Bu mektub, Mektûbâtın 3. cildini toplamış olan Muhammed Haşim-i Keşmi’ye “rahmetullahi teâlâ aleyh” yazılmıştır. Kalbin ve nefsin fenâsını ve İlm-i husûlînin ve İlm-i huzûrînin yok olmalarını bildirmektedir:
(Fenâ), mâsivâyı unutmak demektir. (Mâsivâ), Allahü teâlâdan başka her şey demektir. Mâsivâ, iki kısımdır: (Âfâk), insanın dışında olan mahluklardır. (Enfüs), insanda bulunan şeylerdir. Afakı unutmak, afakı tanıtan İlm-i husûlînin yok olmasıdır. Enfüsü unutmak, enfüsü tanıtan İlm-i huzûrînin yok olmasıdır. Çünkü âfâk, İlm-i hüsûli ile bilinir. Enfüs, İlm-i huzûrî ile bilinir. İlm-i husûlînin yok olması, zordur ve Evliyâya nasip olur. İlm-i huzûrînin yok olması, daha çok zordur ve Evliyâ “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz” içinden ancak çok yüksek olanlara nasip olur. Yalnız akıl ile iş görenlerin çoğu, buna inanmaz. Hatta, böyle şeyi düşünmek bile imkansızdır derler. İdrak sâhibi bir kimsenin, kendini unutması, olacak şey değildir derler. Bir insanın kendini bilmesi lâzımdır. Bir insanın kendini bir ân bile unutması olamaz, hele devamlı, hep unutması hiç olamaz derler.
İlm-i husûlînin yok olması, (Fenâ-yı kalp) denilen makâmda hâsıl olur. İlm-i huzûrî yok olunca, (Fenâ-yı nefs) hâsıl olur ki bu tam fenâdır ve hakiki fenâdır. Fenâ-yı kalp, fenâ-yı nefsin sûreti gibidir, gölgesi gibidir. Çünkü İlm-i husûlî, İlm-i huzûrînin gölgesidir, görünüşüdür. Bunun için, İlm-i husûlînin fenâsı, yani yok olması, İlm-i huzûrînin fenâsının gölgesi, sûreti olur. İlm-i huzûrî fenâ bulunca, nefs itminân makâmına gelir. Allahü teâlâdan râzı olur. Allahü teâlâ da, ondan râzı olur. Bekâdan ve geriye rücudan sonra, talibleri irşad etmek ve kemâle ulaştırmak vazifesi, nefse verilir. Bedende bulunan ve her birinin istek ve meylleri birbirine ters olan ve özellikleri başka başka olan ve her biri başka şey isteyen (Anasır-ı erbea)nın dördü ile de cihat ve gaza yapmak nefse nasip ve müyesser olur. Bedende bulunan diğer 9 parçadan hiçbiri, bu nimete kavuşamaz. İnsanda bulunan enerjinin artması, güçlenmesi, insanı şeytana çevirir. (Benim gibi bir daha var mı?) dedirir. Mutmainne olmuş olan nefs, cihat ederek, insanı bu beladan kurtarır. İnsanda bulunan şehvet ve gazap ve başka kötü sıfatlar, başka hayvanlarda da vardır. Nefs, bunları da terbiye ederek iyi hâle çevirir. Sübhânallah! Pek şaşılacak şeydir ki 10 latîfenin en kötüsü olan nefs, en iyisi oluyor ve kötülüklerle cihat ediyor. Bir hadis-i şerifte, (Cahiliye zamanında iyi olanlarınız, müslüman olup din bilgilerini öğrenince de, en iyiniz olur!) buyuruldu.
Tenbih: Kalbin mâsivâyı unutmasının alâmeti, mâsivâyı hiç düşünmemesidir. Mâsivâyı düşünmek için kendini zorlasa, kalbine hiçbir düşünce gelmez.[Akıl, dünya işleri ile meşgul olduğu hâlde] kalp mâsivâ düşüncesini kabul etmez. Nefsin İlm-i huzûrîsinin yok olduğunu bildiren alâmet, insanın yok olmasıdır. İnsan kendini ve sıfatlarını bilemez. Bu zaman ilim de, malum da yok olur. Çünkü, ilim ve malum, insanın kendisidir. İnsanın kendisi yok olmadıkça, ilim ve malum yok olmazlar. Kalbin fenâsı, afakın fenâsıdır. Nefsin fenâsı, fenâ-yı enfüstür ki hakiki fenâ budur.
Gel ey gurbet diyarında, esir olup kalan insan,
gel ey dünya harabında, yatıp gâfil olan insan!
Gözün aç, etrafa bir bak, nice beğler gelip geçti,
ne mecnundur bu faniye, gönül verip duran insan!
Kafeste bülbüle şeker verirler, fakat hiç durmaz,
aceb niçin karar eder, bu zındana giren insan!
Aklını başına topla, elinde var iken fırsat,
sonsuz azap çekecektir, (Adam sen de) diyen insan.
Benzer Yazıları Okumak İçin Tıklayınız