Sual: Hamidullah, “İslam Peygamberi” kitabının 54. sayfasında Peygamber efendimiz için “Burnunun üstüne kadar uzayan kaşları kavisli idi. Bacakları ince idi” diyor. Buna ne cevap vermek lazımdır?
Cevap: Bu saygısız yazıları ile Resûlullahı sanki bir umacıya benzetmek istemektedir. Halbuki Kısas-ı Enbiya’da, “Allahü teâlâ, bütün güzellikleri sevgili Peygamberinde toplamıştı. Mübarek kolları ve baldırları iri ve kalın idi. Hilal kaşlı, çekme burunlu ve uzun kirpikli idi” diyor.
Mevahib-i ledünniye’de, “Mübarek kaşları ince idi. Mübarek elleri ve ayakları iri idi” diyor. Mübarek uzuvlarının tenasübünü, her sahabi anlatmış, güzelliği ve sevimliliği dillere destan olmuştur. Onu daha ilk görüşte, cemaline aşık olup başka hiçbir şey aramadan, imana gelenlerin sayılarının az olmadığı kitaplarda yazılıdır. Onu görüp güzelliğine aşık olanlar, dilleri döndüğü kadar anlatmaya çalışmışlar, o güzelliği bildirmeye insan gücü yetişmez demişlerdir. Okuyanlar, Allahü teâlânın, sevgili Peygamberini, düşünülemeyecek bir düzende ve bakmaya doyulamayacak bir güzellikte yaratmış olduğunu hemen anlar. Görmeden, Ona gönül verirler. Habîbullaha aşık olanlar, her nefeste, ciğerlerine giren havanın serinliğinde, Onun sevgisinin tadını duyarlar. Aya her bakışlarında Onun mübarek gözlerinden gelmiş olan ışınların akislerini aramakla zevklenirler. Onun güzelliği deryasından bir damlaya kavuşanların her zerresi:
Güzel yanağını bilen, güle hiç bakmaz.
Senin sevginde eriyen, derman aramaz!
demişlerdir. Onu görmeden aşık olanlardan, Mevlana Hâlid-i Bağdâdî hazretleri, Fârisî divanında, Onun güzelliğini ve insan aklının eremeyeceği yüksekliğini, ince ruhundan çıkan kelimelerle ve edebiyattaki büyük mahareti ile pek veciz, çok güzel yazmıştır. Okuyup anlayabilenleri hayran bırakmaktadır. Türkçeye tercümesinde, o ince sanatı ve derin manaları anlatmak mümkün değil ise de, pek az da olsa, bir şey duyurabilmek için, Kabir-i saadeti ziyaret ederken söylemiş olduğu beytlerden birkaçının tercümesini yazarak yazımızı kıymetlendirelim:
Ey güzeller güzeli, beni sevdanla yaktın!
görmüyor bir şey gözüm, her an hulyanla aklım!
Sen (Kâbe kavseyn) şahı, ben ise azgın köle,
Sana konuk olmayı, nasıl söyler bu şaşkın?
Acıyıp bir bakınca, ölü kalpler dirilddin,
sonsuz merhametine sığınıp, kapın çaldım!
İyilik kaynağısın, dermanlar deryasısın!
Bir damla lütf et bana, derde devasız kaldım!
Herkes gelir Mekkeye, Kâbe, Safa, Merveye,
ben ise senin için, dağlar tepeler aştım!
Dün gece, bir rüyada göklere değdi başım,
kapındaki uşaklar, enseme bastı sandım!
Ey Cami hazretleri, sevgilimin bülbülü!
şiirlerin arasından, şu beyti seçtim aldım:
(Dili aşağı sarkık, uyuz köpekler gibi,
bir damlacık umarak, ihsan deryana vardım.)
Başka bir şirinde şöyle terennüm etmektedir:
Ey günahlılar sığınağı, sana sığınmaya geldim!
çok kabahatler işledim, sana yalvarmaya geldim!
Karanlık yerlere saptım, bataklıklara saplandım,
doğru yolu aydınlatan, ışık kaynağına geldim!
Çıkacak bir canım kaldı, ey bütün canların canı!
uygun olur mu söylemek, canımı fedaya geldim!
Derdlilerin tabibisin, ben ise gönül hastası,
kalp yarama deva için, kapını çalmaya geldim!
Cömertlerin kapısına, bir şey götürmek hatadır.
basmakla şeref verdiğin, toprağı öpmeye geldim!
Günahlarım çok, dağ gibi, yüzüm kara, katran gibi,
bu yükten ve siyahlıktan tamam kurtulmaya geldim!
Temizler elbet hepsini, ihsan deryandan bir damla,
gerçi yüzüm gibi kara, amel defterimle geldim!
Kapına yüz sürebilsem, ey canımdan aziz canan!
su ile olmayan işler, hâsıl olur o topraktan!
Tavsiye Yazı –> Hamidullah Kimdir?