Sual: Mezhepsizler, ölüden fayda ve zarar gelmez diyorlar. Vehhabilerin Fethu’l-mecid kitabının 299. sayfasında, “Allah, takvâ sâhibi olan mümin kullarının elinde kerâmet hâsıl eder. Onların duâsı veya sâlih amelleri ile kerâmet hâsıl olur” diyor. 500. sayfasında, “Peygamberden veya sâlih olan her müminden diri iken duâ istenebilir. Fakat, ölüden duâ istenmez. Ölüye duâ edilir” diyor. 208. sayfasında, “Ölüden bir şey, yardım istemek şirktir. Ölü, fayda ve zarar yapmaz. Allahtan şefaat istiyemez. Ondan şefaat isteyen müşrik olur” diyor. 485. sayfasında, “Kabir ziyaret edilir. Ölüye duâ edilir. Şimdi müşrikler bunu tersine çevirdi. Kabirlere tapıyorlar. Ondan duâ istiyorlar. Ondan yardım bekleyorlar. Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem”, Medine kabristanına geldi. Kabirlere karşı durup, (Esselamü aleyküm ya ehlel-kubur! Allah, bizi ve sizleri mağfiret etsin! Siz önce gidiniz. Biz sonraya kaldık) dedi. Ümmetine de, böyle ziyaret yapmalarını bildirdi” diyor. Hemen sonra da, “Selef-i sâlih, Resûlullahı ziyaret ederdi. Selam verdikten sonra kabre arkasını dönüp, kıbleye karşı duâ ederdi. 4 mezhebin imamları böyle bildirdi” diyor. 272. sayfasında, “Evliyâdan diri iken de, öldükten sonra da yardım istiyorlar. Kerâmet olarak fayda ve zarar yapacaklarına inanıyorlar. Bunun gibi taşkınlıklar, Allahtan başkasına ibâdet etmektir” diyor. 258. sayfasında, “Her nerede bana salavât okursanız, bana bildirilir. Namaz kılmak için mescide girenin, selam vermek için Resûlullahın kabrine gelmesi yasaktır. Ashâbdan kimse, selam vermek için Peygamberin kabri önünde durmadı” diyor. Dinimizde kabir ziyareti yasak mıdır? Kabir ziyaretinin faydaları yok mudur?
Cevap: Görülüyor ki kitabın yazıları birbirini tutmamakta, 4 mezhep imamlarına da “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” iftirâ etmektedir. Mezhepsizlerin bu yalanlarına karşı Ehl-i sünnet âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” vesikalarla, misallerle cevap verdiler. Alusi bile (Galiye) kitabında, (Kabrim yanında salavât okuyanı işitirim. Uzakta okuyanları, melek bana haber verir) hadisini bildiriyor. (Camiu-keramat-il-evliyâ)dan alınan aşağıdaki yazıları, anlayışlı ve insaflı olan, okuyunca, yapıcı ile yıkıcıyı kolayca ayırabilir:
Fahrüddin-i Razi, tefsirinde, Sûre-i Kehfte diyor ki Ebû Bekr-i Sıddîk’ın cenazesini, vasiyeti üzerine, Resûlullahın kabri yanına getirdiler. Selam verip, kapına gelen Ebû Bekr’dir ya Resûlallah dediler. Türbenin kapısı açıldı. İçerden (Sevgiliyi sevgilinin yanına koyunuz!) sesi işitildi. Beyheki Abdullah-i Ensari’den bildiriyor ki: Sâbit bin Kays, Yemame cenginde şehit oldu. Kabre korken, (Muhammedün resûlullah ve Ebû Bekr-i Sıddîk ve Ömer-i şehit ve Osman-ı rahim) sesini duyduk. Ebû Nuaym ve İbni Asakir bildiriyorlar ki (Bir sapık, hazret-i Hasanın kabri