Sual: Eshab-ı kiramdan en üstünleri kimlerdir? Bu mevzuda alimlerimiz ittifaka varmışlar mıdır?
Cevap: İmam Rabbani hazretleri Mektubat’ın 266. mektubunda buyuruyor ki; Hulefâ-i râşidînin, [yani Peygamberimizden “sallallâhü aleyhi ve sellem” sonra gelen 4 halifesinin] “Rıdvânullahi aleyhim ecma’în” birbirinden üstünlükleri, hilafetleri sırası iledir. Ebû Bekr ile Ömerin “radıyallâhu anhüma”, müminlerin hepsinden üstün olduğunu, Sahabilerin hepsi ve Tabiînin hepsi söylemiştir. Bu sözleri, din imamlarımızdan çoğu, kitaplarında yazmıştır. Bunlardan biri, İmâm-ı Şâfiî “rahmetullâhi aleyh”dir. Ehl-i sünnet îtikadını toplamış ve yazmış olan büyük âlim, Ebül-Hasan-ı Eş’arî diyor ki önce Ebû Bekr’in, sonra Ömer’in, bütün müminlerden üstün olduğu meydandadır, muhakkaktır. Büyük âlimlerden İmâm-ı Zehebi diyor ki: (Ali “radıyallâhu anh” halife iken, büyük bir kalabalık içerisinde (Ebû Bekr ve Ömer “radıyallâhu anhüma”, bu ümmetin en üstünüdür) buyurduğunu işitenlerden 80’den ziyâde kimse, bize söyledi. Bunlardan çoğunun ismini bildiriyor ve buna inanmayanlar çok çirkin, çok kötü kimselerdir. Allahü teâlâ, onları kıyamette, fenâ hâlde karşılayacaktır diyor.
Din-i İslamda, Kurân-ı Kerîmden sonra en kıymetli ve en inanılır kitap olan (Buhârî-i şerif) kitabının sâhibi, İmâm-ı Buhârî diyor ki: Ali “radıyallâhu anh” buyurdu ki (Peygamberimizden “sallallâhü aleyhi ve sellem” sonra, bu ümmetin en iyisi, en yükseği Ebû Bekr, sonra Ömer’dir “radıyallâhu anhüma”. Sonra bir başkasıdır). Bu sırada oğlu, Muhammed ibni Hanefi’ye, o da sensin! deyince: (Ben de, her müslüman gibi, bu ümmetten biriyim) buyurmuştur. İmâm-ı Zehebi ve başka âlimler dedi ki: İmâm-ı Ali “radıyallâhu anh” buyurdu ki (Dikkat ediniz, iyi dinleyiniz! Bazı kimselerin beni, Ebû Bekr ile Ömer’den “radıyallâhu anhüma” üstün tuttuklarını işittim. Bunlardan biri elime geçerse, iftirâ edenlerin cezasını ona yaparım. Çünkü o, iftirâcıdır). Dare-Kutni diyor ki: İmâm-ı Ali “radıyallâhu anh” buyurdu ki (Beni Ebû Bekr’den ve Ömer’den “radıyallâhu anhüma” üstün tutan bir kimse, elime geçerse, iftirâ edenlere yaptığım gibi ona dayak cezası veririm). Bunlar gibi, daha nice haberler, Sahabe-i kirâmın “radıyallâhu anhüm” çoğundan, o kadar gelmiştir ki kimsenin inkâr etmesine yol ve imkan kalmamıştır. Hatta, şiîlerin büyük âlimlerinden olan, Abdürrazzak diyor ki Ali, Ebû Bekr’i ve Ömer’i “radıyallâhu anhüm”, kendinden üstün tuttuğu için, ben de onları üstün tutuyorum. Çünkü onları üstün tutmaz isem, İmâm-ı Ali’yi “radıyallâhu anh” çok sevdiğim hâlde, ona uymamış olurum. Bu da, benim için büyük bir günah olur.
[Murteza adındaki bir yahudi, (Hüsniye) ismindeki kitabında, uydurma hikayeler yazıyor ve 3 halifeye kâfir diyor. Hazret-i Alinin yolunda olan hakiki alevilerden böyle çirkin, alçak sözler hiç işitilmemiştir]. Ebû Bekr ile Ömer “radıyallâhu anhüma” için yazdıklarımızı büyük âlim, İbni Hacer-i Heytemi’nin “rahmetullâhi aleyh” (Savaık-ul-muhrika) kitabından aldık. [Bu kitap, 1404 [m. 1984] ve 1419 [m. 1998] senelerinde, İstanbul’da da bastırılmıştır.]
İmâm-ı Osman’ın İmâm-ı Ali’den “radıyallâhu anhüma” yüksek olduğuna gelince, Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğu dedi ki: (Şeyhayndan sonra, [yani Ebû Bekr’den ve Ömer’den sonra], müslümanların yükseği Osman’dır. Ondan sonra, Alidir “radıyallâhu anhüm”. 4 mezhep imamlarımız da, böyle buyurdu. İmâm-ı Mâlik, Osman’ın “radıyallâhu anh” üstünlüğünden şüphe etti, deniliyorsa da, (Şifa) kitabının sâhibi Kadı Iyad, (Sonradan Osman’ın “radıyallâhu anh” üstün olduğunu söyledi) diyor. İmâm-ı Kurtubi de, (Doğrusu inşaallah budur) diyor. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin, (Ehl-i sünnetin alâmeti, Şeyhaynın üstünlüğüne inanmak ve iki damadı sevmektir) sözünden, iki damattan birini, diğerinden üstün görmediği anlaşılıyor diyenler varsa da, bu fakirin anladığına göre, İmâmin böyle söylemesinin, başka sebebi vardır. Yani, iki damadın “radıyallâhu anhüma” hilafetleri zamanında, müslümanlar arasında karışıklık çıkmış, fitneler başlamış olduğundan, kalplerde soğukluk ve kırıklık olduğunu gören İmam, iki damadı sevmek kelimesini uygun bulmuş ve bunların sevgisine, Ehl-i sünnetin alâmetidir demiştir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe için Osman’ın “radıyallâhu anh” daha yüksek olduğunda şüpheliydi, denilebilir mi? Çünkü, Hanefi mezhebindeki âlimlerin kitapları hep (Üstünlük, hilafetleri sırası iledir), yazısı ile doludur. Hülâsa, Şeyhaynın üstün olduğu katidir. Osman’ın, Ali’den “radıyallâhu anhüm” daha üstün olması, bu kadar katî değildir. Fakat, Osman’ın, hatta Şeyhaynın üstünlüğünü inkâr edenlere kâfir demekten kaçınmalıdır. Bunları bidat sâhibi ve doğru yoldan ayrılmış müslüman bilmelidir. Çünkü, âlimlerimizin bir kısmı bunlara kâfir dememiştir. Bunların hâli, alçak Yezidin haline benziyor ki âlimlerimiz, ne olur ne olmaz diye ona lanete izin vermemiştir.
Hulefâ-i râşidîni sevmemek yolu ile Peygamber “sallallâhü aleyhi ve sellem”i incitmek, İmâm-ı Hasan’ı ve Hüseyin’i “radıyallâhu anhüma” sevmemek yolu ile incitmek gibidir. Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyurdu ki (Ashâbımı incitmekte, Allahü teâlâdan korkunuz! Benden sonra, onları kötü bilmeyiniz. Onları seven, beni sevdiği için sever. Onlara düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur. Onları inciten, beni incitir. Beni inciten de, Allahü teâlâya eziyet etmiş olur ki buna azap eder). Ahzab sûresi, 57. âyetinde meâlen, “Allahü teâlâya ve Onun Peygamberine “sallallâhü aleyhi ve sellem” eziyet edenlere dünyada ve ahirette lanet olsun!” buyruldu. Büyük İslam alimi, Sadeddin-i Teftazani (Akâid-i Nesefiye) şerhinde, (Bu üstünlük sırasında insaf etmelidir) diyorsa da, onun bu sözü, insafsızdır ve şüphe etmesi yersizdir. Çünkü büyüklerimiz diyor ki burada üstünlük demek, sevapları daha çok demektir. İyilikleri, doğrulukları ile herkese faydalı olmasının çokluğu demek değildir. Aklı olan, bunlara kıymet vermez. Sahabe-i kirâm ve Tabiîn-i ızam, bize İmâm-ı Ali’nin “radıyallâhu anh” iyiliklerini gösteren, o kadar haller ve hadiseler bildiriyor ki başka hiçbir Sahâbiden bu kadar bildirmediler. Bununla beraber, yine onlar, 3 halifenin daha yüksek olduğunu bildirmiştir. Görülüyor ki üstün olmaya sebep, faziletlerin, menkıbelerin çok olması değildir. Üstünlük başka sebepten ileri gelmektedir. Bu sebebi anlayanlar ancak, vahiyi, meleğin gelmesini görmekle şereflenen, seçilmiş bahtiyarlardır. Bunlar, üstünlük sebeplerini açıkça veya işaretle görüp anlamıştır. Onlar da, Peygamberimizin Ashâb-ı kirâmıdır “aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”. O hâlde, (Akâid-i Nesefi) şarihinin, (Üstünlükten maksat, sevapların çokluğu ise, bu üstünlük sırasında şüphenin yeridir) demesi yersizdir. Çünkü bu üstünlük sırası, İslamiyetin sâhibi tarafından açıkça bildirilmeseydi, o zaman şüphenin yeri olurdu. Bildirildikten sonra, niçin şüphe ediyor? Ashâb-ı kirâm, bu üstünlüğü açıkça veya işaretle anlamasalardı, hiç bildirirler miydi? Dördünü de beraber bilen ve aralarında üstünlük aramak lüzumsuzdur diyenlerin, bu sözü lüzumsuzdur. Din büyüklerinin söz birliğine, lüzumsuz laf demekten daha lüzumsuz, daha boş laf olur mu? Yoksa, üstün kelimesi mi, onların böyle boşu boşuna söylemesine yol açıyor. Muhyiddin-i Arabi’nin, (Hilafetlerin sırası, ömrlerinin sırasına göre idi) demesi de, müsavi olmalarını göstermez. Çünkü halifelik başkadır, üstünlük başkadır. Bu sözü, üstünlük bakımından söyledi dersek, yine güvenilecek, şahit tutulacak bir söz olmayıp, onun hatalı sözlerinden biri olmuş olur. Onun, Ehl-i sünnet âlimlerinin sözlerine uymayan birkaç keşfi, buluşları, doğru değildir. Böyle sözlere ancak, ruhları hasta, kalpleri bozuk olan veya her şeyi körü körüne taklit eden uyar.
Ashâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” arasındaki muharebelerin, ayrılıkların, iyi sebeplerden ileri geldiğine, dünya nimetleri için, nefsin arzuları için olmadığına inanmak lâzımdır. Sadeddin-i Teftazani, hazret-i Ali’yi “radıyallâhu anh” aşırı sevenlerden olduğu hâlde, diyor ki: (Onların ayrılıkları ve muharebeleri hilafet için değildi. İctihatta yanılmaktan ileri gelmişti). [Fatih sultan Muhammed Han devri âlimlerinden Ahmed-i Hayâlî hazretleri, Ömer Nesefi’nin (Akâid-i Nesefi) kitabına, Sadeddin-i Teftazani’nin yaptığı büyük şerhe, ayrıca çok kıymetli bir haşiye yazmıştır.] Hayâlî, bu haşiyesinde diyor ki: (Hazret-i Muaviye “radıyallâhu anh” ve onunla beraber olanlar, Hazret-i Ali’ye “radıyallâhu anh” uymadı. Bununla beraber onun, o zamanda bulunanların en üstünü olduğunu ve halifelik onun hakkı olduğunu biliyor ve söylüyorlardı. Hazret-i Osman’ı “radıyallâhu anh” şehit edenleri yakalıyarak cezalarını vermediği için, isyan etmişlerdi). Karamani haşiyesinde, [yani (Şerh-ı akâid) kitabı kenarlarına yaptığı açıklamalarda] diyor ki İmâm-ı Ali “keremallahü vecheh” buyurdu ki: (Kardeşlerimiz bizi dinlemedi. Onlar kâfir değildir. Günaha da girmediler. Çünkü dinden, İslamiyetten anladıklarını yapıyorlar.) İctihatta yanılmak kabahat olmadığı ve bir şey söylenmiyeceği şüphesizdir.
Sahabe-i kirâmın, Peygamberimizin “sallallâhü aleyhi ve sellem” sohbetinde, dersinde yetiştiklerini düşünerek, hepsini iyi bilmemiz ve hepsine hürmet göstermemiz lâzımdır. Peygamberimizi “sallallâhü aleyhi ve sellem” sevdiğimiz için, hepsini sevmeliyiz! Zira, (Onları seven, beni sevdiği için sever ve onlara düşmanlık eden, bana düşman olduğu için eder) buyurulmuştur. Yani Ashâbıma “radıyallâhu anhüm” olan sevgi, bana olan sevgidir ve onlara olan düşmanlık, bana düşmanlıktır. Ali “radıyallâhu anh” ile muharebe eden Ashâb-ı kirâmın bize hiçbir yakınlığı ve hiçbir tanışıklığımız yok. Hatta bu muharebeleri bizi üzüyor, incitiyor. Fakat, Peygamberimizin “sallallâhü aleyhi ve sellem” Ashâbı oldukları için, onları sevmekle emrolunduk. Her birini incitmekten, onlara düşmanlık etmekten men’ olunduk. O hâlde, hepsini sevmeye mecburuz. Onları, Peygamberimizi “sallallâhü aleyhi ve sellem” sevdiğimiz için severiz. Onlara düşmanlıktan ve eziyet etmekten kaçınırız. Çünkü onların incitilmesi ve düşmanlığı, Peygamber “sallallâhü aleyhi ve sellem” efendimize gider. Yalnız haklı olanı ve yanılanı söyleriz. Yani, hazret-i Emir “radıyallâhu anh”, haklı idi. Ona karşı gelenler, hata etmiş idi. Bundan fazla bir şey söylemek, doğru değildir. Muhammed Eşref’e yazdığım mektupta, bunları uzun bildirmiştim. Anlamadığınız bir şey kaldı ise, o mektubu okuyunuz!
Tavsiye Yazı –> 266. Mektub