Sual: Tebliğ cemaati isimli bir cemaat var. Muhtelif ülke ve şehirleri dolaşarak emri maruf yaptıklarını söylüyorlar. Bunlar hakkında ne dersiniz?

Cevap: (Teblig-i cemaat) adı ile İslam memleketlerini dolaşıp, müslümanlara vaaz ve nasihat eden kimseler görülüyor. Bunlar, Hindistan’dan, Pakistan’dan üçer beşer kişilik kafileler halinde çıkarak dünyanın her yerine gidiyor. İslamiyeti yaymaya çalışıyoruz diyorlar. Eshab-ı kiramın yolunda olduklarını söylüyorlar. Hanefi mezhebinde olduğunu, ibni Teymiye’yi çok beğendiğini söyleyenleri de var. Faydalı ve doğru konuşuyorlar ise de, İslam alimlerinin isimlerini ve sözlerini ağızlarına almamaları ve Ehl-i sünnet bilgilerinden bir kısmını ört-bas eder görünmeleri şüphe ve üzüntü uyandırdığından, Hindistan’da ve Pakistan’daki bazı din adamları bunların sapık olduklarını yazmaktadırlar.

Kendilerine (Cemaatüt-teblig) diyorlar. Merkezleri Delhi’dedir. [Pakistanın Karaşi ve Lahor şehirlerinde de büyük şubeleri vardır.] Her gittikleri yerde namaz kılmak üzerinde çok duruyorlar. Faydalı ve lüzumlu din bilgileri söylüyorlar. Bu çalışmalarına Urdu lisanında (Kest) diyorlar. Bunların teşkilatını kuran, Mevlana Muhammed İlyas isminde bir Hindli olduğunu söylüyorlar. Bu adam hicretin 1303 ve miladın 1886 senesinde Kandla şehrinde doğmuştur. Reşid Ahmed Kenkühi’nin talebesi idi. Onun yanında 10 sene kaldığı (Mevlana İlyas uranki dini davet) kitabının 43 ve 49. sayfalarında bildirilmektedir. Bu kitabı İlyas’ın yakın talebesinden biri yazmıştır. Reşid Ahmed 1323 [m. 1905] de ölünce, Halil Ahmed Seharenpuri’den okudu. Halil Ahmed 1346 [m. 1928] de Medine-i münevverede öldü. Urdu lisanında yazdığı kitapta İblisin, Resulullahtan “sallallahü aleyhi ve sellem” daha alim olduğunu bildiriyor. Reşid Ahmed, (Berahin-i katia) kitabında, 51. sayfasında, Halil Ahmed’in bu kitabı için, mübarek bir kitaptır diyor ve (Beyt-i ayn-ı İslam) denilen yerde saklıyor. Reşid Ahmed, hacı İmdad-ullah-ı Medeni’nin halifesi idi. Hacı İmdadullah, 1317 [m. 1899] da Mekke’de öldü. Reşid Ahmed, önce İsmail-i Dehlevi’den okudu. Bu İsmail, Abdülvehhab oğlunun (Kitabü’t-tevhid) ini urdu diline tercüme ederek, (Takviyet-ül-iman) ismini vermiştir. 38. sayfasında, (Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” öldü, çürüdü. Toprak oldu. Resulullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” kıyamette şefaat edeceğine inanan kafir olur, müşrik olur) diyor. İlyas’ın bir hocası da, Eşref Ali Tehanevi’dir. Bu da Çeştiye tarikatinden hacı İmdad-ullahın halifelerindendir. Urdu dili ile yazdığı (Behişti Ziver) adındaki kitabında, 1. kısmında Resulullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” yüksek derecesini çocuk, deli ve hayvanlar derekesine düşüren çok çirkin şeyler yazmaktadır.

İlyasın 3 hocası da, kitaplarındaki böyle yazıları ile müslümanları hayrete düşürmüşlerdir. İlyas, bunları övmekte, büyültmekte ve aşırı saygı göstermektedir. Onlar için, zamanın evliyası, Kutupları demektedir. (Melfuzat-ı hazret-i mevlana İlyas rahmetullahi aleyh) ismindeki kitabın 114. sayfası bu methiyelerle doludur. Şeyhi Reşid Ahmed için, eğer onu görmeseydim kalbim itminana kavuşmayacaktı. Gece uyanınca, onun yatak odasına gider, onun yüzüne bakar, gelir uyurdum. Onun sevgisi, damarlarımdaki kan gibi her yerime işlemiştir demektedir. Bu sözleri (Mevlana İlyas uranki) kitabının 44. ve 49. sahifelerinde yazılıdır. Mücadele suresinin son ayetinde mealen, (Allahü tealaya ve Kıyamet gününe iman edenler, Allaha ve Resulüne uymayanları [yani kafirleri] sevmezler. Babaları, oğulları, kardeşleri, akrabaları olsalar da, kafirleri sevmeyenlerin kalplerini Allahü teala imanla doldurur) buyuruldu. Teblig-i cemaatcıların hepsi, İlyas’ı ve hocalarını çok büyültüyorlar, çok övüyorlar. İsmlerini söyleyince ve işitince “rahmetullahi aleyh” diyorlar. Yukarıda bildirdiğimiz kitaplarını her yere yayıyorlar.

Ehl-i sünnet alimleri, Teblig-i cemaatcıları reddetmek, sapık olduklarını ortaya koymak için çok kitap yazdılar. Onlar, bu kitaplara hiç cevap veremedi. AbdülAlim Sıddıki, İlyas’ın ve hocalarının İslamiyeti içerden yıkmakta olduklarını yazmaktadır. (El-müstened) ve (El-mütenebbiü’l-Kadyani) ve (El-üstazü’l-Mevdudi) ve (Ed-devletü’l-Mekkiyye) ve (Hediyetü’l-mehdiyin) kitabının sonunda da uzun yazılıdır. Bu 5 kitap arabidir. 1395 [m. 1975] senesinde İstanbul’da Hakikat Kitabevi tarafından ofset yolu ile tekrar bastırılmıştır.

İlyas 1363 [m. 1944] de öldü. Yerine oğlu Muhammed Yusuf geçti. Yusuf, 1335 [m. 1917] de Delhi’de tevellüd ve 1394 de Lahor’da vefat etti. Delhi’de defnedildi. (Hayat-üs-Sahabe) ismindeki 3 cilt kitabı 1395 [m. 1975] de türkçeye tercüme ve neşredilmiştir. Bu kitabında Eshab-ı kiramı çok övmüş olduğundan, okuyanların takdirlerini çekmektedir. Fakat, (ayinesi işidir kişinin, lafa bakılmaz) sözü meşhurdur. Eshab-ı kiramın üstünlüklerine inanan ve onları seven kimsenin, onların yolunda bulunması lazımdır. Onların yolu, Ehl-i sünnet alimlerinin gösterdikleri yoldur. Eshab-ı kiramı sevmenin alameti, Ehl-i sünnetin 4 mezhebinden birinin fıkıh kitaplarını öğrenmek ve bu bilgilerin yayılmasına çalışmak ve bunlara uygun yaşamaktır. Muhammed Yusuf’ün yerine Hindistan’da Seharenpur şehrindeki Mezahir-i ulum medresesinde hadis muallimi olan şeyh İn’am-ül-Hasan geçti. Hindistan’da Lucknow şehrinde 1310 [m. 1891] de kurulmuş olan (Nedvet-ül-ulema) nın emri [reisi] olan Ebül-Hasan Ali Nedvi, 1395 [m. 1975] de Lucknow’da basılmış (Ed-davet-ül İslamiye) kitabında, imam-ı Rabbani Ahmed Serhendi’yi ve hizmetlerini övdükten sonra, 1246 da öldürülmüş olan İsmail-i Dehlevi’yi ve 1320 de ölen Nezir Hüseyin Dehlevi’yi ve hacı İmdad-ullah’ın halifelerinden Muhammed Kasım Nanawtavi tarafından 1288 [m. 1871] de kurulmuş olan Diyobend medresesini ve 1362 de ölen Eşref Ali Tehanevi’yi ve teblig-i cemaati ve kurucusu Muhammed İlyas’ı çok meth ve sena etmektedir. Muhammed Kasım Nanawtavi 1317 [m. 1899] da öldü. İsmail-i Dehlevi’nin (Takviyet-ül-iman) kitabının 1396 [m. 1976] senesinde Pakistan’da basılmış olan (Takvim-ül-beyan) adındaki farisi tercümesini okuduk. İsmailin cahil olduğu kadar ahmak da olduğunu öğrendik. Hakkı batıla karıştırarak kötülemeye uğraşan bir mezhepsiz olduğunu iyi anladık. Allahü teala, müslümanları böyle sapık yazıları okumaktan, bunlara aldanarak, sonsuz felakete sürüklenmekten muhafaza buyursun! Amin.

Hindistanın cenubunda bulunan Kerala eyaletinin Malappuram şehrinde, Samasta denilen (Cemiyet-ül-ülema)nın neşrettiği aylık (El-muallim) mecmuasının 1399 [m. 1979] Şevval ayı, 9. ve daha sonraki birkaç sayılarında, Ehl-i sünnet alimlerinden Mevlevi Ebu Ahmed, (Cemaat üt-tebliga) daki şüphenin keşfi başlığı altında diyor ki: Hindistan’ın şimal kısımlarında, çeşitli fırkalar ortaya çıkmış, dini tecdid edeceklerini, her yere yayacaklarını söylüyorlar. Çok kimse, bunların yaldızlı sözlerine bakarak, kendilerinin ve kurucularının itikatlarını incelemeksizin onlara tabi oluyorlar. İçyüzleri ortaya çıkınca, tekrar ayrılanları, onların yalanlarını, hiylelerini anlatanları çok oluyor. Tarihe bakılırsa, böyle sapık kimseler çok görülür. Bunlar nefslerine, bozuk düşüncelerine kapılmış zavallılardır. İslamiyetin delillerine istedikleri gibi yanlış manalar veriyorlar. İbni Teymiye’nin ve Abdülvehhab oğlu Muhammed Necdi’nin çürük ilkelerine kayıyorlar. Din bilgilerinden haberi olmayanlar, bunları doğru yolda sanıyor. Dine hizmet ettiklerine inanıyorlar. Bu sapık fırkalardan biri mevlana İlyas’ın ortaya attığı yoldur. Kendilerine (Cemaat-üt-tebligiye) diyorlar. Dünyayı dolaşıyorlar. İbadetleri ile, cazibeli sözleri ile ve giyinişleri ile dinine bağlı, salih kimseler olarak görünüyorlar. İnanışlarını, tuttukları yolu hiç bildirmiyorlar. Tohumlarını Kerala topraklarına da saçmaya başladılar. (Samasta Kerala) alimleri, bunların kitaplarını, inanışlarını, ortaya çıkışlarını, kurucularının hayatını, yolunu ortaya koyarak, kendileri ile cihata başladılar. Bunları inceliyenler, hilelerini, bidat ehli olduklarını anlıyorlar. Bunların Ehl-i sünnet ve cemaatin hak yolundan sapmış, bidat ve dalalet yolunda olduklarına fetva verdiler. Hindistan’ın şimalindeki ve cenubundaki ve Seylan adasındaki Ehl-i sünnet alimlerinin “rahmetullahi teala aleyhim ecmain” bu fetvaları icma halini aldı. Biz de, Allahü tealanın tevfiki ile ve selef-i salihinin izlerine sarılarak, bozuk inanışlarını ve sapık yollarını aşağıda bildireceğiz.

(Cemaat-üt-tebligıye) sapık yolunun kurucusu, İsmail oğlu Muhammed İlyas’tır. 1303 [m. 1886] senesinde doğmuş, 1363 [m. 1944] de ölmüştür. Önceleri (Mezahir-ül-ulum) medresesinde ders verdi. Bu işte muvaffak olamayınca, şeyhlik yapmaya başladı. Cahil halka muska ve dualar yaparak geçimini sağladı. Bu arada Tebliğ tarikatini kurdu. Medaris şehrindeki (Külliyet-i kaid-i millet) medresesi amidi [reisi] Cemal Muhammed sahip, Cenderke gazetesinin 24 Temmuz 1976 nüshasında, bu tarikat hakkında uzun bilgi vermektedir.

