Sual: Darülislam ve darülharb tabirleri dini kitaplar okurken sık karşımıza çıkıyor. Darülislam ve darülharb nedir?
Cevap: Darülislam, İslâm memleketidir. İslâm dininin hükümlerinin kânun olarak tatbik edildiği yerdir. Yasama, yürütme ve yargı yetkisinin Müslümânların elinde olduğu, Müslümân devlet başkanının otoritesinin kabûl edildiği, siyâsî, ekonomik ve sosyal düzenlemelerin İslâm hukukuna göre yapıldığı ülke.
Müslümanların hâkimiyetinde bulunan yerler dârülislâmdır. Müslümanlar bu yerlerde güven ve emniyet içinde yaşayarak dinî vazîfelerini yerine getirirler. İslâm mücâhidleri gayri müslimlere ait bir ülkenin herhangi bir beldesini fethederek içinde İslâm hükümlerini icrâya başlasalar o belde dârülislâma dönüşür. Bu hususta bütün İslâm âlimleri ittifak etmişlerdir.
Fıkıh âlimlerinin yâni İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre İslâm hâkimiyetinden çıkan ülke dârülharbe dönüşür. İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe hazretlerine göre ise dârülislam olan bir ülkenin darülharb olması için şu 3 şartın bulunması lazımdır.
1) Dârülharb yâni kâfir memleketi olan bir ülkeye bitişik olmalıdır.
2) İçerisinde İslâm dîninin hükümleri uygulanmayıp, küfür ahkâmı icra edilmelidir.
3) İçinde daha önceden yapılan emân (güvenlik) anlaşmalarına uyan bir Müslüman veya zimmî (gayri müslim) vatandaş kalmamalıdır.
Bu 3 şart tahakkuk etmedikçe bir ülke veya belde dârülharb sayılmaz.
Yukarıda yazılı olan üç şartın meydana gelmesiyle dârülharbe dönüşen bir İslâm beldesi, tekrar Müslümânlar tarafından feth edilse, daha önceki hükmüne döner, yâni dârülislâm olur.
İmâm-ı Muhammed ve İmâm-ı Ebû Yûsuf’a göre herhangi bir İslâm beldesinde küfür hükümleri icrâ edilmeğe başlandığı, Müslüman olmayan bir hükümdarın istîlâsına mârûz kaldığı takdirde dârülharb olur. Çünkü bir yerin dârülharb olması, gayri müslimlerin, İslâm hükümlerinin icrâsına mânî olması, kuvveti ve ordusu sebebiyledir. Bunları da gayri müslim hükümdârları veya hükümetleri temsil eder. Buna göre bu İslâm beldesi, başka bir İslâm beldesine bitişik de olsa dârülharb olur.
Gayri müslimlerin eline geçen İslâm şehirlerinde vâlî ve hâkimler İslâmiyetin hükümlerine göre hareket ediyorlarsa bu şehirler dârülharb olmaz, dârülislâm sayılır. Böyle şehirlerde Müslümanların seçtiği vâli, hâkim veya bunların veya cemâatin seçeceği imâm cumâ namazını kıldırır. Ancak Müslümân olmayan kimseler tarafından işgâl edilip İslâmî hükümlerin yasak edildiği yerler dârülislâm olmaktan çıkar. Nitekim, Cengiz Han Asya’daki İslâm şehirlerini alıp Müslümanları şehîd etti. Ahkâm-ı İslâmiyyeyi yasak etti. Aldığı şehirler dârülharb oldu.
Darülharb ise İslâm dîninin hükümlerinin tatbik edilmediği ülke, islâm ülkesinin siyâsî hâkimiyet sınırları dışında kalan yer, siyâsî ekonomik ve sosyal düzenlemelerin İslâm dîninin hükümlerine göre yapılmadığı ülkedir
Dârülharbde yasama, yürütme ve yargı yetkileri Müslümânların elinde değildir. Dârülharb terimi Müslüman olmayan ülkelerin hepsini ifâde eder. Bu sebeple o ülkede yaşayan insanların Müslüman olup olmaması önemli değildir.
Darülharb olan bir ülke belli şartlarda İslâm ülkesine dönüşür. Birincisi; dârülharb olan ülke halkının tamamen Müslüman olmasıdır. Bu durumda İslâmiyetin hükümlerine göre yapılan kanunlar yürürlüğe girer, dolayısıyla bu ülke darülharb olmaktan çıkıp İslâm ülkesi olur. İkincisi de Müslümanların dârülharb olan ülkeyi feth ederek İslâm hükümlerini yürürlüğe koymasıdır. Halkının çoğunluğu Müslüman olmasa bile İslâm hâkimiyetinin tanındığı, siyâsî, hukûkî, ekonomik ve idârî düzenlemelerin İslâm dîninin hükümlerine göre yapıldığı bir ülke dârülharb olmaktan çıkıp İslâm ülkesi olur.
İslâm ülkesiyle harb (savaş) durumunda olan ülke bu duruma son vererek barış antlaşması yaparsa dârüssulh (barış ülkesi) olarak adlandırılır. Bu andlaşma geçici olabileceği gibi devamlı da olabilir. Bu andlaşmanın devamlı olabilmesi için barış ülkesi halkının İslâm devletine cizye ve haraç ödemeyi kabul etmesi lâzımdır.
İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’ye göre bir yerin dârülharb olması için; dârülharb olan bir memleketle sınır olması, içerisinde İslâmiyetin hükümlerinden başka küfür ahkamının icrâ edilmesi, daha önceki emân (güven) andlaşmalarına bağlı olan bir Müslüman ve zimmînin kalmamış olması lâzımdır. İmâmeyne yâni İmâm-ı Ebû Yûsuf ve İmam-ı Muhammed’e göre; herhangi bir İslâm beldesinde küfür ahkâmı icrâ edilmeye başlandığı, küfür ehli bir hükümdarın istilâsına uğradığı takdirde o belde dârülharb hâline gelir. Hükümdarı harbî yâni müslüman olmayan herhangi bir ülke dârülislâm olan bir memlekete bitişik olsa dahi dârülharb olur.
Bir İslâm ülkesinde bulunan zimmîler yani İslâm devletinin himâyesindeki gayr-i müslim vatandaşlar, İslâm hükûmetine isyân edip bâzı İslâm şehirlerini istîlâ etseler ve Müslümanlarla harb etmeye teşebbüs etseler bu insanların yerleştiği yerler dârülharb olur.
Kendilerine Müslüman dedikleri halde harama helâl diyen, güneşe tapan, İblise (şeytana) tâzim (hürmet) eden, İslâm hükûmetine isyân edip bulundukları yerde, başkalarıyla birlikte İslâmiyetin dışındaki hükümleri uygulayan kimselerin bulundukları yer darülharb olur. İslâm askeri bunlarla harb eder, harbîlere uygulanan hükümler uygulanır.
Dârülharbde İslâmın vekârını, şerefini korumak ve fitneden sakınmak Müslümanlara vaciptir. Düşman ordusu kuvvetli ise sulh yapmak, mal vermek bile câiz olur. Mürtedler (dinden dönenler) kuvvetli olup şehirleri alırlar ve oraları dârülharb olursa hükümetin zarûret hâlinde onlarla da sulh yapması câiz olur.
Dârülharbde îmâna gelen kimsenin farzı, haramı işitince, dârülislâmda îmâna gelen veya bâliğ olan kimsenin o anda farzları yapması, haramlardan kaçınması lâzım olur. Dârülharbde îmâna gelen kimse, farz olduğunu işitinceye kadar kılmadığı namazları kazâ etmez.
Dârülharbde bulunan Müslümanların işlerini, İslâmiyetin hükümlerine uygun yapması, İslâm dîninin emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınması lâzımdır.