Sual: Bu ümmetin üstünlükleri nelerdir?
Cevap: Bu ümmetin üstünlükleri:
1– Mesabih-i şerif’de bu babın evvelinde Abdullah ibni Ömer “radıyallahü teâlâ anhüma” hazretlerinden rivayet olunmuştur. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Geçmiş ümmetlerin ömrüne nisbetle sizin ömrünüz, ikindi namazı vaktiyle güneşin batması arasındaki zaman gibidir. Sizin, yahudilerin ve nasaranın hâli şuna benzer. İşçi çalıştırmak isteyen bir adam dedi ki “kim benim için birer kırata günün yarısına kadar çalışır”. Yahudiler, günün yarısından ikindi vaktine kadar çalıştı. O kimse sonra, “kim benim için bir kırata günün ortasından ikindi vaktine kadar çalışır”. Nasara birer kırata çalıştı. Sonra şöyle dedi, “kim ikindi vaktinden güneşin batmasına kadar ikişer kırata çalışır”. Dikkat ediniz, siz ikindi vaktinden güneşin batmasına kadar çalışanlarsınız. Dikkat ediniz. Sizin ücretiniz iki kattır. Yahudiler ve nasara kızdılar. Biz çok çalışıyor, az ücret alıyoruz, dediler. Allahü teâlâ onlara, hakkınızı vermekte size zulüm ettim mi? buyurdu. Hayır, dediler. Allahü teâlâ buyurdu ki o benim dilediğime verdiğim bir ihsandır.)
2– Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivayet olunmuştur. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Ümmetimin içinde beni en çok sevenler, benden sonra gelen, ehlini ve malını beni görmeye feda eden kimselerdir.) Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” onların şiddetli muhabbetlerini temenni eder. Onların birisi ki ehlini ve malını beni görmek için ve bana vasıl olmak için feda edeydi, o kimseler bu sıfatla sıfatlanmışlardır.
3– Enes “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivayet edilmiştir. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü teâlânın kullarından öyleleri vardır ki Allahü teâlâya bir şey için yemin etseler, muhakkak o şey yerine getirilir. Ümmetimden Allahü teâlânın emirlerini yerine getirenler, eksik olmaz. Onlara karşı koyanlar, küçük düşürmek isteyenler, hiçbir zarar yapamazlar. Allahü teâlânın emri gelinceye kadar, onlar bu hasletleri üzere olurlar.) Bu hadis-i şerifi rivayet eden Enes “radıyallâhu anh” hazretleri dedi ki: Râbia adlı hanım benim halam idi. Ensardan bir cariyenin ön dişini kırdı. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzuruna geldiler. Davaya Resûlullah baktı. Kısas yapılmasını emrettiler. Enes bin Nadr ki Enes bin Malik’in amcasıdır. O, Allahü teâlâya yemin ederek, ya Resûlallah, onun dişini kırma dedi. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Ya Enes! Allahın kitabı kısası emrediyor!) Sonra dişi kırılan cariyenin yakınları kısas yerine diyeti kabul ettiler. O durumda Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Allahü teâlânın öyle kulları vardır ki Allahın adı ile bir şey için yemin etseler, Allahü teâlâ bu sevgili kullarının hatırı için, o şeyi hemen yaratarak, istedikleri hâsıl olur.)
Müslim şerhinde beyan olunmuştur: Enes bin Nadr’ın (Hayır, vallahi onun dişini kırma) demesinin mânâsı, Habîbullah hazretlerinin hüküm-i şeriflerini red değildir. Belki muradı, kısas etmeye müstahak olanları vazgeçirmektir. Affetmeleri için, Resûlullahı onlardan yana afda şefaat etmek için yöneltmek için idi. Kendisini yemininde hanis etmiyeceklerine kuvvetle inandığı için yemin etti. Veya Allahü tebareke ve teâlâ hazretlerinin fadlına ve lutfüne itimatı, güveni tam olup yeminini bozdurmayıp, hasmlarının kalbine affı ilham buyurur, şeklindedir. Hadis-i şerifin ikinci kısmı Şam ehli için buyurulmuştur. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki (Şam toprağında, benim ümmetimden, Allahü teâlânın emirlerini yerine getiren kimseler eksik olmaz. Onları zelil etmek, onlara karşı çıkmak isteyenler, hiçbir zarar yapamazlar. Allahü teâlâ şanühü hazretlerinin emr-i şerifi gelene dekten murad kıyamettir, onlar o hasletleri üzere olurlar.)
4– Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivayet edilmiştir. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Ben kardeşlerimi görmeyi severim!) Ashâb-ı kirâm dediler ki: Ya Resûlallah! Biz senin ihvanın [kardeşlerin] değil miyiz! Buyurdular ki (Siz benim Ashâbımsınız. Kardeşlerim o kimselerdir ki gelmemişlerdir. Benden sonra gelirler. Ben onların feratıyım.) Yani evvel gidip, lazım olanları onlar için hazırlarım. Babın evvelinden buraya kadar zikir olunan hadis-i şerif, Mesabih-i şerif’in sahih hadislerinde vardır. Hasan hadislerinde ancak bu hadis-i şerif varid olmuştur.
5– Enes “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivayet olunmuştur. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ümmetim yağmur gibidir. Önce gelenler mi, yoksa sonra gelenler mi üstündür bilinmez!) Türpüşti “rahimehullah” buyurmuştur ki bu hadis-i şerif ile evvelkilerin, sonrakiler üzerine efdaliyetlerinde tereddüt etmemelidir. Zira önce gelenler, sonra gelenlerden; zamanlarının sonraki zamanlardan kıymetli olacağından üstündürler. Hadis-i şerifte tereddütten murad, faydalı olmalarındadır. Dini neşretmekte, hakikat ile faydalı olmaktadır. Yağmur, önce ekini bitirir. Sonra, sapı üzerine durduğu hâlde [o hâle gelince] olgunlaştırır, terbiye eder. Yağmurun faydasının evvelinde mi, sonunda mı olduğu bilinmez. Böylece; bu ümmette de, evvelkiler dini kâim kıldılar; kurdular. Sonrakiler, zamanla insanların bozduğu dini doğru olarak, önceki gibi kurdular. Bu hadis-i şerifte işaret olunmuştur ki muhakkak bu ümmetin ahiri [sonra gelenleri] hayır ve salahta, dinin kuvvetli olmasında öncekiler gibi olur. O rivayet üzerine, hadis-i şerifte bildirildiği gibi, Mehdi hazretlerinin gelmesi mahallinde, İsa bin Meryem “alâ nebiyyina ve aleyhisselâm” hazretlerinin gelmesi [nüzulü] vaktinde, geçmiş ümmetlerin aksine olarak, çok kuvvetli olup önce gelenlere benzeyecektir. Zira onların [geçmiş ümmetlerin] sonra gelenleri dini tebdil ve Kitabullahı tahrif ettiler. [Hadid sûresi 16. âyet-i kerimesinde meâlen], (… Kur’ân-ı Kerîmden evvel kitap verilenler gibi olmayınız! Onlar, kendileri ile Peygamberleri arasındaki zaman uzayınca, kalplerine kasvet yerleşip, çoğu dinden çıkıp, kitaplarına göre ameli terkettiler) buyurulmuştur. Mealim-üt-tenzil’de, sûre-i Âl-i İmrânda, 110. âyet-i kerimenin tefsirinde, Allahü teâlâ, meâlen, (Sizler, bütün insanlar içinde en iyi bir ümmetsiniz, cemaatsiniz…!) buyurmuştur.
Katade’den nakil olunmuştur ki onlar ümmet-i Muhammeddir. Ondan evvel hazret-i Musa’dan, hazret-i Davud’dan ve hazret-i Süleyman’dan “aleyhimüsselâm” gayri bir Peygamber harb ile emrolunmamıştır. Onlar küffar ile harp ederler. Küffarı [kâfirleri] dinlerine dâhil ederler. Onlar, insanlar için hayırlı ümmet olurlar idi. Denildi ki linnas kavl-i şerifi uhricet kavli şerifinin sılasındandır. Mânâsı şu demek olur ki Allahü tebareke ve teâlâ hazretleri, insanlar için hayırlı olan bir ümmet seçti. Yine raviler an’anesi ile Behram bin Hakim’den, o da babasından nakletmiştir. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerinin, (Sizler, bütün insanlar içinde en iyi bir ümmetsiniz, cemaatsiniz…) kavl-i şerifinde [Âli-i İmrân sûresi 110. ayeti], buyurdu ki (Siz 70 ümmeti, Allahü teâlâ katında, onların en iyisi ve mükerremi olarak tamamladınız!) buyurmuştur. Yine raviler an’anesi ile rivayet edilmiştir. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Daha önce geçen 70 ümmetten Allahü teâlâ katında en iyisi ve mükerremi bu [Peygamber efendimizin] ümmettir.) Teveffi kavl-i şerifi ifadandır. Eşref mânâsınadır.
