Sual: İslam hukukunda bir malı ödünç vermek nasıl olur? Bu noktada nelere dikkat etmek gerekir?

Cevap: Ödünç vermek, yani karz-ı hasen çok sevaptır. Çarşıda misli, yani benzeri bulunan her şeyi, belirsiz bir zaman sonra, misli geri verilmek üzere vermeye, karz-ı hasen denir. Ödünç vermek, icap ve kabul ile [aldım, verdim gibi sözleşme ile] sahih olur. Bir altın ödünç alan, bir altını öder. Değeri değişti diyerek önceki veya sonraki değerde gümüş veya kağıt lira veremez. Bunlar yerine altın da veremez. Alacaklı kabul ederse câiz olur. Bir kimse gücü var iken borcunu ödemezse, alacaklı veya başkası, bundan zor ile alabilir. Borc ödenince, senet, borc verenin mülkü ise, ödendiğini bildiren vesika verir. Ölüm hastasının çok alacaklısı varsa, hepsine taksim eder. Borclu, 100 liralık senedimi ver, sana 90 lira vereyim derse, alacaklı senedi istemeyerek verse, 10 lira daha istiyebilir. Züyuf, yani altın ve gümüşten başka para, mesela kağıt lira ödünç verdikten sonra, o kağıtların kıymeti kalmasa, İmameyne göre, teslim ettiği zamandaki kıymetinde altın veya bu kadar altın karşılığı geçer akça ile ödenir. Kıymeti değişirse, Ebû Yusuf’a göre, yine böyle olduğuna fetva verildiği, sarf kısmında yazılıdır. Hacim ile vezn ile ölçülen her şeyin kıymetlerinin değişmeleri de böyledir. Bir kimse, birindeki alacağını, buna borcu olan başkasından isteyemez. Ev, dükkan, hayvan, elbise gibi kıyemi olan, yani misli bulunmayan şeyleri ödünç vermek fasittir ve hemen geri vermek lâzımdır. Kullanılması haram olur. Satması, haram ise de, sahih olur. Çünkü, kabz etmekle mülkü olmuştur. Ödünç alınan kıyemi şeyin kıymetini ödemek lâzımdır. Ahmed’e 100 lira borcum var diyenin borclu olduğu anlaşılmaz. Ne sebeple, nasıl borclandığını da bildirmesi lâzımdır.

Hamza efendi risalesi şerhinin 59. sayfasında diyor ki: “Ödünç verirken, zaman tayin etmemelidir. Çünkü, zaman tayin ederse, malı, misli ile veresiye satmış olur. Bu ise fâiz olur. Senede ödeme tarihi koymamakla, ödünç veren verdiğini geri almak hakkına her zaman mâlik olmakta, belli bir zamanı beklemek zorunda kalmamaktadır. Zaman tayin etmeksizin ödünç vermeli ve arzu ettiği zaman isteyip geri almalıdır. Câhillerin, ödünç verilen şeyin ödenmesi istenirse, sevâbı kalmaz demeleri, doğru değildir. Kalp kırmayarak, başa kakmayarak, hakkını istemek câizdir. Kalp kırmak, ayrı bir günahtır”.

