun cevher olduğu birçok şekilde ispat edilmiştir. En basit yol şöyledir ki araz yani hassa, bir cevher üzerinde bulunur. Cevher, arazı taşımaktadır. His olunan, düşünülen her şeyi ruh almakta, taşımaktadır. Bunun için kalp ve ruh, cevherdir, araz değildir. Araz, araz üzerinde de bulunabilir diyerek, mesela sürat, yani hız, harekette bulunur diyerek, bu ispatı kabul etmeyenler de vardır.
3 – Kalp ve ruh, basittir. Basit demek, parçalanamaz, ayrılamaz demektir. Bunun karşılığı, bileşik yani mürekkeb olmaktır. Kimyanın basit dediği elementler, bu tarife göre bileşik oluyor. Çünkü, atomlarına veya gaz moleküllerine ayrılabilmektedirler. Ruhun basit olduğu şöyle anlaşılır ki basit olduğu bilinen şeyi, ruh kavramaktadır. Kalp ve ruh, mürekkeb yani bileşik olsaydı, parçalanabilseydi, basit olan bir şey bunda yerleşemezdi. Çünkü, ruh parçalanırsa, bunda yerleşen basit şey de parçalanmak lazım gelir. Basit olan şey ise, parçalanamaz.
4 – Kalp ve ruh, cisim değildir. Eni, boyu ve yüksekliği olan cevhere, yani şekil almış maddeye cisim denir. Cisimde yerleşen şeylere cismani denir. Araz, yani özellikler, cisimlerde bulundukları için, cismanidirler.
5 – Kalp ve ruh, anlayıcı ve idare edicidir. Kendilerini bilirler. Kendisini bildiğini de bilirler. Göz vasıtası ile renkleri, kulak ile sesleri kavrar. Sinirleri, çalıştırır. Adaleleri hareket ettirir. Böylece, bedene iş yaptırırlar. Böyle işlere iradi, yani istekli işler denir.
6 – Ruh, his organları ile duyulmaz. Cisim ve cismani olan şeyler his olunur. Ruh, cisim ve cismani olmadığı için his olunamaz.
2. makam: İnsan ölünce, ruhu ne olur? İnsan ölünce, ceset çürüyünce, kalp ve ruh yok olmaz. Ölmek, bunların bedenden ayrılması demektir. Bedenden ayrılınca, mücerred yani maddi olmayan âleme karışırlar. [Kıyamete kadar] yok olmaz. Din âlimleri ve felsefeciler ve müteassıb [yobaz] olmayan fen adamları böyle söylemiştir. Tabiatcılardan az bir kısmı, bu söz birliğinden ayrılmış, doğru yoldan kaymıştır. Bunlar, insanı, çöldeki otlara benzettiler. İnsan ot gibi biter, büyür, yok olur. Ruhu kalmaz dediler. Böyle söyledikleri için Haşhaşiler, yani Otcular adı ile anıldılar. Din âlimleri ve felsefeciler, bu otcuların düşüncelerini muhtelif delillerle reddetti.