Delhide bulunan (Cemaat-üt-tebligiye) reisi ve arkadaşı Muhammed İdris Ensari, Delhi’de Cemal matbaasında basılmış olan (Teblig-i Düsturül’amel) risalesinde, bu tarikatin kuruluş sebebini şöyle bildiriyorlar: (İyi düşünülür ve tarih incelenirse, 4 temel usûl ile insanlar huzura ve saadete kavuşturulamamıştır. Bu da, Al-i İmran suresinin 139. ayeti olan (Siz onlardan şerefli, yükseksiniz. Çünkü imanınız var)dan anlaşılmaktadır. Birincisi, İslam dininin maksatı, batıl nizamını, yani sapık inanışları ve huyları değiştirmektir. İkincisi, bunları değiştirmek, ancak Peygamberlerin “aleyhimüssalatü vesselam” seçtikleri yol ile olur. Üçüncüsü, müslümanların, gerek birer birer, gerekse toplu olarak bugüne kadar yaptıkları çalışmalar, bu maksat için değildi ve Peygamberlerin yolunda olmadılar. Dördüncüsü, bunun için salih olan bir cemaat, yani (Cemaat-i İslamiye) kurmak ve bunun, İslamın gösterdiği yolda çalışması lazımdır. İşte bu işi, Allahın salih kullarından Muhammed İlyas yaptı. İslam yolunda çalışmak isteyenleri toplayarak, (Cemaat-üt-tebligiye) denilen yeni bir topluluk meydana getirdi) diyorlar.

Şu laflara bakınız! Ümmet-i Muhammediyenin 1400 seneden beri, gerek birer birer, gerekse toplu olarak yaptıkları çalışmalar, Peygamberlerin “aleyhimüssalatü vesselam” yolu değilmiş ve insanlar arasına yayılmış olan batıl inanışları değiştirmek için değilmiş. Bunun için, yeni bir cemaat kurmak lazım olmuş. Bunu Cemaat-i tebligiyenin emri bildiriyor! Ümmet-i Muhammediyeyi parçalamak, Ehl-i sünnetin dışında yeni sapık bir çığır açmak isteyenler, hep böyle söyleyerek ortaya çıktılar. Ümmet-i İslameyenin hepsi, doğru yoldan ayrıldı, hidayet yolundan saptılar diyerek, yeni bir tarikat kurdular. Uydurdukları, bozuk, kötü ilkeleri, böylece ortaya koydular.
Yine bunun gibi son zamanlarda Ebül-ala Mevdudi ismindeki kimse Pakistanda, (Cemaat-i İslami) denilen bir teşkilat kurdu. Bunu kurmasının sebebini urdu dilinde çıkardığı (Min Müslüman ur mevcutühu siyasi) risalesinin 15. sayfasında, şöyle anlatıyor: (Çok araştırmış, incelemiş. Bugünkü İslam halkasını boynundan çıkarmaya karar vermiş. Eğer böyle yapmasaymış, o da ilhad ve dehriye denilen dinsizlerin yolunda kalırmış. Ecdadından, dedelerinden gelen din, ilhad ve dehrilik imiş. Bunun için, kelime-i tevhitin manasına tam uygun olarak yeni bir din ortaya koymuş. Bulunduğu zamanın ilk hakiki müslümanı kendisi imiş. Müslüman olsun, olmasın, herkesi bu yeni dine çağırıyormuş).

Muhammed İlyas da böyle söylüyor. Bu ümmet-i Muhammediyenin, asırlardan beri yaptıkları her şey Peygamberlerin yoluna uygun değilmiş. Muhammed Manzur-i Numani, İlyasın (Ümmet-i Muhammediyenin şimdi yaptıkları ibadetler, hep rüsum ve adetlerdir. Din öğretenler, din idarecileri, rüsum ve adetlere bağlı kalmışlardır) dediğini (Melfuzat) risalesinin 12. sayfasında bildirmektedir. (Teblig-i cemaat) önderlerinden Muhammed Hasan han, (Miftah-ut-teblig) önsözünde diyor ki, (Zamanımızda din işleri başı boş kaldığı için, çok kimse şirk, küfür ve ilhad akıntısına kapılmıştır. Allahü teala insanların bu haline acıyıp, mucize olarak, müslümanları gafletten uyandırmak ve onlara din ruhunu aşılamak için Şeyh Muhammed İlyası gönderdi. Bu mücahit, Delhi şehrinin cenubundaki Mivat kasabasında, zamanın şartları izin verdiği kadar, insanları uyandırmaya çalıştı) diyor. Bütün ümmet küfürde, dalalette olunca, İlyas doğru yolu acaba nereden buldu denirse, buna cevap vermeleri kolay olmayacaktır sanırız.

Yukarıda bildirilenlerden anlaşılıyor ki, Teblig-i cemaat fırkası, diğer eşkiya arkadaşlarının söyledikleri gibi, (Bu ümmet-i Muhammediye dalalete düştü. Doğru yoldan ayrıldı) diyorlar. Bu sözleri, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” bildirdiğine taban tabana zıttır. Çünkü Tirmizi’nin bildirdiği hadis-i şerifte, “Ümmetim, dalalet üzerinde birleşmez” buyurdu. Bu hadis-i şerif müctehidlerin yani İslam alimlerinin sözbirliği yaptıkları bilgilerin hep doğru olacağını kesin olarak bildirmektedir. Yalnız alimler değil, aklı başında olan herkes, böyle olduğunu hemen anlar.