Yine an’ane ile Ömer ibnül Hattab “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivayet olunmuştur. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Bütün Peygamberlere “aleyhimüsselâm” ben girmeden evvel Cennete girmeleri haram kılınmıştır. Yine bütün ümmetlere, benim ümmetim girmeden evvel Cennete girmeleri haram kılınmıştır.) Yine an’ane ile Abdullah bin Berde’den, o da babasından rivayet etmiştir. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Cennet ehli 120 saf olur. 80’i bu ümmetten, 40’ı sair ümmetlerdendir.) Mealim’den nakil burada tamam oldu. Bizi Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden eyleyen Allahü teâlâya hamd olsun. Ravdatü’l Ulema sahibi beyan etmiş ki denildi, her safın arası meşrıkla magrib arasınca olur. Her safın arası dünya misali olur.
6– Mesabih’de, Hesap, Kısas ve Mîzan babında, sahih hadis olarak nakil olunmuştur. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki (Nuh aleyhisselâm, kıyamet gününde gelir. Ona denilir ki risaletini kavmine tebliğ ettin mi. Nuh aleyhisselâm der ki (Evet ya Rabbi!) Ümmetinden sual olunur ki Nuh size tebliğ etti mi. Onlar inkar edip, (Bize korkutucu kimse gelmedi) derler. Sonra Nuh aleyhisselâma denilir ki şahitlerin kimdir. Buyurur ki Muhammed Mustafa aleyhisselatü vesselâmın ümmetidir.) Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki (Siz gelirsiniz ve Nuh aleyhisselâm tebliğ etti, diye şehadet edersiniz!) Sonra Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem”, [meal-i şerifi] (Böylece, size insanlara şahit ve örnek olmanız için…) olan [Bakara sûresinin 143.] âyet-i kerimesini okudular. Bu âyet-i kerime, 2. cüzün başındaki âyet-i kerimedir. Muhyissünne Begavi Mealimü’t-tenzil’de bu âyet-i kerimeyi tefsir etmiştir: Bu âyet-i kerime nazil olunca, yahudi ileri gelenleri, Muaz bin Cebel’e “radıyallâhu anh” kıble hakkında dediler ki Muhammed bizim kıblemizi, hasedinden dolayı terketti. Bizim kıblemiz Enbiya “aleyhimüsselâm” kıblesidir. Bizim insanlar arasında âdil olduğumuzu Muhammed bilir, dediler. Muaz “radıyallâhu anh”, muhakkak, hak üzere ve âdil olan biziz. Allahü tebareke ve teâlâ hazretleri meal-i şerifi (… bunun gibi, sizi adaletli ümmet kıldık…) olan [Bakara sûresinin 143.] âyet-i kerimesinde bunu beyan buyurdu. (İbrahim aleyhisselâm ve zürriyetini seçip, ayırttığımız gibi, sizi de seçilmiş ve adalet üzere olan ümmet kıldık) buyuruldu. Bu da onun gibidir. Dinde eksikliği ve fazlalığı olan din ehlinin, ikisi de zemmedilmiştir.
Bize Abdülvahid bin Ahmed an’ane ile Ebû Said-i Hudri “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden haber verdi. Bir gün Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri ikindi namazından sonra bizim aramızda durdu. Orada, kıyamete kadar olacak şeyleri terketmekten zikir etti [söyledi]. Bir gün hurma ağaçları arasında bir duvarın yanında durup, buyurdu: (Agah olun [Dikkat ediniz], dünyanın ömründen, geçen zamana nisbetle kalanı, bugünün kalan zamanı kadar bile değildir. Bu ümmet, 70 ümmeti, hepsinin iyisi ve ekremi olarak tamamlar!) Allahü tebareke ve teâlâ hazretlerinin, [meal-i şerifi yukarıda zikir olunan âyet-i kerimenin devamı olan] (Böylece insanlara şahit olacaksınız!) kavl-i şerifini okudular. (Kıyamet gününde Resûller insanlara tebliğ ettikleri) ile alakalı olarak İbni Cüreyh dedi ki ben Ataya (… Böylece insanlara şahit olacaksınız) kavl-i şerifinin mânâsı nedir, dedim. O dedi ki insanlardan, hakkı terkedenler üzerine, Ümmet-i Muhammed şahittirler. (Resûl de sizin üzerinize şahittir.) Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri de onları tadil ve tezkiye edici olur. Bunun beyanı şudur ki muhakkak Allahü teâlâ şanühü evvelin ve ahirini cem eder. Yani Allahü teâlâ kıyamet günü bütün insanları yüksek bir yerde toplayınca, kâfirlere (Size hiç uyarıcı, sakındırıcı Peygamber gelmedi mi) buyurur. Onlar (bize korkutucu [sakındırıcı] ve müjde verici kimse gelmedi) derler. Allahü Sübhanehü ve teâlâ Enbiya aleyhisselâmı bundan sual eder. Enbiya cevap verirler ki (biz onlara vahyi tebliğ ettik.) Allahü teâlâ Enbiyadan yine sual eder. Halbuki her şeyi bilir. Şahit tutmaktan dolayı sorar. O zaman Ümmet-i Muhammed getirilir. Ümmet-i Muhammed şehadet ederler. Muhakkak Enbiya tebliğ ettiler. O ümmetler derler ki bunlar nereden bilirler, bizden sonra geldiler. Sonra bu ümmetten sual olunur. Onlar derler ki ya Rabbi! Sen bize Resûl gönderdin. O Resûl ile kitap nazil kıldın [gönderdin]. O kitapta bize haber verdin. Resûllerin ile gönderdiğin haberlerin hepsi doğrudur. Ondan sonra Muhammed aleyhisselâm getirilir. Ümmetinin halinden sual olunur. Onların temiz ve doğru olduğuna şahadet eder. Mealim-üt-tenzil’den alınan kısım tamam oldu.
7– Ravdatü’l-ülema kitabının 21. babında, Ebû Musa-el-Eş’arî “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden nakledilmiştir. Biz mescitte, Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzurunda oturmuştuk. Habîbullahı vahiy ağırlığı kapladı. Vahiy geldiğinde hal-i şerifleri böyle olurdu ki vahyin ağırlığı üzerlerini kaplardı. Hatta aza-i şerifleri ayrılır derecesinde olurdu. Mübarek başını bir saat aşağı saldı. Sonra başını kaldırdı ki bize haber versin. 2. ve sonra 3. kere yine vahiy ağırlığı hâsıl oldu. Yine mübarek başını saldı. Sonra, haber vermek için başını kaldırdı. 4. kere yine vahiy ağırlığı kapladı. Yine mübarek başını saldı. Sonra mübarek başını kaldırıp, secdeye vardı. Biz de onunla beraber secdeye vardık. Secdeyi uzattı. Mübarek başını secdeden kaldırdı. Biz dedik. Ya Resûlallah! Size gelen bu 4 vahiyden bize haber verir misiniz? Buyurdular ki: (Bana Cebrâil aleyhisselâm, evvelki gelişinde dedi ki Allahü tebareke ve teâlâ hazretleri, sana selam söyledi ve buyurdu: Ya Muhammed! Ümmetinin 3’te 1’inin azap ve hesap görmeden Cennete girmesini mi istersin, yoksa bütün günahkarlarına şefaat etmeyi mi istersin! Cebrâil aleyhisselâm, benden yana işaret etti. Şefaatini ihtiyar ettim. Sonra, ne vakit ki Cebrâil aleyhisselâm gitti. Ben istedim ki size haber vereyim. O saat yine geldi. Ve dedi ki muhakkak Rabbil’âlemin sana selam söyler ve buyurur ki: Ey Habîbim! Ümmetinin yarısının hesapsız ve azapsız, Cennete girmesini mi istersin. Yoksa ümmetinin bütün günahkarlarına şefaat etmeyi mi istersin. Ben şefaatı ihtiyar ettim [seçtim] ve istedim ki size haber vereyim. O saat yine geldi. Ve dedi ki muhakkak Rabbin selam söyledi ve buyurdu ki ey Habîbim! Ümmetinin 3’te 2’sinin hesap ve azap olunmadan Cennete girmesini mi istersin. Yoksa ümmetinin bütün günahkarlarına şefaat etmeyi mi istersin. Ben şefaati ihtiyar ettim [seçtim] ve istedim ki size haber vereyim. O saat yine geldi. Ve dedi ki muhakkak Rabbin sana selam söyler ve buyurur ki: [Vedduha sûresi 5. ve Taha sûresi 130. âyet-i kerimesinin bir kısmını okudu. Meal-i şerifi] (Ya Muhammed! Onlar bana ve sana iman getirseler ve 5 vakit namazı kılsalar, farzları eda etseler ve senin sünnetini yerine getirseler, sen razı oluncaya kadar şefaat etmene izin veririm.) Muhammed “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurur ki: (Bana kâfi gelir, bana kâfi gelir!) [Vedduha sûresi 5. âyet-i kerimesinde meâlen,] (İleride [kıyamet günü] Rabbin sana şefaat makamı vermekte hoşnud olacaksın) ve Taha sûresi 130. âyet-i kerimesinde meâlen, (… Tesbih et [namaz kıl] ki Allahın rızasına eresin) buyuruldu.