[Allahü teâlâ, elementleri yaratmış, bunlardan her birine başka başka hassalar vermiştir. Her element atomlardan yapılmıştır. Her atomu, bir mikro-dinamo gibi, büyük bir enerji deposu yapmıştır. Atomların birbirleri ile birleşmesinden molekülleri veya iyon şebekelerini, böylece organik ve anorganik mürekkeb cisimleri ve hücreleri, çeşitli dokuları ve sistemleri yaratmiştir. Bunların her birinde, akıllara hayret veren, incelikler, kanunlar, düzenler vardır. Mesela, ancak mikroskopla görülebilen bir hücre, çeşitli atölyeleri bulunan muazzam bir fabrika gibidir. İnsan aklı, bugüne kadar, bu fabrikanın ancak birkaç makinasını görebilmiştir. İnsandaki milyonlarca hücrenin çalışabilmesi, gerek insanda, gerekse dış âlemde binlerce, uygun şartların bulunmasına bağlıdır. Bu binlerle şart ve nizamdan biri bozulursa, insanın bedeni çalışamaz, durur. O büyük kadir, âlim olan Allahü teâlâ, bu nihayetsiz nizamı yaratarak, beden makinasını otomatik olarak çalıştırmaktadır. Kalp ve ruh, bu makinanın elektrik kuvveti gibidir. Bir motorda ufak bir arıza olunca, cereyan kesildiği gibi, insan vücudunun iç ve dışındaki yapı ve düzenlerde hâsıl olacak bir arıza da, kalbin ve ruhun bedenden ayrılmasına sebep olur ve insan ölür. Dünyada hiçbir makina, hiçbir motor nihayetsiz çalışamıyor. Aşınarak, yıpranarak, çürüğe ayrılıyor. Bu, bir umumi kanundur. Vücut makinası da yıpranıyor, çürüyor. İnsan kabirde çürüyünce, hiçbir zerresi, hiçbir elementi yok olmuyor. Çürümek, bedeni meydana getiren organik moleküllerin anaerobik mikroblar ve toprak tesiri ile parçalanarak, karbon dioksit, amonyak, su gibi ufak moleküllere ve serbest azota kadar ayrılması demektir. Bu parçalanma, fizik ve kimya hadiseleridir. Fizik ve kimya reaksiyonlarında maddenin yok olmadığı bugün kesin olarak bilinmektedir. Lavoisier adındaki Fransız kimyageri, (Kimya tepkimelerinde, madde kaybolmaz ve yoktan meydana gelmez) hakikatini tecrübe ile ispat etmiş ise de, her şeyin kimya tepkimesi, kimya kanunu ile yapıldığını zannederek, (tabiatta bir şey yaratılmaz ve hiçbir şey yok edilemez) demiştir. Bugün, yeni keşfedilen çekirdek olayları, nükleer reaksiyonlar, maddenin enerjiye döndüğünü, yok olduğunu, Lavoisier’in aldanmış olduğunu göstermektedir. Bugün ilim adamları, açık olarak görüyor ki fennin ilerlemesi, fen bilgisindeki her ileri bir adım, İslam dinini kuvvetlendirmekte, İslam düşmanlarının iftiralarını çürütmekte, maddeye tapan ateistleri rezil etmekte, yere sermektedir. Fakat ne yazık ki fen adamı şekline giren, üniversitede okumuş, bazı din cahilleri, fende geri kalmayı bahane ederek, İslam düşmanlığı yapıyorlar. Bu diplomalı kâfirler, temiz gençleri aldatmak için, (İslamiyet gericiliktir. Terakkiye mâni olmaktadır. Hıristiyanlar ilerliyor. Her nevi fen vasıtası yapıyorlar. Tababette, harblerde, haberleşmelerde kullandıkları fen aletleri, gözlerimizi kamaştırıyor. Fendeki tekamülden müslümanların haberleri bile yok. Biz, hıristiyanlara uymalıyız) gibi yalanlar söyleyerek, İslamiyetteki güzel ahlakı, kardeşliği bırakmaya ve Avrupalılara, Amerikalılara benzemeye ilericilik diyorlar. Gençleri, kendileri gibi İslam düşmanı yapmaya, felakete sürüklemeye çalışıyorlar. Halbuki İslamiyet, fende, sanatta ilerlemeyi emrediyor. Hıristiyanlar ve bütün