Şimdi, bu (Cemaat-üt-tebligiye) fırkasının nasıl teessüs ettiğini bildirelim: Hindistan’ın meşhur din ve tarih adamlarından Ebül-Hasan Ali Nedvi, Cemaat-üt-tebligiyenin kurucusu İlyas’ın sözlerini şöyle bildiriyor: 1345 [m. 1926] senesinde, Medine-i münevverede iken, bu işe başladım. (Bu hareketi, senin elinde gerçekleştireceğiz) diye rüyada müjdelendim. Bunlar, (Muhammed İlyas’ın dine daveti) kitabının 77. sayfasında urdu dili ile yazılıdır. Bir sayfa sonra da, Medine’den Hindistan’a döndükten sonra, insanları dine davet etmeye başladı. Bu iki satır yazıdan anlaşılıyor ki, bu davet Allahü tealanın emri ile başlamış ve Allah tarafından kendisine rüyada müjdelenmiş. Bu yolun iç yüzü, (İlyas’ın melfuzatı) kitabında geniş açıklanmaktadır. Bu kitapta, talebesinden, Muhammed Manzur Numani, arkadaşlarına, hocasının şu müjdesini vermektedir: (Rüya, Peygamberliğin 46 parçasından biridir. Riyazetler çekmekle, mücahedeler yapmakla hasıl olmayan terakkiler, bazı seçilmişlere rüyada hasıl olmaktadır. Bunlara rüyada hasıl olan bilgiler, Peygamberliğin parçalarıdır. Bunlarla terakki hasıl olmaz mı? İlim marifeti arttırır. Marifet de, insanı Allaha yaklaştırır. Bunun için, Allahü teala, (Ya Rabbi ilmimi arttır) demeyi emretti. Rüyada insana sahih ilimler verilir. Bundan dolayı, bu emrinizin çok uyuması için dua ediniz! Asabım bozularak, uykum azaldığı zamanlar, uykumu arttırmak için tabibe müracaat ediyor, verdiği ilaçları kullanıyorum. Bu teblig ile davet etmek yolu bana rüyada gösterildi. (Siz ümmetlerin en iyisi oldunuz. İnsanların iyiliği için yaratıldınız. İyilik yapılmasını emreder, kötülükten nehy edersiniz) mealindeki ayetin tefsiri bana rüyada bildirildi. Ben, Peygamberler gibi, insanları davet için yaratıldım. Ayetteki (yaratıldınız) sözü, bu davetin yalnız bir yerde yapılması ile, bir şehirde kalmakla tamam olmayacağını, bulunduğu yerden çıkarak, şehirleri, evleri dolaşmak lazım olduğunu gösteriyor). Bunlar, kitabın ellinci sayfasında yazılıdır. Şu sözlere bakınız! Kuran-ı kerim rüyada tefsir ediliyor. Rüyada kendisine sahih ilimler verildiğini, bunların mücahede ve riyazet ile elde edilemeyeceğini ittia etmektedir. Ayet-i kerimedeki (Uhricet) kelimesinden, hiçbir müfessirin bildirmediği yeni bir mana çıkarmaktadır. Talebesinden, kendisinin çok uyuması için çalışmalarını istemekte ve yazısından anlaşılacak daha nice şeyler bildirmektedir. Bunlar, Kuranı kendi reyi, görüşü ile tefsir etmek değil midir? Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Kuranı kendi reyi ile tefsir edenin yeri Cehennem ateşi olsun!) hadis-i şerifi ile, müslümanları böyle tefsir etmekten men’ etmekte, korkutmaktadır. Bu hadis-i şerifi Tirmizi bildiriyor. Sağını solundan ayıramayan, farzı sünneti tanıyamayan kimselerin teblig için seyahate çıkmaları, hep bu rüyadaki tefsirden ileri gelmektedir. İslamiyet, şarktan garba kadar her yere yayıldıktan sonra, bunların emr-i marufu tamamlamak için, ev ev dolaşmaları da, hep rüyada emirolunmuştur. Allame ibni Cerir Taberi ve Selef-i salihinden birçok müfessirler, bu ayet-i kerimeyi tefsir etmişler ve allame imam-ı Süyuti “rahmetullahi teala aleyh” bunları (Dürrü’l-mensur) kitabında bildirmiştir. Bu kitabın 2. cüz 64. sayfasında buyuruyor ki, Abd ibni Hamid ve İbni Cerir ve İbn-ül-Münzir, imam-ı Mücahid’den alarak, (Siz hayırlı ümmetsiniz. İnsanların iyiliği için yaratıldınız) mealinde olan ayetteki insan, arabdan başkalarıdır. Hayırlı ümmet de arabdır. Görülüyor ki, tefsir alimlerinin hiçbiri bu ayete İlyas gibi mana vermemiştir. Demek ki, onun teblig hareketi, Kuran-ı kerime ve hadis-i şeriflere ve Selef-i salihinin yoluna uygun değildir. Uykuda, rüyada yapılan bir tefsire dayanmaktadır. Bu ise, dinde ibtidadır. Bidat çıkarmaktır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Bu dinimizde dinde bulunmayan bir şey meydana çıkınca reddediniz!) buyurdu. Bu hadis-i şerif (Buhari) ve (Müslim) de yazılıdır.

[Nablüsi de “rahmetullahi teala aleyh”, Hadika’nın 128. sayfasında geniş açıklamaktadır. 168. sayfasında diyor ki, (Uyurken görülen rüyalar, ruhani ilhamlar gibi, ahkam-ı İslamiyeyi bildiren sebeplerden değildirler). 170. sayfasında diyor ki, (Allahü tealanın, hiç kitap okumamış birinin kalbini açması, marifetlerle, hakikatlerle doldurması caizdir. Kuran-ı kerim, hadis-i şerif işitince, bunların tefsirlerini yaparak alimleri hayrette bırakır. Fakat, bu zat iktidaya salih olmaz. Velidir. Fakat imam ve mürşid değildir. İslam alimi olmak için, Kuran-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin ahkamına vakıf olmak lazımdır). 187. sayfasında diyor ki, (Dinin unutulması, yani İslamiyetin adet haline gelmesi, yani İslamiyete değil, akla ve kendi görüşüne uyulması, 4 şeyden ileri gelmektedir: Birincisi, öğrendiklerini yapmamak. İkincisi, bilmeden yapmak. Yani, Allahü tealanın emirlerini öğrenmeyip, kendi aklına, görüşüne uymak ve herkesin de böyle olması için çalışmak. Bunların doğru ve faydalı olduklarına inanıp, bunları beğenmeyenlere düşman olmak. Üçüncüsü, yapacağı şeylerin ahkamını önceden öğrenmemek. Dördüncüsü, insanların din bilgilerini öğrenmelerine mani olmak. Öğrenmek ve gençlere öğretmek isteyenlere, gerici, çağ dışı diye iftira etmek.

Tasavvuf büyükleri, Veliler, mürşidler “kaddesallahü teala esrarehüm”, hep İslamiyete uymuşlardır. Yüksek derecelere böyle kavuşmuşlardır. İslamiyete uymak, İslamiyetin 4 deliline uymak demektir. Bu 4 delil, Kuran-ı kerim ve Sünnet ve İcmaı ümmet ve Kıyas-ı fükahadır. Bu 4 kaynaktan başka şeylere tabi olanlar Cehennem azabına gideceklerdir. Bunlar, saadet-i ebediye yolunu kesiciler, batılı hak şeklinde gösteren yalancılardır.) (Hadika) kitabının 1. cildi hakikat Kitabevi tarafından bastırılmıştır.]

İbni Hacer-i Askalani “rahmetullahi teala aleyh”, (Peygamberlerden “aleyhimüssalevatü vetteslimat” başkasının rüyası, İslamiyetin hükmlerini bildirmez. İslamiyetin hükümleri, vahiy ile ve ictihad ile anlaşılır) dedi. O halde, rüya ile ayet-i kerime nasıl tefsir olunabilir? İnsanlara, rüya ile nasıl hüküm edilebilir? Rüyaya uyarak, bunlar dünyanın her yerine nasıl gönderilebilir? Böyle yapmakla, ahkam-ı İslamiye değiştirilmiş olmuyor mu?

Allahü teala, Kuran-ı kerimi, insanlara beyan edilmesi, anlatılması için gönderdiğini bildiriyor. Cemaat-üt-tebligiyenin reisi ise, kendisine Kuranın rüyada tefsir edildiğini söylüyor. Buna göre ve bu görüşte olan Ebül’ala Mevdudi’nin Tenbihat’ında ittia ettiğine göre, Kuran-ı kerimin, bilinen tefsir kitapları ile açıklanması, lüzumsuz olmakta, rüyada gösterilenleri anlayacak kadar, arabi lügat kitapları kifayet etmektedir. Dinde reformcu olan bu 2 kişi, her bidat sahibi gibi, hem Kuran-ı kerime kendi görüşlerine göre mana veriyorlar, hem de, Kitap ve sünnet yolunda olduklarını söylüyorlar. Bu ise açık bir yalancılıktır.

(Düstur-ül-amel) dedikleri, beyanlarında diyor ki, (Teblig-i cemaatcıların maksatları, akideleri 3’tür:

1) İla-i kelimetüllah,

2) İslamiyeti yaymak,

3) Bu akidede olanları birleştirmek. Mezhepte, ahlakta ve eğitimde islahat yapmak.) Bunların akidelerini, inançlarını iyi anlamak için, kitaplarını incelemek lazımdır. İnançlarının birkaçını bildirelim:

Tebligcilerin emirleri olan Muhammed İlyasın (Gayemiz, Resulullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”, Eshabına bildirdiklerini öğretmektir. Her memleketi dolaşarak, namazı anlatmak ve nasihat vermemiz, bu hareketimizin başlangıcıdır, [Melfuzat s. 31]) sözünden anlaşılıyor ki, bunlar Resulullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” bildirdiklerini, kendi anladıklarına, mesleklerine göre anlatmaktadırlar. Arkadaşlarından Zahir Hasana diyor ki, (Bizim yolumuzu, yalnız namaz kılmayı öğretmek zannediyorlar. Allaha yemin ederim ki, hareketimiz namazı bildirmek değildir. Yeni bir kavim yetiştiriyoruz) [Dini davet s. 205]. Bu sözü, maksatını açıkça ortaya koymaktadır. İlyasa tabi olanların, biz herkesin namaz kılması için çalışıyoruz demelerinin doğru olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Böyle davranmaları, herkesi aralarına alabilmek için bir başlangıç, bir tuzak olmaktadır. Nitekim, (Mekatib) in 66. cı sayfasında, (Bu fakire göre, Tebligimiz, İslamiyete, tarikate ve hakikate şamildir). Bu söz, İlyas’ın, bir rüyası üzerine kurulmuş olan bu cemaatin, yeni bir İslamiyeti ve tarikati cami olduğunu gösteriyor. Çünkü, din demek bu üç esas demektir. İslam ismi altında maskelenen yeni bir din, rüya üzerine kurulmuş bir din getirmektedirler. Yukarıdaki sözlerinin, bidat ve dalalet olduğu meydandadır.

İlyasın tabilerinden Muhammed İdris Ensari diyor ki, (Bu cemaatin akidesi, La ilahe illallah Muhammedün Resulullahtır) [Düstur s. 4]. Bu akide, müslümanlığın temel akidesidir. Fakat, bunu müslüman olmadıkları sözbirliği ile bildirilmiş olan Kadıyaniler [yani Ahmediler] ve Behailer de söylemektedir. Bunlar da, böyle söyleyerek, yeni bir bidat fırkası meydana getirdiler. (Bir işi, bir ibadeti yapmak, bir şeyi yasak etmek için, Resulullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” bildirmiş olması lazımdır. Başka delil lazım değildir) dediler. [Düstur s. 5]. Böylece [Edille-i şeriyeden olan] İcma ve Kıyası inkar ettiler. Bununla beraber, kendisinin mutlak müctehid olduğunu söylemedi. Çünkü söylemiş olsaydı, geçmişini ve bilgisinin derecesini bilenler arasında, buna inanacak kimse olmazdı.

Bir kimsenin bu cemaate dahil olmasını (Düstur-ül-amel) şöyle bildirmektedir: (Kelime-i şahadet) i söyleyen ve manasına inanan herkes, bu cemaatin azasından olur. Bu cemaate girecek olanın bağlı olduğu fırka, kavm ve bulunduğu memleket ne olursa olsun bir tesiri yoktur. [S. 5]. Bu yazı gösteriyor ki, müslüman olduğunu söyleyen herkes, ister Kadıyani olsun, ister başka bidat fırkalarının birinde bulunsun, yani harici, kaderiye, mutezile, mevdudiye ve vehhabiye gibi sapıklardan olduğuna bakılmadan, bu fırkaya ortak olabilmektedir. Ortak olanlar yalnız hadis-i şerif ile amel ederler. Selef-i salihinin “rahmetullahi teala aleyhim ecmain” yaptıklarına ve icmaa ve kıyasa kıymet vermezler. 4 mezhepten birine tabi olmazlar. Bununla beraber, İslamiyete ve tasavvufa ve hakikate tabi olduklarını söylerler. Bu ise, açık bir dalalet, şaşkınca bir sapıklıktır. Teblig-i cemaat denilen bu yol, Cemaatül-İslamiye denilen Ebül’ala Mevdudi’nin sapık fırkasına benzemektedir.

Kendi emirlerinin seçilmesinde de diyor ki, (İslam nizamında Emirlik çok mühimdir. Cemaat-üt-teblig içinden seçilen Emir, İslamiyetin bildirdiği ulül-emir demektir. Bunun maruf olan emirlerine her fertin itaat etmesi, Allahın ve Resulünün emirlerine itaat etmek gibi farzdır.) [S. 6] (Emrin, İslamiyete uygun olan emirlerine, itiraz etmeden itaat etmek vaciptir. Emirlerinin senetlerini, delillerini araştırmak caiz değildir. Emirlerini yapmamak, yahut rızasına uygun olmayanı yapmak büyük günahtır. Allahü tealanın müahazesine, azabına sebep olur). [S. 7] Görülüyor ki, Emirlerini Peygamber derecesine yükseltmektedirler. 8. sayfasında diyor ki, (Emrin, mühim bir emir vereceği zaman, cemaatin ileri gelenleri ile müşavere etmesi, sonra Şura meclisi azaları ile müşavere etmesi, yani bunlara danışması vaciptir. Reyleri dağılırsa, bunlardan, dilediğini tercih ederek, bunu emreder). Görülüyor ki, bunlar yalnız hadis-i şeriflere ve emirlerine itaat etmektedirler. Sanki, Kuran-ı kerimde, yalnız emirlerine itaat olunması emredilmiş, ona itaat farz olmuştur. Ona uymayandan Allahü teala intikam alacaktır. Şura üyelerinin ve idarecilerinin söylediklerine uymasa dahi, emre itaat lazım olmaktadır. Bu şura üyeleri ve idarecileri ve emirleri, kendilerinden olmakta, yani hangi fırkadan olduğu ve ne kadar ilim sahibi olduğu ve başka hiçbir şart araştırılmadan, yalnız Kelime-i şahadet söylemekle biraraya toplanmış bulunan kimselerdendir. Halbuki, Selef-i salihin [yani Ehl-i sünnet alimleri] Ülül-emirolacak zatın nasıl olacağını bildirdiler. Allame Ebussuud efendi “rahmetullahi teala aleyh” buyuruyor ki, (Ülül-emir, hak yolda olan amirler ve adil olan hakimlerdir. Hulefa-i raşidin denilen 4 halife ve bunların izinde olanlar böyledir.) İmam-ı Kerhi, (Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” zamanında ve daha sonra olan amirlerdir. Hakimler, askeri amirler böyledir) dedi. Bazılarına göre ise, Ülül-emir, İslam alimleri demektir. Teblig-i cemaatçıların kendi aralarında seçtikleri emirlerin böyle olmadıkları meydandadır. Bu emirlerine itaat etmenin vacip olduğunu, itaat etmeyenin büyük günah işlemiş olacağını söylemeleri de, hiçbir temele dayanmamaktadır.

Tavsiye Yazı –> Kimler Ehli Sünnettir?

Yukardaki tavsiye yazıdan anlaşılıyor ki, bu ümmet 73 millete ayrılacak, bunlardan yalnız birisi Cehennemden kurtulacaktır. Her müminin bu bir fırkayı arayıp bulması ve bunlara tabi olması vaciptir. Bunlar, Ebül-Hasan Eş’ari ve Ebu Mansur Matüridi’nin yolunda olanlardır. Zamanımızda ortaya çıkıp yeni bir İslam fırkası kuranın, yalnız (La ilahe illallah Muhammedün Resulullah) demekle kalıp, Ehl-i sünnet velcemaat itikatında olması nasıl doğru olabilir? (Cemaat-üt-tebligiye) isminde yeni türeyen bu fırkanın sözleri ve yazıları gösteriyor ki, bu fırkaya girmek için yalnız (La ilahe illallah Muhammedün Resulullah) demek şarttır. Bunu söyleyen kimse, hangi sapık fırkadan olursa olsun ve Resulullahtan başka kimseye hatta Eshab-ı kirama ve müctehid imamlara itaat etmese de, bu fırkaya girmektedir. Kadıyani, Niceri, Vehhabi, Cemaat-i İslamiyeci yani Mevdudici ve müslüman olmayan başka yollardaki kimselerin, bu cemaatten olduklarını görüyoruz. Bu halleri ümmet içinde fesad çıkarmak, bölücülük yapmak değil de, ne olabilir?

Acaba içlerine aldıkları böyle sapık kimseleri, sonra islah etmiyorlar mı? Kitaplarından anlaşılan ve yaptıklarından görülen, bunun tersidir. Mezhepler üzerinde konuşmayı men’ ediyorlar. Herkesi kendi akidesinde serbest bırakıyorlar. (Düstur-ül-amel) ’in 16. sayfasında, (Bölücü ve lüzumsuz mesele üzerinde durulmaz. Tevhidin aslı ve İslamın esası incelenir) diyor. (Miftah-ut-teblig) kitaplarının 218. sayfasında de, aynı şeyler yazılıdır. Kurucuları olan Muhammed İlyas, (Melfuzat) ının 116. sayfasında, (Yolumuzun aslı, imanı kuvvetlendirmektir. Akaid bilgilerini genişletmek doğru değildir. Yoksa, kalplerde fitne, zihinlerde şüpheler hasıl olur) diyor. (Mekatib) inin 142. sayfasında, (Ara sıra, bidat kelimesini kullanıyorsunuz. Böyle sözleri söylemeyiniz! Böyle sözler, insanlar arasında fitne çıkmasına sebep olur) demektedir.

Yukarıda bildirilenlerden anlaşılıyor ki, bunlarda Ehl-i sünnet itikatı yoktur. 73 fırkadan herbiri aralarına serbestçe karışabilir. Hatta müslüman olmayanlar da, dahil olur. İtikad bilgileri üzerinde durmazlar. Hatta bunların öğrenilmesini men’ etmektedirler. Yalnız Peygamberlerin yolunda olduklarını söylerler. Hadis-i şerifte bildirilmiş olan, itikatı doğru tek fırkayı araştırmazlar. Bunu taleb etmenin fitneye sebep olacağını söylerler. Bidat ve benzeri kelimeleri kullanmazlar. Böyle sözler, fitne çıkarır derler. Bütün bu sapık davranışları ile birlikte, kendilerinin Ehl-i sünnet velcemaat mezhebinde olduklarını söylerler. Halbuki, bu hak mezheptekilere göre, bunların dalalette olduklarında hiç şüphe yoktur.

