Sual: Seyyid Kutub, Cihan Sulhü kitabında, (İslamiyet, diğer dinlere nefret mânâsını taşıyan dini taassubu kabul etmez) diyor. Kâfirleri sevmemeye taassup damgasını vuruyor. Buna ne cevap vermek lazımdır?
Cevap: Muhammed Masum hazretleri, 29. mektubunda buyuruyor ki (Kâfirleri sevmemek, onlara kalp ile düşmanlık etmek ve Darülharpte bulunanlarına sert davranmak ve onlarla muharebe etmek, Kur’ân-ı Kerîmde açık olarak emredilmiştir. Bunda şüpheye yer yoktur. [Bakara sûresi 256. âyetinde, kimsenin ikrah ile ölüm ile tehtid edilemeyeceği yazılıdır. Cihat etmek, bu âyet-i kerimeye muhalif değil midir? Kur’ân-ı Kerîme uymamız farzdır). Zimmilere karşı âdil olmak, onlara hiç kötülük yapmamak lazımdır. Seyyid Kutub, Darülharbdeki kâfirleri de zimmiler gibi sanıyor.
Yine bu kitabında: (İslam insanlara zorla kabul ettirilmesi lazım gelen bir din değildir. Hiç kimseye zorla dini kabulü emretmez) diyor.
Halbuki cihat demek, Allahü teâlânın kullarının müslüman olmalarına mâni olan, zalim diktatörleri yok ederek, onları müslüman yapmak demektir. İman edenler, hakiki müslüman olur. İman etmeyip teslim olanlar, zimmi olur. Allahü teâlâ, bütün kullarını zor ile müslüman yapmak, zor ile Cehennemden kurtarmak için cihatı emretti. Nisa sûresi 94. âyetinde meâlen, “Mallarını, canlarını feda ederek, din düşmanları ile Allahın dinini yaymak için cihat edenler, oturup ibadet edenlerden daha üstündür” buyuruldu. Cihat, gaza, kâfirlere güç kullanarak emr-i maruf yapmaktır. Cihatı fertler değil, devlet yapar. Seyyid Kutub, yine Cihan Sulhu kitabında:
(İslamın hiçbir zamanında harbden gayesi, zor ile müslümanlığı insanlara kabul ettirmek değildir. Böyle bir zorlamaya İslamın ne nazarî prensiblerinde, ne de tarihi inkişafında rastlamak mümkündür. İslam, İslamı bilmeyen cahillerin ve İslam düşmanlarının zannettiği gibi, asla kılınç ile intişar etmiş değildir. Dinin tabiatinde olmayan harp, hiçbir zamanda dine davet vesilesi olarak kullanılmamıştır) diyor.
S. Kutub’un, âyet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilen ve milyonlarca kitapta söz birliği ile yazılmış olan ve her milletin tarihlerinde sürülerce misalleri bulunan İslam cihatını tersine çevirmesi, beyaza kara demek gibi, şaşılacak bir şeydir. Yukarıdaki yazılar, hiçbir müslümanın, hatta hiçbir okumuş insanın inanacağı bir şey değildir. Bunları ya hiç okumamış bir cahil veya bir ahmak, yahut da İslamiyetle ilişiği olmayan, Kadıyani adındaki Hindistan’da İngilizlerin ortaya koyduğu uydurma dindeki kimseler söyler.
Kendisi de Nisa sûresinin 73. ve sonraki ayetlerini açıklarken, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi hakikati yazmak zorunda kalmıştır. Fakat, bir yandan (Müslüman harbe, Allah yolunda dövüşmek, Allahın kelamını yüceltmek için, Allahın nizamını beşeri hayata hakim kılmak için çıkar. Sonra bu yolda öldürülür ve şehit olur. Cihat her zaman lazımdır. İlâhî davet ile birlikte yürüyen bir unsurdur) derken ve cihata teşvik eden hadis-i şerifleri yazarken, bir yandan da, (Tevhid ve hicretten yüz çevirirlerse, onları yakalayıp bulduğunuz yerde öldürün!) mealindeki ayetin tefsirinde, yine kendi fikirlerini aşılamakta ve (Kâfirler İslamı kabule zorlanmaz. Katiyen dinlerine tan edilmez. İslam, kendisine inanmayanları saflarına zorla davet etmez. Bu din, başkalarını, kendisini kabule zorlamaz) diyerek İslamiyete iftira etmekte, bir sayfa önce yazdıklarını inkar etmektedir.
100. âyet-i kerimeyi, (Her kim Allah yolunda hicret ederse, yer yüzünde bereket ve vüs’at bulur. Yolda ölürse, Allahü teâlâ ecrini verir) güzel tefsir ederek, kâfir memleketinde kalan müslümanların, Darülislama hicret etmelerinin vâcip olduğunu doğru anlatıyor. Görülüyor ki kâfir memleketinde bulunanlar İslam memleketine hicret edecektir. Hükümete karşı çıkarak, fitne uyandırmayacaktır. Seyyid Kutub, bu fitneye, cihat demektedir. Halbuki cihat, İslam devletinin, ordusu ile ve bütün yeni silahları ile modern harp usülleri ile kâfir hükümetlerle savaşarak, insanları, küfürden, zulümden kurtarmak demektir. Kâfir memleketlerinde bulunan müslümanların cihatı, fertlerin devlet kuvvetlerine karşı durmaları demek değildir. Kanunlar çerçevesinde İslam bilgilerini yaymakla, İslamın kıymetini, faydalarını herkese bildirmeye çalışmakla ve İslamın güzel ahlakını göstermekle olur.
İmam-ı Rabbânî hazretleri, Mektubat’ın 2. cildi, 69. mektubunda buyuruyor ki (Kâfirlere karşı muharebeye giderken, Allahü teâlânın ismini ve dinini yaymaya ve din düşmanlarını zayıflatmaya niyet etmelidir. Müslümanlara böyle emredilmiştir. Cihat da bu demektir).
Tevbe sûresinin 28. âyetinde meâlen, (Allahü teâlâya ve kıyamet gününe inanmayan ve Allahü teâlânın ve Resûlünün haram ettiklerine haram demeyen ve hak olan İslam dinini kabul etmeyen kâfirlerle, cizyeyi kabul ettiklerini veya müslüman olduklarını bildirinceye kadar harp ediniz) buyuruldu.
Hazret-i Ömer halife olunca bir hutbe okuyup, (Ey Resûlün Ashâbı! Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselâmın ümmetine yeryüzünün her tarafında memleketler vereceğini söz verdi. Hani, bu vaat edilen yerleri zabtederek, dünyada ganimete, ahirette gazilik ve şehitlik rütbesine kavuşmak isteyen kahramanlar nerede? Dini Allahın kullarına ulaştırmak için can ve baş feda edecek, vatanlarını bırakıp, din düşmanı diktatörler üzerine gidecek gaziler nerede?) diyerek Ashâb-ı kiramı cihada, gazaya teşvik buyurdu. Bu nutuk üzerine, Ashâb-ı kirâm, kâfirlerle, zalimlerle cihat etmeye söz verdiler. Yerlerini, yurtlarını bırakıp, yeryüzüne yayıldılar. Ölünceye kadar cihat ettiler. Bu cihat her asırda devam ederek, müslümanlar kılıç gücü ile 3 kıta üzerinde ilerledi. Aldıkları yerlerin ahalisi ya müslüman oldu, yahut, cizye denilen vergiyi vermeyi kabul ederek, İslamın adaletine sığınanları, kendi ibadetlerinde serbest bırakıldı. Fakat, bunlar da muamelatta ve ukubatta İslamiyete uymaya mecbur tutuldu. Böylece, hükmen müslüman sayıldılar. Rahat ve huzur içinde yaşadılar.
İslamiyet, dünyada 2 türlü memleket, vatan tanımaktadır: Darülislam denilen İslam vatanı ve Darülharp denilen kâfir vatanı. Darülislamda, müslümanlar ve cizye vermeyi kabul eden kâfirler yaşar. Bu kâfirlere, Ehl-i zimmet (Zimmi) denir. Bunlar, müslümanların hak ve hürriyetlerine tam mâlik olarak, rahat ve huzur içinde yaşarlar. Kendi ibadetlerini serbestce yaparlar. İslamın adaletine, kanunlarına uyarlar. Darülharp denilen kâfir memleketlerine gelince, İslamiyet bunların adaletine, emniyetine, rahatına, huzuruna hiç karışmaz. İslamiyet yalnız bunların iman ederek hakikaten müslüman olmalarını veya cizyeyi kabul ederek hükmen müslüman sayılmalarını ister. Bu ikisinden birine kavuşmaları için bunlara zulüm eden diktatörlerle cihat yapılmasını müslümanlara emreder. Güç kullanarak cihat yapmak devlet başkanının veya onun tayin edeceği kumandanın emri ile olur. Herkesin kendi kendine kâfirlere saldırması, cihat olmaz. Fitne çıkarmak olur. Şaşılacak şeydir ki kendisi de Mâide sûresinin tefsirine başlarken, bu iki memleketi doğru olarak açıklamakta kendi görüşlerini saklamaktadır.
İmam-ı Muhammed’in Siyer-i kebir kitabının tercümesi, 82. sayfasında buyuruyor ki (Cihat emri yavaş yavaş geldi. İslamiyetin başlangıcında müşriklerle karşılaşmamak, onlardan uzak kalmak, onlara yumuşak davranmak emrolundu. Sonra, 2. emir gelerek, kâfirlere yumuşak ve güzel sözlerle İslamiyeti bildir! Ehl-i kitap denilen yahudilerle hristiyanlara yumuşak, güzel karşılık ver denildi. 3. emir ile harp etmeye yalnız izin verildi. 4. emir ile kâfirler size eziyet verince, onlarla harp ediniz, diyerek, karşı koymak farz oldu. Medine’de İslam devleti teşekkül edince, 5. olarak, 4 aydan başka zamanlarda harp ediniz emri geldi. 6. olarak gelen âyet-i kerimede devletin, ordunun kâfirlerle her zaman harp etmesi emrolundu. Böylece, cihat etmek, farz-ı kifâye oldu. Devlet cihata hazırlanmaz, cihat etmezse, bütün müslümanlar Cehennem azâbı çeker. Devletin her zaman cihata hazırlanması lazımdır. Böylece bütün millet azaptan kurtulur. Sulh halinde ve arada anlaşma varsa, ansızın saldırılmaz. Önce, anlaşmanın bozulduğu haber verilir. Kâfirler Darüiİslama saldırınca, bu zalimlere karşı, kadın, erkek, bütün müslümanların ordunun emrinde harp etmeleri farz-ı ayn olur).
Seyyid Kutub, Yoldaki İşaretler kitabında, cihadı bizim bildirdiğimiz gibi, doğru olarak yazmış ise de, yukarıdaki düşüncelerini, orada da, tekrarlamaktan kendini alamamıştır. İslamiyeti, bir kitabında başka türlü, başka kitabında ise başka türlü anlatması münafıklık alâmetidir. Komünistler de, başka memleketlerde başka başka propaganda yapıyorlar. Kendilerini gizliyorlar.