Sual: Umreye gittiğimde oradaki Rabıta teşkilatının dağıttığı Türkçe bir mecmuada “Cuma ve bayram hutbeleri, cemaatin anladığı dil ile okunur. Arabî okumamalıdır” yazıyordu. Bu cümle doğru mudur? Mesela Osmanlı zamanında hutbe nasıl okunuyordu?
Cevap: Âlimlerimiz, Cuma hutbesini okumak, namaza dururken, (Allahü ekber) demek gibidir, dedi. Yani, ikisini de, yalnız Arapça okumak lâzımdır. Fârisî okumak da olur veya her dil ile okumak câizdir diyenler de oldu ise de, bu âlimlere göre tahrimen mekruh olur. Hatibin, hutbede emr-i mâ’rûftan başka şeyleri, Arapça bile söylemesi mekruhtur. Hatib efendi, içinden Euzü okuyup, sonra yüksek sesle, hamd ve sena ve kelime-i şehâdet, salât-ü selam okur. Sonra vaaz, yani sevaba ve azâba sebep olan şeyleri hatırlatır ve âyet-i kerime okur. Oturup kalkar. 2. hutbede, vaaz yerine, müminlere duâ eder. 4 halifenin isimlerini söylemesi lâzımdır, müstehaptır. Sultanın, hükümet adamlarının adlarını söylemesi câiz değildir. Bunları, kendilerinde olmayan sıfatlarla methetmesi haramdır. Adalet ve ihsan etmeleri ve düşmanlara gâlip olmaları için, bunlara duâ câiz olur denildi ise de, duâ ederken, küfre ve harama sebep olacak şey söylememelidir. Hutbeye dünya sözü karıştırmak haramdır. Hutbeyi, nutuk, konferans şekline sokmamalıdır. Zalim kimseleri, âdil diye metheden, din düşmanlarının ölüsüne, dirisine duâ eden, kâfir olur. Müslümanı da, yalan sözlerle methetmek haramdır. Hutbede vaaz söylemesi demek, emr-i bi’l-mâ’rûf ve nehy-i ani’l-münker bildirmesi demektir. Hikaye, siyaset, ticaret ve başka dünya işlerini anlatmak demek değildir. [Peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: “Bir zaman gelecek maymun sıfatlı, insan sûretli kimseler, minbere çıkıp, sizlere, din aleyhindeki sözleri, dinsizliği, din diye söyleyeceklerdir”.] Hatib efendiler, vaizler, bu hadis-i şerifte bildirilen kimselerden olmamaya, dinsizliğe alet olmamaya dikkat etmelidir. Müslümanlar, böyle kimselerin hutbelerini, vaazlarını dinlememelidir. (Nur-ül-izah Tahtavi şerhi) 281. sayfada, “Hutbeyi kısa okumak sünnettir, uzun okumak mekruhtur” buyurmaktadır.
İbni Âbidin hutbeyi ve iftitah tekbîrini ve namazda duâyı anlatırken buyuruyor ki “Hutbeyi, arabîden başka lisan ile okumak, namaza dururken, başka dil ile iftitah tekbîri almak gibidir. Bu ise, namazdaki diğer zikirler gibidir. Namaz içindeki zikrleri ve duâyı arabîden gayrı söylemek ise, tahrimen mekruhtur. Hazret-i Ömer yasak etmiştir”. Namazın vâciblerini anlatırken diyor ki “Tahrimen mekruh işlemek, küçük günah olur. Buna devam edenin adaleti gider”. Tahtavi’de diyor ki “Küçük günaha devam eden de fasık olur. Fasık olan veya bidat işliyen imamların arkasında namaz kılmamalı, başka camide kılmalıdır”. Ashâb-ı kirâm ve Tabiîn-i ızam, Asya’da ve Afrika’da, hutbeleri hep Arabî okudu. Çünkü, başka dil ile okumak, bidat ve mekruh olur. Halbuki dinliyenler Arabî bilmiyor, hutbeleri anlamıyorlardı. Din bilgileri de yoktu. Onlara öğretmek lazımdı. Fakat, yine Arabî okudular. Hindistan âlimlerinden Muhammed Viltori’nin 1975 tarihli (El-edilletül-kavati) kitabında, “Cuma ve bayram hutbelerinin hepsini veya bir kısmını arabîden başka dil ile okumak bidattir. Tahrimen mekruhtur. Hep böyle okuyan imâmın arkasında namaz kılınmaz” yazılıdır. Bu fetva, arâbidir. 1997’de, İstanbul’da bastırılmıştır. Bunun için, Türkiye’deki İslam âlimleri, 600 seneden beri, hutbeleri Türkçe okutup, milletin anlamasını çok istediler ise de, hutbelerin kabul olmayacağını düşünerek, buna izin veremediler. Ayrıca, Cuma vaizleri koydular. Bu vaizler, namazdan önce veya sonra, hutbenin mânâsını anlatırdı. Cemaat, hutbeyi böylece öğrenirdi.
Seyyid Abdülhakîm Efendi “kuddise sirruh” buyurduki “İbadet, emirleri yapmak demektir. Kurân-ı Kerîmi, hutbeyi okumak ibâdettir. Bunların mânâsını anlamak emrolunmadı. Bunları anlamak, ibâdet değildir. Kurân-ı Kerîmi anlamak için, 72 yardımcı ilmi ve 8 temel ilmi öğrenmek lâzımdır. Ancak, bundan sonra, Kurân-ı Kerîmi anlamaya istidad hâsıl olup Cenâb-ı Hak, ihsan ederse, anlayabilir. Herkes anlamalıdır demek, dine müdahene etmek olur. Kurân-ı Kerîmi anlamak için, istidadı çok olan on sene, orta olan elli sene çalışmak lâzımdır. Bizim gibi az olanlar ise, yüz sene de çalışsak anlayamayız. İslamiyette ilim diye, faydalı bilgilere denir. Faydalı ilim, saadet-i ebediyyeyi elde etmeye, yani Allahü teâlânın rızasını kazanmaya vesile olan ilimdir ki bunlara, İslam bilgileri denir”.
Böyle fetvalarına İslam memleketlerindeki hakiki din âlimleri vesikalarla cevap vermektedirler. Bu doğru cevaplardan biri, Hindistan’ın çeşitli bölgelerindeki ehl-i sünnet âlimlerinin fetvalarıdır. Mesela Madras müftüsü allame Hibrünnihrir vel-fehhame sahibüt-takrir vettahrir mevlana Muhammed Temim bin Muhammed Madrasi “nevverallahü merkadehu” buyuruyor ki:
Hutbenin hepsini Arabîden başka dil ile okumak veya hem Arabî, hem de tercümesi ile birlikte okumak mekruhtur. Hutbenin hepsini Arabî okumak vâciptir. Çünkü, Resûlullah, her hutbesini yalnız Arabî okumuştur. Bahrü’r-raık kitabında, bayram namazlarını anlatırken diyor ki “Teravih ve Küsuf namazlarından başka nâfile namazlar cemaat ile kılınmaz. Bayram namazları hep cemaat ile kılındığı için, nâfile olmadıkları, vâcip oldukları anlaşılır”. Görülüyor ki Resûlullahın devamlı olarak yaptığı ibadetin vâcip olduğu anlaşılmaktadır. Allame Zebidi, İhya şerhinde diyor ki “Resûlullahın devamlı yaptığı ibadet vâcip olur. Farz olduğunu göstermez.” Allame müftü Ebussuud efendi, Fethullahi’l-muin kitabında diyor ki “Resûlullahın devamlı olarak yapması, bunun vâcip olduğunu gösterir.”
[İbni Abidin, abdestin sünnetlerinde buyuruyor ki “Resûlullahın devamlı yaptığı ibadet, hiç terketmemiş ise, sünnet-i müekkede olur. Terketmemekle beraber, terkedeni inkar etmiş ise, vâcip olur. Çünkü, inkar etmemek, hükmen terketmek olur. Bunun içindir ki Ebussuud efendi, hiç terketmeden devam ettiği şey, vâcip olur demiştir.” Her ikisini de özürsüz terketmenin tahrimen mekruh olduğunu, namazın mekruhlarının sonunda bildirmektedir.]
