Bu mektup, mübarek oğlu Muhammed Mâ’sûm “medde zillühül’ali” için yazılmıştır. İnsanın aslının adem olduğunu, ademde hiçbir iyilik bulunmadığını bildirmektedir:
İnsanın hakikati, yani Zâtı, kendisi, onun nefsidir. Buna, (Nefs-i natıka) denir. İnsan, ben deyince, nefsini göstermektedir. Bu nefs-i natıkanın hakikati, aslı da, (Adem)dir. [Adem, yokluk demektir.] Adem üzerine, vücut [yani varlık] ışıkları ve vücudun sıfatları gelmiş olduğu için, kendini var sanmıştır. Kendini diri, âlim, kadir sanmaktadır. Hayat, ilim gibi güzel sıfatları, kendinin sanmış, bunların bulunmasına kendisi sebep oluyor sanmıştır. Bunun için, kendini kâmil ve iyi bilmektedir. Bütün kötülüklerin kaynağı olan ademden kendisine gelmiş ve öz malı olmuş bulunan kötülükleri, kusurları unutmuştur. Bir kimse, Allahü teâlânın lutfüne, ihsanına kavuşarak, katmerli cahilliğinden ve yanlış inancından kurtulursa, kendinde bulunan iyiliklerin, güzelliklerin, kendi malı olmadığını, başka yerden geldiklerini, bunların varlıkta kalmalarına kendisinin sebep olmadığını anlar. Kendi hakikatinin, özünün, bütün kötülüklerin kaynağı olan adem olduğuna inanır. Allahü teâlâ ihsan ederek, bu inanışı kuvvetlenirse ve kendindeki kemâlleri, iyilikleri sâhibine geri verip, bu güzel emanetleri yerine teslim ederse, kendini yalnız adem bilir. Kendinde hiçbir iyilik göremez. Bu zaman, kendinin ne adı kalır, ne nişanı, izi kalır. Ne maddesi kalır, ne eseri kalır. Çünkü kendi, yalnız ademdir. Adem de hiçbir şey değildir. Her bakımdan yoktur. Çünkü, herhangi bir bakımdan var olsa, güzelliklerin, iyiliklerin hepsinin onda bulunmadığını söylemez. Çünkü, var olmak, bir güzelliktir. Hatta bütün güzelliklerin başlangıcı, kaynağıdır.
Bütün bu bildirilenlerden anlaşılıyor ki insanda tam bir (Fenâ), yani yokluk hâsıl olması için, kendinin yok olması lazım değildir. Zaten var değildir ki yok olması düşünülsün. Kendini var sanan bir yokluktur. Bu yanlış zannından kurtulur ve kendini var bilmez ve görmezse, adem olduğunu anlar. Demek ki fenâya kavuşmak için, (Zevâl-i şühûdî) lâzımdır. (Zevâl-i vücûdî) hiç lazım değildir.
[Ademin bütün kötülükleri, nefs-i emmarede toplanmıştır. Nefs-i emmare, hiç iyilik yapmak istemez. Hep kötülük yapmak ister. Kendisine ve başkalarına zararlı olan şeyleri sever. İnsanın dünyada ve ahirette saadete kavuşması için, nefsine uymaması, onu zayıfletip, zarar yapamayacak hâle düşürmesi lâzımdır. Nefsi zayıflatacak birinci ilaç, İslamiyete uymaktır. Haramların hepsi, dünya malına, mevkiine, zevklerine düşkün olmak, nefsin gıdasıdır. Onu besler, kuvvetlendirirler. Nefs kuvvetlenince, bütün iyiliklerin, güzel ahlakın, fennin ve medeniyetin menbaı, kaynağı olan İslamiyete saldırır. Din ile îman ile Allahü teâlânın emirleri ile alay eder. Herkesin kendi gibi taşkın, şaşkın olmasını, haksızlık, kötülük, zulüm yapmasını ister. Kendisi gibi olanlara ilerici, kendine uymayanlara gerici der. İnsanın en büyük düşmanı, kendi nefsidir ve nefslerini beslemiş, azdırmış olan gâfil, câhil kimselerdir.]
Benzer Yazıları Okumak İçin Tıklayınız