Sual: İman ne demektir?
Cevap: Türpüştî Risâlesi’nde der ki:
Îmân demek, tasdîk etmek demektir. Tasdîk ise, bir kimseyi söylediği sözde doğrulamak ve doğru söylediğine inanmaktır. Îmân sözü, emîn, yanî emniyet, güvenilir olmak kelimesinden gelmektedir ki, tersi güvensizlik ve korkudur. Yanî, emîn kılmak demektir.
Biraz dahâ açıklayalım: Haber veren birisi, bir şeyden haber verdiğinde, dinliyen, o şeyin hakîkatini ve doğrusunu bilmezse, söylenen şeyin doğru olup olmadığında tereddüd eder. Söyleyen, böyle yap, şöyle yapma dediğinde, dinleyen o işin doğrusunu bilmezse, elbette tereddüdde kalıp, bu kişinin yap veyâ yapma demesi, doğru mudur diye düşünür. Nihâyet kalbinde, gerçek doğru ve açık olarak karar kılar ve duyduğunun doğru olup, onda bir eğrilik ve yanlış bulmaz da, yap veyâ yapma sözüne inanırsa, işte o zamân bu i’tikâd ve inanışla özünü emîn kılıp, yalan haber olmaktan kurtulur ve bozuk bir söz olmaktan râhatlar.
Kul, kendi aklı ile, âlemin bir yaratıcısı vardır; O yaratıcı hayy [diri], âlim [bilici], kâdir [gücü yetici], kadîm [başlangıcı olmıyan], bâki [hep vardır] diye bilir, Peygamberler “aleyhimüsselâm” vâsıtası ile kendisine ulaşmış olan doğru tevhîdin şartlarına inanır, kabûl eder ve bunlarda bir şüphesi kalmadığını bilirse, nefsi [içi, kalbi] râhatlar ve bildiğinde yanlışlık korkusu kalmaz. Bildiğinin ve işitdiğinin yalan veyâ yanlış olması ihtimâli kalkar. Ayrıca, kendini tevhîde davet eden ve hak dîne götürene yalancı diyemez ve muhâlefet edemez. Bir de, i’tikâd sağlam ve doğru olur ve bu i’tikâd üzere ölürse, azâb korkusu bulunmaz. İşte bu birkaç şekilde olan doğru i’tikâd ve inanmağa îmân denir. Tasdîk, her ne kadar kalb ile olur ve îmânda esâsı teşkîl ederse de, dinde mu’teber olması, dil ile ikrâr ve i’tirâfdan sonradır. Kalb ile tasdîk ve dil ile ikrâr ve i’tirâf edince, o kimse mü’min olur. Evet, îmândaki mertebesi, Allahın ve Resûlünün buyurduğu gibi olursa, dahâ iyi ve mükemmel olur. Îmânın 70 küsür dalı vardır. Hepsinin aslı (Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlühü) demektir.[1]
[1] (Lâ ilâhe illallah) demek, meleklere, Kur’ân-ı kerîme, peygamberlere, âhıret gününe, öldükten sonra dirilmeğe, kadere, yanî hayrın ve şerrin Allahtan olduğuna, insanların mahşer yerinde toplanmasına, Cennete, Cehenneme, Cennet ve Cehenneme insanların gitmesine, Allah sevgisine, Allah korkusuna, Allahtan ümîd etmeğe, Allaha tevekkül etmeğe, Muhammed Mustafâ’yı “sallallahü aleyhi ve âlihi ve sellem” sevmeye, Resûlullaha ta’zîme, dînini azîz tutmaya, din ilimlerini öğrenmeye ve öğretmeye, Kur’ân-ı kerîme ta’zîm etmeye, abdest almaya, beş vakit namâzı kılmaya, zekât vermeye, oruç tutmaya, i’tikâf etmeye, hac yapmaya, cihâda katılmaya, cihâd sebeblerini, harb âletlerini önceden hâzırlamaya, cihâdda bulunup harbden kaçmamaya, ganîmetin beşte birini vermeğe, âzâd etmeye, keffâret vermeye, sözünde durmaya, ni’mete şükretmeye, dilini korumaya, emâneti korumaya, insan öldürmemeye, fercini [iffetini] korumaya, harâm maldan uzak durmaya, yemekte ve içmekte takvâ üzere olmaya, giyinmekte ve kullanılan eşyâda şerî’atin dışına taşmamaya, oyun, çalgı, müzik ve şarkılardan uzak olmaya, harcamada orta hâlli olmaya, kin ve hasedi bırakmaya, müslümânı ayıplamamaya, amelinde ihlâs üzere olmaya, ihsân ve iyilik edince sevinmeye, günâha tevbe ile hemen çâre bulmaya, Kurban ve Akîkada gevşeklik göstermemeye, ulûl-emre itâ’ate, ümmetin sözbirliğinden ayrılmamaya, insanlara adâletle mu’âmele etmeye, emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yapmaya, iyilik ve takvâ ile yardımlaşmaya, edeb ve hayâ sâhibi olmaya, anne ve babaya ihsân, iyilik üzere olmaya, sıla-ı rahme, iyi ahlâk üzere bulunmaya, köle ve hizmetçilerine ihsân ve iyilik etmeye, efendisinin hakkını ödemeye, çocuklarının hakkını gözetmeye, dînini seven ve kayıranları sevmeye, verilen selâmı almaya, hastaları yoklamaya, cenâze namâzı kılmaya, aksırıp elhamdülillah diyene, yerhamükellah demeye, küfür ve fesad ehlinden uzak durmaya, komşusuna ikrâm etmeye, misâfire ikrâmda bulunmaya, mü’minlerin ayıp ve kusûrlarını örtmeye, sabır ve zühd üzere olmaya, az yemeye, kısa emelli olmaya, doğruda gayret sâhibi olmaya, aşağı olmamaya, boş konuşmalardan uzak olmaya, cûd ve cömerdliğe, küçüklere karşı merhametli, büyüklere karşı saygılı olmaya, dargın ve kırgınları barışdırmaya, kendisi için sevdiğini, başkası için de sevmeye, kendine istemediğini başkasına da istememeğe, insanların geçtiği yoldan onlara eziyyet veren şeyleri kaldırmaya inanmak demek olup, îmânın şu’belerini ve dallarını teşkîl etmektedir. (Şuâb-ül îmân – Beyhekî).