Ödünç alan kimse, vereceği bonoya ödeme tarihi koymamalıdır. Bir şey satın alan kimsenin vereceği bonoya ödeme tarihi koyması lâzımdır. Ödünç verdiği parayı geri alabilmek için, senette ödeme tarihi bulunmak icap ediyorsa, ödünç vereceği kimseden kefil ister. Kefil ile belli bir zamanda ödenmesine kefil olması için anlaşır. Mesela, kefilden, ödeme tarihi belli bono alır. Borclunun da kefilin ödemesi lazım geldiği zaman ödemesi câiz olur denildi. Fakat kefilin o zaman ödeyip, sonra borcludan alması daha iyi olur. Yahut, borclu, borcunu kendine borcu olan birine havale eder. Havale olunanın borcunun ödeme zamanı, belli ise, alacaklıya da o zamanda öder. Belli zamanı yoksa, alacaklı havaleyi kabul eden ile belli bir zamanda, ödemesi için uyuşur. Bunun borcluya borcu yoksa, borclu, belli zamanda ödemek üzere buna borclandığını bildirir. Yani bono verir. İki borc da aynı tarihte ödenir. Fakat, burada borclu, ödeme senedini alacaklıya vermiyor. Havaleyi kabul edene veriyor. Alacaklı, ödeme tarihi yazılı bononun kendisine verilmesini isterse, ödünç vereceği parayı, emin olduğu bir arkadaşına hediye eder. Bu da bu parayı, ödünç isteyene verir. Borcunu para sâhibine havale etmesini söyler. Para sâhibi havaleyi kabul ederek dilediği ödeme tarihli bono yazıp, arkadaşına verir. Borclu da para sâhibine aynı tarih yazılı bono verir. Sonra, havaleyi alan, alacağını arkadaşına hediye ederek, bonosunu geri verir. Yahut ödünç isteyene, ödünç vereceği kadar fiyatla ucuz bir şeyi veresiye satar. Ondan bu satış için belli tarihli ödeme senedi alır. Sonra bu şeyi aynı fiyatla, peşin olarak, ondan geri satın alır.

Hadika’da, 620. sayfada diyor ki: “Bir kimsenin, ödünç vereceği kimseye, hatta bir kağıt parçasını 1.000 liraya bile satması câizdir. Mekruh değildir”. Eşbah’da diyor ki: “Ödünç verirken, senede ödeme tarihi koyabilmek yollarından biri de, Mâlikî mezhebini taklit etmektir. Mâlikî mezhebinde, ödünç verirken, ödeme zamanının bildirilmesi lâzımdır”. Mîzanü’l-Kübrâ’da diyor ki: “Mâlikî mezhebinde, ödünç verilen malı ve satış semenini, ödeme zamanından önce veya sonra istiyemez. Zamanında istemesi lâzımdır”. Fakat, başka mezhebi taklit etmek, ancak, sıkışık durumlarda câiz olur. Taklit edilen mezhebin bütün şartlarını öğrenip bunlara uymak lazım olur. Beydavi’nin Şeyhzade haşiyesi, 1. cilt, 590. sayfasında diyor ki “Âyet-i kerimedeki müdayene yani borçlanma kelimesi, muamele yani bey’ ve şira demektir. Bu da, 4 şekilde olabilir: Aynı ayna satmak, müdayene değildir. Deyni deyne satmak da, batıldır. Aynı deyn karşılığı satmak, bildiğimiz veresiye satıştır. Deyni ayn karşılığı satmak, (selem)dir. Bu 2 satışta, deynin belli vakitte ödenmesi için senet yazılır. Ödünç vermek, bu iki satışa dâhil değildir. Ödünç vermekte, belli vakit bildirmek, Hanefide câiz değildir.” Vakit bildirilirse, fâiz olur.

Ödünç verirken bir menfaat şart koymak fâiz olur. Haram olur. Şart koymadığı hâlde, öderken ayrıca bir şey fazla vermek câizdir. İbni Âbidin “rahmetullahi teâlâ aleyh”, ödünç vermeyi anlatmaya başlamadan buyuruyor ki “Falana olan borcuma kefil ol derse, o da kabul edip ödese, kefil borcluya, (Belli zamanda bana ödersin) diyebilir. Fakat, falana olan borcumu öde derse, o da kabul edip ödese, borclunun bunu ona belli bir zamanda ödemesi câiz olmaz. Çünkü, borclu için ödemiş, borclu şimdi buna borclu olmuştur. Borcun belli bir zamanda ödenmesi ise câiz değildir”.

El-Ukudü’d-dürriye sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki “Alacaklısına, evini verip ücretsiz otur demek, fasittir. Ecîr-i misl lazım olur. Alacaklısına evini rehn verip, ücretsiz oturmasına izin verse, ücret lazım olmaz. Alacaklıya rehni kiraya verirse, rehn fâsid olur. Alacaklının rehnden istifade etmesi tahrimen mekruhtur. Bir kadın, oğlunu evinde, tâmir etmek şartı ile oturtsa, senelerce oturup, tâmir etmeden çıksa, anasına ecîr-i misl ödemesi lazım olur”.