Resûlullahın hutbeleri devamlı olarak yalnız Arabî okuması, Arabî okumanın vâcip olduğunu göstermektedir. Bunun için, hutbeleri arabîden başka lisan ile okumak veya hem Arabî, hem de tercümesini okumak tahrimen mekruh olur. Çünkü, birincisinde, Arabî okumak terkedilmiş olur. İkincisinde ise, hutbenin yalnız Arabî olması terkedilmiş olur. Her ikisinde de, Resûlullahın devamlı yaptığı şey terkedilmiş olur. Bunun gibi, namaza başlarken tekbiri Arabî söylemek ve bunlar arasında (Allahü ekber) demek ayrı ayrı iki şeydir. İkisinden birini terketmek, tahrimen mekruh olmaktadır. Çünkü, Resûlullah, hep Allahü ekber dediği için, bunu söylemek vâcip olmuş, terketmek de, tahrimen mekruh olmuştur. İbni Abidin Reddü’l-muhtar’da buyuruyor ki “Mekruh, vacibin veya sünnetin terkedilmesidir. Birincisi tahrimen, ikincisi ise tenzihen mekruh olur.” Halebi-i kebir’de diyor ki “Sünneti terketmek, tenzihen mekruh olur. Vacibi terketmek, tahrimen mekruh olur.” Fetava-i Siraciye’de “Hutbeyi Fârisî okumak caizdir” diyor. Bu sözü ele alarak, hutbeyi Arabîden başka lisan ile okumak caiz olup tahrimen ve tenzihen mekruh değildir diye fetva vermek batıldır. Çünkü, Siraciye’nin sözü (sahih olur) demektir. Bu da, mekruh olmadığını bildirmez. İbn-i Abidin, Reddü’l-muhtar’da buyuruyor ki “Sahihtir demesi, mekruh olmadığını göstermez.” Muhammed Abdülhay Lüknevi, Umdetü’r-riaye kitabında diyor ki “Hutbenin Arabî okunması şart değildir. Fârisî veya başka lisan ile okumak caiz olur sözü, namazın caiz olacağını bildirmektedir. Yani, Cuma namazının sahih olması için, hutbe okumak şartı yerine getirilmiş olur demektir. Yoksa, hutbe kerahetsiz olur demek değildir. Çünkü, Resûlullah ve Ashâb-ı kiramın hepsi hutbeyi her zaman yalnız Arabî olarak okumuşlardır. Bunlara muhalefet, tahrimen mekruh olur.” Tabiin ve Tebe-i tabiin de, hutbeyi, her zaman, her yerde yalnız Arabî okudular. Arabîden başka lisan ile okumadıkları gibi, Arabî ve tercümesini birlikte okuyan da hiç olmadı. [Halbuki bunların Asya’da ve Afrika’da, hutbelerini dinleyenlerin hiçbiri Arabî bilmiyorlar, hutbede söylenilenleri anlamıyorlardı. Onların anlamaları için tercümelerini de söylemeleri, yeni müslüman olanlara, İslamiyeti öğretmeleri lazım olduğu hâlde, hutbelerde Arabîden başka dil ile okumayı caiz görmediler. İslamiyeti onlara hutbelerin dışında anlattılar. Hutbeleri de anlamaları için ve İslamiyeti iyi öğrenmeleri için, onların Arabî öğrenmelerini emrettiler. Biz de, bu âlimler gibi yapmalıyız.]
Bunlara muhalefet ederek, hutbeleri Arabîden başka dil ile okumak, bid’at olur. Tahrimen mekruh olur. Birincisine tahrimen demek ve ikincisine tenzihen demek batıldır. Çünkü, tenzihen mekruh, sünneti terketmeye denir. Resûlullah hutbenin hepsini her zaman yalnız Arabî okuduğu için, hutbenin hepsini yalnız Arabî okumak vâciptir. Bu vacibi terketmek, nasıl tenzihi olur? Tahrimen mekruh olan şeyi terketmek vâciptir. Mevlana Bahr-ul-ulum, Erkanü’l-erbea’da diyor ki “Tahrimen mekruh olan şeyi terketmek vâciptir. Bu mekruhu yapmak, bu vacibi terketmek olur.”
Tahrimen mekruh olan şeyi her zaman yapan kimse âdil değildir. İbni Abidin, Reddü’l-muhtar’da namazın vâciplerine başlarken, İbni Nüceym’den alarak diyor ki “Tahrimen mekruh işlemek küçük günahtır. Küçük günaha devam etmek, adaleti giderir.” Hutbelerin tercümelerini de okuyan hatiblerin adaletleri yok olarak fasık olurlar. Arkalarında namaz kılmak tahrimen mekruh olur. Nuru’l-izah’da ve İbni Abidin’de diyor ki “Köle, köylü ve veled-i zina cahil iseler, bunların ve fasık ile bidat ehlinin ise, âlim olsalar da, imam olmaları mekruhtur. Bunları imam yapmak günah olur.” Allame İbrahim Halebi, Halebi-i Kebir’de diyor ki “Fasıkı imam yapanlar, günah işlemiş olurlar. Çünkü, fasıkları imam yapmak tahrimen mekruhtur.” Merakı’l-felah’da diyor ki “Fasık kimse, âlim olsa da, imam yapılması mekruh olur. Çünkü, İslamiyete uymakta gevşek davranır. Buna ihanet etmek vâciptir. İmam yapmak, ona saygı göstermek olur. İmam olmasına mâni olunamazsa, Cumayı ve her namazı başka camide kılmalıdır.” Allame Tahtavi, burayı açıklarken, “Fasıkın imam yapılması, tahrimen mekruhtur” demektedir.
Hatibin hutbeleri Arabîden başka lisan ile okumasına sebep olmamalıdır. Buna sebep olmak günahtır. Çünkü günah işlemeye yardım etmek de günahtır. İbni Abidin, Reddü’l-muhtar’da diyor ki “Fasık imam arkasında namaz kılınmaz. Fasık olmayan imamı aramak lazımdır. Cuma namazı böyle değildir. Şehirde birkaç camide Cuma namazı kılınıyorsa, Cuma namazını da, fasık imam arkasında kılmak mekruh olur. Çünkü, başka imam arkasında kılması mümkün olur. Fethu’l-kadir’de de böyle yazılıdır.” Bunun için, Arabîden başka lisanda tercümeyi de okuyan imam arkasında kılmamalı, hutbeyi yalnız Arabî okuyan imamı aramalı, Cumayı bunun arkasında kılmalıdır. Fazla bilgi almak için, Et-tahkikatü’s-seniyye fi keraheti’l-hutbet-i bi-gayrıl’ arabiyye ve kıraatiha bil arabiyyeti maa tercümetiha bi-gayril’ arabiyeti kitabını okuyunuz! Allame Muhammed Temimi Madrasi’nin yazısının tercümesi burada tamam oldu.
Yukarıdaki yazı 1349 [m. 1931] senesinde, Hindistan’da Arabî olarak yazılmış, Hindistan’ın en büyük 13 alimi tarafından tasdik ve altı imza edilmiştir. Bu tarihi fetva ile birlikte, Hindistan’daki Diyobend, Bakıyatü’s-salihat, Madras ve Haydarabad âlimlerinin Arabî fetvaları, 1396 [m. 1976] senesinde, İstanbul’da bastırılmıştır. Osmanlı devletindeki dünyaca şöhret sahibi olmuş binlerce derin âlim ve Şeyh-ul-İslamlar, milletin hutbeleri anlaması için çare aramışlar. Hutbelerde Türkçe tercümelerin de okunması için cevaz bulamayıp, buna izin verememişlerdir. Cemaate hutbenin mânâsını anlatmak için, her camide, namazlardan sonra Cuma vaazları yaptırılmış, 600 sene hutbeler, millete bu suretle öğretilmiş, böylece İslamiyetin dışına çıkmayı önlemişlerdir.
Tavsiye Yazı —> Cuma namazının şartları nelerdir?