kâfirler, babalarından, ustalarından öğrendiklerini yapıyorlar. Evvelki neslin yaptıklarını, ufak tefek ilaveler ile tekrar yapıyorlar. Evvelkiler yapmasalardı, bunlar hiçbirini yapamazdı. (Tekmil-i sinaat telahuk-ı efkar iledir) sözü asırlarca evvel söylenmiştir. Tarih gösteriyor ki fendeki yenilikleri, hep müslümanlar yaptı. Fen bilgilerini, fen aletlerini yüz sene evvelki hâle kadar yükselttiler. Bu terakkilere, hep İslam dini ve bu dini takbik eden, İslam devletleri sebep oldu. Hıristiyanlar, haçlı seferleri ile İslam devletlerini yıkamadıkları için, siyasi oyunlarla, yalanlarla, hilelerle, dahilden yıktılar. Bunların topraklarında, muhtelif, ilmani [lâyık], mason [dinsiz] kimselerle hükümetler kurdular. Fakat, İslamiyeti yok edemezler. Müslümanlardan kalan, fendeki keşiflere, ilaveler yaparak, bugünkü terakkiyi kendilerine mal ediyorlar. Yalnız kendi keyiflerini, zevklerini, menfaatlarını düşünenler, kötülüklerini ortaya koyduğu için, fen ve sanati emreden İslamiyete gericilik diyorlar. Bütün yahudiler, hristiyanlar, hatta putperestler, bütün dünya, Cennete, Cehenneme inanıyor, kiliseler, havralar dolup taşıyor. Bu inananlara gerici demediklerine göre, fenne, sanata değil, zevk ve safaya, ahlaksızlıklara ilericilik dedikleri anlaşılıyor. Böyle asılsız ve haksız yalanlarla, İslamiyete küstahca, ilk saldıran ingilizlerdir. Şimdi, müslümanların birleşerek, dedeleri gibi İslamiyetin emrettiği, din ve fen bilgilerine sarılmaları, yine büyük sanayi kurarak yeni aletler yapmaları, hıristiyanlardan üstün olarak, bütün beşeriyeti saadete kavuşturmaları lazımdır.
İnsan bedeninde bulunan maddeler, topraktan, sudan ve havadan gelmektedir. Canlıların ihtiyaç maddeleri, bu üç kaynaktan hâsıl olmaktadır. İnsan çürüyünce, hâsıl olan maddeler, yine bu üç yere dağılıyor. Kıyamette tekrar dirilmek, bu maddelerin veya benzerlerinin tekrar bir araya gelmeleri ile olacaktır.
Kalp, ruh ve melekler de, yalnız oldukları zaman, terakki etmez, yükselmez. Yaratıldığı mertebede kalır. Kalp ve ruh, bu beden ile birleşince, terakki etmek, yükselebilmek hassasını kazanıyor. Yahut, kâfir olmak, günah işlemek sebepleri ile alçaklaşıyor, harab oluyor.
Bu dünyada her cisim kendine mahsus sıfatları ile tanınmaktadır. Her cisim, elementlerin ve bileşiklerin birer yığınıdır. Elementler, bileşikten bileşiğe geçerek yer değiştirmekte, her cismin terkibi bozularak, sıfatları yok olmakta, başka sıfatlı, başka cisim haline dönmektedir. Bu devamlı değişmelerde, madde yok olmuyor ise de, cisimler zamanla değişmekte, yok olup başka cisim hâsıl olmaktadır. Eskiden maddeye Heyula diyorlardı. Cisme, yani maddenin şekil almasına suret diyorlardı.
Kalp ve ruh, parçalanmadığı ve parçalardan meydana gelmedikleri, yani mücerred oldukları için, hiç değişmez, bozulmaz, yok olmaz. Fizik hadiselerinde cisimlerin şekli ve hâli değişiyor. Mesela su, ısı enerjisi alınca, buhar oluyor. Sıvı hâlde iken gaz haline dönüyor. Su cismi yok oluyor, buhar cismi var oluyor. Kimya tepkimelerinde ise, cismin yapısı bozuluyor. O cismin maddesi yok olup başka madde var oluyor. Fizik olayında cisim değişiyor. Madde değişmiyor. Kimya değişmesinde, cisim yok oluyor. Madde değişiyor. Hiçbirinde madde yok olmuyor. Nükleer değişmelerde ise, madde de yok olup enerji haline dönüyor.]
3. makam: Kalp ve ruhun kuvvetleri vardır. Bu kuvvetler, bitki ve hayvanların kuvvetleri gibi değildir. Nebatların ve hayvanların da, kendilerine göre ruhları vardır. Kalp, yalnız insanda vardır. Her canlıda nebati ruh vardır. Doğma, büyüme, beslenme, zararlı maddeleri dışarı atma, üreme ve ölme gibi canlılık işlerini nebati ruh yapar. Bu işler, insanlarda ve hayvanlarda ve nebatlarda da yapılmaktadır. Nasıl yapıldığı tabiat bilgisi derslerinde öğrenilmektedir. Bunlarda büyüme, bütün hayat boyunca yapılmaz. Muayyen bir miktara vardıktan sonra, bu iş durur. Bu miktar, insanlarda ortalama 24 yaşına geldiği zamandaki miktardır. Yağlanmak, şişmanlamak, büyümek değildir. Beslenme ölünciye kadar devam eder. Çünkü, gıda almadan yaşanamaz.
Hayvanlarda ve insanlarda, hayvani ruh da vardır. Bunun yeri göğüstür. İstekli hareketleri yaptıran bu ruhtur. İnsanlarda, kalbin emri ile yapar.
İnsanlarda ayrıca bir ruh daha vardır ki Ruh deyince kalp ile beraber, bu ruh anlaşılır. Aklı kullanmak, düşünmek ve gülmek gibi şeyleri yapan bu ruhtur. Hayvani ruhta 2 kuvvet vardır. Birisi, Müdrike kuvveti, ikincisi hareket kuvvetidir. Müdrike kuvveti, idrak edici, anlayıcı kuvvettir. Bu anlamak da, 2 yol ile olur: Zahiri, görünen his organları ile olan anlama. Batıni, yani görünmeyen, iç organlarla olan anlama. Görünen his organları beştir. Birinci his organı, deridir. Deri ile sıcaklık, soğukluk, yaşlık, kuruluk, yumuşaklık, sertlik gibi şeyler anlaşılır. Bir cisim deriye değince, hayvani ruhu, bu şeyin sıcak olup olmadığını anlar. Bu duygu avuç içinde fazladır. İkincisi, koku alma duygusudur. Burun ile olur. Üçüncüsü, tat alma duygusudur. Dildeki sinirlerle duyulur. Dördüncüsü işitmektir. Kulaktaki sinirlerle duyulur. Beşincisi görmektir. Gözdeki sinirlerle görülür.
Görünmeyen his organları da beştir: 1.si, hiss-i müşterekdir. Bu duygunun yeri, beynin önündedir. His organlarından beyindeki duygu merkezlerine gelen harici tesirlerin hepsi, burada toplanır.
2.si, hayaldir. Bunun yeri, beynin birinci boşluğunun önündedir. Hiss-i müşterekte toplanıp anlaşılan, his edilenler burada saklanır. Bir cisme bakınca, bu cisim, hiss-i müşterekte duyulur. Bu cisim, göz önünden çekilince, hiss-i müşterekte his edilmesi kalmaz. Fakat, hayale gelen tesiri uzun zaman kalır. Hayal olmasaydı, herkes birbirini unutur, kimse kimseyi tanımazdı.
3.sü, vahime’dir. His organları ile duyulamayan, fakat duyulanlardan çıkarılabilen manaları anlar. Mesela düşmanlık, doğruluk bir organla his edilmez. Fakat dost, düşman olan kimse görülür, his edilir. Bu kimselerdeki dostluğu, düşmanlığı anlayan iç kuvvete Vahime denir. Vahime kuvveti olmasaydı, koyun, kurdun düşman olduğunu anlamaz, ondan kaçmazdı. Yavrusunu da korumazdı.
4. kuvvet, hafızadır. Vahimenin anladığı manaları saklar.
5. kuvvete mütasarrıfa denir. Anlaşılan duyguları ve manaları karşılaştırıp, yeni mânâlar elde eder. Mesela zümrütten bir dağ düşünür. Şairlerde bu kuvvet fazladır.
Hayvan ruhunun 2. kuvveti olan, hareket kuvveti de, 2 türlüdür: Birincisi, şehevi kuvvettir. İnsanlar ve hayvanlar, şehvet kuvvetleri ile kendilerine tatlı gelen ve muhtaç oldukları şeyleri isterler. Bunlara behimi [yani hayvani] kuvvet de denir. İkincisi gazabi kuvvettir. Bu kuvvet ile kendilerine çirkin, zararlı olan şeyleri def’ ederler, kovarlar. Bunlara canavar kuvvetler de denir.
Hareket kuvvetleri, müdrike kuvvetlerine muhtaçtırlar. Çünkü, önce duygu organları ile iyi veya kötü olduğu anlaşılmalıdır ki istenebilsin veya atılsın. Bütün bu duyguların ve hareketlerin hepsi sinirlerle yapılmaktadır. İnsan kalbi ve ruhu, yalnız insanlarda bulunur. Bu ruhun da 2 kuvveti vardır. İnsan, bu 2 kuvvet ile hayvanlardan ayrılmaktadır. Bu 2 kuvvetten birisi, idrak edici olan kuvve-i âlime ve müdrike denilen bilici kuvvettir. İkincisi, kuvve-i amile yapıcı kuvvettir. Bilici kuvvete nutk ve akıl denir. Bu kuvvet 2’ye ayrılır: Biri, hikmet-i nazarî olup tecribi ilimleri, yani fen bilgilerini elde etmeye yarıyan kuvvettir. İkincisi, hikmet-i ameli olup ahlak ilimleri ile âlim olan kuvvettir. Tecribi yani fen bilgileri edinen kuvvet, maddenin hakikatini anlamayı sağlar. Ahlak bilgileri edinen kuvvet, iyi huyları ve yararlı işleri, kötü huylardan ve çirkin işlerden ayırır.
Ruhun yapıcı kuvveti, faydalı, başarılı işlerin yapılmasını sağlar. Bilici kuvvetler ile edinilen bilgilere göre iş yapar. Hayvan ruhundaki hareket kuvvetleri, vahime kuvvetinin iyi bulduklarını cezb eder. Çirkin bulduklarını def’ eder. İnsan ruhunun yapıcı kuvveti, akla dayanır. Bir işte iyilik, fayda olduğunu akıl ile anlarsa, onu yapar. Sonu noksan, zarar olacağını anlarsa, o işi yapmaz veya def’ eder. Bunları ve hayvani ruhun şehevi ve gazabi kuvvetlerini kalp vasıtası ile idare eder.
Çok kimse vardır ki çok işlerini nefsin veya hayvani ruhun kuvvetlerine tabi olarak yapar. Yani vehim ve hayal ile yaparlar.
İmam-ı Muhammed Gazali ve tasavvuf büyüklerinden bir kısmı buyurdu ki (Ruhun bu kuvvetleri, meleklerdir. Allahü teâlâ, lütf ve merhamet ederek, melekleri ruhun emrine vermiştir. Küçük kıyamet kopuncıya kadar, yani ruh bedenden ayrılıncaya kadar, ruhun emrinde kalırlar. Hadis-i şeriflerde de buna işaretler vardır. Bazı kimselerden, durup dururken, tecrübeli kimselere parmak ısırtan hünerlerin meydana gelmesi de, bunu göstermektedir). İnsanın kemale gelmesi, ruhun 2 kuvveti ile olur.
TENBİH: Muhammed Masum hazretleri, Mektubat’ın 2. cildi, 80. mektubunda buyuruyor ki (Belaları, sıkıntıları def’ etmek için, İstigfar okumak çok faydalıdır ve tecrübe edilmiştir. Bunu hadis-i şerifler de bildirmektedir. Bu fakir, her farz namazdan sonra, üç kere istiğfar duâsı, yani “Estağfirullahel’azim ellezi la ilahe illa hüv elhayyel kayyume ve etubü ileyh” okuyorum. Sonra, 67 defa yalnız Estağfirullah okuyorum).
Binlerce top ve tüfek, yapamaz asla,
Gözyaşının seher vakti yaptığını.
Düşman kaçıran süngüleri, çok defa,
Toz gibi yapar, bir müminin duâsı.
Sonraki Madde –> Mahlukların En Şereflisi İnsan