İslam alimleri, müslümanların bidat sahipleri ile görüşmelerini, onlara yaklaşmalarını, konuşmalarını yasak ettiler. Abdülkadır Geylani “kaddesallahü teala sirrehül’aziz”, bidat ehlinin mezheplerinin bozuk olduklarına inanmak, onlara uymamak lazım geldiğini, onları sevmemenin çok sevap olduğunu bildirdi. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Bidat sahibine düşman gözü ile bakan kimsenin kalbini Allahü teala eman ve iman ile doldurur. Bidat sahibini kötü bileni Allahü teala, Kıyamet gününün korkularından korur. Bidat sahibine hakaret edene, Allahü teala, Cennette yüz derece ihsan eder. Bidat sahibini güler yüzle karşılıyan veya ona iyilik eden, Allahü tealanın Muhammed aleyhisselama göndermiş olduğu İslamiyeti beğenmemiş olur) buyurdu. Mugirenin Abdullah ibni Abbastan haber verdiği hadis-i şerifte de, (Bidat sahibi, bidatinden vazgeçmedikçe, Allahü teala, onun hiçbir ibadetini kabul etmez!) buyuruldu. Fudayl bin İyad “kaddesallahü teala sirrehül’aziz” buyurdu ki, (Bidat sahibini seven kimsenin ibadetlerini Allahü teala yok eder ve kalbinden iman nurunu çıkarır.) Bidat sahibini sevmeyenin ibadetleri az olsa bile günahlarının affolunması umulur. (Yolda, bir bidat sahibi ile karşılaşmamak için yolunu değiştir!) Bu hadis-i şerifler ve nasihatler, (Gunye) kitabının doksanıncı sayfasında yazılıdır. Kendilerinin müslüman olduklarını söyleyen ve Ehl-i sünnet olarak tanıtan (Cemaat-üt-tebligiye) ciler, her fırkadan olan sapıkları aralarına alıyorlar. Ehl-i sünnet olsun, ehl-i bidat olsun, her müslüman bunların fırkasına girebiliyor. Böyle oldukları halde, hak yolda bulunduklarını iddia ediyorlar. Bu gidişleri, 2 zıd şeyi [mesela ateşle barutu] birlikte bulundurmak gibi olmaktadır. Bu ise muhaldir, olacak şey değildir.

Cemaat-üt-tebligıyenin kurucusu olan Muhammed İlyas rüyada gördüklerini yeni bir din olarak ortaya koyarken mezhepsizlerden kendisine bulaşan mikropları da aşılamaktadır. (Mekatib) in 90. sayfasında diyor ki, (Hatm-i Kuran ve zikir cemiyetlerinde bulunmak, elbet iyidir. Din büyükleri bunu bildirmişlerdir. Fakat bu işte bidat sahiplerine benzemek tehlikesi olduğu için, böyle yerlerde bulunmamak ihtiyatlı olur. Peygamberimize (Sana salat ve selam olsun) derken, Onun hazır olduğunu ve gördüğünü düşünmek veya bidat sahipleri (?) gibi söylemek tehlikesi de böyledir. Evet, aşırı muhabbet ile şuuru kaybederek söylemek caiz ise de, şeytan karışıp imanını bozabilir. Bu ise, daha büyük tehlikedir).

Şu söze bakınız! Resulullahın hazır olduğunu ve gördüğünü düşünerek, O yüce Peygambere “sallallahü teala aleyhi ve sellem” salat ve selam söylemek, aşırı muhabbet sebebi ile, istemeyerek olsa bile, caiz değil imiş. İmanın bozulmasına sebep olacağı için, bundan sakınmak lazım imiş. Bu sözler, vehhabilik inancıdır. Hatta, aşırı muhabbet ile söylemeyi yasak etmesi, vehhabiliği de aşan bir sapıklıktır. Müslüman olan, bunu yasak etmez. Bu adam, acaba namaz kılarken, bütün müslümanların (Esselamü aleyke Eyyühen-Nebiyü!) demelerini nasıl karşılamaktadır? Bakınız! Huccet-ül-İslam İmam-ı Gazali “rahmetullahi aleyh” (İhya-ül’ulum) kitabında ne buyuruyor! (Önce, kalbine Resulullahın mübarek şeklini getir. Sonra, Esselamüaleyke eyyühen-Nebiyü oku ve bu sözünü işiteceğine ve sana cevap vereceğine inan) (c.1, s. 129). Osmanlı alimlerinden Muhammed Hakkı efendi “rahmetullahi teala aleyh”, 1301 [m. 1884] de Mekke’de vefat etmiştir. (Haziynet-ül-esrar) kitabının 166. sayfasının 1. makamında, (Müslüman, kendisinin Resulullahın karşısında olduğunu düşünmeli, Onu kendisi ile Allahü teala arasında şefaatçı, vesile ve imdada yetişici bilerek, tazim, saygı ve edeb ile salat ve selam söylemelidir. Bu makamda, en uygunu, esselamü aleyke eyyühen-Nebiyyü demektir…) diyor.

Arif-ü billah Seyyid Muhammed Osman Mirgani Mekki Hanefi, 1268 [m. 1852] de Mekke’de vefat etmiştir. (Akreb-üt-turuk-ı ilelhak) kitabının 14. sayfasında diyor ki, (Resulullahın karşısında olduğunu, seni gördüğünü ve sesini işittiğini düşün! Uzakta isen de, Allahü teala sesini işittirir ve seni gösterir. Burada, yakın ile uzak arasında fark yoktur). Bütün bu yazılar, Resulullahı “sallallahü aleyhi ve sellem”, kendilerinin karşısında düşünenleri gördüğünü, seslerini işittiğini göstermektedir. Cemaat-üt-tebligıyeyi kurmuş olanın buna inanmadığı anlaşılmaktadır. O, aşırı muhabbet ile olsa bile, bunu yasaklamakta, kendisini düşünenleri görmez ve seslerini işitmez demektedir. Bu sözü ise, vehhabilik inançlarının temeli olan (Ölü işitmez) demektir. Bu konuda sözün en doğrusu, derin alimlerin sonuncusu olan Ahmed ibni Hacer-i Heytemi’nin (Fetavelkübra) kitabının, 2. cilt, 9. sayfasında yazılı olan fetvası olup şöyledir:

Sual: İnsanın ruhu çıkacağı zaman, Resulullahı görür mü? Görünce, Ona, bu zat için ne dersin denirmiş. (Bu zat) kelimesi, yanında bulunan kimse için kullanılır. Aynı zamanda pekçok kimse ölmektedir. Bunların herbirine (Bu zat) denildiğine göre, Resulullahın, bir anda çeşitli yerlerde görüldüğü anlaşılmaktadır. Bu nasıl oluyor?

Cevap: (Evet Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ölmek üzere olan herkese görünmekte ve (Bu zat için ne dersin?) denilmektedir. Böyle olması, Allahü tealanın kudretinin büyüklüğünü göstermektedir. (Bu) kelimesi, yanında bulunan kimseyi göstermekte kullanılır. Bu söz, Resulullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” çeşitli yerlerde, çeşitli şekillerde bir anda görülebileceğine inanmayana cevaptır. Halbuki, akıl yolu ile de buna inanılır. Resulullahın “sallallahü teala aleyhi ve sellem” zat-i şerifi bir ayna gibi olmakta, herkes bu aynada kendi güzelliğinin, çirkinliğinin suretini görmektedir. Aynanın güzelliğinde hiç değişiklik olmaz. Kabir hayatı ve ahiret hayatı, dünya hayatına benzemez. Dünyada, her insanın tek bir şekli vardır. Evliyanın, dünyada da, çeşitli şekiller aldığı çok görülmüştür. Kadıb-ül-ban Hasan Musuli’nin ve başkalarının böyle göründükleri meşhurdur). 570’de Musul’da vefat etmiştir.
29. sayfadaki 2 fetvasından birincisinde diyor ki, (Ölüler, kendilerini ziyaret edenleri tanırlar. İbni Ebiddünya’nın haber verdiği hadis-i şerifte, (Bir kimse, din kardeşinin kabrini ziyaret edip oturunca, meyit onu tanır ve selamına cevap verir) buyuruldu. Diğer hadis-i şerifte, (Bir kimse, tanıdığı bir mümin kardeşinin kabri yanından geçip, selam verince, onu tanır ve selamına cevap verir) buyuruldu. 2. fetvasında diyor ki, (Ölü, dirilerin seslerini işitir. İmam-ı Ahmed’in bildirdiği hadis-i şerifte, (Meyit, kendini yıkayanı, taşıyanı ve kabre koyanı tanır) buyuruldu). 1362 [m. 1943] senesinde, Ankara’da vefat etmiş olan derin alim, büyük Veli, Seyyid Abdülhakim Efendi hazretleri, İbni Hacer-i Mekki için, (İslam alimlerinin en büyüklerindendir. Her sözü sağlam ve huccettir) buyurdu.

Resulullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” hazır olmasında, görmesinde nasıl şüphe edilebilir? Peygamberlerin, hatta Velilerin temiz ruhları, bedenlerinden ayrılınca, mertebeleri artar. Melekler gibi tam tasarruf sahibi olurlar. Böyle olduğunu Ehl-i sünnet alimleri sözbirliği ile bildirdi. Bunu yalnız, Muhammed bin Abdülvehhab inkar ediyor. Allahü teala onu dalalette bıraktı. Cemaat-üt-tebligıyenin başı İlyas da, onun sapık akıntısına kapıldı. Buna inananların gözlerini aydınlatmak ve mülhidlerin yüzlerini kızartmak için, alimlerin sözlerinden bir misal daha verelim:

Hindistan’daki alimlerin büyüklerinden şah Veliyullah-i Dehlevi, (Huccet-üllahil-baliğa) kitabında c.1, s. 35’de diyor ki, (İnsan ölünce, ruhunun madde alemi ile ilgisi kalmaz. Kendi aslına döner. Melekler gibi olur. Onlar gibi, insanlara ilham eder, yardım yapar. Allahü tealanın dininin yayılmasına, kuvvetlenmesine yardımcı olur. Bu yolda çalışanlara imdad eder. Takım takım yardıma geldikleri görülür). Bu söz, mübarek ruhların melekler gibi iş yaptıklarını gösteriyor. Resulullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” hazır olduğuna ve işittiğine inanmayanı ikna etmek için, bu söz yetişmez mi? Bütün varlıkların aslı ve Allahü tealaya yaklaştıran biricik sebebin O olduğunu İslam alimleri sözbirliği ile bildirdiler.

Allame Abdürrauf Münavi, (Er-ravd-un-nadır) kitabında diyor ki, (Temiz ruhlar, bedenlerinden ayrılıp, makamlarına yükselince, hiçbir şey kendilerine perde olmaz. Her şeyi görür veya meleklerden öğrenirler. Bu, öyle bir sırdır ki, çok az kimseye bildirilmiştir. Mübarek ruhlar böyle olunca, hepsinin en üstününün nasıl olacağını düşünmeli ve iyi anlamalıdır!)

Ahmed Zeyni Dahlan hazretleri, (Takrib-ül-usûl) de diyor ki, (Ariflerden çoğu bildirdi ki, Veli ölünce, ruhunun müridlerine olan bağlılığı devam eder. Bunun bereketi ile, nurlar, feyizler hasıl olur. Böyle olduğunu, Kutubül-irşad Abdullah-ul-Haddad hazretleri uzun açıklamış, bu arada şöyle demiştir: Veli öldükten sonra, kendine yakın olanlarla ilgilenir. Diri iken olan ilgisinden daha çok ilgilenir. Çünkü, diri iken, kulluk vazifelerini yapmakla da meşguldür. Bazan bu meşguliyetleri ağır basar. Hele bu zamanda, çoğunlukla böyle olmaktadır. Seçilmişler ölünce, şekilleri, bedenleri kayboluyor. Fakat, hakikatleri mevcut kalır. Kabirlerinde diridirler. Veli, kabrinde diri olduğu için ilmi, akli ve ruhani kuvvetleri hiç değişmez. Hatta öldükten sonra, hepsi daha artar). Sayfa 58. Bütün Veliler için böyle olunca, Peygamberler için ve hele hepsinin en üstünü olanı için nasıl olduğunu anlamalıdır. Bu açık hakikati, ancak mezhepsizlik zehri ile bozulmuş olan ve dinden çıkmış mülhidlerin tuzaklarına düşmüş olan inkar eder. Allahü teala, bu büyük beladan bütün müslümanları korusun! Amin. (El-muallim) mecmuasından tercüme tamam oldu. Bunların arabi asılları, (El-üstaz Mevdudi) kitabı ile birlikte, İstanbul’da ofset yolu ile bastırılmıştır.

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler