Sual: Dinde reformcu (Kadınların namusunu korumak için haremlikle, selamlığı ayırmak veya aralarına ipek perdeler koymak, çok dayanıksız bir tedbirdir. Müslüman memleketlerinde, kadınları, renkli ve ipekli kumaşları altında, keskin hayallerimizle birer Venüs düşünerek, bu harikulade heykellerin sanatından mânâlar çıkarır ve bunlarla kalbimizin boşluklarını doldururuz. Garbın psikologları arasında, şarkın güneşli ve çiçekli ufukları kadar, tesettüründeki hayali zevklerine imrenenler çoktur.

Tesettürün, kadın güzelliğini arttırdığı muhakkaktır. Bunun sebebi şudur ki yakından her şeyin inceliklerini, derinliklerini görürken, uzaklık bu incelikleri ve derinlikleri bize süslü gösterir. Gözlerimiz yakından görmeye alıştığı şeyleri, uzaktan açıkça görmediği zaman, güzel zannettiğimiz şeylerin güzelliğini hayalimiz tamamlar. Bugün, bizim olan ve hiç kıymet vermediğimiz şeyler, elimizden çıktığı zaman, kıymetli olur. İşte bir şey ile aramıza uzaklık, perdeler girince, o şeye olan arzumuz derecesinde hislerimiz ve teessürlerimiz canlanır. Sokakta kapalı bir kadınla karşılaşınca, hayalimiz uyanır. Çarşafın altında, hayalimizdekini var sanırız. Sosyal hayatımızı düzeltmek için kadına da lâyık olduğu yeri vermeliyiz. İslamiyet, kadının örtünmesini emretmiş. Fakat, nasıl örtüneceğini bildirmemiştir. Kadının örtünmesinden, yani tesettürden maksat, neslin temiz, iffetli, fuhuş ve kötülükten korunması ise, bunu başka türlü de elde edebiliriz. Bunun için, Allahü teâlânın insanlara ihsan ettiği aklı ve zekayı terbiye ederek, nefse hakim olmalıyız. Böylece nefsi, hayvani arzuları peşinde koşacak yerde, iyilik isteyecek şekilde temizlemeli ve düzeltmeliyiz. Yüksek bilgili ve terbiye görmüş ve aklı ve düşüncesi iyi işliyen bir kadın, namusu koruyan manevi kuvveti dinde bulmasa bile kendi aklı ve düşüncesi ile elde edebilir. Sonra, küçük yaştan erkekle beraber bulunmaya alışınca, büyük yaşta da, zararı olmaz. İffetin, namusun ne olduğunu anlayacak kadar akla ve düşünceye mâlik olan bir kızın, istediği gibi açık gezmesi, istediği yerlere gitmesi, hiç zararlı olmaz. Fakat, bu değişikliği zamanla yapmak lazımdır. Müslüman kadınlarına, haydi çarşaflarınızı atınız ve istediğiniz gibi hareket ediniz diyemeyiz. Kurnaz hareket etmeliyiz. Meşrutiyeti iyi yerleştiremediğimizi gördük. Netice çok acı oldu. Kadın, yaratılışındaki zevkini okşamak için, şimdilik zarif ve şık giyinsin. Sonra, yavaş yavaş açılması, sıra ile gelir. Hükümet, şimdilik kadının elbisesine düzen versin. Güzel olmakla beraber, şehveti tahrik edici yerleri örtsün, çarşaf ve peçe yerine, bir baş örtüsü ile mantoyu kabul etsin. Sonra iş yavaş yavaş gelişir. Bundan başka, kadınların hava almaları, zevk ve hayatı duymaları hakkıdır. Mesela, lokantalarda yemek yemek, gezmek, sinemaları, tiyatroları görmek hakkı olsun. Fakat bunları yapmadan önce, erkeklerin saldırmalarını bir kanunla yasak etmelidir) diyor. Buna ne cevap verilir?

Cevap: Dinde reformcuların sözlerine dikkat edilirse, masonların asırlarca evvel hazırladıkları ve her devirdeki adamlarına söylettikleri planlar, programlar olduğu hemen göze çarpar. Bunlar, ittihatçılar zamanındaki dinde reformcular ağzından ve kalemlerinden de ilan edilmişti. Mason Mustafa Reşid Paşayı iş başına getirince, söylettiler. İngiliz casusları, harp malzemesi ve para yardımı ile cahil ittihatçıları iş başına getirince, bir yandan dinde reformculara söylettiler. Bir yandan da, yeni mason kanunları çıkarttılar. İslamiyete saldırmaya başladılar. Cahil ittihatçılar dedik. Çünkü, ahmakça harbler açarak, yüzbinlerce müslüman kanının dökülmesine sebep olan ve zindanlarda ve darağaçlarında sayısız masumların canına kıyan ittihatçıların çoğu din cahili idi. Fakat, müslümanlar dinlerini iyi öğrenir ve gençlere öğretirlerse, İslam düşmanlarının bütün planları, kendi başlarına yıkılacaktır. Allahü teâlâ, İsra sûresi, 81. âyetinde, “İslamiyet gelince, şirk, küfür dayanamaz, gider” buyurdu. Bu âyet-i kerime gösteriyor ki müslümanlar, akla ve İslamiyete ve devletin kanunlarına uyarak çalışırsa, kâfirler bir şey yapamaz. İslamiyete saldıranlar yıkılıp gidecektir.

