Bu mektup, oğlu akıl ve nakil bilgilerini toplamış olan Hâce Muhammed Mâ’sûm “sellemehullahü teâlâ” hazretlerine gönderilmiştir. Derin, ince bilgileri ve şaşılacak mârifetleri ve (Kabe-kavseyn ev-ednâ) makâmını bildirmektedir:
Allahü teâlâya hamd olsun! Onun seçtiği kullarına selam olsun! Olgun bir insan isimlerin ve sıfatların mertebelerini, ayrı ayrı geçerek tam câmi olunca ve Allahü teâlânın isimlerinin ve sıfatlarının kemâllerine ayna olunca ve bu kemâllerin aynası olan kendi ademi, büsbütün görünmez olunca ve kemâllerden başka hiçbir şey görülmezse, ademin örtülmesi ile hâsıl olan tam Fenâdan sonra, o kemâllerin görünmesi ile hâsıl olan Bekâya kavuşmakla şereflenir. Velâyet makâmına ermiş olur. Bundan sonra, eğer Allahü teâlâ ezelde dilemiş ise, ârifin Bekâ bulmuş olduğu bu kemâller, ikinci olarak Zât-i teâlânın aynasında görünür. Bu zaman, (Kabe-kavseyn) ne demek olduğu anlaşılır. Aynada görünür demek, bu makâmında aynadaki şey ile ayna arasında, anlaşılamayan bir bağlılık hâsıl olur demektir. Yoksa, ortada ne ayna vardır, ne de aynada görünen bir şey vardır. Allahü teâlâ bir şeye benzetilemez. Ârifin bekâ bulduğu kemâller, Allahü teâlânın aynasında görülünce orada onlarla, anlaşılamayan bir bağlılık hâsıl olunca, ârifin kendisine dediği (Ben) kelimesi, o makâmda, o kemâllere söylenir. Kendini o kemâller olarak görür. Benliğin (Kabe-kavseyn) makâmında ulaştığı en son makâm burasıdır.
Oğlum, iyi dinle ve iyi anla! Güzelliğin ve iyiliğin göründüğü sûretleri gösteren ayna canlı olsa ve bilici olsa, güzelliği, iyiliği göstermek ona tatlı olurdu. Bundan çok sevinirdi. Hakikati gösteren aynada, tatlı ve acı olmaz. Çünkü, lezzet ve elem, mahluklarda olur. Fakat, o yüksek makâma uygun olan ve noksanlık ve değişiklik olmayan bir şey vardır. Fârisî beyt tercümesi:
Hafızın bağırması boşuna değildir;
söylenecek, şaşılacak sözlerin yeridir!
O mertebede anlaşılmaz hale gelen, bu kemâller, insandaki Âlem-i halka nisbetle Âlem-i emr gibidirler. (Kendini anlayan, Rabbini anlamış olur) sözünün inceliğini buradan anlamalıdır. O yüksek aynada görünen kemâller, Zât-i ilahideki topluluğun açılmış, yayılmış halleridir. O toplulukla anlaşılmaz bir bağlantı hâsıl etmişlerdir. Anlaşılmaz olarak birleşmişlerdir. Cemâl-i ilahinin aynası olmuşlardır. O toplulukta, vehim ve hayal bakımından bir açılmak, yayılmak hâsıl olmuştur. Bu da, ârifin benliğinin yükselmesine sebep olmuştur. Bu kemâl (Ev-ednâ) âyet-i kerîmesinde bildirilen makamdır. Fârisî Mısra tercümesi:
Buraya gelince, kalemin ucu kırıldı.
Nihâyetin nihâyeti, sonun sonu, işte bu kadar anlatılabilir. Yüksek mertebedekiler de, bunu anlamaktan çok uzaktır. Câhiller için artık ne denilebilir? Yükseklerin seçilmişleri arasında da, bu nimete kavuşan ve bu mârifete erişen pek azdır. Fârisî beyt tercümesi:
Dilenci evine, gelirse sultan,
ey hoca, sen bu işe şaşma heman!
Bu nihâyet, zuhûrlar, tecellîler bakımından nihâyettir. Bundan sonra, hiçbir tecellî ve zuhûr olmaz. Arabî beyt tercümesi:
Bundan sonrasını anlatmak çok incedir,
anlatmamak daha iyi olan da vardır.
Doğru yolda gidenlere ve Muhammed Mustafanın izinde olanlara selam olsun “aleyhi ve alâ âlihi ve alâ cemî’il-enbiyâ-i vel-mürselîn ve alâ âl-i küllin ve alâ melâike-til-mukarrebîn salavâtü vetteslîmâtü vettehıyyâtü vel-berekâtü etemmühâ ve ekmelühâ ûlâhâ ve a’lâhâ ve edvâmühâ ve ebkâhâ ve e’ammühâ ve eşmelühâ”!
Benzer Yazıları Okumak İçin Tıklayınız
10 yorum