üzerine pisledi. Hemen deli oldu. Sonra öldü) Beyheki ve Vakıdi bildiriyorlar ki Fâtıma-i Huzaıye, hazret-i Hamzanın kabrini ziyaret etti. Selam verince, (Ve aleyküm selam) denildiğini işitti. Şeyh Mahmud-i Kürdi, hazret-i Hamza’nın kabrini ziyaret edip selam verince, kabirden (Ve aleyküm selam. Oğlunun ismini Hamza koy!) sesini işitti. Evine gelince, oğlu oldu. Adını Hamza koydu. (Üsüd-ül-gabe)de diyor ki Resûlullahın kölesi Sefine gemide idi. Gemi battı. Bir tahtaya sarıldı. Dalgalar sahile getirdi. Karaya çıkınca, bir arslan gördü. (Ey arslan! Ben Resûlullahın kölesi Sefineyim) dedi. Arslan, koyun gibi, Sefineyi yola kadar götürdü. Kuyruğunu sallayıp vedâ etti. İbni Mende, Talha bin Ubeydullah’tan haber veriyor: Talha, bir gece, Abdullah bin Amr bin Hirâm’ın kabrini ziyaret etti. Kabirden Kuran sesi işitti. Gelip Resûlullaha söyledi. (O Abdullahtır. Allahü teâlâ, şehitlerin ruhlarını Cennete koyar. Her gece ruhları bedenleri ile buluşur. Sabah olunca, yine Cennette olurlar) buyurdu. Beyheki Saîd bin Müseyib’den haber veriyor ki hazret-i Ali ile Medine kabristanına geldik. Selam verip, (Halinizi bize bildirir misiniz? Yoksa, biz mi halimizi haber verelim?) dedi. Bir ses işittik: (Ve aleykesselam ya Emir-el müminin. Bizden sonra olanları sen söyle!) dedi. İbni Ebiddünya diyor ki hazret-i Ömer kabristana gelip selam verince, (Ya Ömer! Dünyada yaptıklarımızın karşılığını bulduk) sesi işitildi. İbni Asakir diyor ki hazret-i Ömer, bir gencin kabri yanına gelip selam verdi. (Allahtan korkarak haramdan sakınan için iki Cennet vardır) dedi. Kabirden bir ses gelip, (Ya Ömer! Rabbim bana iki Cenneti de ihsan etti) dedi. Sehavi diyor ki bir kimse, Amr ibni As hazretlerinin kabrini ziyarete geldi. Orada duran birine kabrin yerini sordu. O da, ayağını uzatarak gösterdi. Ayağına felc gelip yürüyemedi. Beyheki Yala bin Mürre’den haber veriyor: Yala, Resûlullah ile bir kabir yanına geldi. Kabirde azap olduğunu işitip, Resûlullaha haber verdi. Resûlullah, (Ben de işittim. Söz taşıdığı ve üzerine idrar sıçrattığı için, azap yapılmaktadır) buyurdu.
Büyük İslam alimi Ahmed bin Süleyman bin Kemâl paşa “rahmetullâhi aleyh” hazretlerinin [934] hicri yılında yazdığı 40 hadis-i şerif, [979] yılında, Seyyid pir Muhammed Nitai “rahmetullahi teâlâ aleyh” tarafından türkçeye çevrilmiştir. [1316] da İstanbul’da basılan bu tercümenin 18. hadis-i şerifinde, “Bir işinizde şaşırırsanız ölmüşlerden yardım isteyiniz!” buyuruldu. Şeyhulİslam Ahmed efendi, bu hadis-i şerifi açıklarken diyor ki:
Ruhun bedene bağlanması, kuvvetli bir aşk ile olmuştur. İnsanın ölmesi, ruhun bedenden ayrılması demektir. Fakat, ruh ayrıldıktan sonra, bu aşkı bitmez. Ruhun bedene olan sevgisi, kuvvetli çekmesi, öldükten sonra, uzun zaman bitmez. Bunun içindir ki ölülerin kemiğini kırmak, mezarı üstüne basmak yasaktır.
