Bu mektup, şeyh Muhammed Çitriye yazılmıştır. (Allahü teâlâ ile öyle bir vaktim vardır ki…) hadis-i şerıftır. Ebu Zer-i Gıfari de böyle söylemiştir. Niçin söylemiştir? Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri, (Bütün Evliyânın ensesine basıyorum) demiştir. Bu sözün ne demek olduğu bildirilmektedir:
Allahü teâlâya hamd olsun! Onun seçtiği kullarına selam olsun! Kıymetli mektubunuz geldi. Bizleri sevindirdi. Allahü teâlânın sevdiklerinin bu fakirleri hatırlaması, bizim için ne büyük nimettir. Soruyorsunuz ki, Resûlullah “aleyhi ve alâ alihissalavâtü vetteslîmât”, (Allahü teâlâ ile öyle bir vaktim olur ki…) buyurdu. Ebu Zer-i Gıfari “radıyallahü anh” da böyle buyurmuştur. Bu nasıl olur? Ayrıca şeyh Muhyiddin Abdülkâdir-i Geylânî “kuddise sirruh” hazretleri, (Ayaklarım Evliyânın hepsinin ensesi üzerindedir) demiştir. Bir başkası da, böyle demiştir. Bu iki söz üzerinde zaman zaman, arkadaşlar arasında çatışmalar oluyor. Merhamet buyurarak, bu iki sözün ne demek olduklarını ve her birini söyleyenlerin başka başka ne demek istediklerini uzun yazınız ve bu garibin anlaması için, açıklayarak gönderiniz diyorsunuz.
Kıymetli yavrum! Bu fakir “kaddesallahü sirrehül’azîz” kitaplarımda yazmıştım ki, O Serverin “sallallahü aleyhi ve sellem” tecellîye kavuşması devamlı idi. Ara sıra, daha yakın olduğu zamanları da vardı. Bu nâdir zamanları, namazda idi. Bunun için, (Namaz müminin miracıdır) buyurdu. (Ya Bilal, beni rahata kavuştur!) hadis-i şerifi de, bu sözümüzün doğru olduğunu göstermektedir. Ebu Zer-i Gıfari, O Servere tam uyduğu ve Ona vâris olduğu için, bu nimete kavuşmuştur. Çünkü, O Serverin tam izinde gidenlerin büyükleri, Onun varisi olurlar. Onun bütün üstünlüklerinden çok pay alırlar.
Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri “kuddise sirruh”, (Bu iki ayağım bütün Evliyânın boynu üzerindedir) buyurmuştur. (Avârif) kitabının sâhibi olan Şihâbüddîn hazretleri, Ebünnecib-i Sühreverdî hazretlerinin talebesi idi. Onun terbiyesi ile yetişmişti. Ebünnecib hazretleri de Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin talebesi ve çok yakın olanlarından idi. (Avârif) kitabında, kendini beğenmeyi gösteren böyle sözlerin büyüklerden, ilk zamanlarında sekr hallerinin sonlarına doğru söylenmiş olduğu bildirilmektedir. (Nefehat) kitabında, Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin üstadlarından olan Hamad-i Debbasın bir sözü yazılıdır. Firaset ile buyurmuş ki, (Bu acem oğlunun ayakları, kendi zamanındaki Evliyânın hepsinin boynu üzerinde olacaktır). Görülüyor ki, bu sözü söylemesi emrolunmuştu. Bütün Evliyânın boynu üstünde olduğunu söylemesi lazımdı. Her ne olursa olsun, bu mübarek zatın sözü doğrudur. İster sekr kalıntıları ile söylemiş olsun, isterse söylemesi emredilmiş olsun, mübarek ayakları kendi zamanında bulunan Evliyânın hepsinin boynu üzerinde idi. O zamanki Evliyânın hepsi, onun ayakları altında idi. Fakat, şunu anlamalıdır ki, kendi zamanındaki Evliyâ böyledir. Daha önce gelmiş olan ve daha sonra gelecek Veliler, bu sözün dışında kalmaktadır. Hamadın yukarıda yazılı olan sözünde de ayakları, kendi zamanındaki Evliyânın hepsinin boyunları üzerinde olduğu bildirilmektedir. Bağdatta bir gavs vardı. Abdülkâdir-i Geylânî ve İbnüssakka ve Ebu Saîd Abdullah bunu ziyarete gittiler. Gavs, firaset ile anlayarak, Abdülkâdir-i Geylânîye dedi ki, (Seni Bağdatta minbere çıkmış ve bu iki ayağım bütün Velilerin boyunları üzerindedir dediğini görüyorum ve senin zamanındaki Evliyânın, sana karşı boyunlarını indirdiklerini, böylece senin büyüklüğünü, üstünlüğünü bildiklerini görüyorum). Bu gavsin, bu sözünden de anlaşılıyor ki, Geylânînin sözü, yalnız kendi zamanındaki Evliyâ içindir. Şimdi de Hak teâlâ bir kimsenin gözünü açarsa, o gavsın gördüğünü o da görerek, o zamanın Evliyâsının boyunlarının Geylânînin ayağı altında olduğunu anlar. Bu söz başka zamandaki Evliyâ için değildir. Daha önceki Evliyâ için, nasıl olabilir ki, Ashâb-ı kiram “aleyhimürrıdvan” da bunların içindedir. Ashâb-ı kiramın, Geylânîden daha üstün oldukları meydandadır. Geylânînin zamanından sonra gelen Evliyâ da, bu sözün içine nasıl girebilir? Çünkü, Resûlullahın “aleyhi ve alâ alihissalatü vesselâm” ahir zamanda geleceğini müjdelediği ve halifetullah dediği hazret-i Mehdi, bu Evliyânın içindedir. Ülül’azm Peygamberlerden olan hazret-i Îsâ “alâ nebiyyina ve aleyhissalatü vesselâm” Sabikundandır. Bu İslamiyete uyacağı için, Peygamberlerin sonuncusunun Ashâbından olacaktır “aleyhi ve aleyhimüssalavâtü vetteslîmât”. Bu yüce Peygamber, Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinden elbette katkat daha yüksektir. Belki de, bu ümmetin sonda gelenlerinin üstünlüğünü bildirmek için, O Server “aleyhi ve alâ alihissalavâtü vetteslîmât”, (Önce gelenler mi, yoksa sonra gelenler mi daha iyidir bilinmez) buyurdu. Sözün kısası, Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin velâyeti çok şanlıdır. Derecesi pek yüksektir. Velâyet-i hassa-i Muhammediyeyi Sır latîfesi yolundan, başından sonuna kadar tamamlamıştır. Velâyet zincirinin baş halkası olmuştur. Bunu işitince, Abdülkâdir-i Geylânînin bütün Evliyâdan üstün olduğu anlaşılmamalıdır. Çünkü, Velâyet-i Muhammedinin baş halkası olması, Sır yolundandır. Her bakımdan baş halka olsaydı, o zaman üstün olurdu. Şunu da söyleyelim ki, Velâyet-i Muhammediyenin her bakımdan baş halkası olmakla da, daha üstün olmak lazım gelmez. Çünkü bir başkası, Muhammed aleyhisselamın Peygamberliği kemâlâtına vâris olarak daha üstün olabilir. Abdülkâdir-i Geylânî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” hazretlerinin talebesinden birkaçı, kendisini sevmekte taşkınlık yapıyorlar. Hazret-i Aliyi “radıyallahü teâlâ anh” sevenlerin taşkınlıkları gibi aşırı gidiyorlar. Sözlerine bakılırsa, kendisini, geçmiş ve gelecek bütün Evliyâdan daha üstün bildikleri anlaşılıyor. Peygamberlerden “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecmaîn” başka kimseyi Abdülkâdir-i Geylânîden üstün gördükleri işitilmemiştir.
Sual: Abdülkâdir-i Geylânîde görülen harikalar ve kerâmetler, o kadar çoktur ki, başka hiçbir Velide bu kadar kerâmet görülmemiştir. Hepsinden daha yüksek olduğu buradan anlaşılmaz mı?
Cevap: Harikaların ve kerâmetlerin çok olması, daha üstün olmayı bildirmez. Hiç harikası görülmeyen bir Velî, harikaları ve kerâmetleri çok görülen bir Veliden daha üstün olabilir. Sühreverdî, (Avârif) kitabında, Evliyânın harikalarını ve kerâmetlerini anlattıktan sonra buyuruyor ki, (Bunların hepsi Allahü teâlânın ihsanlarıdır. Dilediğine ihsan eder. Fakat bunlardan hiçbiri verilmeyen bir Velî, bunların hepsinden daha üstün olabilir. Çünkü, harikalar ve kerâmetler yakini, güveni arttırmak içindir. Kendisine yakîn ihsan edilmiş olanın, kerâmetlere ihtiyacı kalmaz. Bu kerâmetlerin hepsi, kalbin zikre alışması nimetinden daha aşağıdır). Harikaların çok görünmesini üstünlük bilmek, hazret-i Alinin iyi ve üstün hallerini görerek onu hazret-i Ebu Bekrden daha üstün bilmeye benzer. Çünkü, onda bu kadar üstün ve iyi haller görülmemiştir “radıyallahü anhüma”.
Kıymetli kardeşim! Harikalar, kerâmetler, ikiye ayrılır: Birincisi, Allahü teâlânın zatına ve sıfatlarına ve işlerine ait olan bilgiler ve mârifetlerdir. Bunlar akıl ile, düşünce ile elde edilemez. Seçtiği kullara ihsan eder. İkincisi, mahlukların şekillerini keşf etmek, madde alemindeki gaybleri bulmaktır. Birinci kerâmetler, doğru yolda bulunanlara, Allahü teâlânın sevdiklerine verilir. İkincisi, doğru yolda olana da, bozuk yolda olana da verilir. Çünkü, istidrâc sâhibi olan kafirlerde de, ikinci harikalar görülmektedir. Kerâmetlerin, harikaların birincisine, Allahü teâlâ şeref ve kıymet vermıştır. Bunları yalnız sevdiklerine ihsan eder. Düşmanlarını bunlara ortak etmez. Câhiller, harikaların ikincisine kıymet verirler. Onları üstün ve yüksek görürler. Bunları kafirlerde bile görünce, kalın kafalı oldukları için, onlara nerede ise, tapınacak olurlar. Onların iyi ve kötü her isteklerine boyun eğerler. Bu ahmaklar, belki de, harikaların birincisini harika bilmezler ve kerâmet saymazlar. Harika deyince, yalnız ikincisini anlarlar. Kerâmet deyince, yalnız mahlukların, madde aleminin bilinmesini, gayblerden haber verilmesini sanırlar. Mahlukların bilinen veya bilinmeyen hallerinden haber vermenin ne kıymeti ve hangi şerefi olabilir? Bunların bilinmemesi, bilinmesinden belki daha uygundur. Mahlukların hallerini, inceliklerini unutmak, belki daha yakışık alır. Şerefli ve kıymetli olan ve saygı göstermeye, üstün görmeye layık olan, uygun olan ancak Allahü teâlânın mârifetidir. Fârisî beyt tercümesi:
Melek yüzünü örtmüş, şeytan naz yapıyor:
Şaşırdım kaldım, hayretten aklım gidiyor.
Şeyh-ül-İslam Hirevi vel-imâm-ül-Ensari Abdullah “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” hazretlerinin, (Menazil-üs-sayirin) kitabında ve buna kendi yaptığı şerhinde buyuruyor ki: Tecrübe ile anladım ki, mârifet sâhibi olanların firaseti Allahü teâlâya yarayan kimselerle, Ona yaramayan kimseleri ayırmaktır. Allahü teâlâyı zikir edenleri ve (Cem makâmı) na kavuşanların yaratılışlarındaki uygunluğu anlamaktır. Mârifet sahiplerinin firaseti budur. Açlıkla ve insanlardan kaçarak çile odasında yalnız yaşamakla nefslerini temizleyenlerin, fakat Hak teâlâya yaklaşmayanların firasetleri cisimleri, maddeleri keşf etmek, mahlukların gayblerini haber vermektir. Bunlar, yalnız mahluklardan haber verir. Çünkü, Hak teâlâ ile aralarında perde vardır. Mârifet sahipleri ise, Allahü teâlâdan kendilerine gelen mârifetlere kavuşurlar. Hep Allahü teâlâdan haber verirler. İnsanların çoğu, Allahü teâlâdan kesilmiş olduklarından ve hep dünyayı düşündükleri için, maddeleri keşf edenlere, mahluklardan bilmediklerini haber verenlere kıymet verirler. Onları büyük bilirler. Onları Evliyâ ve Allahü teâlânın seçilmiş kulları sanırlar. Hakikatten haber verenlere dönüp bakmazlar. Bunların Allahü teâlâdan bildirdiklerine inanmazlar. (Bunlar, dedikleri gibi Evliyâ olsalardı, bizim hallerimizden ve mahlukların hallerinden haber verirlerdi. Mahlukların hallerini bilmeyen kimse, bundan daha yüksek olan şeyleri nasıl bilir?) derler, bu bozuk ölçüleri ile Evliyâya inanmazlar, doğru sözü görmezler ve işitmezler. Allahü teâlânın, bu büyükleri, câhillerin gözünden korumuş olduğunu, onları kendisine ayırmış olduğunu, onları kendisinden başkaları ile olmaya bırakmadığını bilmezler. Bunlar mahlukların hallerine dönüp baksalardı, Hak teâlâ ile olmaya yakışmazlardı. Böyle Hak adamlarından birinin maddelerin, cisimlerin hallerine az bir bakışla, başkalarının anlayamadığı şeyleri firasetle anladıklarını biz çok gördük. Bunların firaseti Hak teâlâya olan ve Onun yakınlığına olan firasettir. Nefslerini temizleyenlerin mahluklara olan firaseti, Hak teâlâyı ve Ona yakın olan şeyleri anlayamaz. Bu firaset müslümanlarda olduğu gibi, hıristiyanlarda, yahudilerde ve başka milletlerde de vardır. Çünkü, Allahü teâlâ buna kıymet vermez. Uygun olan kimselere verir. [Bu ikisini birbirine karıştırmamak için kafirlerin firasetine (İstidrâc) denir.]
Benzer Yazıları Okumak İçin Tıklayınız