8– Ravdatü’l-ulema kitabının aynı babında; Abdullah ibni Abbas “radıyallahü teâlâ anhüma” hazretlerinden rivayet olunmuştur. Allahü tebareke ve teâlâ hazretlerinin kavl-i şerifinde; [Hicr sûresi 2. âyet-i kerimesinde meâlen], (Kâfirler, dünyada hezimet, yahut ölüm anında, kıyamet azâbı vukuunda, müslüman olmaklığı temenni ederler. Denildi ki kâfirler Cehennemde müminlerin günahkarlarını görüp, siz müslümanlar iken Cehennemdesiniz. İslamınız size ne fayda etti derler. Bir zaman sonra, Allahü teâlânın fadlı ve rahmeti ile o müslümanlar nardan çıkıp, Cennete gittiklerinde, kâfirler o vakit ne olaydı biz de ehl-i İslamdan olaydık, derler.) Abdullah ibni Abbas “radıyallâhu anhüma” buyurdu ki bu ümmetten bir taife sırat üzerinde hapsolunur. Halbuki Muhammed Mustafa “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, bütün Peygamberlerden önce Cennete dâhil olur. Ümmeti de, bütün ümmetlerden önce Cennete dâhil olur. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” Cennete girdikten sonra, Allahü tebareke ve teâlâ hazretleri, sıratta kalan taifenin nar [Cehennem]dan tarafa gönderilmesini ve Mâlik’e teslimini emreder.
Mâlik, onları görünce, ya eşkiya cemaati, siz kimsiniz ve kimin ümmetindensiniz. Cehenneme girenlerin son bulduğunu işitmiştim. Cehennem ehlinin hepsi bana, bağlı ve zincire vurulmuş hâlde ve yüzleri üzerine sürünüp ve yüzleri kara, gözleri göğermiş hâlde gelirler. Ama, sizin elleriniz bağlı değil ve zincire vurulmamışsınız. Yüzleriniz kararmamış. Gözleriniz göğermemiş. Ayaklarınız üzerine yürürsünüz; kimsiniz, der. Onlar, derler ki ya Mâlik bunu bize sorma. Zira biz, muhakkak sana bunu haber vermeye haya ederiz. Velakin biz; Kur’ân-ı Kerîme uyan, Ramazan ayında oruç tutanlarız. Biz hacca gidenlerdeniz. Biz gazileriz [cihata gidenlerdeniz]. Biz zekat eda edenlerdeniz. Biz yetimlere ikram edicilerdeniz. Biz cünüp olunca gusül edenlerdeniz. Biz 5 vakit namaz kılıcılardanız. Mâlik der ki ey mahşer eşkiyası! Allahü teâlâ Kurân-ı azimde sizi masiyetten men’ etmedi mi. Onlar derler ki ya Mâlik, bize tevbih etme. Şimdi Allahü teâlânın tevbihinden ve sualinden kurtulduk. Sonra onlar bu hâlde iken, Arş tarafından bir nida edici, şiddetli nida eder ve der ki ya Mâlik, onları Narın [Cehennemin] üst tabakasına dâhil et. Halbuki onlar, Cehennemin kenarında dururlar. Sonra Mâlik der ki ya mahşer eşkiyası! Şüphesiz söyleneni işiddiniz. Fehm ettiniz. Evet işittik, lakin bize mühlet ver. Bir saat nefslerimiz üzerine ağlayalım, derler. Mâlik der ki benim size mühlet vermeye izin yoktur. Malike Arş tarafından nida gelir ki (Ya Mâlik, terket onları, nefsleri üzerine ağlasınlar.)
Sonra nefsleri üzerine ağlamaya başlarlar. Derler ki (biz narda [Cehennemde] nasıl sabredelim. Biz güneşin hararetine sabredemezdik. Katran elbisesi giymeye nasıl sabredelim. Biz yumuşak elbiseler giymeyi tercih ederdik. Zakkum yemeye ve hamim içmeye nasıl sabredelim. Biz hep güzel yemekler yer, soğuk içecekler içerdik. Bunlar böyle ağlarlar iken, Arş tarafından bir nida gelir. Ya Mâlik! Bunları narın [Cehennemin] 1. tabakasına gönder. Sonra onların yanına şiddetli melekler gelir. Onlar, kalp olmadığı için acıması olmayan Zebânilerdir. Her bir insana bir Zebâni yapışır. O sırada, hepsi seslerini yükseltirler ve derler ki (Ya Muhammed, Ya Ebel Kasım, Ya Ebel Eramil velyetama. Ya Fahrel kıyameh. Ya Fâtihal bab. Ya narın kapısını ümmetine kapayan! Ya ümmetine şefaat eden. Biz ümmetinin zayıflarıyız. Narın [Cehennemin] ateşine dayanamayız. Şefaatin ile bize imdad et. Ya Mâlik, biz ümmet-i Muhammeddeniz.) Sonra Mâlik hazretleri Cennetten tarafa teveccüh eder [döner]. Ellerini kulaklarına koyar. Müezzinler gibi yüksek ses ile nida eder ki: Ya Muhammed! Muhakkak sen, Cennette nimetler içindesin [nimetlenir haldesin]. Senin zayıf ümmetlerin Narda feryat ederler. Onların feryatına yetiş [eriş]. Zira zayıftırler. Cehennemin hararetine sabrları yoktur. O hâlde, Muhammed “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine haber gelir. Hemen seririnden [tahtından] sıçrayıp ve Burak’a biner ve buyurur, ya Burak, çabuk ol ki ümmetim zayıftırler, Cehennemin hararetine sabredemezler. Burak da ayaklarını kaldırıp, Cehennemin kenarına koyar. Muhammed “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri onların seslerini işittiği vakit, ağlarlar. Sonra Muhammed aleyhisselâm Arşın kenarına erişir. Allahü tebareke ve teâlâ hazretlerine secdeye varır. Ve şefaat eder. Allahü teâlâ ve tekaddes onların hakkındaki şefaatini kabul eder. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin şefaati ile Cehennemden kurtulurlar. O vakit, kâfir oldukları hâlde, ehl-i nar temenni ederler; ne olaydı, müslüman olup Ümmet-i Muhammedden olaydık. Allahü teâlâ hazretlerinin kavl-i şerifi buna işarettir ki [Hicr sûresi 2. âyetinde; meâlen] (Kâfirlerden, müslüman olmayı temenni etmeyen çok az kimse vardır!) buyurulmuştur.
9– Yine Ravdatü’l-ulema kitabında, 44. babda, musibete sabır beyanında; Sâbit-el Benani “rahimehullah” hazretlerinden rivayet edilmiştir. Bize nakledildi ki Osman bin Maz’un “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin bir oğlu vefat etti. Ondan dolayı üzüntüsü çok olup mahzun oldu. Evinde oturdu. Evinde bir mescid bina etti. Orada ibadet ederdi. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri işitip, buyurdu ki (Onu benim yanıma getirin. Onu Cennet ile müjdeleyin!) Sonra onu, Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” yanına götürdüler. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” ona buyurdular ki; (Bil, ya Osman ki muhakkak Cehennemin 7 kapısı vardır. Ve Cennetin 8 kapısı vardır. Cennet kapılarından her birine gittiğinde, oğlunu orada görüp, Allahü teâlâdan sana şefaat eder hâlde olduğunu görmeye razı olmaz mısın!) Osman bin Maz’un “radıyallahü teâlâ anh”, ya Resûlallah; razı oldum, dedi. Sual edildi ki ya Resûlallah! Bizim oğullarımız da böyle olur mu? Buyurdular ki (Evet olur, kıyamete kadar ümmetimden sabreden ve sevap isteyen herkese de böyledir!)
10– Yine Ravdatü’l-ulema kitabının Cuma faslı babında nakledilmiştir. Bize imam-ı Nasır-ül Harbi üstadı Amr bin Şuaybdan, o babasından, o da dedesinden “radıyallahü teâlâ anh” haber verdi. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular: (Bir âlem vardır ki beyda ve melsadır [beyaz ve düzdür]. Gümüş gibidir. Bu dünyanın 7 büyüklüğünde ve melekler ile doludur. O şekilde ki bir iğne atsan yere düşmez. Belki meleklerin üzerine düşer. Onlardan her bir melek, elinde bir âlem [bayrak] vardır ki üzerinde (Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah) yazılmıştır. Her bir Cuma gecesi toplanırlar. O âlemin etrafında Allahü tebareke ve teâlâyı tedarru ederler. Ümmet-i Muhammedin selameti üzerine duâ ederler. Sabah oluncaya kadar derler ki ya Rabbi! Ümmet-i Muhammede acı! Onlara azap etme! Çünkü, sabah olup kıyametten emin olurlar. (Ya Rabbi! Gusül edenleri, Cumaya hazırlananları affeyle, istediklerini bağışla!) diye duâ ederler. Rivayet eden der ki âlemlerin [bayraklarının] uzunluğu kırk fersah olur. Duâ ettiklerinde, ağlayarak seslerini yükseltirler. Rabbil’âlemin onlara ne istersiniz diye buyurur. Derler ki ümmet-i Muhammedi affetmeni isteriz. Allahü teâlâ ve tekaddes, (onları affettim) buyurur.
11– Yine Ravdatü’l-ulema kitabı 64. babında, Leyletü’l-Kadrin fazileti açıklanırken nakledilmiştir. Denildi ki Allahü teâlâ ve tekaddes ve azze şanühü; ümmet-i Muhammede Ramazanda beş şey verir ki onlardan başka kimseye vermemiştir.
1– Ramazanın ilk gecesi olduğu zaman, onlara [bu ümmete] rahmet nazarı ile nazar eder. Her kime ki Allahü Sübhanehü ve teâlâ rahmet nazarı ile bakar, ona azap etmez.
2– Allahü teâlâ meleklere buyurur. Bu ayda ibadetleri bırakın. Ümmet-i Muhammede istiğfar edin.
3– Allahü teâlâ şanühü Cennet meleklerinin reisi Rıdvân’a buyurur. Cenneti süsle ve kapılarını aç. Ümmet-i Muhammedden bir kimse bu ayda ölürse, cesedi gelinceye kadar, ruhu Cennete dâhil olsun.
4– Allahü teâlâ hazretleri, Cehennem meleklerinin reisi Mâlik’e, Cehennemin kapılarını bağlaması için emreder. Eğer, bu ümmetten isyan edenlerden birisi ölür ise, Ramazan ayı geçene kadar, Cehennemde azap olunmasın.
5– Allahü teâlâ, onlara Kadir gecesini verir. Hatta eğer bir kimse, o gecede Allahü teâlâ hazretlerine ibadet etse, günahlarını affeder. O gecede Cehennemden azad olur. O gecede bütün Ramazan ayı müddetince azad olanlar kadar mümin azad olur.
12– Mesabih kitabında, İsa aleyhisselâmın nüzulü [gökten inmesi] babında, sahih hadis olarak bildirilmiştir. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki (İsa bin Meryem “aleyhisselâm” gökten iner. Müminlerin emri, hazret-i İsa’ya gel bize imam ol, der. Hazret-i İsa buyurur, sizin bazınız bazınız üzerine emirsiniz.) Denildi ki ya Resûlallah, niçin o zamanda Allahü teâlâ müslümanlar üzerine emri kendilerinden yapar. Buyurdular ki (Bu ümmetin emirlerini kendilerinden kılmak, bu ümmete ikramdır ve şanlarının büyüklüğündendir.)
13– Yine Mesabih’de Haşr babında, sahih hadis olarak bildirilmiştir. Ebû Said-i Hudri “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivayet olunmuştur. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü teâlâ hazretleri [Âdem aleyhisselâma] buyurur: Ya Adem! Âdem aleyhisselâm der ki Lebbeyk, [buyur ya Rabbi!] Hayır Senin elindedir. Allahü teâlâ buyurur: Nara [Cehenneme] müstehak olanı gönder. Adem der ki nara müstehak nedir [ne kadardır]. Allahü Sübhanehü ve teâlâ hazretleri buyurur: Her 1000’de 999’u. O zaman çocuk yaşlı olur. Hamile kadının çocuğu dünyaya gelir. İnsanlar, sarhoş olmadıkları hâlde sarhoş gibi görünürler. Allahü teâlânın azâbı çok şiddetlidir.) Ya Resûlallah! Hangimiz o binde birden oluruz, diye sorduk. Buyurdu: (Bana müjdelediler. Sizden bir, Yecuc ve Mecucden bin olacaktır.) Sonra buyurdu: (Nefsim kudretinde olan Allahü teâlâya yemin ederim ki Cennet ehlinin 4’te 1’i siz olursunuz!) Biz tekbir getirdik. Sonra buyurdu: (Siz Cennet ehlinin 3’te 1’i olursunuz!) Biz yine tekbir getirdik. Sonra buyurdu: (Siz Cennet ehlinin yarısı olursunuz!) Biz yine tekbir getirdik. Müslim hadis kitabını şerh eden “rahimehullah” demiş ki bir rivayette, bir ahir hadiste buyurdular ki: (Siz Cennet ehlinin 3’te 2’si olursunuz. Cennet ehli 120 saf olacak. 80 safı ümmetimden olacaktır.)
Müslim’i şerh eden diyor ki çocuğun ihtiyarlaması, hamile kadının çocuk doğurması, bu ahval dünyadan çıkmadan öncedir. Çocuğun yaşlanması, hamile kadının çocuk doğurması, zahiri üzerine olur. Denildi ki belki bu ahval kıyamette olur. Mânâsı o demek olur ki onların üzerine dehşetli ve şiddetli bir mertebe erişir ki eğer hamile tasavvur olunsa, muhakkak doğurur. Denilir ki hamile olarak ölen kadın, hamile olduğu hâlde haşr olunur. Böyle olduğu takdirde, o hâlde çocuğunu doğurur. Nihayet sonra buyurdular ki: (Müjdeler olsun size ki şüphesiz sizden bir şahıs ehl-i Cennet, Yecuc ve Mecucden bin şahıs ehl-i nar olur!) Sonra buyurdular ki: (O Allahü teâlâ hakkı için ki benim nefsim yed-indedir. Ben rica ederim ki [Cennetlik olan bir kişi] siz olursunuz!)
Müslim şerhinde beyan olunmuş ki hadis-i şerifte (Siz) hitabları, bütün ümmettir. Birincide, ehl-i Cennetin 4’te 1’i siz olursunuz, buyurdu. 2.’de buyurdu, 3’te 1’i olursunuz. 3.’de buyurdu, yarısı olursunuz. Müslim şerhinde buyurdu: (İnsanlar arasında siz) hitabı, müslümanlaradır. İnsanlardan murad kâfirlerdir. Bazı rivayetlerde, entüm (siz) yerine el-müslimun tasırih etmiştir (müslümanlar buyurmuştur). Ve finnas (insanlar) yerine fiil küffar tasırih etmiştir (kâfirler buyurmuştur). Selmasi “rahimehullah” beyan etmiş ki (Sizin bütün insanlara nisbetle, azlık bakımından durumunuz, beyaz bir öküzün üzerinde bulunan bir siyah kıl gibidir. Bu derece az olmanıza rağmen ehl-i Cennetin yarısı olursunuz.)
14– Yine Mesabih kitabında, Havz ve şefaat babında, sahih hadis olarak nakil olunmuştur. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Muhakkak, benim havzımın iki ucunun arası İle ile Aden arasındaki mesafeden uzaktır. İle bir beldedir ki bahr-i ahmer [Kızıldeniz]in Şam tarafındadır. Oradan Adene birbuçuk aylık miktarı yol olur. Muhakkak onun bardaklarının sayısı yıldızlardan çoktur. Bir kimse kendi havzına başkalarının develerinin girmesine nasıl mâni olursa, ben de ümmetimden başkalarını havzımdan men’ ederim.) Dediler, ya Resûlallah, Siz bizi bilir misin? Buyurdular ki (Evet sizi bilirim. Sizin için bir alâmet olur ki başka ümmetlerde olmaz. Siz, yüzleriniz, elleriniz ve ayaklarınız, abdestin eserinden ak [nurlu] olduğunuz hâlde gelirsiniz.)