Bir insan, kuvvetli, olgun ve tesiri çok olan bir Zâtın mezarı yanında durup, o toprağı ve o Zâtın bedenini düşünse, o Zâtın ruhunun, bedenine ve dolayısı ile o toprağa bağlılığı olduğundan, bu iki ruh karşılaşır. Gelen insanın ruhu, o Zâtın ruhundan çok şeyler edinir ve güzelleşir, olgunlaşır. İşte bu faydaden dolayı, kabir ziyaretine izin verilmiştir. Bundan başka sebepler de yok değildir. İmâm-ı Fahreddin-i Razi “rahmetullâhi aleyh”, (Metalib-i aliyye) ve (Zad-ı Mead) kitaplarında diyor ki (Gelen insanın ruhu ile kabirdeki Zâtın ruhu, birer ayna gibidir. Birbirinin karşısına gelince, her birinin ışığı, ötekinde aks eder, yansır. Gelen kimse, o toprağa bakıp, Hak teâlânın büyüklüğünü, öldürmesini, diriltmesini düşünüp, kaza ve kaderine râzı olup nefsi kırılırsa, ruhunda mârifet, feyiz hâsıl olur. Bunlar, o Zâtın ruhuna sirâyet eder. Bunun gibi, o Zât, öldükten sonra, ruh aleminden ve rahmet-i ilâhîden ona gelmiş olan ilimler, kuvvetli eserler, onun ruhundan, gelen insanın ruhuna sirâyet eder, geçer.)
(El alam) kitabının sâhibi diyor ki Peygamberlerin ruhları “aleyhimüsselâm” göklerde ve diledikleri yerlerde ve kabirlerinde zuhûr eder. Kabirlerinde her ân bulunmadıkları gibi, hep de ayrı kalmazlar. Kabirleri ile ilişkileri ve o toprağa ayrı bir bağlılıkları vardır. Bunun nasıl olduğu bilinemez. Bunun için, onları ziyaret etmek müstehaptır. Her müslümanın ruhu ile kabri arasında, devamlı bir bağlılık vardır. Kendilerini ziyaret edenleri anlarlar. Selamlarına cevap verirler. Bunun içindir ki hafız Abdülhak-ı İşbili’nin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Akıbet) kitabındaki hadis-i şerifte, “Bir mümin, tanıdığı bir müminin kabrine gelip selam verince, onu tanır ve cevap verir” buyuruldu. 18. hadis-i şerifin açıklaması tamam oldu.
Râbıta-i Şerife kitabının [1324] hicri yılında yapılan 2. baskısının 20. sayfasında diyor ki (Büyük bir Zâtın kabrini ziyaret eden kimse, ona râbıta ederse, yani dünya işlerini hiç düşünmeyip, kalbine hiçbir şey getirmeyip, o Zâtın ruhunu, his organları ile anlaşılamayan bir nur farz ederek, bunu kalbinde bulundurursa, o ruhtan, kendi kalbine bir şeyler akmaya başlar. O Zâtın feyizlerinden bir feyiz ve hallerinden bir hâl, kendinde hâsıl oluncıya kadar, bu nuru kalbinde saklamalıdır. Çünkü, Evliyânın ruhları, feyizlerin kaynağıdır. Kaynağı kalbine koyan, bunun feyzine, nimetine, bilinmeyen ihsanlarına elbette kavuşur. Ruhu kuvvetlenir, olgunlaşır. Kabir yanına gelince, önce selam verilir. Mezarın sağ yanına, yani kıble tarafına, ayak ucuna yakîn durur. Tanıdığı gibi, şeklini, sûretini hatırına getirir. Euzü ve besmele ile bir Fâtiha ve on bir İhlas okur. Sevâbını Resûlullah efendimizin ve bütün Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” ve Ashâb-ı kirâmın ve Evliyâ-i izâmin “aleyhimürrıdvân” ruhlarına ve bu Zâtın ruhuna hediye eder. Sonra oturur. Onun ruhunu, gönlünde bulundurur. Kalbinde bir şey hâsıl oluncıya kadar durur. Gelen kimse almasını bilir ise, o Zât da vermeye ehl, olgun bir Velî ise ve şartları gözeterek beklerse, elbette bir şey ele geçer. Bu şartlar, o Zâtın kendisini tanıdığına, selâmını işitip cevap verdiğine, ruhunun, kâmil, olgun olduğuna, ruhunun bir zamana ve yere bağlı olmadığına, nerede hatırlarsa, orada imiş gibi feyiz vereceğine, Allahü teâlâ, feyzini, ruhun gıdasını, onun ruhu ile gönderdiğine inanmaktır. Üzüm isteyen, bağa gidip asmadan koparır. Erik ağacına gitmez. Su isteyen, kaynağa, çeşmeye gider. Ağaca veya sobaya gitmez. Buğday isteyen, tarlasını sürer, eker, biçer. Çocuk isteyen, evlenir. İlac isteyen bir hasta, tabibe ve eczahaneye gider. Bakkala, avukata gitmez. Kalbin gıdasını, ruhun temizliğini isteyen de, Evliyânın “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz” kalbine, ruhuna başvurur. Allahü teâlâ, bu nimetlerini, Evliyânın kalbinden göndermektedir. Her şeyi yaratan, gönderen, yalnız Allahü teâlâdır. Fakat, her şeyi belli bir sebeple göndermek, Onun adetidir. Onun nimetine kavuşmak isteyenin, Onun adetine uyması, sebebi arayıp, bulup, öğrenip, Onun sebebine yapışması lâzımdır. Sebepleri aramamak ve öğrenmek istememek, Allahü teâlânın adetini bozmak olur. Fen derslerini, fen bilgilerini öğrenmek, Onun adetine uymak, sebepleri öğrenmek demektir. Bir kabirden feyiz almak için, o zata karşı, diri imiş gibi, edep ve saygı göstermek, kabri üzerine basmamak da lâzımdır. O Zât, mürşid-i kâmil ise, kalpteki nisbet, geç hâsıl olup uzun zaman kalır. Mürşid olmayan Velî ise, hâsıl olan feyiz ve nisbet, keskin ve çabuk gelip geçici olur. Bu halleri bilmeyenler, yukarıdaki hadis-i şerife inanmaz, mevdudur derler. Usûl-i hadis âlimleri, bir hadisin sahih olması için koydukları şartları taşımayan bir hadise (Mevdu) der ki (Benim ictihadıma göre sahih olmamıştır) demektir. Hadis değildir demezler.
Resûlullah “sallallâhü aleyhi ve sellem” efendimizin mübarek ruhundan feyiz almaya ermiş olan bir Zât, bulunduğu yerden Ona teveccüh edince, Resûl-i ekrem “sallallâhü aleyhi ve sellem” efendimizin mübarek ruhu, Medine-i münevverede bulunan kabir-i saadetinden, bu zata feyiz verir. Bunun gibi, ehl olan, başarabilen de, Evliyânın ruhlarından fayda görür. 40. sayfada buyuruyor ki Hanbeli mezhebi âlimlerinden Şemseddin ibn-ül-Kayım-ı Cevziyye Kitabü’r-ruh adındaki kitabında diyor ki (Ruhun bedendeki halinden başka halleri vardır. Mümin öldükten sonra, ruhu, Refîk-i a’lâ denilen mertebede bulunur. Bedene ilgisi de vardır. Bir kimse, mezardaki bedene selam verse, Refik-i alada bulunan ruhu, bu kimseye selam verir). Mezhepsizleri reddetmek için, İbnül-Kayyım’ın bu yazısı yetişir. Çünkü, Fethu’l-mecid kitaplarında, buna (Allame) diyerek, yazılarını senet olarak göstermektedirler. İmâm-ı Süyuti de, Kitabü’l-münceli’de, İbn-ül-Kayım gibi yazmaktadır. Ruhun işittiği ve cevap verdiği, İstanbul’da müteaddid baskıları yapılan Arapça Minhatül-vehbiye fi Redd-il-vehhâbîye kitabında yazılıdır. Evliyâ vefât ettikten sonra bir nev’ tasarrufa, iş yapmaya sâhip olur demişlerdir. (Muhtasar) kitabının sâhibi, Maliki âlimlerinden şeyh Halîl “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki (Allahü teâlâ, Evliyânın ruhlarına öyle bir kuvvet verir ki çeşitli şekillerde görünebilirler. Bedenleri mezardan çıkmaz. Ruhları şekil alıp görünür.)
Alaüddevle Ahmed-i Semnânî’den “rahmetullahi teâlâ aleyh” sordular ki mezardaki beden ruhsuzdur. İşitmez. Ruh ise, mekansızdır. Her yerde hazır olabilir. Evliyânın mezarına gidip, ziyaret etmeye ne lüzum var? Nerede olursa olsun, bir Velînin ruhuna teveccüh olunursa, ruhu orada hazır olmaz mı?
Cevabında buyurdu ki kabir başına gitmenin çok faydası vardır: Evliyâyı ziyarete giden kimse, yolda hep onu düşünür. Ona teveccühü, her adımda artar. Mezar başına gelip, toprağını görünce, hep onunla meşgul olur. Teveccühü çok artar. Teveccühü arttıkça, ondan faydası de artar. Evet ruhlar için bir mâni, perde yoktur. Onlar için, her yer birdir. Fakat, dünyada iken, yıllarca beraber bulunduğu ve ahirette sonsuz olarak beraber kalacağı beden, o topraktadır. Onun için, ruhun bu toprağa uğraması, nazarı ve tealluku, bağlılığı, başka yerlere olandan daha çoktur. Alaüddevle diyor ki bir gün, Cüneyd-i Bağdâdî’nin “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” vaktiyle çile çekmiş olduğu odaya girdim. Burada çok zevklendim. Sonra, Cüneyd’in mezarına gittim. Orada, önceki zevkı bulamadım. Sebebini mürşidime sordum. O zevkler, Cüneyd sebebi ile mi hâsıl oldu? dedi. Evet dedim. Ömründe birkaç gün kaldığı yerde zevk hâsıl olduğuna göre, senelerle birlikte bulunduğu bedeni yanına gidince, elbette daha çok zevk hâsıl olmak lazım gelir. Belki mezarı başında başka şeyleri görerek, ona teveccühün azalmış olabilir dedi. Bir kimse, kendi memleketinde iken, Resûlullahın “sallallâhü aleyhi ve sellem” rûhâniyetine teveccüh ederse, fayda bulur. Fakat Medine-i münevvereye giderse, Resûlullahın rûhâniyetinin, onun yolculuğundan ve yolda çektiği zahmetlerden haberi olur. Oraya erişip, Ravda-i pakini görünce, teveccühü tam olur. Faydalanmesi de öyle çok olur ki memleketinde iken olan fayda, onun yanında hiç kalır. Evliyâ-i kirâm, bu bildirdiğimizi kalpleri ile duyarak anlamaktadır.
Celâleddîn-i Rumi “kuddise sirruh”, son hastalığında buyurdu ki (Ben ölünce üzülmeyiniz! Her yerde benimle olunuz, beni düşününüz! İmdadınıza yetişir, size yardım ederim. Ruhumun, bu dünyada iki türlü bağlılığı vardır: Biri, bedenime olan bağlılığı, ikincisi, sizlere olan bağlılığı. Allahü teâlânın inayeti ile fert ve mücerred olunca, yani ruhum bedenden ayrılınca, bedene olan bağlılığı da, size olur.)
Evliyânın büyüklerinden Abdullah-ı Dehlevî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz”, Mekâtib-i Şerîfe kitabının 8. mektubunda buyuruyor ki (Bâtındaki yani kalbindeki nisbetin [bağlılığın] artmasına çalış! Allah ismini, bâzen da Kelime-i tehlîli çok zikir ederek, bâzen salavât okuyarak, Kurân-ı Kerîm okuyarak, Allahü teâlâya yaklaşmaya uğraş! Bu çalışmalarda gevşeklik olursa, bu fakirin rûhâniyetine teveccüh ediniz! Yahut, Mirza Mazhar-i Can-ı Cananın kabrine geliniz! Ona teveccüh edince, çok terakkî edilir. Ondan hâsıl olan fayda, bin dirinin faydasınden daha çoktur. Gavs-üs-sekaleyn Abdülkâdir-i Geylânî ile ve Behâüddîn-i Buhârî ile de murakabe ediniz!) Sâlihlerin kabirlerini ziyaret ve bunlara tevessül ve istigase etmenin câiz olduğu, (Et-tevessül-ü bin-Nebî ve bis-sâlihin) kitabında ve Mevlânâ Hamdullah Seharenpur’inin (El-besair-li-münkirit-tevessül-i bi-ehl-il-mekabir) kitabında uzun yazılıdır. Bu iki kitap 1395 [m. 1975] de İstanbul’da Arabî olarak neşredilmiştir.