Bu reformcu, maksatlı yazılarını gençlere aşılayabilmek için, birçok mühim ve acı hakikatleri yazmaktan da çekinmemiştir. Evet, bunlar, bir satır zehirli yazı ile milleti aldatabilmek için, şekerli, kaymaklı, bir kitap dolusu doğru yazı yazmaktan çekinmezler. Müslümanları aldatma planlarından biri de, zehirlerini şeker kaplıyarak müslümanlara draje gibi yutturmalarıdır.

İslam kadınlarının örtünmesi, bunların namuslarını korumak için olduğu gibi, bu örtüler, kadınla erkeği birbirinden ayıran manevi sınırlar demektir. Bu örtülerin sayesinde, bir erkek, kendi evindeki kadınlardan birine karşı bile sokakta resmi ve saygılı davranır. Bu örtüler, erkekle kadın arasına konulan haya perdeleridir. Örtünen kadının bir erkek hayalinde daha güzel canlandırılması, kadının şerefini azaltmaz, yükseltir.

Kadında bedii güzellikten ziyade, onda ictimai fayda aramak, ona ictimai hayatta yer vermek lazımdır demesi de, doğru değildir. Çünkü, kadın, o ictimai yerinde de, süslenmekten ayrılmıyor.

Hayvani hislere aldanmamak için, nefsi terbiye etmek lazımdır. Fakat, bu işi, yalnız nefse hakim olmaya bırakarak, tesettürden vazgeçmek, hiç doğru olamaz. Çünkü, tahsil ve terbiye gören insanlar arasında nefslerine hakim olamayanların çok bulunduğu, gazetelerde bile sıksık görülmektedir. (Nefse hakim olmak) söylemesi kolay, yapması güç olan bir şeydir. Yusuf aleyhisselâm gibi büyük bir Peygamberin bile (Benim nefsim kötü şeyler istemez demiyorum) buyurduğu, Yusuf sûresinde bildirilmektedir. Artık başkalarına ne demek düşer? Nefse hakim olmak ve bunun miktarı herkes için değişir. İnsan bunu kendi bile anlayamaz. Hele iffet ve namus dersini dinden değil de, yalnız aklından alan kimseye göre, namusun kıymeti, namuslu tanınmak düşüncesinden ileri gitmez. Namusun kıymeti ne kadar bilinirse bilinsin ve akıl ve düşünce ne kadar yerinde olursa olsun, insanın yaratılışında bulunan ve herkesi aldatabilen nefs karşısında, akıl başarısız kalabilir. Bunun için, daha başlangıçta, nefsi kımıldatmamak ve onu tahrik eden yolları kapamak lazımdır. Kadının örtünmesi, bu yolları en kestirme ve en kolay olarak kapayan bir çaredir.

Kızların oğlanlarla bir arada yetişmesinin ve bu alışkanlığın, ileride iffet ve namuslarını korumaya yarıyacağını düşünmek de doğru değildir. Gençlerin karışık hayata alışmaları, bunun kötü neticelerini de gayet tabii görmek tehlikesine sebep olur. Kadınların erkekler arasında açılması, kadın-erkek arasındaki yaklaşma duygusunu gösteren tabii bir haldir. Bunu reddeden yalancı ve gafil sözlere, değil bir müslüman, hiçbir erkek inanmaz. Kadınların kollarını, omuzlarını, gerdanlarını, baldırlarını erkeklere açtığı, plajlarda, birlikte eğlendikleri yerlerde, erkekler onlara bakmaz mı olmuştur? Kadınlar kollarının, gerdanlarının, baldırlarının açılmasına alışıldığını görünce, göğüslerini, sırtlarını, omuzlarını da açmaya, mini etek kullanmaya başladılar. Sonunun neye varacağı anlaşılamayan bu açılmalar, kadınlara mahsus bir ihtiyacı göstermektedir. Demek ki kadınlar, açılmalarına alışınca, daha çok açılmaktadırlar. Eski açıklıkları gayri tabii görülmektedir. Kadınlarda açılmanın böyle yayılması, örtünmek sıkıntısından kurtulmak, havalanmak gibi öne sürülen sebeplerden başka maksatlarla yapıldığını göstermektedir. İster birdenbire olsun, ister yavaş yavaş olsun, bu açıklıklar, ahlak bozukluğuna doğru atılmış adımlardır. Hatta, erkekleri yabancı kadınlarla zevklenmenin kıyısından köşesinden istifadelendiren bu açıklıkların, kendileri de tam sefahettir. Kadınların yabancı erkeklere açılmasının ve sosyete hayatı yaşamalarının fuhşa, ahlaksızlığa, ev bark yıkmaya, aile facia ve ölümlerine yol açtığını gösteren misaller çoktur.

İslamiyet, kadınla, kızla konuşmayınız, eğlenmeyiniz, papazlar gibi kadınsız yaşayınız demiyor. İslamiyet, komşunun karısını, kızını baştan çıkarmayınız, onların haya perdelerini parçalamayınız, aile yuvalarını yıkmayınız, istediğiniz kızı alınız, onunla, evinizde serbestçe, rahatça istediğiniz gibi eğleniniz diyor. Karınızı, kızınızı, yabancı erkeklerin arasına sokup, onların edeblerini, hayalarını ve istikballerini bozmayınız! Kendinizin ve başkalarının aile yuvalarını yıkacak taşkınlıklardan sakınınız diyor. Bir kızı mesut etmek için çalışın, kazanın ve genç iken, erken evlenin diyor.

Kadınların yabancı erkekle dans etmeleri ve balolarda, karı kocaların açıkça yer değiştirmeleri, kadınları hayatta, kolaylığa ve çalışmaya getirmekte olmayıp, aile yuvalarını yıktığı acı acı görülmektedir. Kadın-erkek münasebetlerinin yalnız karı-koca arasında kalmasını istemeyip de karışık ve sınırsız bir temas vücuda getirmek için yapılan balolar, İslamiyetteki nikah cemiyetlerinin yerini almaya başladı. Şu kadar fark var ki müslümanların nikahı, belli bir kadınla belli bir erkeğin bir araya geleceğini ilan etmekte, sosyetenin balosu ise, evli veya bekar birçok kadınla birçok erkeğin gelişi güzel yaklaşacaklarını ilan etmektedir. İslamiyette yalnız nikah ile birleşmek caizdir.

Kadınlara, sosyete hayatında olduğu gibi, başka erkeklerle de düşüp kalkmak serbestliği verilirse, ailesi erkeklerinin kıskanmasına ve vicdan azâbı çekmesine sebep olmakla beraber, erkeklerin de, sayısız yabancı kadınlardan zevk almasına yol açacaktır. Bunu kim bilmez, kim anlamaz? İbtidai ve gerici denilen kimseler de, bu zevki bu lezzeti pek iyi bildikleri hâlde, öte yandaki vicdan azâbı, kendilerini frenlemekte, durdurmaktadır. Nefslerinin, isteklerine ve lezzetlerine dayanamayan, irâdesi gevşek kimseler, medeniyetin terakkisi, ilericilik gibi yalan isimlerle, vicdanların bu frenini koparmış, kendilerine pek tatlı ve yaldızlı bir sosyete hayatı kurmuşlardır. Nefslerinin zevkleri peşinde koşanlar, bu hayatı hızla yaymaktadırlar. Bu hayata ilericilik diyenler olduğu gibi, tabiate uymak şeklinde değerlendirenler de vardır. Halbuki İslamiyet tabiate en uygun yaşayış yolunu göstermektedir. İslamiyet, en tabii bir din olmakla beraber, insan tabiatinin faziletten ayrıldığı yerlerde, o da tabiatten ayrılır. Fazilet tarafını tutar. Medeni haklar denilsin, tabiate dönülsün, nasıl övülürse övülsün, bu akıntının en açık sebebi ve sürükleyen kuvveti, şehvet ve zevktir. Sosyete adamları, karşılıklı zevklerini düşünmeyip, kadınlara hak ve hürriyet vermek niyetinde olsalardı, kadınların karşılıklı değiştirilmesini isteyemezlerdi. Bunun içindir ki feministler, birisinin karısından, kızından istifade edemeyeceğini anlayınca kendi kadınlarının, kızlarının, onunla görüşmesine değil, görünmesine de yanaşmazlar. İyi anlaşılıyor ki balo ve gece kulüplerinde, kadınlarını, kızlarını başka erkeklere peşkeş çekenler, kendi zevkleri için veya mal, mevki elde etmek için, kadınlarını feda eden kimselerdir. Kadınlara hak tanınmasını, onlara hürriyet verilmesini, kadınlardan daha çok isteyen erkeklere dikkat edilirse, bunlar, sokaklara taşan ve salonlarda kaynaşan kokulu, yumuşak kadın dalgaları arasına dalmayı ve başkalarının kadınlarından kolaylıkla zevk almayı arayan kimselerdir. Bu zavallılar, başka erkeklerin de, kendi kadınlarına, kızlarına ve kızkardeşlerine böyle serbestçe saldıracaklarını düşünmezler. Yahut o zevklerle, lezzetlerle kendilerinden geçerek, bu can sıkıcı zararı unuturlar, veyâhut zevklerine, şehvetlerine karşı, onları feda etmekten de çekinmezler.

Sosyete hayatında kazancı çok ve zararı az olanlar, yakınları arasında yüzüne bakılabilecek genç kadın bulunmayan erkeklerdir. İşte erkeklerin, kadınlara hürriyet verilmesini istemeleri sebeplerinin başında, böyle aldatıcı ve egoist sebepler bulunmaktadır. Bu konuda biraz aşırı yazdığımızı söyleyenler bulunacaktır. Fakat, işin doğrusu budur. Çünkü, müslüman memleketinde yetişen kadınlara bu fikir, erkeklerin ilimde ve fende ilerlediklerine imrenmek yolu ile gelmemiştir. İlimde ve teknikte yüksek bir yeri olan afif erkeklerin kadınlarında, böyle bir hürriyet arzusu görülmemiştir. Eğer erkekler, eğlence ve sefahat hayatına dökülmeselerdi, kadınlardan da, böyle hürriyet isteyen görülmeyecekti. Kadınların avukatlığını yapan erkekler de bulunmayacaktı.

Kadınlara böyle bir hürriyet verilmesini isteyen erkekler, (Gayri meşru bir şey istemiyoruz ki…) diyorlar. Meşru olarak ne istedikleri kendilerine sorulunca, cevap veremiyorlar. (Kadınları esaretten kurtaracağız) deyip geçiyorlar. Nisa sûresi 33. âyetinde meâlen, “Erkekler, kadınları terbiye edici ve onlara iş vericidir. Allahü teâlâ, erkekleri kadınlardan üstün yaratmıştır” buyuruldu. Dinde reformcular, kadınları, bu âyet-i kerimede bildirilen yerlerinden kurtaracaklarmış! Bunun neresi meşrudur. İslamiyetin erkekleri kadınlardan üstün tutmasında birçok sebep ve fayda vardır. Bu üstünlük aile hayatının düzgün olması için de lazım ve zaruridir. (Aile içinde kadın ile erkeğin hakkı eşit olmalı. Hayat müşterektir) sözü de kıymetsizdir. Enbiya sûresi 22. âyetinde meâlen, “Allahtan başka bir ilah, bir tanrı daha bulunsaydı, âlemdeki nizam bozulur, karma karışık olurdu” buyuruldu. Bu âyet-i kerimedeki kuvvetli mantığa dayanarak düşünenlere göre, aile içinde, derece derece herkesin ayrı bir hakkı ve değeri, şerefi lazımdır ve aile arasında bir baş bulunmasına zaruret vardır. Millete bütün hakların verildiği bildirilen cumhuriyet idaresinde bile bir devlet başkanı, yani cumhurreisi vardır. Demek ki devlet idaresinde olduğu gibi, her toplulukta ve her biri topluluk olan aile hayatında, son sözün herhalde bir yere bağlanması lazımdır.

Sözlerini haklı ve meşru göstermek için, (Kadınlara ilimde ve fende istiklal vereceğiz) gibi savunanlar da oluyor. Bu istiklal, bu hürriyet, kadınları erkeklerin kontrolünden kurtaracağız demek olduğundan, yukarıdaki âyet-i kerimeyi değiştireceğiz demektir. Çünkü, kadınların erkeklerin kontrolü altında bulunmasına ve onlardan izinsiz istedikleri yerlere gidememelerine (esaret) diyorlar. Esaretten kurtulmayı, iş güç altında ezilen Anadolu’nun kadınları istemiyorlar da, sosyetenin serbest kadınları istiyor! (Kadınlar ilim ve sanat hürriyeti sayesinde, erkekler gibi çalışarak, erkeklerin ellerine bakmaktan kurtulmalıdır) diyorlar. Erkekler, evlerine getirdiği ekmeyi kadınların başına mı kakıyorlar ki bu sığıntı ve aşağı hayattan kadınları kurtaracaklar? Halbuki bu ilerici kadınlar, evlerinde gördükleri işleri, erkeklerinin başına kakmaktadırlar. Hatta, erkeklere yüklemek yolundadırlar. Dikkat edilirse, müslüman erkekleri, kadınlarından daha çok merhamete muhtaç haldedirler. Çünkü, para kazanmak, evin ihtiyaçlarını bulup getirmek yükü erkeğin omuzlarındadır. (Hayat müşterektir) diyerek, bu ağır yükü kadınlara da yüklemeye kalkışmak, (başınızın çaresine bakınız!) diyerek erkeklerin kadınları himayelerinden silkip atması demek olup kadınların zararına bir düşüncedir.

(Hayat müşterektir) sözü, dinde reformcuların savunduğu gibi, erkeklerin yüklendiği kazanma yüküne kadınların yardım etmesi ise, bu yardımı evin içinde de yapabilirler. Orta halli sosyete ailelerin çoğunun evinde hizmetçiler bulunur. Erkekler gibi, kadınların elbisesi de terzilere diktirilir. Şuna daha çok şaşılır ki hürriyete kavuşmuş olan sosyete kadınlarının evlerinde yemek pişirmek, çocuklara bakmak ve hemen bütün işler hizmetçilere yaptırılıyor. Böylece, kadının kazancı kendi süsü, boya, koku ve berber masrafları ile hizmetçinin ücretini karşılayamaz bile. Geçim yükü, yine yalnız erkeğin sırtında kalmaktadır.

Geçim yüküne ortak olan kadınlardan, yüzüne bakılamayacak kadar çirkin olanların ev dışında ne kadar düşkün ve üzücü hal aldıkları her tarafta görülmektedir. Güzelliğine güvenen ve güzel olmaya çalışan kızların güzelliği de yaşlandıkça azalıyor. Hele pudra, ruj, boya kullanan kadınların derileri aşınarak daha çabuk çirkinleşiyorlar. Boya kullanmadığı gün, yüzleri işkembe gibi buruşuk, iğrenç oluyor. Bunun için, her sabah kalkınca, saatlerce ayna karşısında, tuvalet (süslenme), makyaj yapmak zorunda kalıyorlar. Bir kış sabahı, alaca karanlıkta tramvayda giderken, Beyazıt meydanında bir çöpçü kadının kar süpürdüğünü görünce, yüreğimiz sızladı. Bu müslüman ninenin, sıcak odasında yatmasını veya okumasını, yahut çocuklarının ihtiyaçlarını hazırlamasını arzuladık. Çünkü, İslamiyet, kadınların bütün ihtiyaçlarını kocasına yüklemiştir. Kocası yoksa, yakın akrabası verecektir. Kimsesi yoksa, Beytülmal, yani devlet bakacaktır. Kadının her ihtiyacı ayağına gelecektir. Kadınların çoklarının, hayatlarından şikayetlerini, inlemelerini çok işittik.

İş yerlerinde çalışan çirkin kadınların, düşkün, acı hallerini inkar edemeyen reformcular, bunu da savunmaya kalkışarak, mağazalarda, satış yerlerinde güzel kadınlar bulundurulursa, satılacak mallar arasında, belki daha çok, onların güzelliklerine müşteri çıkanlar bulunur. Böylece işler aksar diyorlar. Hürriyetine kavuşarak, erkekler arasında çalışan kadınlardan güzel olmayanların düşkünlüğü ve kendini güzelleştirmek için her sabah ayna karşısında uğraşanların bitkinliği bir yana, geri kalanlarında, bulunduğu farz edilen, daha doğrusu hiç bulunmadığı hâlde, kraldan ziyade kralcı erkekler tarafından var diye savunulan bu hürriyetin ve istiklalin doğru mânâsı, kadınların, aile teşkil etmek, evlat yetiştirmek, evini düzenlemek gibi meziyetlerden ve tabii kabiliyetlerinden uzaklaşarak, erkeklerin sert, sıkıntılı hayatına karışmaları, kocaya varmak ihtiyacından kurtularak, bekar erkekler gibi, yahut evindeki zevcesine bağlı olmayan ahlak düşkünleri gibi olmaları demektir. Aile hayatını yıkan bu dağınık hayat, önce Avrupa mukallidi erkeklerde başlamış, bu uçuruma sonra kadınlar da sürüklenmiştir. Zavallı gençlik, nerelere sürükleniyor. Sosyete hayatında adet haline getirilen, kadınlara karşı saygı ve nezaket, hep gösteriş olup onların düşkünlüğünü, acınacak hallerini örtmek için yapılmaktadır. Bugün Avrupa’da, nikahlı, nikahsız kadından ucuz bir şey yoktur. Müslümanlıktan uzaklaşan sosyete kadınları da, bu hâle sürüklenmektedirler. Nikahsız olanların çokluğu meydandadır. Şark edebiyatında, şiirlerde şehvani düşüncelerin yayılmış olması, şarkta fuhuş ve sefahet hayatının yok denecek kadar az olmasındandır. Şarklı bir şair, dilberin söz verdiği buseyi gazeline kıymet vermek için yazmak ister. Çünkü, bu görülmemiş bir şey gibidir. Halbuki Avrupa’da, bunlar caddelerde yapılır da, aldırış eden olmaz. Dul kadınlar daha ucuzdur. Bugün Avrupa’da ve sosyetenin, kadın hürriyetinin yayıldığı İslam memleketlerinde, erkekler kolay evleniyor. Kadınların koca bulması ise, çok güç oluyor. Erkekler nazlı olup kadında güzellik veya para arıyor. Kadın ise, erkeğin izdivaç talebini kabul etmektedir. Ev kurmak için kadınların çektiği bu güçlüklere karşılık olarak, bir veya birkaç gecelik eş arıyan gençlerden, pek kolaylık görüyorlar.

Müslüman memleketlerinde vakti geçmiş ve kocasız kalmış kız bulunamaz. Erkeklerle kadınlar birbirine taksim olunmuş ve artan kadınlar da, İslamiyetteki (teaddüd-i zevcat) nimeti sayesinde, bir ev hanımı olmuştur. Halbuki Avrupa’da, artan kızlar, nikahsız, gayri meşru erkeklerden kazandıkları paraları biriktirerek, nikahlı zevc ararlar.

Avrupa’da ve sosyete hayatı bulunan yerlerde aşk denilen şey yoktur. Çünkü, her tarafa kadınlar, kızlar serpilmiştir. Halbuki İslam memleketlerinde, bir erkek, 40 yılda bir güzel kadın görür. Bu nadir tesadüfle, ona aşık olur. Daha güzelini ona göstermemek için, aşkın gözüne çektiği perde ile etraftaki tesettür perdesi bir araya gelir. Hatta, 2. perdenin, değil başkasını, yine o kadını bile bir daha göstermemesi yüzünden aşk ateşi körüklenir. Şu hal, İslam memleketlerinde, kadının çok kıymetli ve ehemmiyetli olduğunu göstermektedir. Kadını, maşukalık makamından uzaklaştıran sosyete hayatında, kadınların ne kıymeti olabilir?

Sosyete kadınlarının acınacak hâlini (madame le Lara Mardirous) adında, Fransa’nın büyük bir şair kadınından dinleyelim. Bunları Cenab Şehabeddin Bey (Evrak-ı eyyam) adındaki mecmuasında tercüme etmiştir.

(Kadınlarınıza söyleyiniz! Saadetlerinin kıymetini bilsinler! Kapalı yaşamaya alışsınlar! Kapalı yaşamak, onları öyle sıkıntılardan korur ki… Ah, şu omuzumda hıçkırarak ağlamış kızların adedini bilseler. Kulaklarım, sevilmiş kızların çok feci ve kalpleri yakan şikayetleri ile dolu. Evet, ışıklar ve çiçeklerle dolu bir baloya girebilmek, çok tatlı gibi görünür. Fakat, sevdiği zevci ile oraya gelen kadının kalbini kemren kıskançlığı, ne çok elem verici bir yılandır? Bunu düşünebilir misiniz? Balo, tiyatro, bütün buluşma yerleri, zevcesine bağlı olan bir erkek, yahut kocasını seven bir kadın için (Seint office)’in bir azap hücresi, bir Cehennemdir. Bunları zevcelerinize, hemşirelerinize iyice anlatınız!)

(Kadınların yükselmesi, erkeklerin yükselmesi için de lazımdır. Çünkü, iki kanadından biri çalışmayan millet, ilerliyemez. Ancak kadınları ile birlikte yükselebilir) gibi ağızlarda sakız gibi çiğnenen bir söz var. Böyle karışık ve örtülü sözler maksatlarını açıkça söyleyemeyenlerin, yardımcı kelimeler altında bildirmeye kalkışmalarını göstermektedir. Kadınların ilerlemesi demek, onların cahil bırakılmaması, ahlaklarına, terbiyelerine ehemmiyet verilmesi demektir. Kadınların inceliklerine uygun, ince sanatları onlara yaptırmaya İslamiyet bir şey demez. Müslüman kadınlarının, erkeklerin yapamayacağı ince işleri harpte de, sulh zamanında da yapmaları ve bunları kadınlardan öğrenmeleri caizdir. Fakat, yine yabancı erkeklerin arasında bulunmamaları lazımdır.

Müslüman Türkleri, memleketimize, vatanımıza bağlayan en kuvvetli şey, aile içindeki dini ve an’anevi temiz hayatımızdır. Bu hayatı, yani harem ve selamlık hayatımızı mukaddes vazife bilenlerimiz, en hassas bir damarla memlekete bağlı bulunurlar.

Kadınların erkekler arasında çalışmasını savunmakta, dinde reformcuların kuvvetli bir silahı da, maddi istifade, ekonomik kazançtır. Mesela: Bir dükkan açarsınız. Kasaya veya tezgaha güzel bir kız korsunuz. Dükkanın gözlere dağıttığı şehvani hediyelerle müşteriler çoğalır diyorlar. Halbuki böyle açık kadınların bulunduğu dükkanlara ve içki satılan dükkanlara müslüman müşteriler gelmez. Haram vasıtalarla olan kazançlar da, habis olur, bereketsiz olur. Sonu dünyada da, ahirette de zarar ve ziyan olur.

(Çok mühim ihtar: Kadınların, kızların, yabancı erkeklere çıplak görünmesi, erkeklerin de bunlara bakması haramdır, büyük günahtır. Haram vasıtası ile dünya malı kazanmak müslümana yakışmaz. Böyle kazanılan malların faydası ve bereketi olmaz. Harama ehemmiyet vermeyen, kâfir olur.)

Müslüman olduğunu söyleyen bir kimsenin, yapacağı bir işin, ahkâm-ı İslamiyeye uygun olup olmadığını bilmesi lazımdır. Bilmiyorsa, bir ehl-i sünnet aliminden sorarak veya bu âlimlerin kitaplarından okuyarak öğrenmesi lazımdır. İş, ahkâm-ı İslamiyeye uygun değil ise, günah veya küfürden kurtulamaz. Her gün hakiki tövbe etmesi lazımdır. Tövbe edilen günah ve küfür, muhakkak affolur. Tövbe etmezse, dünyada ve Cehennemde, azabını, yani cezasını çeker.

Erkeklerin ve kadınların namazda ve her yerde örtmesi lazım olan yerlerine (Avret mahalli) denir. İslamiyette avret mahalli yoktur diyen kâfir olur. İcma ile yani 4 mezhepte de avret olan bir yerini örtmeye ve başkalarının böyle avret mahalline bakmamaya ehemmiyet vermeyen, yani azabından korkmayan kâfir olur. Sporcuların avret mahallerini açması ve maçları seyretmeye gitmek böyledir. Erkeklerin diz ile kasıkları arası, Hanbeli mezhebinde avret değil ise de, diğer mezheplerde, avret olup açması büyük günahtır. (Ben müslümanım) diyen kimsenin, imanın ve İslamın şartlarını ve 4 mezhebin icmaı, yani söz birliği ile bildirdiği farzları ve haramları öğrenmesi ve ehemmiyet vermesi lazımdır. Bilmemek özür değildir. Yani, bilip de, inanmamak gibidir. Kadınların yüzlerinden ve ellerinden başka yerleri, 4 mezhepte de avrettir. Kadınların avret yerini açmaları ve erkekler yanında şarkı söylemeleri ve mevlid okumaları haramdır. İcma ile olmayan, yani diğer 3 mezhepten birine göre avret olmayan bir yerini, ehemmiyet vermeyerek açan kâfir olmaz ise de, büyük günah olur. Erkeklerin diz ile kasık arasını, yani uyluğunu açmaları da böyledir. Bilmediğini öğrenmesi farzdır. Öğrenince, hemen tövbe etmeli ve örtmelidir.

Aşağıdaki hadis-i şerifler, ibni Hacer-i Mekki hazretlerinin Zevacir kitabından alınmıştır. Bu kitap 1937 senesinde Mısır’da basılmıştır. 2 cüz bir aradadır. İbni Hacer-i Mekki hazretleri Şâfiî fıkıh âlimlerinden idi.

“Uyluğunuzu göstermeyiniz ve ölünün ve dirinin uyluğuna bakmayınız”

“Avret yerini başkasına gösterene, Allahü teâlâ şiddetli azap yapacaktır”

“Avret yerini açmak büyük günahtır”

“3 kişi Cennete hiç girmeyecektir: Birincisi deyyus, yani karısının, kızının başka erkeklerle düşüp kalkmasına göz yuman kimse. İkincisi, kendisini erkeklere benzeten kadınlar. Üçüncüsü, içki içmeye devam edenler” [Kadınların kendilerini erkeklere benzetmesi demek, onlar gibi caket, pantolon giyenmesi, başlarını onlar gibi traş etmesi olup büyük günahlardandır.]

“2 kişi vardır ki Cehenneme gireceklerdir: Birincisi, yanlarında kırbaçlar, coplar taşıyıp insanları haksız olarak dövenlerdir. İkincisi, erkeklere kendilerini çıplak gösteren ve ince, altındaki deri görünen elbise ile erkekler yanına giden kadınlardır. Bunlar, kötü iş için erkeklerin yanına giderler”

Ebû Davud, hazret-i Aişe’den bildiriyor ki kızkardeşi Esma, Resûlullahın yanına geldi. Arkasında ince elbise vardı. Derisinin rengi belli oluyordu. Resûlullah baldızına bakmadı. Mübarek yüzünü çevirdi ve “Ya Esma! Bir kız, namaz kılacak yaşa geldiği zaman, onun, yüzünden ve 2 ellerinden başka yerlerini erkeklere göstermemesi lazımdır” buyurdu. Bu hadis-i şeriften anlaşılıyor ki kadınların yabancı erkekler yanına ve sokağa başı açık çıkmaları büyük günahtır. İmam-ı Zehebi buyuruyor ki; erkeklere ziynetini gösteren kadınlara, mesela altın, inci gibi şeyleri örtüsünün üstüne takan, koku süren, renkli ve ipek kumaş örtünmüş olan, kol ağızları geniş olup kolları görünen ve bunlar gibi kendilerini erkeklere gösteren kadınlara Allahü teâlâ dünyada ve ahirette azap edecektir. Bu kötülükler, kadınlarda çok olduğu için, Resûlullah “Miraç gecesi Cehennemi gördüm. Cehennemdekilerin çoğunun kadın olduğunu gördüm” buyurdu.

Hadis-i şeriflerde “Allahü teâlâya ve ahiret gününe inanan, hamama peştemal ile örtülü girsin! Allahü teâlâya ve ahiret gününe inanan kimse, zevcesini hamama göndermesin!”

“İran memleketi, müslümanların eline geçecektir. Orada, hamam denilen binalar vardır. Erkekler, hamama peştemal ile örtülü olarak girsinler ve oraya zevcelerini, yalnız tedavi için ve hayzdan, nifastan temizlenmek için göndersinler!”

“Allahü teâlâya ve ahiret gününe inanan bir kimse, yabancı bir kadınla bir odada yalnız kalmasın!”.

“Ümmetimin erkeklerinin ahir zamanda hamama gitmesi haram olur. Çünkü, hamamlarda avret yerleri açık olanlar bulunur. Avret yerini açana ve başkasının avret yerine bakana, Allah lanet eylesin!”.

“Erkeklerin dizleri ile göbekleri arası avrettir.”

“Zina eden kimse, puta tapan kimse gibidir”. Bu hadis-i şerif, zinanın büyük günah olduğunu göstermektedir.

“Şarap içmeye devam eden bir müslüman öldüğü zaman, Allahü teâlâ onu puta tapan kâfir gibi cezalandırır” Zinanın şarap içmekten daha kötü, daha günah olduğu muhakkaktır.

“Bu ümmetin hayırlı olması, aralarında zina yayılıncaya kadar devam edecektir. Zina aralarında yayılınca, Allahü teâlâ hepsine azap eder”

“Aralarında zina ve riba yayılan bir memlekette bulunanlara Allahü teâlânın azâbı helal oldu” buyuruldu. Riba, faiz almak ve faiz vermek demektir.

Resûlullah, Ashâbına “Zinayı nasıl bilirsiniz?” buyurdu. Ya Resûlallah! Allahü teâlâ ve Onun Resûlü zinayı haram etmiştir. Kıyamete kadar haramdır dediler. “Bir kimse, komşusunun kadını ile zina ederse, yabancı on kadınla zina etmekten daha çok azap çeker” buyurdu.

“Cennet, deyyusa haramdır”. Deyyus, zevcesinin [ve kızının] zina yaptığını bilip, susan ve kızmayan kimsedir.

“Yabancı kadına şehvetle elini süren kimsenin kıyamet günü eli boynuna bağlanacaktır. Onu öperse, dudakları Cehennem ateşinde yanacaktır”

Yabancı bir kızla zina etmek büyük bir günahtır. Evli kadınla yapmak, daha büyük günahtır. Mahrem akrabası ile zina yapmak hepsinden büyük günahtır. Dul kadının zina yapması, kızın yapmasından daha büyük günahtır. Yaşlı adamın yapması, gençlerin yapmasından daha büyük günahtır. Âlimin zinası, cahilin zinasından daha büyük günahtır.

Başı, kolları açık bazı kadınların kendilerini haklı göstermek için, (Allah kalbe bakar, kalbi bozuk olanları Cehennemde yakacaktır. Başı, kolu açmak, kalbin bozuk olduğunu göstermez) gibi sözleri, tesettüre ehemmiyet vermemeyi göstermektedir. Kalbin temizlenmesi için, ahkâm-ı İslamiyeye uymak lazım olduğu her kitapta yazılıdır. Başı, kolu açık olan kızların (Allah kalbe bakar, bizim kalbimiz temizdir) demeleri, doğru değildir. Açıklık, kalbin temiz olmadığına alâmettir.

Kadınların açılmalarının zararlı olduğunu uzun yazmamız, vatandaşlarımızın dünya ve ahiret sıkıntılarına düşmelerini istemediğimiz içindir. Onlara olan iyilik ve hizmet duygumuzdan ileri gelmektedir. Yoksa, açık gezen kadınları ve erkekleri ve sosyete hanımlarını, aşağı, kötü, kendisini ise namuslu, iyi bilmek, müslümanlık değildir. Her müslümanın, açık gezenleri, içki içenleri, sosyete hayatı yaşayanları görünce, onlara acımaları, imkan bulursa, tatlı sözle ve kitaba, kanuna uygun yazı ile nasihat vermeleri, hiç olmazsa, zararlı yoldan kurtulmaları için duâ etmeleri lazımdır. Günah işleyeni görünce, kendi günahlarımızı hatırlamalıyız! Kusurlarımız, günahlarımız affedilmezse, başımıza gelecek azapları düşünmeliyiz. Başkalarını ayıplamak, kötülemek, gıybet etmek haramdır. Onların günahlarından daha büyük günah işlemiş oluruz. Allahü teâlâ sabredenleri ve iyilik edenleri sever. İnsanlara hizmet edenleri, nasihat verenleri, tatlı dilli, güler yüzlü olanları, iyi iş yapanlara yardım edenleri sever. Kendini beğenenleri sevmez. Allahü teâlânın sevdiği güzel işleri yapmalıyız! Güzel huylu olmalıyız. Suçlulara sert davranmak, can yakmak, hükümetin vazifesidir. Müslüman dili ile eli ile kimseyi incitmez. Başkasını incitmek günahtır ve fitne çıkmasına sebep olur. Fitne çıkmasına sebep olmak ise, ayrıca daha büyük günah olur. Müslüman, günah işlemez. Hükümete, kanunlara karşı gelmez. Suç işlemez. Herkesin sevgisini, saygısını kazanan şerefli bir insandır.

Hanefi âlimlerinin büyüklerinden Hayreddin Remli, Fetava-yı Hayriye’nin nafaka babında diyor ki (Erkeğin zevcesini mülkü olan veya kiraladığı müstakil bir evde oturtması vâciptir. Zevcesine nafaka vermeyen erkek hapsolunur. Evin salih komşular arasında bulunması lazımdır. Bu komşular, bu kadının din ve dünya işlerine yardım ederler. Zevcin zulüm yapmasına mâni olurlar. Evin mutbahı, halası, hamamı, odaları olacaktır. Bu evde, zevcesinin istemediği kimse bulunmaz. Zevc kaçıp kaybolur, nafaka vermezse, zevce nafaka bağlaması için mahkemeye müracaat eder. Zevcinden ayrılmasını isteyemez. Hakim adete uygun nafaka bedeli tayin edip, zevcenin bu parayı zengin akrabasından ödünç almasını söyler. Onlara da, bu kadına ödünç vermelerini emreder. Ödünç vermeyeni hapseder. Zevci buldurup buna ödetir. Zevci büyük günaha girdiği için, tazir cezası da verilir. Zevcinin nafaka vermeyeceğinden korkan kadın, mahkemeye gidip, zevcinin kefil göstermesini isterse, hakim, kefil göstermesini emreder. Zevc kaçmaz, fakat nafakayı getirmezse, hakim, nafakanın, yani yiyecek, giyecek ve kiranın miktarını tayin edip, bu parayı her ay zevcesine verdirir. Zekat vermesi lazım olan nisaba mâlik kimsenin, zevcesine zengin nafakası vermesi lazımdır.

Kadın zevcinin kaçtığını ve nafaka bırakmadığını 2 şahit ile ispat ederse, Şâfiî hakim, nikahlarını fesh eder. Dul kadın, ittet zamanı tamam olunca, hanefi mezhebine göre de, başka erkekle evlenebilir. Zevc, sonra gelip, nafaka bıraktığını ispat ederse, kabul edilmez. Naşize [âsî] olan veya boşanıldığı kendisine bildirilen kadına nafaka verilmez). Fakat, zevcesini boşayarak, evini, barkını, saadetini yıkmak, kolay bir şey değildir. Nikah kısmında diyor ki (Baba, yetişkin kızını, ondan izin almadan, birine verse kız bunu haber alınca kabul etmez ise, nikah sahih olmaz. Kız, işittiğim zaman reddetmiştim derse, inanılır). Yukarıdaki yazı, İslam kadınının, erkek elinde oyuncak olmadığını, kadın haklarının devletin garantisinde olduğunu göstermektedir.

 

Tavsiye Yazı –> Hakiki Müslüman Nasıl Olur?

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler