¥ Her anda alem ademe gider. Ve onun bir misli vücuda gelir [alem, her an yok olur ve bir benzeri meydana gelir], her an böyle olur şeklinde Füsus’ta beyan olunan teceddüd-i misale bazı sofiye kaildir [bazı sofiye böyle inanmaktadırlar]. Bizim indimizde, sabit değildir. [Bir görünüştür.] Hakikat değildir. Bu muamele eğer var ise şühudidir. Nefs-ül-emirde vaki değildir. Eğer bu muamele nefs-ül emirde vaki olsa, birisi masiyet işleyip muazzeb olan [azap içinde bulunan] diğeri olmak lazım gelir ki, kadıye-i [muamele] adaletten baid [uzak] değildir. 2/45. (2. cilt 45. mektup)
¥ Her kim ki, makbuldür [sevilendir]. Derd-i bela ile ma-sivayı sevmekten, onu men edip, sevgili tarafına çekerler. Her kim ki, istenilen [taleb edilen] değildir. Onu kendi hali üzere terk ederler. [Yani, derd ve bela, sevilenlere verilir.] 2/99.
¥ Herkesin konuşmasında, ene [ben] lafzı [sözü] ile, maksud [istenilen] nefstir. 3/61.
¥ Her ne ki, ahiret için hazırlanmıştır, güzeldir. Eğer, güzel görünmese bile. Her ne ki, dünya için hazırlanmış ola, dünyalıktır, çirkindir. Eğer, güzel görünse bile, çirkindir. 1/234.
¥ Her ne ki, kalbin huzuruna yardım ede, mübarektir. Ve her ne ki, yardımcı olmaya, uğursuz ve namübarektir [mübarek değildir]. 1/176.
¥ Her hakikat ki, İslamiyet onu yasaklıya, zındıklık ve ilhattır. 2/55.
¥ Her hatırayı [akla geleni] yapmak lazım değildir. Hatıra bazı şeyler gelir ki, onları yapmamak daha iyi olur. Nefs, inatcıdır. 1/228.
¥ Herkes, her ne mahalde [yerde], her ne bulursa, onu yemesi doğru değildir. Ahkam-ı İslameyenin dışında hareket etmiş olmaya. O kimse başlı başına değildir ki, ne bilirse onu yapsın. Halbuki, Allahü teala vardır. Ve emir ve yasaklar ile teklif buyurmuştur. Rızasını ve rızasızlığını [beğendiği ve beğenmediği şeyleri], alemlere rahmet olan Peygamberi ile beyan buyurmuştur. Saadetsiz, bedbaht o kimsedir ki, Mevlasının beğenmediği şeyleri ister. Ve her şeyi Mevlası izin vermeden kullanmak istiyor. Böyle kimseler utansın ki, dünyada bu şeylerin sahiplerine bile sormadan kullanmıyor. Bu, hakiki olmayan sahiplerin, haklarını gözetiyorlar da, bunların hakiki sahibi, beğenmediği şeyleri, şiddet ile, pek sıkı yasak ettiği ve yapanları ağır cezalarla korkuttuğu halde, Onun sözüne iltifat etmiyor, aldırmıyor. Bu hal nedir? Müslümanlık mıdır, kafirlik midir? 2/69.
¥ Her şey, vacip-ül-vücudun “celle sültanehu” iradesi ile [dilemesi ile] var olmaktadır ve Allahü tealanın fili ile var olur. Kendi irademizi Hak tealanın iradesine tabi kılıp, kavuştuğumuzu, aradığımız şeyler olarak bilip ve onunla sevinmek gerektir. Böyle olmamak, kulluğu kabul etmemek, Mevlaya “celle sultanehu” karşı gelmek olur. 3/58.
¥ Herkes, kendi aklının derecesine göre, anladığı nesneyi söyler. Kelam sahibi, kelamından bir mana murad eder ve işiten o kelamdan, diğer mana fehm eder [düşünür], anlar. 2/42.
¥ Her şeye kalbi bağlamaktan kurtulmadıkça, Hak tealaya bağlanılamaz. Lakin, ma la yüdrekü küllühu La yütrek küllühu muktezası ile, birkaç günlük ömrü ahkam-ı İslamiyeye uymakla geçirmek lazımdır. 1/305.
¥ Her amelde [işte] karşılığın misli, ne miktar olduğunu, Allahü teala bilir. İnsan bilgisi bunu anlayamaz [idrak etmekten acizdir]. Mesela, muhsan olan bir kimseyi kazf edene [akıllı olan namuslu kimseye zina isnad edene] 80 sopa vurulması emir buyurulmuştur. Ve hırsızlık haddi olarak, hırsızın sağ elinin kesilmesine, zina haddinde, eğer bekar ise 100 sopa ile ve 1 sene şehirden sürmek takdir olunmuştur. Ve evli olan kadın ve erkeği [zina edince, ölünceye kadar] recm etmek hüküm buyrulmuştur. Bu sınır ve takdirin sırrını insanlar anlayamaz. 1/214.
¥ Her 100 sene başında, bu ümmetin ulemasından bir müceddid tayin eylemişlerdir ki, İslamiyeti ihya buyurur. 2/4.
¥ Her sabah ve akşam 100 kere, Sübhanallahi ve bi hamdihi, sübhanallahil-azim, diyeler. 3/17.
¥ Her-çi maksud-ı tüst, mabud-i tüst [maksatın ne ise, taptığın odur], şahsın gayesi, şahsın teveccüh ettiği [ele geçirmek istediği] şeydir ki, hayatta oldukça ondan ayrılmaz. Vazgeçmez. Ve onu ele geçirmekte her türlü aşağılık ve kötülük meydana gelse de, tahammül eder. Bu mana ibadetin esasıdır ki, zillet ve aşağılığın kemalinden haber verir. Pes, maksud [gaye], mabud olur. 3/3.
¥ Her ki yekça hemeca, her ki heme ca hiç ca. [Bir kimse ki, bir mürşide bağlanırsa, her veliden yardım görür. Her mürşide tabi olan, hepsinden mahrum kalır.]. 3/19.
¥ “Helekel-müsevvifun” hadis-i şerifi, (tövbeyi ve iyi işleri sonraya bırakmak ile fırsatı kaçıranlar helak oldular.) 1/73.
¥ Heme ust [her şey Odur] sözünün manası, eşya madum [adem, yok] ve mefkud olup, Hak sübhanehu mevcuttur, demektir. 3/88.
¥ Heme ust [her şey Odur] doğru değildir. Heme ez ust [Her şey Ondandır] doğrudur. 3/88.
¥ Hem alim [ilim sahibi], hem sufi [tasavvuf yolcusu] olan kimse, kibrit-i ahmerdir [yani kıymetli ve az bulunur]. 2/57.
¥ Himmeti bülend gerektir ki [yüksek, kıymetli şeyler aramalıdır ki], Allahü teala her şeyi bir sebep ile yarattığı için, gönderdiği için, kendisine kavuşturan sebebi, vesileyi, ondan istemelidir. 1/75.
¥ Hindistan’ın şerafeti. 2/22.
¥ Hindistan’da bu nev’i Evliyanın toplanması ve bu kısım, Allah için toplanmalar, eğer bütün alem devir olunsa, bu devletin %1’i bulunamaz ve buradaki kazançlar ele geçmez. 1/226.
¥ Hindistan’da, hokkabazlar aynada bağ ve bahçe göstermişler. 2/44.
¥ Hindistan’da dahi 4 Peygamber gelmiş [gönderilmiştir], Allahü tealaya davet buyurmuşlardır. Hintte bir Peygambere 4 kimsenin iman ettiği bilinmiyor. Davetleri umumi değildir. Hak sübhanehu, bir kavimde veya bir yerde bir şahsı bu devlet ile [nimetle] şereflendirip, o kavmi davet ederdi. Onlar, inkar ederek, Hak tealanın helakına uğrarlardı. Hindistan’da böylece, yıkılmış şehir harabeleri çoktur. 1/259.
¥ Hindistanda bir şahs Mehdilik dava eylemiş idi. Bir cemaat cehaletlerinden, onu vaat edilen Mehdi zannettiler. Onların anlayışlarına göre, Mehdi gelmiş olup, vefat etmiş ve kabri de Fere şehrinde imiş. 2/67.
¥ Hind ki, Ebu Süfyan’ın zevcesi ve Muaviye radıyallahü anh’ın annesidir. Kadınların biatına dahil ve belki onların başlarında idi. Ve onların tarafından konuşmuş idi. Bu biatten ve Resulullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” istiğfarından, onun hakkında büyük lutuf memul ve ümittir. 3/40.
¥ Hendese, yalnız malayanidir. Ve faydasızdır? 3/22.
¥ Hindlilerin mabudları ram ve kerşen, ana ve babadan meydana gelmiştir. 1/167.
¥ Heva-yı nefsaniye ki [nefsin arzusu ki], batıl ilahtır. La tahtına ithalledip, tamam müntefi [yok] olmalıdır. 3/2.
¥ Heva [arzu, istek] ve heves arzuları [gençlik arzuları], Allahü tealanın düşmanı olan nefsin ve şeytanın sevdiği şeylerdir. Ahkam-ı İslamiyeye uygun şeyler ise, Allahü tealanın [ahkam-ı İslamiyeye uygun ilim ve amel] sevdiği şeylerdir. Akıllı ve zeki insanlar, Allahü tealanın düşmanlarını sevindirip, hakiki sahibi gazaba getirmezler. 3/34.
¥ Heyet-i vahtani, mudganın [yüreğin, kalbin] ismidir ki, on latifeden mürekkebdir. Alem-i halka aid eczası çok, alem-i emri azdır. 2/21.
¥ Hiç kimse, kendi kadar, hiç kimseyi dost ittihaz eylemez. 3/99.
¥ Hiçbir kimse, Peygamberimizin sohbetinde bulunanların faziletine eşid olamaz. 2/99.
¥ Hiçbir kimse, şeytanın ilkasından [aldatmasından] korunmuş değildir. Peygamberlere olan ilkayı, Onlara bildirirler. [Allahü teala bildirir]. Evliyada bu bildirme lazım değildir ki, onlar Peygamberlere uyarlar. Her ne ki, İslamiyete muhalif olsa, reddedip, onu batıl bilirler. Hiçbir Veli, Nebi mertebesine ulaşamaz. Lakin, bazı üstünlük Veliye olmak caizdir. [Fakat her bakımdan üstünlük Nebidedir]. 2/57.
¥ Hiçbir Peygamber, kendi dininde veya başka bir Peygamberin dininde haram olan bir fili işlememiştir. [O işi işleme vaktinde, o iş mubah olsa da.] İçki [alkol, şarap] mubah idi. Sonra haram oldu. Hiçbir Peygamber içki içmemiştir. O fili işlememiştir. 3/21.
¥ Heyulaya ehl-i İslam kail [inanmış] değildir. 3/52.
¥ Hidayetin manası, Cenab-ı Hakk’ın sadr-ı beşerden [insan göğsünden] her darlığı uzak edip, sinesine hiç sıkıntı getirmeyip, emirlere yapışmakta ve yasaklardan kaçınmakta, kolaylık tamam hasıl edip ve kulun rızasını Hak sübhanehu, kendi kaza ve kaderine tabi eylemektir. 4/44.
¥ Hidayet, matluba kavuşturan yola, yol gösterendir [klavuzdur]. 6/109.
¥ Hediye, Allahü tealanın sevk ettiği [gönderdiği] rızktır. “Hadis-i şerif”. 5/37.
¥ Her hayır ve kemal, Hak sübhanehudan gelen faizdir [gelmektedir]. Vücut-i teala o feyzin meydana gelmesine vasıtadır. 4/85.
¥ Hasanat [iyilikler] Allahü tealadandır. Seyiat [kötülükler] nefstendir, ayetinde murad, menşei seyiattır [kötülüklerin menşeidir]. 4/17.
¥ Her şey Allahtandır, ayet-i kerimesi, her şeyin yaratıcısı [halıkı], Allahü tealadır demektir. 4/119.
¥ Her beldenin bir başka hassıyeti, her zeminin fuyuz-ı muhtelifesi vardır. 4/25.
¥ Her şahsın Cenneti o şahsın mebde-i teayünü olan ism-i ilahinin zuhurundan ibarettir ki, eşcar [ağaçlar] ve enhar [ırmaklar] şeklinde ve güneş ve köşk suretinde ve vildan ve gılman kisvetinde [suretinde] zuhur buyurur. [Kisve, libas, örtü demektir.] 4/24.
¥ Her hangi bir makamdan hakiki matlubun kokusu gelirse, o yere gidelim. Her çend, bu define, elimize geçmez ise de, bari talebinden ve yokluk derdinden vazgeçmiş olmayalım ve dikbaşlıların dairesinden dışarı olalım. 4/102.
¥ Her kim ki, marifetten ona bir şey hasıl değilse, gerektir ki, onun talebinden vazgeçmiş olmaya ve bu devletten meşam-ı cane [koku alınacak yer] bir mahalden bir rayiha [koku] gelirse, oraya gide. 6/94.
¥ Her ne ki, o Cenab-ı kudse mensub ola, hayır ve kemaldir [olgunluktur] ve kemale [olgunluğa] ayna gerektir ki, onun hayrı onda zuhur ede. Ve ayna ancak şey’in tekabülünde olur. Hayır ve kemalin karşılığı, şer ve noksanlıktır ki, (bi-zıttiha tetemeyezüleşya) [Eşyanın ortaya çıkması zıttı iledir] demişlerdir. Ve zahir budur ki, ayna her ne kadar, kendi aynalığında çok ise, yansıyanın meydana gelmesi de, onda çok olur. Pes müşahede-i şerriyet-i arif ziyade oldukta, zuhur-ı hayriyet dahi, ziyade olur. Zira ki, her şer ve noksanlığın menşei mümkündür. Zira mümkünün zatı, ademdir [yokluktur] ve hayır olması [hayriyetin] zuhuruna [meydana gelmesine] kendi şerrini müşahade kafidir. Men tevadaa lillahi refeahüllahü. [Allahü teala için tevazu edeni, Allahü teala yükseltir.] 4/17.
¥ Her ne ki gafleti giderir ise, zikre dahildir. Dünya işleri ve her ne iş ise, salih niyet ile ola. Mesela, bey’ ve şira [alış-veriş] ve onun emsali zikir olur. 5/125.
¥ Her ne kadar aynada hayır ve kemal ziyade zahir olursa [çok olursa], aynada noksanlık ve kötülük şühudu o kadar ziyadedir [çoktur]. 6/118
¥ Her devlet ki, zuhur eylemiştir. Enbiya için gelmiştir. Saadet o ümmet içindir ki, Enbiyaya uymuş olmakla o devletten [nimetten] hissedar olalar. 5/54.
¥ Her ne karda [kazançta] olurlarsa, hikmeti [faydalı şeyi] terk etmiyeler. Bir nev’ üzere olalar ki, fitne çıkmasına sebep olmayalar. 6/173.
¥ Her ne hal ki [her ne varsa] Hak sübhanehudan zuhur ede, ona razı olalar. Bir men’ediş ki [yasaklayış ki] mahbubun muradı ola, vasldan hezar-bar bihterdir [çok iyidir]. 6/175.
¥ Her nik [iyi] ve bed [fena] ile beşaşet üzere [güler yüzlülük üzere] ülfet edeler. Batın [kalp ve ruh] gerek münbasıt [geniş, açık], gerek mütekabbız [kabz halinde daralmış] olsun. 5/109.
¥ Her kemal ve cemal, o bari-gahın yoluyladır. Her makamdaki bir kemal meydanda ola, Onun eseri bulunup ve her ne tarafta ki, hüsn ve cemal var ise, O hüsn ve cemalin enmuzici [numune] müşahede edip, yakinen bildim ki, mahbub olmaya şayan odur. Ve matlub olmaya sezavar odur [münasib, yaraşır odur]. 4/17.
¥ Her feyiz ve nur ki, gayb aleminden insana erişir [gelir], evvela sadra [göğse, kalbe] nazil olur ki, mahall-i ilim ve daniştir [bilgidir]. 6/225.
¥ Her makamda ki seyr ve süluk ve terakki ve uruc vardır. Cümlesi teayünat mertebesidir. Teayünat mertebesinin üstünde, hiç, adım atacak yer yoktur. Her ne kadar uruc vaktinde [yükselmede] la-teayün olarak zahir olur [açığa çıkar]. Lakin fil-hakika bi-perde-i teayün değildir. La teayün-i mahza [ancak] kadem nihade [ayak basmış, gelmiş] olmak, vücub ile mütehakkik[tahakkuk eden] olmaktır ki, muhaldir [mümkün değildir.] 4/24.
¥ Her-çi maksud-ı tüst, mabud-i tüst [Maksatın ne ise, taptığın odur]. 4/142.
¥ Her-çi dide şüd ve şünide şüd ve daniste şüd an heme gayr-ı ust hakikat-i kelime-i la nef-i an bayed-kerd [Görülen, işitilen ve bilinen her şey Ondan başkadır. La kelimesinin hakikatında bunların hepsini nef’ et!] (şah-ı Nakşibend buyurmuştur.) 5/122.
¥ Bu hesti-i [varlık] mevhum ki, hicab-ı nisti-i [yokluk perdesi] hakikidir. Mürtefi [yok] ve na peyda [görünmez] ola ve fena-yı hakiki ve hesti-i [yokluk] tahkiki, meydana çıka. Ve bu yokluk tuzağı ile sayd [avlama]-ı hesti [varlık] edeler. 5/72.
¥ Hesti-i mevhumdan halas bulup, [Varlık mevhumundan kurtulup], yokluk tuzağı ile mevsuf olmalı ki, varlık muhakkak cilvenüma ola. 4/150.
¥ Hestilik kaydından [var olmak kaydından] bir saat dahi kurtulmak ganimettir. 6/74.
¥ Hesti [varlık] ve nisti [yokluk], ikisi dahi itibarattandır. Pes, o hazretten mün’azil olurlar. 4/182.
¥ Heme ust [her şey Odur] veya heme ez ust [her şey Ondandır], bekada söylenen sözlerdir. Fütuhat sahibinin bu sözleri söyleme kudreti yoktur. 5/52.
¥ Heme ust [her şey Odur] tabirinden murad, heme nistend mevcut ust teala [hiç bir şey yoktur, O vardır], yani cümle alem görünüştür ve Hak teala vardır, demektir. Fakat, burada mecaz vardır. Hakiki değildir. Aynadaki Zeydin suretine Zeyd denilirse, hakikatte, nefs-ül-emirde Zeyd değildir. Zeyd’in zuhurudur. İşte, Muhyiddin-i Arabi ve ona tabi olanların, kitap ve risalelerinde izah ettikleri ve açıkladıkları bu mana ile her şey Odur dediler. Eğer bu tabirden Hak teala mümkünatta [yarattıklarında] münhasırdır ve mutlak var olan, yarattıklarından gayride vücudu yoktur anlaşılırsa, bu açık küfürdür. Ve zımnında Allahü tealanın inkarı vardır. 6/16.
¥ Hem taat [ibadet] edeler ve hem o ibadetten istiğfar [tövbe] edeler. Ve o ibadeti Allahü tealanın şanına layık görmiyeler. [Estağfirullah deyince, bu manayı düşüneler.] 4/92.
¥ Himmeti bülend edip [yüksek gayretli olup] ve zamanları mamur edeler, değerlendireler. Bugün bazı şeylerden gizlenmiş ise de, ümmittir ki, yarın açılmış olur. 4/12.
¥ Hind beldesi, sureta Hinttir. Lakin ravda-i Cennettir. Anın tahmir-i tıyneti [toprağı] hak-i Medinedendir. 6/239.
¥ Hindistan’da el’an [şu anda] müyesser olan halat [haller] ekser zamanda müyesser değildir. Kesret-i füyuz ve varidat sebebi ile başka yerlerin imrendiği yerdir. Ve sabahat ve melahatin imtizacından [birleşmesindan] dolayı Medine ve Mekke toprağına hüsn ve letafette şebahet-i tammı vardır. 6/48.
¥ Hind zemini [Hindistan memleketi] her ne kadar cayı zulumat ve kedurat [zulmetler zemini ve keduretler yeri] ise de, lakin, menbaı çeşme-i hayat zulümattadır. [Hayat çeşmesinin menbaı zulümattadır.] 6/142.
¥ Henş, bir canavardır ki, süt ile su karıştırılıp, verildikte, sütü içer, suyu bırakır. 5/118.
¥ Hengam-ı kurb-ı kıyamettir [kıyamet yaklaştı] ve küfür, bidat, günah zulmetleri her tarafı kapladı. Herkes, bu zulmetlerin fırtınalarına yakalanıyor. Böyle bir zamanda, bir sünneti ortaya çıkaracak ve bidatleri yok edecek bir kahraman arıyoruz. 4/22.
¥ Hüve (o) kelimesi, güya gayb-ı hüviyete [gizli hakikate] işaret ve zat-i tealaya şuun ve itibarattan hatta kayd-i ıtlaktan dahi ıtlaktır. Ve Allah lafza-i celali kabiliyet-i üladan ve vahtet-i zatiyeden ibarettir. Ve zat-ı tealanın tecerrüde ve cemii evsaf-ı kemal ile ittisafa kabiliyetidir. 4/76.
¥ Heva [arzu, istek] ve nefsin istediği akla gelen kötü şeylerden ve anlaşılması güç gizli şirkten kaçınalar. Şeytanın aldatmasından emin olmayalar ve Allahü tealanın mekrinden korkup, titreyeler. Ve büyük kimseye olan manevi rabıtalarını sağlam edeler. Ve sağlam yol olan sünnet-i nebeviyeyi terk eylemeyeler. Ve baki olan [zeval bulmaz] Allahü tealaya devamlı iltica edip, yalvarıp ve sığınıp, ağlayıp, sızlama lüzumunda olalar. Böylece, kurtuluş ümiti üzere olalar. 4/159.
¥ (Huş der dem) kendi nefesine vakıf olmaktan ibarettir ki, gaflet ile huruc eylemeye [çıkış yapmaya]. 4/165.
¥ Hiçbir müslüman üzerine, kendini efdal bilmeye ve cümleyi kendinden efdal ad eyleye [kabul eyleye]. 5/109.
¥ Hiçbir bi edeb [edebsiz], Allahü tealaya kavuşamamıştır. 5/110.
¥ Hiç kimse, vacip olan şeyleri terk etmekte ve yasak edilenleri yapmakta, hiçbir vechle mazur değildir. 4/39.
¥ Hiç kimse, kendi ameli sebebi ile kurtulamaz. Meyer ki, Allahü teala rahmeti ile hıfz eyleye [koruya]. 6/44.
Tavsiye Yazı –> Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin hayatı