Büyük âlim Hayreddin Remli hanefi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Fetava-i Hayriye’de diyor ki “Zimmi zimmiye 50 lira ödünç verip, faizi ile birlikte 55 lira alsa, 5 lirayı geri vermesi lâzımdır. Çünkü, fâiz her dinde haramdır.”

Abdülvehhab-ı Şarani “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Mîzanü’l-Kübrâ kitabında diyor ki (4 mezhepte de ödünç vermek müstehaptır. Belli bir zaman sonra alacağı satış parasının bir kısmını, vaktinden önce almak için, geri kalandan vazgeçmesi câiz değildir. Bir kısmını vaktinden önce alıp, geri kalanı, vaktinden sonra, başka vakte bırakması da câiz değildir. Vaktinden önce, bir kısmını aynen, gerisini de, başka şey olarak almak câiz değildir. Vakti gelince, bir kısmını alıp, geri kalanı, başka vakte bırakması veya vazgeçmesi câizdir). Peşin olan satış semeni için, yarısını şimdi (veya yarın) verirsen, gerisi bir sene sonra olsun demek câizdir.

Ödünç verirken veya verdikten sonra, alacağının taksidler halinde ödenmesine râzı olmak câiz değildir. Taksid ile uzun zamanda ödenmesini kabul eden alacaklı, bu sözünden vazgeçebilir. Hepsini birden peşin isteyebilir. Borclu, elinde taksidle ödeyeceğini bildiren senet olduğu hâlde, gücü yeterse, hepsini birden ödemeye mecburdur. Borclu bir kısmını inkâr ederse, mümkün olanı belli zamanda almak câiz olur. Mehr-i muaccelin de tecili câiz değildir. Kadın veya varisleri, hepsini hemen alır. Borcludan kefil istemesi ve kefilin belirli tarihlerde taksidlerle ödemesi câizdir.

Bir vakte kadar ödünç vermek câiz olmadığı gibi, bu vakti beklemeden, alacağını istemesi câizdir. (Mâlikî mezhebinde, ödünç verenin, şart olmasa dahi, borcludan hediye alması, yemeğini yemesi ve ondan herhangi bir sûretle menfeatlenmesi câiz değildir. Şâfiî ve Hanbeli mezheplerinde, söz kesilirken şart edilmezse, câiz olur). Hanefi mezhebinde, bazı âlimler, şart etmeden alması câiz olur dedi ise de, bâzıları, şartsız hediye almak da câiz olmaz dedi. Birincisi, kendisine her zaman hediye vermesi adeti olan kimseden alması olup fetva yoludur. İkincisi ise, takvâ sahipleri içindir. Borc alanın akıl ve hicr edilmemiş olması lâzımdır.

Ödünç verirken şart edilmediği hâlde, borclunun, sonradan yüksek fiyatla, alacaklıdan mal satın alması câiz ise de, mekruhtur. Şems-ül-eimme Hulvani haram olur dedi. Fakat, ödünç verme sözleşmesi olmadan önce, mesela bin lira değerindeki kumaşı 1500 liraya satın alsa, ayrıldıktan sonra, tekrar gelip 4.000 lira da ödünç alsa, câiz olur ve satana 5500 lira borcu olur. Halbuki borcu 5.000 olmak lâzımdır. (Dürr-ül-muhtar)da diyor ki böyle muameleye %5’ten fazla olmamak şartı ile câiz olur denildi. %5’ten fazla farklı ödünç verirse, yani ödünç vermeden önce, (Muamele) ile satacağı malın fiyatı, ödünç verdiği paranın, %5’inden fazla olursa, haram olur ve böyle ödünç veren habs olunur. İbni Âbidin “rahmetullâhi aleyh” Dürrü’l-muhtar’ın bu satırlarını geniş açıklıyor. Sultanın emri ile %15’e kadar muamele ile satış fetvası verildiğini, buna câiz diyen âlimleri ve büyük fıkıh kitaplarını bildiriyor.

Bezzaziye fetvasında, sarf bahsinde diyor ki “Ribh ile ödünç isteyen muhtaç kimse, buna bir malı on liraya satsa ve teslim etse, ödünç verecek olan da, bu malı, sonra o kimseye 12 liraya satsa câiz olur. Satışı, ödünç verildikten sonra yapmak iyi olur. Mal, ödünç verenin ise, bunu ödünç isteyene, dilediği bir müddetle, mesela 12 liraya, veresiye satar. Malı teslim alınca, 3. kimseye 10 liraya satıp teslim eder. Bu kimse, ödünç verene 10 liraya peşin satıp, malı buna verir. Aldığı 10 lirayı, ödünç isteyene vererek borcunu öder. Bahr’de diyor ki “10 lira alacağı olan bir kimse, belli zaman sonra 13 lira almak isterse, borclusundan bir malı bu 10 lira karşılığı satın alıp, malı kabz ettikten sonra, belli zaman sonra ödemek üzere, ona 13 liraya satar”. İslam mahkemelerinde %15’e kadar muamele ile satış davaları kabul ediliyordu. Mesela, [h. 1288] de basılan Dürrü’s-sukuk adındaki kitapta, sultan Abdülmecid Han “rahmetullahi teâlâ aleyh” zamanındaki şer’iyye mahkemelerinin birkaçyüz karar sûreti yazılıdır. 2. cilt, 65. sayfada diyor ki: Ali ağa, Velî ağa karşısında ikrar-ı kelam ediyor. İşbu Velî ağa, malından bana 3.000 kuruş ödünç teslim ettikte, ben dahi teslim aldım. Bu para ve semeni işbu tarihten bir sene tamâmina değin müeccel, yine Velî ağadan satın aldığım 1 cilt (Kuduri) kitabı semeninden dahi 450 kuruş ki cem’ân 3450 kuruş deynimdir, dedikte, tasdik olundu”. 450 kuruş, 3.000 kuruşun %15’i olduğundan, câiz görülmüştür.

Fâiz günahından kurtulmak için (Iyne) yolu ile de ödünç vermek câiz olur denilmiştir. İbni Âbidin (Sarf) ve (Kefalet) sonunda buyuruyor ki (Iyne satışında zengin on lira değerindeki malı fakire mesela 12 liraya veresiye satar. Fakir, malı alıp, başkasına, peşin 10 liraya satarak, 10 lira almış olur. Zengine 12 lira borclu olur. İmâm-ı Ebû Yusuf’a göre câizdir. Fethu’l-kadir’de mekruh bile olmadığı yazılıdır. İmâm-ı Muhammed’e göre câiz değildir. Hadika ve Berika kitaplarında diyor ki (Iyne, bir malı veresiye satıp, bunu aynı mecliste, bu müşteriden peşin ve ucuz satın almaktır. İkinci semen ayn, yani peşin olduğu için, böyle satışa, (Iyne satışı) denildi. 2 semen, önceden kararlaştırılıp şart edilirse, söz birliği ile haramdır. Önceden şart edilmezse, Şâfiîde câiz olur. Müşteri, bu malı aynı mecliste, başkasına satarsa, câizdir. Hadis-i şerifte, “Iyne satışı yaparsanız ve cihatı terkedip, ziraat ile uğraşırsanız, Allahü teâlâ sizi zelil eder. Dininize dönmedikçe, bu zilletten kurtulamazsınız!” buyuruldu. Bu hadis-i şerif, haram olan Iyne satışını bildirmektedir. Ashâb-ı kirâm, helal olan Iyne satışı yapardı. Mesela, bir zengin, ödünç isteyen bir fakire, bir malı 2.000 liraya veresiye satar. Başkasını gönderip, bu da kendi için o malı fakirden 1.000 liraya peşin alır. Sonra zengine bin liraya satıp, fakiri zengine havale eder. Zengin de, kendine havale olunan 1.000 lirayı fakire öder. Günü gelince, fakirden 2.000 lira semeni alır. Böyle satışı, Resûlullah emir buyurmuştur. Kadıhan’da yazılıdır).

[Bahr’da diyor ki “Muhtaç olanın fâiz ile borc alması câizdir”. Fakat, buna da fâiz ile ödünç vermek haramdır [Eşbah]. Nafakası olmayıp bulamayanlara muhtaç denir. İslamiyet, bu ihtiyacı zaruret kabul etmektedir [Eşbah]. Böyle bir fakir faizsiz karz-ı hasen bulamazsa, haram olduğu için fâiz ile de ödünç veren bulunmazsa, bu fakiri telef olmaktan kurtarmak için, ihtiyacı kadar muamele ve ine yolu ile ödünç verilmesi câiz oldu. Nafakasından fazla mal, bina sâhibi olmak için ve ticaretine sermaye yapmak için fâiz ile ödünç almak ve buna, muamele ve ine yolları ile de ödünç vermek câiz değildir.]

Selem yolu ile ödünç vermek, yani köylüye, ödünç parayı, çok ucuza selem semeni olarak peşin verip, sonra bu para karşılığı olarak, yeni senenin mahsulünden çok fazla buğday veya pancar veya pamuk satın almak câiz değildir. Sözleşme zamanında çarşıda bulunmayan gelecek sene mahsulü selem yapılmaz. Köylüye, böyle câiz olmayan, selem yolu ile para vermek, (Muamele) ile ödünç vermekten ve (Iyne)den daha fenâdır. Köylüleri ve köyleri harab etmektedir.

Ariyet diyerek verilen mal, ödünç verilmiş olur. Zaten ödünç vermek, ariyet vermek demektir. Ariyet, bir malı, kullanmak için vermektir. Malın kendi geri alınır. Ödünç verilen mal ise, geri alınırken, misli satılmış olup semen alınmış olur. [(Mecelle)de diyor ki (Ariyet), ücretsiz olarak kullanmak için verilen mala denir.]

Al, sarf et diye verilip, hediye olduğu söylenmeyen para, teslim edilince, ödünç verilmiş olur. Al, giy diyerek verilen elbise, hediye olur.
Ödünç verileni kendisi veya vekili teslim alınca, ona mâlik olur. Veren, verdiğini geri istiyemez. Fetava-i Hindiye’de diyor ki “Ödünç alınanı kabz etmeden önce kullanmak câizdir”. Borclu, ödünç aldığı malın veya paranın mislini, yani benzerini ödemesi lâzımdır. Ödemeden önce, borcunu [ödünç aldığı şeyin kendisini değil] alacaklısından peşin satın alabilir ise de, veresiye satın alamaz. Ödünç aldığını alacaklısına satabilir. Bunun gibi, bir kimsenin, mal satmaktan veya ödünç vermekten veya miras, hediye, sadakadan ve ücretten ölçülebilen mal veya para alacağı olsa, bunu teslim almadan önce, borclusuna veya başkasına veresiye satması câiz değildir, haramdır. Pazarlık ettiği yerde semenini alsa, peşin satmış olur. Bu da, yalnız borclusuna câizdir. Para bozdururken birinin peşin kabz edilmesi lazım olduğu buradan da anlaşılmaktadır. Yalnız, taşınabilen bir mal satın alındığı zaman, bunu teslim almadan önce, peşin de olsa, hiç kimseye satmak câiz değildir. Görülüyor ki ödünç mal alan kimse, ödemek için bunun benzerini bulamayınca, yerine başka mal veya parasını vermek için sözleşirlerse bunu, söz kesilen yerde, hemen peşin vermesi lazım olur. Malı veya parayı ilerde vermek için sözleşmeleri haram olur. Haramdan kurtulmak için, borclusundan borc karşılığı az bir malı peşin satın alıp, kabz ettikten sonra, bu malı ona o paraya veresiye satar. Anlaşamazlarsa, benzeri bulununcaya kadar beklenir.  Buğday ödünç alsa, buğdayın fiyatı çok değişse, yine aynı hacimde buğday ödemesi lâzımdır. Bir kimsenin, birisinden yüz lira alacağı varken, bu kimsenin, alacağı ile takas edilmemek şartı ile ondan yüz liraya mal satın alması fasittir.

Mecmua-i cedide’de, Kadıhan’dan alarak diyor ki “Ödünç almakla, gasp etmekle veya mal satın almakla 100 lira borclanan kimse, alacaklısına ” altın ödünç verse, bu alacaklarını [yani 100 lira ile 1 altını] birbirlerine satmaları câiz olur. Başka cinsten olan böyle borclarını birbirlerine satmaları, bu mallar ellerinde imiş de birbirlerine satıyorlarmış gibidir. 100 lirayı ve bir altını birbirlerine teslim etmiş gibi olurlar. Borclarını takas etmeleri, ellerindekilerini mubadele gibidir. Bunun gibi, bir teneke dolusu buğday borcu olan kimse, alacaklısına bir teneke dolusu arpa ödünç verse, sonra bu buğday ile arpa borclarını birbirlerine satmaları câiz olur”.

Eti tartarak, ekmeyi tartarak veya sayarak ödünç vermek câizdir.

Alacaklı, borclunun malını görünce, borcun benzeri mal ise, onun rızası olmadan alabilir. Başka bir kimse de alıp, alacaklıya verebilir.
Bir kimsenin, birisinde elli altın alacağı varken, borclu, alacaklıya elli altın emânet bırakırsa, her ikisi râzı olmadıkça borca sayılmaz.
Bir kimsenin borcunu başkası ödiyebilir. Borc ödiyenin, borc senedi kendi mülkü ise, geri istiyebilir. Ödünç verilen borc, belli miktar ve belli zamanlarda takside bağlanamaz. Eline geçtiği zaman, geçtiği kadar ödiyerek borcunu bitirir. Fakat borcunu başkasına havale ederse, havaleyi kabul eden, belli taksitlerle ödiyebilir.

Ödünç alınan mal karşılığı olarak, iki tarafın uyuştuğu semen, para şeklinde peşin olarak ödenebilir. Bu sûretle, malı alacaklıdan peşin satın almış olur.

Borclu, alacaklının senedi gayb etmesi ile borcu ödemekten kaçınamaz. Sâlih olan iki şahit göstererek, alacaklı olduğunu mahkemede ispat eder. Bunun için, şahit yanında ödünç vermelidir.

Borclu borcunu, aldığı yerde veya alacaklının râzı olduğu yerde öder.

Kefil ve havale olmadan, kimse başkasının borcunu ödemeye zorlanamaz. Vâris, kendi malından, meyyitin borcunu ödemeye zorlanamaz. Deliye ve çocuğa ödünç verilmez. Bahrü’l-fetava’da, Hibe bahsinde diyor ki “[Hükümetteki işini takip etmesi için, borclusuna emir vermek fâiz olur]. Borclu bu işi yapınca, borcundan onu ibra eylemek rüşvet olur. Alacağını yine istiyebilir”. Fetava-yı Feyziye’de diyor ki “Kendi malından zevcine verip, bunu sat! Semeni ile nafaka al derse, zevcini satmaya vekil etmiş ve semeni ona ariyet vermiş olur. Ariyet olarak verilen misli mal, karz olur”.

Ödünç verilecek parayı almak için (Vekil) olunur. Birisinden ödünç istemek için vekil olunmaz. Bunun için, 20 kişiye verilen ödünç parayı almak için içlerinden birini vekil yapsalar, aldığı paranın 20’de 1’ini öder. Zengin, paranın hepsini sana vermiştim, hepsini sen ödiyeceksin diyemez. Birisinden ödünç istemek için (Resûl), yani haberci göndermek câizdir. Malı zenginden isterken, kendi için isterse, vekil olur ki câiz değildir. Fakir için ödünç verilmesini söylerse veya falanca kimse, senden ödünç istiyor diyerek alırsa, resûl olur. Falan kimse için bana ödünç ver, yahut bana ödünç ver derse vekil olur. Alışverişte de böyledir. Kendi için söz keserse, vekil olur. Gönderen kimse için söz keserse, resûl olur.

Malı olduğu hâlde, borcu az olsa dahi, ödememek haramdır. Böyle kimse akrabası ve kadın, çocuk olsa bile habs olunur. Yalnız ana, baba, çocuklarına borclu oldukları için hapsolunmaz. Hapiste bulunanın, cuma, bayram, cenaze namazlarına, hacca, hastaya gitmesine izin verilmez. Ödeyinciye veya fakir olduğunu ispat edinciye kadar hapiste kalır.

Fetava-i Hayriye, 2. kısım başında diyor ki “Malı olan, borcunu ödemeyince hapsolunur. Yine ödemezse, İmâm-ı Âzama göre, ödeyinciye kadar hapiste bırakılır. 2 imama göre, kadı malını, evini satarak öder. Sonra hapisten çıkarır. Fetva da böyledir. Dayak atmak câiz değildir”. Üst katın sâhibi, alt katı, sâhibinin izini ile tâmir etse, masrafını alt katın sâhibinden ister. Vermezse hapsolunur.

Mecelle’nin 656. maddesinde diyor ki: “Semenin ödeme günü gelmeden evvel borclu başka memlekete gitmek istese, alacaklı hakime müracaat ederek, ondan kefil veya rehn isteyince, bunu vermeye mecbur olur. Vermezse sefere gitmekten men’ olunur. Başka yere gitmeyen borcludan kefil istenemez. Borclunun arzusu ile kefil olan da, borclu başka yere giderken, borcu bana veya alacaklıya öde! Yahut alacaklıya beni affettir, sonra git diyebilir”.

1609. maddesinde diyor ki “Bir kimse, kendisi yazıp yahut bir katibe yazdırıp da, imzalı yahut mührlü olarak başkasına vermiş olduğu deyn senedi, usûl ve adete uygun olarak yazılmış ise, söylemesi gibi kıymetli olur. Senedin, kendisinin olduğunu söyleyip de, senetteki borcu inkâr ederse, inkarı kabul edilmez. Ödemesi lazım olur”.

1296 [m. 1879] tarihli icra kanununun 32. maddesinde, “Borcunu ödemek istemeyen borclunun malı olduğu, vesika veya ihbar ile anlaşılırsa, mahkeme, borcluyu hapseder veya hacz ettirir”. 65. maddesinde, “Satılan eşya ve mülk parasından, önce icra masrafları, sonra borc ödenir”. Damga kanununun 13. maddesinde, “Makbuz senetleri için damga vergisini, pul harcını, parayı alan öder” diyor. İbni Âbidin “rahmetullahi teâlâ aleyh”, hakim ve müftülerin senet ve evrak yazmak için ücret almalarının câiz olduğunu açıklamasından anlaşılıyor ki ödünç verme, senet ve başka masraflarını, adete göre ödünç veren ve alandan herhangi birinin ödemesi câizdir.

Ödünç istemek ancak lazım olunca câiz olur. Lazım olmak 3 türlüdür:

1) Lüzum-i icabî. Nafakası olmayanın veya kazancı şüpheli olanın, helal nafaka almak için, ödünç istemesidir. Setr-i avret için çamaşır parası da böyledir.

2) Lüzum-i aklî. Evi olmayan kimsenin, memleketin adetine göre, kira veya satın almak için ödünç istemesidir. Soğuktan korunmak için, elbise parası da böyledir.

3) Lüzum-i istihsanî. Mevkii, vazifesi sebebi ile adete uygun giyenmek için, ödünç istemektir. Bu 3 lüzum için, faizsiz ödünç istemek câiz olur. Yalnız bunlara ödünç verilir. Başkalarına, zâlimlere, fasıklara ödünç verilmez. İhtiyacı olana ödünç verilir. İhtiyacı olmayana, malını lüzumsuz yerlere, harama harc edene verilmez. Başkasına ödünç vererek, kendini sıkıntıya düşürmek doğru değildir. Nisaba mâlik olmayan kimsenin, kurban kesmek için ödünç istemesi câiz değildir.

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler