Bu mektup, mirza Fethullah-i Hakim’e yazılmıştır. Büyüklerle tanıştıktan sonra ayrılanlara şaşmakta, Ashâb-ı kirâmın büyüklüğü bildirilmektedir:
Allahü teâlâ, bizi ve sizi, sevgili Peygamberinin doğru yolunda bulundursun “alâ sâhibihessalâtü vesselâmü vettehıye”!
Bir gün, Tasavvuf büyüklerinin üzülmeleri üzerinde konuşulmuştu. Bu büyüklere bağlanıp da, sonra ayrılanların, başkalarından bir şeyler bekleyenlerin sürünecekleri söylenmişti. Bu arada, sizin ve kadı Senâmin adınız geçmişti. Bu konuşma, iyi bilemiyorum, bir dakika sürmüşmü idi? Hem de, sırası gelerek söylenmişti. Allah göstermesin ki bir müslümanın incitilmesini düşünmüş olayım. Yahut kalbimde bir kin bulundurayım. Bu bakımdan, mübarek kalbiniz hiç sıkılmasın. Bilmeniz lâzımdır ki bizim yolumuz, Allahü teâlânın isimleri üzerinde çalışmak değildir. Bu yolun büyükleri, bu isimlerin sâhibinde yok olmayı aramaktadırlar. Onlar, daha ilk bakışta, sıfatların dışında olan varlığı istemektedirler. İsimlerden, sıfatlardan geçerek Zâtı talep ederler. Bunun içindir ki başka yolların sonu, bunların başlangıcında yerleşmiştir. Fârisî Mısra tercümesi:
Gül bahçemi gör de, baharımı anla!
O konuşmamız, ağızdan ağza dolaştıkça, başka şekil alarak, sizi üzecek kadar değişmiş olduğu anlaşıldı. Bu üzüntünüzü gidermek için birkaç şey yazmak istedim: Sizinle tanışmamız, bir şeyimizi arttırmaz. Görüşmemek de bir şeyi azaltmaz. Düşüncemiz, isteğimiz, yalnız sizin iyiliğinizdir. Fakat (Kendi zararını isteyene, hiç acınmaz!) sözünü herkes bilir. İyi biliniz ki bu fakir “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” sizin zararınızı istemedim ve inşaallah istemem de. Acıdığım için söylenilen bir şeydi. Din adamları, acıdıklarından, böyle söylerler. Hem de, bir sırası gelerek söylenmişti. Hiç üzülmeyiniz!
Bir kimsenin kendini, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk’tan “radıyallâhu anh” daha üstün görmesi, iki şeyden ileri gelir: Ya koyu bir zındıktır. Yahut da, kara cahildir. Birkaç sene önce, size gönderdiğim bir mektupta, Cehennemden kurtulacağı bildirilmiş olan, Ehl-i sünnet vel-cemaat fırkasını anlatırken bunu da yazmıştım. Onu okuduktan sonra, böyle sözlere inanmanıza şaşılır. Hazret-i Ali’yi bile hazret-i Ebû Bekir’den “radıyallâhu anhüma” daha yüksek bilen bir kimse, Ehl-i sünnetten ayrılmış olur. Kendini yüksek bilenin ne olacağını artık düşünün! Bu yolun büyükleri bildiriyorlar ki (Kendini, uyuz köpeklerden üstün gören bir sâlik, bu büyüklerin kemâlâtına kavuşamaz). Bu ümmetin büyükleri, hazret-i Ebû Bekir’in, Peygamberlerden başka, bütün insanlardan üstün olduğunu, söz birliği ile bildirmişlerdir. Hazret-i Hamza’yı öldürmüş olan Vahşi’nin “radıyallâhu anhüma”, Resûlullahın yanında bir kere bulunduğu için, Tabiînin en üstünü olan Veysel Karani’den daha üstün olduğunu, kitaplarımda ve mektuplarımda bildirmiştim. Böyle olunca, bunu yazan bir kimsenin böyle söyleyeceğini düşünmek bile aklı olana yakıştırılamaz. Böyle düşünmeye yol açan yazıyı görerek işin doğrusunu anlaması lâzımdır. Bir şey anlamadan, yalnız çekemeyenlere uymak, uygun olur mu? Bununla beraber, büyükler, aşk sarhoşluğu denilen hallerinde, uygunsuz şeyler de söylemişlerdir. Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri, (Bayrağım, Muhammed aleyhisselâmın bayrağından daha yüksektir) dedi. Bu sözünden, onun daha yüksek olacağı anlaşılamaz. Çünkü, onu söylemek zındıklık olur. Bu fakirin yazılarında ise, böyle şeyler, hiçbir zaman bildirilmemiştir. Vesselâm.