Sual: Nasıl bir insan olmalıyız? Dinimiz bizden nasıl bir insan olmamızı istemektedir?
Cevap: Allahü teâlâ, Kurân-ı Kerîmde, kendine inananları tarif etmektedir.
“Rahim olan Allahü teâlânın kulları, yer yüzünde gönül alçaklığı ile vakar ve tevazu ile yürürler. Câhiller, onlara sataşacak olursa, bunlara [sağlık ve selamet sizin üzerinize olsun gibi] güzel sözler söylerler. [Yani, büyük bir yumuşaklık gösterirler.] Onlar geceleri secde yapar ve kıyamda dururlar [yani, namaz kılarlar.] Onlar, ya Rabbi, Cehennem azabını bizden uzaklaştır. Cehennem azâbı devamlıdır ve çok şiddetlidir. Orası şüphesiz kötü bir yer ve kötü bir duraktır derler. Bir şey verdikleri zaman, israf etmezler. Cimrilik de yapmazlar. İkisi ortası bir yol tutarlar. Kimsenin hakkını yemezler. Allaha şerik koşmaz, Ondan başkasına yalvarmazlar. Allah’ın dokunulmasını haram ettiği cana kıyıp, haksız olarak kimseyi öldürmezler. [Ancak suçluları cezalandırırlar.] Zina etmezler. Kim bunlardan birini yaparsa günah işlemiş olur. Kıyamet günü azâbı kat kat olur. Orada zelil ve hakir olarak ebedî bırakılır. Ancak, Allah, tövbe eden ve doğru îman eden ve ibâdet yapan, faydalı iş yapanların kötülüklerini iyiliğe çevirir. Allah, afv ve merhamet sâhibidir. Kim tövbe eder, amel-i sâlih işlerse Allahü teâlâya [tövbesi makbul ve Onun rızasına kavuşmuş olarak] döner. Onlar yalan yere şahitlik yapmazlar. Faydasız ve zararlı işlerden kaçınırlar. Kendilerine âyetler okunduğu zaman, kör ve sağır davranmazlar, [dikkat ile dinlerler. Bu ayetlerle kendilerine yapılması emredilen şeyleri yaparlar.]” [Furkan sûresi 63-73]
“Ey îman edenler! Bir millete olan öfkeniz, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Âdil olunuz!” [Mâide sûresi 8]
“Allah rastgele ettiğiniz yeminlerden değil, bile bile [yalan olarak] ettiğiniz yeminlerden hesap sorar” [Mâide sûresi 89].
“Allah, sabredenlerle beraberdir. Sabrediniz. Sabır et, sabır Allah içindir” [Nahl sûresi, Bakara sûresi ve daha birçok surelerde]
“Fitne çıkarmak, öldürmekten daha kötüdür” [Bakara sûresi 217]
“Verdiğin malı başa kakma!” [Bakara sûresi 262]
“Sadakaları gizli vermek daha iyidir” [Bakara sûresi 271]
“Cana kıymayın” [Enam sûresi 151 ve Furkan sûresi 68]
“Allah mallarını israf edenleri sevmez” [Araf sûresi 31]
“Bozgunculuk yapmayın!” [Araf sûresi 56]
“Allah, sözleşmeleri bozmaktan sakınanları sever” [Tevbe sûresi 7].
“[Küfre sebep olan çirkin söz söylemeyiniz.] Çirkin kelam, rüzgarın yerden kopardığı, kökü olmayan çirkin bir ağaca benzer” [İbrahim sûresi 26]
“Allah, adaleti, iyilik yapmayı, akrabaya bakmayı emreder. Hayasızlığı, fenâlığı ve haddini aşmayı men’ eder. [Âyet-i kerimedeki ihsan, tasavvuf demektir. Allahü teâlâya, görür gibi ibâdet etmektir]“ [Nahl sûresi 90]
“Anana, babana öf deme, onları azarlama! Onlara tatlı söyle, onlara acıyarak alçak gönüllülük göster. Rabbim, onlar beni küçükken yetiştirdikleri gibi, sen de, onlara merhamet et diye duâ et!” [İsra sûresi 23-24 (ve Ahkaf 15)].
“Akrabana, yolcuya, düşküne hakkını ver! Elindekini israf etme!” [İsra sûresi 26].
“[Eğer fakirlere verecek şeyin yoksa, onlara bir şey veremeyeceksen], hiç olmazsa onlara tatlı söz söyle” [İsra sûresi 28]
“O kâfirlerden, kendilerini imtihan etmek için bol bol rızk verdiğimiz kimselere bakma! [Dünyalıkları onları azâba götürecektir!] Rabbinin sana verdiği rızık, daha iyi ve daha devamlıdır” [Taha sûresi 131]
“Dinde ayrı ayrı fırkalara ayrılıp, her fırka, kendisini doğru yolda sanarak sevindiği [ve diğer fırkalara düşman olduğu] kimselerden ve müşriklerden olmayınız!” [Rum sûresi 31. ve 32]
“Dine bağlı kalın! Tevhid ve imanda ayrılığa düşmeyin!” [Şura sûresi 13]
“[Şehvetlerine uyan] câhillere tâbi olma! Onlar, seni Allah’ın azabından kurtaramazlar. Zâlimler İslama olan düşmanlıklarında birbirinin dostudur. Allahtan korkanların dostu ise Allahtır” [Casiye sûresi 18-19]
“Allah, inanıp emirlerini yapanlara, mağfiret ve büyük ecîr vaad etmiştir” [Feth sûresi 29]
“Eğer müminlerden 2 fırka birbiri ile harp ederse, aralarını düzeltiniz” [Hucurat sûresi 9]
“Kötülüğün karşılığı, yine aynı şekilde kötülüktür. Ama, kim affeder ve barışırsa, Allah ona büyük mükafat verir” [Şura sûresi 40]
“Eğer bir fasık size bir haber getirirse, onun iç yüzünü araştırın, [Araştırmadan karar vermeyin!] Yoksa bilmeden bir millete [veya kimseye] fenâlık edersiniz ve sonra ettiğinize nadim olursunuz” [Hucurat sûresi 6].
“Ey müslümanlar, siz birbirinizin din kardeşisiniz. 2 kardeşinizi barıştırın. Allahtan korkarsanız, size merhamet eder” [Hucurat sûresi 10]
“Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayınız! Kaybettiğiniz maldan ötürü üzülmeyiniz! Allah, kendini beğenen kibirli kimseleri sevmez” [Hadid sûresi 23]
“Bir şeyi ölçerken, tartarken ölçüyü tam tut!” [İsra sûresi 35].
“Tartmayı doğru yapın! Tartıyı eksik tutmayın!” [Rahmân sûresi 9]
“İnsanlardan kendileri bir şey alırken tam alan, fakat onlara kendileri bir şey ölçüp tartarken verdiklerinde eksik tutan kimselerin vay haline! Onlar, büyük bir gün için tekrar dirileceklerini zannetmiyorlar mı?” [Mutaffifin sûresi 1-5]
Bu meâl-i şerifler yanında, Allahü teâlâ, kulun ne kadar dikkat ederse etsin, insan olarak, yine kusurlar yapabileceğini bilmekte, bunlara karşı adalet ve merhamet ile muamele edeceğini Kurân-ı Kerîmde beyan buyurmaktadır.
“Eğer Allahü teâlâ insanları küfür ve günahlarından ötürü dünyada cezalandıracak olsaydı, yer üzerinde bir canlı kalmazdı” [Nahl sûresi 61]
“İnanıp hayırlı iş işleyenlerin kötülüklerini, and olsun, örteriz, onları yaptıklarının en güzeli ile mükafatlandırırız” [Ankebût sûresi 7]
“Allah, îman edenlerin kötülüklerini örter, onlara işledikleri şeylerin en güzellerinin karşılığını verir” [Zümer sûresi 35].
“Allah kullarının tövbesini kabul eder. Günahlarını affeder. İnanıp hayırlı iş işleyenlerin duâsını kabul eder. Ama inkâr edenler için, çetin azap vardır” [Şura sûresi 25-26]
“Allah, îman edip hayırlı iş işleyenlerin ve Muhammed aleyhisselâma gönderdiği Kurana inananların günahlarını örter ve hallerini düzeltir” [Muhammed sûresi 2]
“Allah, sâlih amel işliyenlere, Cennetini verecektir. Onlar, küçük günahlardan ve büyük günahlardan ve fuhuşlardan sakınanlardır. Senin Rabbinin affı boldur” [Necm sûresi 32]
“Kim Rabbinin azametinden korkup, kendini nefsinin arzularından men’ ederse, varacağı yer şüphesiz Cennettir” [Naziat sûresi 40]
“Biz nankörlerden başkasına ceza mı veririz?” [Sebe sûresi 17]
İşte, İslam dininin esâsı, insanların kalbine büyük bir ferahlık veren, ruhunu temizleyen ve herkes tarafından kolaylıkla anlaşılan Allahü teâlânın bu yüksek emirlerini yerine getirmektir. Felsefe esasları ise, ancak insan düşüncelerinden ibarettir. Bunları ancak kendilerini reddetmek için okumalı, fakat, ancak Kurân-ı Kerîmde ve hadis-i şeriflerde ve İslam âlimlerinin kitaplarında zikir edilen Allahü teâlânın emirlerini kabul edip, onları yerine getirmelidir. Hakiki müslümanlık budur. Allahü teâlâ, müslümanların farklı inanışta olmalarını, fırkalar kurmalarını, aralarında îman farkı olmasını men etmiştir. Hele, müslümanların gizli toplantılar yapmasını, gizli cemiyetler kurmasını, iftirâ, gıybet gibi haram olan şeylerle meşgul olmalarını yasaklamıştır. Bu husustaki âyet-i kerimelerin meâl-i alileri şöyledir:
“Ey îman edenler! Gizli konuştuğunuz zaman, günah işlemeyi, düşmanlık etmeyi ve Peygambere [ve dolayısıyla müslümanları idare eden makâmlara] karşı gelmeyi fısıldaşmayın! Ancak iyilik yapmayı ve Allaha karşı gelmekten sakınmayı konuşun. Öyle gizli toplantılar, müslümanları üzmek için şeytanın istediği şeydir” [Mücadele sûresi 9-10].
“Din hususunda onlara açık alâmetler verdik. Onlar ise, kendilerine ilim geldikten sonra, birbirini çekememezlikten ötürü tefrikaya [ayrılığa] düştüler. Rabbin bunların birbirinden ayrı düşündükleri hususlar hakkında, kıyamet günü, şüphesiz aralarında hüküm edecektir” [Casiye sûresi 17].
“Dinlerinde tefrikaya [ayrılığa] düşüp, fırka fırka olan ve her fırkasının da kendi inançlarını beğenip sevindiği müşriklerden olmayın!” [Rum sûresi 32].
“Bilin ki dünya hayatı, oyun, oyalanma, süslenme, aranızda övünme, daha çok mal ve çocuk sâhibi olma davasından ibarettir. Bu ise, şu yağmura benzer ki kara topraktan çıkardığı yeşillikler, ekincilerin hoşuna gider. Bu nebatlar, sonra kurur. Sapsarı olduğu görülür. Sonra çöp olur. Ahirette ise, [Dünyaya düşkün olanlara] çetin ve sonsuz azap vardır. [Dünyalıkları Allah’ın emirlerine uygun olarak kazananlara ise,] orada Allah’ın rızası ve affetmesi vardır. Dünya hayatı, sadece aldatıcı, geçici bir devredir” [Hadid sûresi 20].
Dünyanın, ahireti kazanmak için bir vasıta olduğunu, bundan daha güzel anlatacak hangi söz vardır? Bunun için, dünya zevklerine kapılıp, doğru yoldan çıkacak yerde, dinimizin emirlerine 2 elle sarılalım. İmanı ve din bilgileri doğru olup sapıklara aldanmamış olan bir müslüman, dürüst bir insan, kanunlara sâdık bir vatandaş, hakiki bir âlim, vatansever bir kimse olur. Kendine de, milletine de faydalı olur.
İslamiyet, insana kıymet ve ehemmiyet verir. Allahü teâlâ, Tin sûresi 4. âyetinde meâlen, “Ben insanı en güzel şekilde yarattım” buyurmakta, insan hayatına çok ehemmiyet vermekte, “Cana kıymayın!” diye emretmektedir. Hristiyanların insanı, (günahla kirlenmiş bir çirkef) olarak tarif etmesini, İslam dini şiddet ile reddetmiştir. Bütün insanlar, müslüman olmaya elverişli olarak dünyaya gelirler. Saf ve temiz olarak doğarlar. Bundan sonra artık, kişinin her yaptığı kendinedir. Zümer sûresi 41. ve Yunus sûresi 108. ayetlerinde meâlen, “Doğru yolda giden kendi lehinedir, sapıtan kendi zararına sapıtmış olur” buyurulmuştur. Çünkü Allahü teâlâ, onlara en sevgili kulu olan Muhammed aleyhisselâmı Peygamber ve en büyük kitâbı olan Kurân-ı Kerîmi de rehber olarak göndermiştir. Kurân-ı Kerîmin ve Peygamberimizin “sallallâhü aleyhi ve sellem” çok açık olarak gösterdiği doğru yoldan gitmeyenler, bunu beğenmedikleri için, şüphesiz cezalarını göreceklerdir.
Sad sûresi 87. âyetinde meâlen, “Kuran ancak, bütün insanlar için bir nasihattır” buyurulmuştur. İsra sûresinin 15. âyetinde meâlen, “Kim doğru yola girerse, kendi lehine girer. Kim, kendi aklına uyarsa, sapıtırsa, kendi zararına sapıtır. Kimse kimsenin günahını çekmez. Biz Peygamber göndermedikçe azap etmeyiz” buyurulmuştur.
Biz, Allahü teâlânın bizi doğru olan imana kavuşturması için duâ etmeliyiz. Bu da, ancak en hakiki en son din olan müslümanlık dinine ve bu dini doğru olarak bildiren Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahime hümullahü teâlâ” kitaplarına iki elle sarılmakla olur.
Allahü teâlâ, insanları mümin, müslüman yapmaya mecbur değildir. Onun merhameti sonsuz olduğu gibi, azâbı da sonsuzdur. Adaleti de sonsuzdur. Dilediği kuluna sebepsiz olarak ve o istemeden, îman ihsan eder, verir. Kendi akl-ı selimine uyarak, ahlakı ve işleri iyi olanlara da, doğru olan, makbul olan imanı vereceği yukarıda bildirilmişti. Bir insanın imanlı ölüp ölmeyeceği son nefeste belli olur. Bütün ömrü îman ile geçip, son günlerinde imanı giden, imansız ölen kimse, kıyamette imansızlar arasında olur. İman ile ölmek için, her gün duâ etmek lâzımdır. Allahü teâlâ, sonsuz merhametinden dolayı, Peygamberler göndererek, var ve bir olduğunu ve inanılması lazım olan şeyleri, kullarına bildirdi. İman, Peygamberin “sallallâhü aleyhi ve sellem” bildirdiklerini tasdik etmek demektir. Peygamberi tasdik etmeyen, inkâr eden, kâfir olur. Kâfirler, Cehennemde sonsuz yanacaktır. Peygamberi “aleyhissalavâtü vetteslîmât” işitmeyen kimse, Allahü teâlânın var ve bir olduğunu düşünüp, yalnız buna îman eder ve Peygamberi “aleyhissalavâtü vetteslîmât” işitmeden ölürse, bu da Cennete girecektir. Bunu düşünmeyip, îman etmezse, Cennete girmeyecek. Peygamberi “aleyhissalavâtü vetteslîmât” inkâr etmediği için, Cehenneme de girmeyecektir. Kıyamet günü, hesaptan sonra, tekrar yok edilecektir. Cehennemde sonsuz yanmak, Peygamberi “aleyhissalavâtü vetteslîmât” işitip de, inkâr etmenin cezasıdır. Böyle âlimler arasında “rahime-hümullahü teâlâ” “Allahü teâlânın varlığını düşünmeyip îman etmeyen Cehenneme girecektir” diyenler varsa da, bu söz Peygamberi “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” işittikten sonra düşünmeyen demektir. Aklı olan kimse, Peygamberi “aleyhissalavâtü vetteslîmât” inkâr etmez. Hemen îman eder. Aklına uymayıp, nefsine, şehvetlerine uyar, başkasına aldanır ise, inkâr eder. Muhammed aleyhisselâmın amcası olan Ebû Talib, Onu, kendi öz çocuklarından daha çok sevdiğini, her vesile ile izhar etmiş ve Onu meth için kasideler yazmıştır. Muhammed aleyhisselâmın, onun ölüm döşeği yanına gelip, îman etmesi için, çok yalvardığı hâlde, ân’anesinden ayrılmamak için, îman etmekten mahrum kaldığı, tarihlerde uzun yazılıdır. Ân’aneye, modaya uymak hastalığı, nefslerimizin tuzaklarından biridir. Çok kimse, kendi nefslerinin bu tuzaklarına düşerek, büyük saadetlerden, kazançlardan mahrum kalmışlardır. Bunun içindir ki bir hadis-i kudside, Allahü teâlâ, “Nefslerinizi, kendinize düşman biliniz! Çünkü, nefsleriniz, bana düşmandırlar!” buyurdu. Hristiyan doğmuş, hristiyan terbiyesi almış [daha doğrusu, beyni yıkanarak aşırı aldatılmış] bir kimse, kolay kolay bu tesirden kurtulamaz. Sonra, arkadaşlarının kendisini, eğer dinini değiştirecek olursa, hor görmesi, ailesinin kendisinden uzaklaşması bahs konusu olabilir. Fakat, bütün bunlar, birer sebep olmakla beraber, en büyük noksanlardan birinin de, son zamanlarda müslümanların kendi temiz, mantıki dinlerini bilmemeleridir. Bazı din cahillerinin ve 72 bidat fırkasından birine kaymış olan sapıkların, İslamiyet hakkında yanlış verdiği bilgiler, bozuk tefsirler ve fen yobazlarının, fen perdesi altındaki inkarcı yazıları ve iftirâları, müslüman olmayanlar üzerinde çok fenâ tesir yapmakta, onları bu tertemiz, berrak, mantıki ve insani hak dinden soğutmaktadır. Halbuki biz, ne zaman bir okumuş hristiyanla bu kitapta yazılı hususları görüşsek, onun İslamiyete karşı büyük hayranlık duyduğunu görüyoruz . Hakiki müslümanlar arasına karışmış olan 72 bidat ehlini bir yana bırakırsak, bundan bir asır evvel, İslamiyet ile hristiyanlığı tam tarafsız ve ilmi vesikalara bağlı bir tarzda karşılaştırmış olan Harputlu İshak efendi gibi Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ” çok zuhûr etmiştir. Ne yazık ki bunların eserleri, yabancı dillere çevrilmemiş, başka din mensubları, onların kitaplarını okuyamamıştır. [Harputlu İshak Efendinin yazmış olduğu Diyau’l-Kulûb kitabının Türkçe ve İngilizce tercümesi, bastırılmıştır. Bugünkü İncillerin tahrif edildiğini ve hristiyanlığın nesh edildiğini ispat etmektedir.]
İslam dinini yanlış tanıtmak hususunda, Ehl-i sünnet olmayan İslam devletlerinin, büyük zararları olmaktadır. Dünyada bugün adedi 40’ı bulan İslam devletlerinin bir kısmında bulunan sapık din adamları, bütün dünyada, İslam dini hakkında yanlış bilgi ve kanaat meydana gelmesine sebep olmaktadırlar. Ehl-i sünnet olmayan memleketlerde, Kurân-ı Kerîm yanlış tefsir edilmekte, hatta bazı Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” [mesela Âdem aleyhisselâm] inkâr edilmektedir. Şüphesiz, zamanla bu memleketlerin idarecileri doğruyu öğrenecek ve bu yanlış hareketlerden vazgeçerek, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazmış oldukları milyonlarca kıymetli kitabın gösterdikleri doğru yolu bulacaklardır.
İmanı olmayan kimsenin, sonsuz olarak Cehennem ateşinde yanacağını Peygamber efendimiz “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” haber verdi. Bu haber elbette doğrudur. Buna inanmak, Allahü teâlânın var olduğuna, bir olduğuna inanmak gibi lâzımdır. Sonsuz olarak ateşte yanmak ne demektir? Herhangi bir insan, sonsuz olarak ateşte yanmak felaketini düşünürse, korkudan aklını kaçırması lazım gelir. Bu korkunç felaketten kurtulmak çaresini arar. Bunun çaresi ise çok kolaydır. (Allahü teâlânın var ve bir olduğuna ve Muhammed aleyhisselâmın Onun son Peygamberi olduğuna ve Onun haber verdiği şeylerin hepsinin doğru olduğuna inanmak) insanı bu sonsuz felaketten kurtarmaktadır. Bir kimse, ben bu sonsuz yanmaya inanmıyorum, bunun için böyle bir felaketten korkmuyorum, bu felaketten kurtulmak çaresini aramıyorum derse, buna deriz ki “İnanmamak için elinde senedin vesikan var mı? Hangi ilim, hangi fen inanmana mâni oluyor?” Elbet vesika gösteremeyecektir. Senedi, vesikası olmayan söze ilim, fen denir mi? Buna zan ve ihtimal denir. Milyonda, milyarda bir ihtimali olsa da, (sonsuz olarak ateşte yanmak) korkunç felaketinden sakınmak lazım olmaz mı? Az bir aklı olan kimse bile böyle felaketten sakınmaz mı? Sonsuz ateşte yanmak ihtimalinden kurtulmak çaresini aramaz mı? Görülüyor ki her akıl sâhibinin îman etmesi lâzımdır. İman etmek için vergi vermek, mal ödemek, yük taşımak, ibâdet zahmeti çekmek, zevkli, tatlı şeylerden kaçınmak gibi sıkıntılara katlanmak lazım değildir. Yalnız kalp ile ihlas ile samimi olarak inanmak kâfidir. Bu inancını inanmayanlara bildirmek de şart değildir. Sonsuz ateşte yanmaya inanmayanın buna çok az da bir ihtimal vermesi, zannetmesi akıl icâbıdır, insanlık icâbıdır. Sonsuz olarak ateşte yanmak ihtimali karşısında, bunun yegane ve katî çaresi olan (İMAN) nimetinden kaçınmak, ahmaklık, hem de çok büyük şaşkınlık olmaz mı?
Senaüllah Pani-püti “rahmetullâhi aleyh”, (Hukuk-ul-İslam) kitabında buyuruyor ki “Allahü teâlânın varlığı, sıfatları, râzı olduğu ve beğendiği şeyler, ancak Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” bildirmesi ile anlaşılır. Akıl ile anlaşılamaz. Bunları bize Muhammed aleyhisselâm bildirdi. Hulefâ-i râşidînin çalışmaları ile her tarafa yayıldı. Ashâb-ı kirâmdan bâzıları, bazı bilgileri işitmişlerdi. Bu bilgilerin hepsini topladılar. Ashâb-ı kirâmın bu hususta üzerimizdeki hakları çok büyüktür. Bunun için hepsini sevmemiz, övmemiz ve itaat etmemiz emrolundu”. Bu kitap fârisî olup Lahor’da ve 1990’da İstanbul’da bastırılmıştır.