15– Yine Mesabih’de, aynı babın sahih hadislerinde, Enes “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden nakil olunmuştur. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Ne zaman ki kıyamet günü olur. İnsanlar arasat meydanında toplanır. Bazısı bazısından yana dalga vurur, birbirine karışırlar. Sonra Âdem aleyhisselâma gelirler ve derler ki Rabbinden şefaat eyle. Hazret-i Adem der ki ben şefaate ehil değilim. Lakin, İbrahim aleyhisselâma gidin ki muhakkak o Halil-ül rahmandır. Sonra İbrahim aleyhisselâma gelirler. O da der ki ben şefaate ehil değilim. Musa aleyhisselâma gidin. Muhakkak o kelimullahtır. Sonra Musa aleyhisselâma gelirler. O da der ki ben şefaate ehil değilim. Lakin İsa aleyhisselâma gidin ki muhakkak o, ruhullahtır ve kelimetullahtır. Sonra İsa aleyhisselâma gelirler. O da der ki ben şefaate ehil değilim. Lakin, Muhammed Mustafa “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine gidin. Sonra bana gelirler. Ben derim. Ben şefaate ehilim. Sonra şefaat üzerine izin taleb ederim. Bana izin verilir. Rabbimin bana ilham ettiği hamdler ile hamd ederim. Bu anda o hamdler hıfzımda değildir. Sonra, Allahü tebareke ve teâlâ hazretlerine o hamdler ile hamdler ederim. Sonra, secde ederim. Rabbime secde ettiğim hâlde bana buyurur: Ya Muhammed! Kaldır başını, söyle işitilir, sual eyle cevap verilir. Şefaat eyle, şefaatin kabul olunur. Sonra ben derim ki ya Rabbi! (Ümmeti, ümmeti). Rahmet et ümmetime. Ve tafdil et onların üzerine kerametle. Tekrar buyurmaları, te’kitten dolayı veya nida içindir. Böylece ümmeti kendine yakîn olsunlar. Ateş onlara yakîn olmasın. Zira nur-i şerifleri ateşi söndürür. Sonra bana denilir, (Git ve çıkar ateşten o kimseyi ki kalbinde zerre miktarı veya hardal tanesi kadar imanı olsun!)
Müslim hadis kitabını şerh eden beyan etmiştir ki imandan murad, amal-ı zaidedir [işlerin, amelin fazlalığıdır]. Zerre miktarı imanda, nefsin tasdiki üzerine, fazladan zahir veya batın ameli bulunur. Zira, sadece imanı olup amelden bir fazlalığı olmayanlara şefaat izini olmaz. Yanında amelden hiçbir şeyi olmayıp [yani hiç amel yapmayıp], sadece imanı olan kimsenin işi, Allahü tebareke ve teâlânın rahmetine kalmıştır. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: Ben de giderim. Her kimin kalbinde arpa miktarı imanı var ise, nardan [Cehennemden] çıkarırım. Sonra avdet ederim. O hamdler ile hamd ederim ve secde eylerim. Bana denilir ki ya Muhammed, başını kaldır! Söyle işitilir. Sual et, cevap verilir. Şefaat et, şefaatin kabul olunur. Ben derim: Ya Rabbi! Ümmetime rahmet et. Denilir ki git, kalbinde bir zerre veya bir hardal tanesi miktarı imanı olan kimseyi nardan çıkar. Zerre, ufacık sarı karıncaya derler. Veya bacadan giren güneş ışığında görülen tozların bir tanesine zerre derler. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: Ben de giderim. Kalbinde zerre miktarı imanı olanı çıkarırım. Yine gelirim, secdeye varıp, niyaz ederim. Bana denilir, git, her kimin kalbinde, pek cüzi, pek cüzi, pek cüzi hardal tanesi miktarı imanı olursa, nardan çıkar. Pek cüzinin tekrarı mübalağa içindir. Sonra varırım, nardan çıkarırım. Sonra dönerim. Dördüncü kere ben derim ki: Ya Rabbi, Lâ ilâhe illallah, diyen kimselere şefaat etmem için bana izin ver!
Selmasi “rahimehullah” demiştir ki ben rica ederim, bunlardan murad o kimselerdir ki ömürlerinde bir amel işlememişlerdir ki onunla rahmete kavuşsun ve nardan [Cehennemden] kurtulmaya müstehak olsun. Dünyada bu kelime-i tayyipeyi demiştir. Sonra bu kimsenin şefaate ihtiyacı da çoktur. Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri buyurur: Onları nardan çıkarmak senin üzerine değil, velakin, izzetim ve celalim ve kibriyam hakkı için, elbette o kimseyi, Lâ ilâhe illallah, dediği için ben çıkarırım.
Halhali “rahimehullah” buyurmuşlar ki Allahü tebareke ve teâlâ hazretlerinin (Leyse zalike) kavl-i şerifinin iki mânâsı olabilir. Birisi; Lâ ilâhe illallah diyen kimseyi, nardan çıkarmak için sana şefaat etmeye izin verilmiş ise de, bu iş sana bırakılmamıştır. İkinci mânâsı odur ki onlar hakkında sana şefaat izini yoktur. Ancak ben onları fadl ve keremimle affederim. Bu manaya göre; hayırlı amel işlemeyen kimsenin nardan [Cehennemden] çıkarılması şefaat ile mümkün olmayıp, onun işi Allahü teâlânın lütf ve keremine kalmıştır.
16– Yine Mesabih’de, Seyyidi’l Mürselin “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin faziletleri babında, sahih hadis-i şerif olarak rivayet olunmuştur. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Allahü teâlâ hazretleri arzı [yeryüzünü] benim için cem etti [küçülttü]. Ben yeryüzünün [arzın] doğusunu batısını gördüm. Muhakkak benim ümmetimin mülkü arzdan [yeryüzünden] bana gösterilen yere kadar yayilacaktır. Bana kırmızı ve beyaz olmak üzere iki hazine verildi.)
Türpüşti “rahimehullah” demiştir ki bundan kasıt edilen altın ile gümüştür. Onun için ki Kisra [İran] milletinin ve memleketinin nakt parasının çoğu altın, Kayser [Bizans] milletinin ve memleketinin nakt parasının çoğu da gümüştür.
(Ben Rabbimden, ümmetimi umumi kıtlık ile helak etmemesini, eğer İslam beldesinde kıtlık vaki olursa, az bir yerde olsun; istedim. Ve ırzlarına dokunmamaları için, nefslerinden başka düşman musallat etmemesini, istedim. Rabbim bana buyurdu: Ya Muhammed! Muhakkak ben bir hüküm etsem, elbette o red olunmaz. Ben sana, vaat verdim, ümmetin için ki onları umumi kıtlık ile helak etmem. Onlar üzerine nefslerinden gayri, nefslerine dokunmasınlar diye düşman musallat etmem. Onlar birbiri arasında muharebe ederlerse, onların düşmanları, onların kendileridir. Bazısı bazısını helak eder. Bazısı bazısını esir eder.)
Tayyibi “rahimehullah” demiştir ki; bu ümmetin ayıp kirleri ve günah pislikleri, yine bu ümmetin elleri ile temizlenir. Bazısı bazısını temizler. Zira müminlerin bazıları bazılarının evliyasıdır [yardımcısıdır]. Eğer mümin mümine bir şeyde yardımcı olsa, o suretle yardımcıdır. Eğer mümin mümine eziyet etse, o suretle yardımcıdır. Zira o şey mümine eriştikte, yani mümin eziyet gördükte, günahlarına kefarettir. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri bunun için, ümmeti arasındaki anlaşmazlıklarda duâ için men’ olundular.
17– Yine Mesabih kitabının sahih hadislerinde, yukarıdaki hadis-i şerifin akabinde, Sad “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden nakledilmiştir. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri Medine-i münevverede Benu Muaviye mescidine teşrif buyurdular. O mescitte iki rekat namaz kıldı. Biz de beraber kıldık. Uzun bir duâ etti. Sonra döndü ve buyurdu ki: (Rabbimden 3 şey istedim. İkisini bana verdi. Birisinden beni men’ etti. Ümmetimi umumi kıtlık ile helak etmemesini istedim. Suda boğulmakla helak etmemesini istedim. Bunları bana verdi.) Mefatih sahibi “rahimehullah” beyan etmiş ki suda boğulmaktan murad, umumi boğulmadır. Yani Rabbimden ümmetimin hepsini, suda, Firavun’un kavmini denizde, Nuh aleyhisselâmın kavmini tufanda boğması gibi, boğmaması istedim; demektir. (Ümmetimin arasında harblerin olmamasını istedim. Beni men’ etti) buyurdu.
18– Yine Mesabih kitabında aynı babda Hasan hadis olarak bildiriliyor. Habbab bin Eret “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivayet olunmuştur. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri namaz kıldı ve namazı uzattı. [Yani uzun okuyarak kıldı.] Dediler; ya Resûlallah! Bir namaz kıldın ki böyle uzun namaz kılmamış idin. Buyurdular ki: (Evet, bu namaz rağbet ve heybet namazıdır!) Mefatih kitabının sahibi beyan etmiştir: Bir namazdır ki onda Allahü tebareke ve teâlâ hazretlerine rağbet vardır. Yani Allahü teâlâ hazretlerinden korku vardır. Yani hudu ve huşû vardır. Bu ümmete şunu öğretmektedir ki onlara bir yaramazlık [musibet] ulaşsa, Allahü teâlâ hazretlerinden korkarak ve ona sığınarak, namaz kılsınlar. Böylece, o zarar, Allahü teâlâ hazretlerinin fadlı ve rahmeti ile ondan gitsin. Lütf ve keremiyle maksatları hâsıl olur. (Ben Allahü teâlâ hazretlerinden, ümmetim için üç şey istedim. İkisini bana verdi. Kendilerinden başka düşman musallat etmemesini, umumi kıtlık ile helak etmemesini istedim; bana verdi. Bazısının bazısına zarar vermemesini ve katl etmemesini istedim. Bunu benden men’ etti.)
19– Yine Mesabih’de Hasan olarak nakil olunan hadis-i şerifin akabinde, Ebû Mâlik-el Eş’arî “radıyallâhu anh” hazretlerinden nakledilmiştir. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular: (Muhakkak Allahü teâlâ azze ve celle sizi üç hasletten affetti.) Mefatih sahibi “rahimehullahü teâlâ” demiştir ki (Hadis-i şerifte geçen hılal kelimesi, haslet mânâsına gelen, “Halk” kelimesinin çoğuludur. Yani Allahü teâlâ azze ve celle, ikram ederek, sizi 3 zarardan korudu. Peygamberiniz sizin üzerinize beddua etmez. Yoksa, cümleniz helak olursunuz. Ehl-i batıl ehl-i Hak üzerine galip olmaz. Türpüşti “rahimehullah” demiştir ki buradan ehl-i hakkın tamamen ortadan silinmiyeceği, hiç olmazsa bir cemaatin daima bulunacağı anlaşılır. Çünkü, Allahü teâlâ, Resûlüne bu dini kıyamete kadar koruyacağına söz vermiştir [kefil olmuştur]. 3.’sü, dalalet üzerine birleşmenizden korudu. )
20– Yine o hadis-i şerifin akabinde, Avf bin Mâlik “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivayet edilmiştir. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü tebareke ve teâlâ hazretleri, bu ümmet üzerine, biri kendilerinden, biri de düşmanlarından olmak üzere iki kılıcı cem etmez!) Mefatih sahibi demiştir: Yani hem müslümanlar ve hem de kâfirler ile bu ümmet aynı anda muharebe etmez. Müslümanlar ya kendi aralarında veya kâfirler ile harp eder.
21– Yine Mesabih kitabında, o babın Hasanınde, Amr bin Kays “radıyallâhu anh” hazretlerinden rivayet edilmiştir. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Biz dünyaya gelmekte ahirleriz [sondayız]. Kıyamet gününde, Cennete girmekte ve sair faziletlerde sabıklarız [öndeyiz]. Söyleyeceğim sözler ile öğünmüyorum. İbrahim Halilullah, Musa Kelimullahtır ve ben Habîbullahım. Kıyamet günü liva-i hamd benim elimdedir. Allahü tebareke ve teâlâ hazretleri bana vaat etti ümmetimin şanında ve onları üç şeyden halas etti. Umumi kıtlıktan, düşmanın tamamen helak etmesinden, dalalet üzerine birleşmelerinden korudu.)
22– Yine Mesabih’de o babın Hasanınde, Kab-ül Ahbar “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivayet edilmiştir. Tevrattan hikaye eder. Buyurdu ki Tevratta yazılmış bulduk: Muhammed “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem”, Allahü teâlânın Resûlüdür. Benim seçilmiş kulumdur. Cefa edici, hakkı kötüleyici değildir. Kaba değildir. Kelbiden menkuldür: Sözde ve kalp filinde kaba değildir. Sokaklarda bağırıcı değildir. Kötülüğe kötülükle karşılık verici değildir. Fakat affedicidir. Merhametlidir. Doğum yeri Mekkedir. Hicret yeri Tayyibe [Medine]dir. Mülkü Şam’dır.
Halhali “rahimehullahü teâlâ” demiştir ki mülkten murad nübüvvet ve dindir. Yani dini bütün beldelere yayılır. Şam ehli Resûlullaha önce tabi olmakta ve kâfirlere galip olmakta öncedir. Kâfirler onun üzerine galip olmaktan emin olmadı. Ümmeti çok hamd edicidirler. Allahü teâlâ hazretlerine gizli aşikar her yerde hamd ederler. Yüksek yerlerde tekbir getirirler. Allahü teâlâ hazretlerinin Âzamet ve kudretinde hayrette kalırlar. Şemse [güneşe] raidirler. [Rai: koruyan, çoban demektir.] Mefatih kitabının sahibi demiştir ki; ruat, rainin cemidir. Güneşi gözetliyenlerden murad, o kimselerdir ki namaz vakitlerini hıfz ederler. Şemsin [güneşin] doğuşu ile ve batışı ve seyrine [hareketine] bakarak, namaz vaktini bilirler. Namazları vaktinde kılarlar. Bedenlerinde; diz ile topuk arasındaki kısma kadar izar bağlarlar. Bedenlerinin etrafını, yüzlerini ve kulaklarını, başlarını ve ayaklarını yıkayarak abdest alırlar. Müezzinleri, yüksek yerlerde ezan okur. Muharebedeki safları ile namazdaki safları aynıdır.
Tayyibi “rahimehullah” demiştir: Teşbih olundu. Cemaat ile namazda olan saflar, nefs-i emmare ile ve şeytan ile mücahede sebebi ile olduğundan, din düşmanları ile muharebe ve mücahede saflarına benzer şeklinde tabir buyurdular. Bu açıklamadan ötürü bunlardan her benzeyen ve benzetilen olabilir. Belki salât safının zikrini sona almakla, benzetilen yapılması tercih edilmiştir. Çünkü, namaz safındaki cihat, cihat-ı ekberdir. Onların sesi, Tesbih ve tehlil, kıraat-ı Kurân-ı azim ve zikir okumakla bal arısının sesi gibidir.
23– Sûre-i Enbiya’nın sonunda [105. âyet-i kerimesinde meâlen], (Biz Tevrattan sonra, Davudün Zeburunda yazdık ki arz-ı Cennete benim salih kullarım varis olur!) buyurulmaktadır. Bu âyet-i kerimenin tefsirinde Muhyissünne İmam-ı Begavi “rahimehullah” hazretleri (Mealimüt-tenzil) kitabında buyurmuştur: Said bin Cübeyr “radıyallahü teâlâ anh” ve Mücahid “rahimehullah” buyurmuşlar ki Zebur, gökten indirilen kitaplardandır. Zikir, ümm-ül kitaptır; Allahü teâlâ hazretlerinin katındadır. (Bundan sonra onun zikri levh-i mahfuzda yazıldı) demektir. Şüphesiz ki yeryüzü salih kullara miras bırakılır. Mücahit dedi ki ümmet-i Muhammed varistirler. Delili, Allahü teâlâ kavl-i şerifinde: [Zümer sûresi 74. âyetinde meâlen] (Allahü teâlâya hamd olsun ki bize vaadini yerine getirdi. Bizi arza [Cennete] varis kıldı!) buyurmuştur.
İbni Abbas “radıyallâhu anhüma” buyurdu: Murad odur ki kâfirlerin hakim oldukları toprakları müslümanlar alır. Bu, Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerinin dininin izharı ile ve müslümanların izazı ile bildirilmiş olur. Denildi ki arzdan, arz-ı Mukaddeseyi irâde [kasıt] etti. “Muhakkak ki bu Kuranda (Belag) vardır. Buradaki (Belag) maksuda kavuşmak demektir. Yani her kim ki Kurân-ı azime ittiba eder ve onunla amel eder, umduğu sevaba [karşılığa] kavuşur. Denildi ki belagan, yani kifâye vardır ve denilir ki bu şeyde belag ve belige vardır, deriz. Yani kifâye vardır. Kurân-ı azim ise Cennet azığıdır. Misafirin belagı gibi. İbadet edenlerden maksat ise, o müminler ki Allahü teâlâya ibadet edenlerdir. İbni Abbas “radıyallahü teâlâ anhüma” (âlimler) olarak açıkladı. Kab-ül ahbar ise, ümmet-i Muhammedin, beş vakit namaz kılanları ve oruç tutanlarıdır, diye açıkladı.
24– Bir fârisî risaleden tercüme olunmuştur: Hazret-i Süleyman “alâ nebiyina aleyhissalatü vesselâm” bir gün, deniz kenarında oturmuşlar idi. Bir karıncanın geldiğini gördü. Ağzında bir yeşil yaprak tutardı. Deniz kenarına ulaştı. Sudan bir kurbağa çıktı. O yaprağı karıncadan alıp, denize döndü. Karınca geri döndü. Karıncadan sordular ki bunun hikmeti nedir. Karınca cevap verdi ki bu deryanın ortasında, Allahü Sübhanehü ve teâlâ hazretleri bir taş halk etmiştir. O taşın arasında [içinde] bir kurdcağız [böcek] halk etmiştir. Beni onun rızkına sebep etmiştir. Ben her gün o nesneyi, ona yetecek kadar rızkı getiririm. Deniz kenarına ulaştırırım. Allahü teâlâ hazretlerinin, kurbağa suretinde yarattığı bir meleği o rızkı benden alır, o kurdcağıza [böceğe] verir. O böcek, Allahü tebareke ve teâlâ hazretlerinin kudreti ile fasih dil ile söyler ki; Sübhânallah ki beni halk etti, deniz ortasında ve taş arasında bana mekan verdi. Benim rızkımı unutmadı. İlâhî, ümmet-i Muhammedi ümidsiz etme!
25– (Mesabih) de, Kitap ve sünnete sıkı sarılmak babının Hasan hadisler kısmında, Bilal bin Haris-el Müzeni “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivayet edilmiştir. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Bir kimse, benim terkedilmiş veya unutulmuş sünnetlerimden bir sünnetimi, mesela cemaat ile namaz kılmak gibi, bayram namazı gibi, Kurân-ı azim-üş-şanı kıraat etmek gibi ve ilim tahsili gibi, ihya etse, kendi amel etmekle, ya ondan yana tergib ile muhakkak o kimseye, onunla amel edenlerin ecri kadar onların ecrlerinden bir şey noksan olmaksızın, ecîr verilir. Bir kimse, bidat, dalalet ihtas etse [çıkarsa] ki Allahü tebareke ve teâlâ ve Resûlü ona razı olmaz.)
Bidat iki nev’dir. Biri Hasenâtir. İmamların ihtas ettikleri adet-i Hasenâtir. Mesela minare gibi. Birisi seyiedir. İmamların inkar ettikleri bidatlerdir. Kabir üzerine bina etmek gibi. Bidati ihdas eden kimsenin üzerine, onunla amel edenlerin günahları da yüklenir ve onların günahından bir şeyi eksilmez.
26– Yine o babın Hasan hadisler kısmında, Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivayet edilmiştir. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Siz öyle bir zamanda geldiniz ki Allahü teâlânın emirlerinden onda dokuzunu yapıp, birini yapmazsanız helak olursunuz! Cehenneme gidersiniz! Bir zaman gelecek ki o zamanın müminleri, emirlerin birini yapabilip, dokuzunu bıraksalar, Cehennemden kurtulurlar! O zamanda imanı olanlara müjdeler olsun!)
Türpüşti “rahimehullahü teâlâ” beyan etmiş ki bu kavli sarf etmek, bütün emirler için caiz değildir. [Yani emrolunanların hepsi için değildir.] Zira muhakkak biz biliriz, dinin aslında bildirildiği gibi öyle emirler vardır ki müminlerden hiçbir fert onu terkedemez. Onu ihmal etmek için özür makbul olmaz. O farzlar kendisini ilgilendirir. Bunlardan muaf olamaz. Bu hadis-i şerif emr-i maruf ve nehy-i münker içindir. Yani, muhakkak siz bir zamandasınız ki sizden biriniz, emr-i maruf ve nehy-i münkerden emrolunanların onda birini terketse helak olur. Zira muhakkak din kuvvetlenmiş, hak meydana çıkmıştır. Dinin yardımcıları çoktur. Sizden biriniz mazur olmaz. Gevşekliği özür olmaz. Fakat, fesat zamanında, fitneler çoğaldığında Hak gizli olur. O zaman böyle değildir.
27– Yine Mesabih kitabının ilim bölümünde, Hasan hadislerden biri, Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivayet olunmuştur. İmam-ı Begavi buyurmuş ki bize erişmiştir. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü teâlâ azze ve celle hazretleri, bu ümmet için, her 100 senenin başında 1 müceddid gönderir. Bu dini kuvvetlendirir!) Yani ilim azalsa, mübtediler galip olsa [bidat sahipleri çoğalsa], Allahü tebareke ve teâlâ hazretleri Rabbânî ilim sahibi âlime tevfik verir ki insanlara dini ilimleri talim eder ve beyan eder. Böylece, sünnet bidatten ayrılır. Dinin emirlerini hakkı ile yapanlar çoğalır. Bu, Allahü teâlâ hazretlerinin bu ümmete bir lütfudur.
28– Yine Mesabih-i şerif kitabının, Taharet bölümünün, sahih hadisler kısmında, Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivayet olunmuştur. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Benim ümmetim, kıyamet günü davet olunduklarında [çağrıldıklarında], abdestin tesiri ile yüzleri, kol ve ayakları, beyaz ve nurludur. Beyazlığını çoğaltabilen çoğaltsın!) Şârih [Mesabihi şerh eden] “rahimehullahü teâlâ” beyan etmiştir ki davet olunurlar kavl-i şerifinden murad, ihtimaldir ki isimlendirilmiş olmaktır. Yani benim ümmetime, ey yüz, kol ve ayakları beyaz olanlar, Cennete dâhil olunuz, denilir. Demek olur ki benim ümmetim, yüz, kol ve ayakları beyaz oldukları hâlde, Cennetten yana çağrılırlar.
Müslim kitabını şerh eden “rahimehullahü teâlâ” demiştir ki bazıları bu hadis-i şerif ile bunun üzerine istidlal etmiştir ki muhakkak abdest bu ümmetin hasaisindendir. Bazıları dediler ki abdest bu ümmete mahsus değildir. Abdest uzuvlarının beyaz ve nurlu olması bu ümmete mahsustur. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, abdest aldıktan sonra buyurmuştur ki: (Bu benim ve benden evvel gelen Peygamberlerin abdestidir!) Bu hadis-i şerif zayıftır. Sahih olduğu takdirde, Enbiya “alâ nebiyina aleyhissalatü vesselâm” hazretleri, kendileri abdest alıp, ümmetleri abdest almamış olma ihtimali vardır, şeklinde cevap verildi. Yine hadis-i şerifin akabinde, Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivayet olunmuştur. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Müminin abdest suyu eriştiği yerine, hilye de erişir!) Yani nur, abdest alınan uzuv üzerine ulaşır. Hilye; nur, beyazlık demektir.
29– Yine Mesabih-i şerif’de Savm [oruç] bölümünün, sahih hadisler kısmında, nakil olunmuştur. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Bizim orucumuz ile ehl-i kitabın orucu arasındaki fark, sahur yemeğidir!) (Müslim) kitabını şerh eden “rahimehullah” beyan etmiştir ki bizim savmımız ile ehl-i kitabın savmının arasındaki fark sahur yemeğidir. Zira onlar sahura kalkmazlar ve bizde sahur müstehaptır. (Ekletül sehari), sahur yemeye derler. (Gudve) ve (aşve), yenilen şey çok da olsa sabah ve akşam yemeğidir. Hemzenin ötresi ile ükleten okunursa, bir lokma anlamına gelir. (Ekle) kelimesinin başındaki hemze fethâlıdır. Yani (Ekleten) diye okunur. Bir kere yemek demektir. Kadı “rahimehullah” bu hadis-i şerifteki (ekleten] kelimesini; (ükleten) diye okumuş, böyle olduğunu söylemiştir. Doğru olanı fetha ile (ekleten) şeklinde okunmasıdır. Zira, burada maksat odur.
Mefatih sahibi “rahimehullah” beyan etmiş ki yemek, içmek ve cima, Beni İsrail üzerine, oruçları gecelerinde uyuduktan sonra haram idi; onlara caiz değildi. Onlara akşam uyuyuncaya kadar caiz idi. İslamiyetin başlangıcında da böyle idi. Sonra Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri fecre kadar yemek, içmek ve cimaa izin verdi.
30– Yine Mesabih’in Kur’ân-ı Kerîmin faziletleri bölümünün Hasan hadisler kısmında rivayet edilmiştir. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri, arzı ve semavatı yaratmazdan bin sene evvel, Taha ve Yasin surelerini meleklere okudu. Yani mânâlarını ilham etti. Ne vakit ki melekler Kurân-ı azim-üş-şanı işittiler, dediler, ne güzel bir hayattır ki Tuba ağacı o ümmet için olsun ki bu Kurân-ı azim onların üzerine nazil olur; bu Kurân-ı hakimi yüklenen kalplere ve okuyan dillere müjdeler olsun!)
31– Mesabih’de aynı faslın Hasan hadisler kısmında, Übey bin Kab “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivayet olunmuştur. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ben ümmi bir ümmet üzerine gönderildim!) Mefatih kitabının sahibi beyan etmiş [açıklamıştır]ki ümmi lügatte mensubdur. Araplarda okuma ve yazma bilmeyendir. Her kim ki okumak ve yazmak bilmez, o kimselere denir. Yani anadan doğduğu hal üzere kalmıştır. Onlardan bazısı kadın, bazısı ihtiyar erkek, bazısı çocuktur, yani küçüktür. Bazı kişiler asla okumamıştır. Mefatih kitabının sahibi demiştir. Eğer bir kıraat üzere okusam, ümmet okumaya kadir olmazlar. Zira insanlardan birkaç kimsenin dili bir tarafa maildir. Anlatmaya kadir olmaz. O kimsenin dili idgama maildir. O kimse ki dili, izhara maildir. Bunların gayri gibi.
Cebrâil aleyhisselâm buyurdu: Ya Muhammed! Muhakkak Kur’ân-ı Kerîm yedi harf üzerine nazil oldu. Bir rivayette buyurdu, bu harflerden her biri şifa vericidir. Yani bunlardan her biri kıraat eden karilerin sadr [göğüs]larına, illetlerine, hastalıklarına şifa verir. Muradları hâsıl olur. [Hadis-i şerifte buyuruldu: (Önce inen kitaplar, bir harf, yani kelime idi ve bir şeyi bildirirlerdi. Kur’ân-ı Kerîm yedi harf üzerine nazil oldu. Yedi şey bildirmektedir. Zecr (yasak), Emir, Helal, Haram, Muhkem (açık bildirilenler), müteşabih (açıkça anlaşılamayan) ve misaller. Bunlardan, helali helal biliniz! Haramı haram biliniz! Emredilenleri yapınız! Yasak edilenlerden sakınınız! Misal ve hikaye olanlardan ibret alınız! Muhkem olanlara uyunuz. Müteşabih olanlara inanınız. Bunlara inandık. Hepsini Rabbimiz bildirmiştir, deyiniz!)
Mefatih kitabının sahibi bu vechle beyan etmiştir. Bazı şarihler demişlerdir ki (Kafiye kelimesi, ecrde) Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin sıdkına hüccet olmakta mucize olduğu içindir.
32– Yine Mesabih’de, Deavat [dualar] bölümünün, sahih hadisler sonunda, Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivayet olunmuştur. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Her nebî için bir davet-i müstecabe vardır. [Her Peygamberin bir duâsı kabul olundu.] Her Peygamber duâsının kabul olunması için acele etti. Peygamberler “alâ nebiyyinâ ve aleyhissâlatü vesselâm”, Allahü tebareke ve teâlâya, ümmetleri üzerine denizde boğulmaları, suda gark olmaları, zelzele, sayha, taş atılması, kötü şekle girmek ve yere batması gibi; felaketleri için duâ ettiler. Ben duamı; ümmetim üzerine şefaat etmek için sakladım. Allahü teâlâya şirk koşmadan ölmüş olan kimseye, benim şefaatimi Allahü teâlâ kabul eder.)
Müslim hadis kitabını şerh eden demiştir ki inşaallah buyurdukları, temenni ve teberrük içindir. Allahü Sübhanehü ve teâlâ hazretlerinin şu emr-i şerifine imtisalen buyurdu: (Yarın ben şu işi yaparım demeyin, inşaallah yaparım deyin.) [Kehf 23 veya 24. âyet-i kerime meali.] Bazı şarihler buyurmuşlar ki bu hadis-i şerifte, müminlerin asilerinin Cehennemde sonsuz kalmayacaklarına delil vardır. Zira, şefaat hastalığa ilaç gibidir. İlac, ruh sahibi olan diri kimseye şifa verir. İman ruh gibidir. Günah hastalık gibidir. Şirk, Allahü teâlâ muhafaza etsin, ruhsuz meyit gibidir. Madem ruh vardır. İlac fayda verir. Ruh çıktıktan sonra ilaç da faydasız kalır.
33– Yine Mesabih’de; Tesbih, tahmid, tehlilin sevâbı babında bildirilen Hasan hadis-i şeriflerde; Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Miraç gecesi, İbrahim aleyhisselâm ile karşılaştım. Bana dedi, ya Muhammed! Benden, ümmetine selam söyle! Onlara haber ver ki muhakkak Cennetin toprağı tayyipdir. Suyu tatlıdır. Zemini düz ve ağaçsız olduğundan, oraya dikilen fidanın, Sübhânallahi velhamdülillahi ve lâ ilâhe illallahü vallahü ekber olduğunu haber ver.) Türpüşti “rahimehullahü teâlâ” demiş ki fidan tayyib (temiz) toprakta yetişir. Tatlı su ile gelışır. Ekinin iyisi düz ve ağaçsız arazide olur. Bu kelimeleri söyleyen Cennete varis olur, buyurulmuştur. Cennette ağaç dikmek için uğraşmak boşa gitmez. Zira oradaki ekinin telef olması, çabuk çürümesi yoktur.
34– Yine Mesabih’de, Hesap, kısas ve Mîzan babında, Hasan hadis olarak bildiriliyor. Ebû Emame “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivayet olunmuştur. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden işittim. Buyurdular ki: (Rabbim bana ümmetimden 70 bin kimseyi, hesap ve azap olunmadan Cennete dâhil etmeyi vaat etti. Bunlardan her bin ile 70 bin kişi dahi ve Rabbimin avuçları ile üç avuç miktarı kimseler Cennete girer!) Müslim kitabını şerh eden demiştir ki (avuç, avuç) kavl-i şerifinden murad, ümmetin Cennete çok gireceğinden, mübalagadır. Yoksa avuç ve ölçü Allahü teâlâ için yoktur. Allahü teâlâ mahluklara ait şeylerden münezzehtir, uzaktır. Buradaki mübalagadan maksat, hadsiz ve hududsuzdur. Bu ümmetten hesap ve azap görmeden Cennete girenlerin çok olduğu bildirilmektedir. Fakat bu, Allahü teâlânın rahmet deryasının genişliğine nisbeten bir avuç buğday menzilesindedir.
35– Yine Mesabih’de, o hadis-i şerif yazıldıktan sonra, bir hadis-i şerif rivayet olunmuştur. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Muhakkak ki Allahü teâlâ kıyamet günü insanlar arasından ümmetimden birini seçer. Onun için, her birinin uzunluğu gözün görebildiği yere kadar olan 99 amel defteri neşreder [ortaya çıkarır, açar].) (Eseriden nakledilmiştir ki bu her amel defterinin genişliği ve uzunluğu, insanın gözünün görebildiği yere kadardır.) Sonra, Allahü teâlâ o kimseye, [bu amel defterinde] yazılı olanlardan bir şeyi inkar edebilir misin. Sana benim Hafaza meleklerim zulüm ettiler mi, diye sorar. O kimse der ki; hayır ya Rabbi! Sonra Allahü teâlâ hazretleri buyurur ki; senin için bir özür var mıdır. O kul; hayır ya Rabbi, der. Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri buyurur ki; Evet muhakkak ki bizim indimizde senin için bir Hasana vardır. Bugün asla sana zulüm edilmez. Sonra Allahü teâlâ, üzerinde “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlüh” yazılı olan bir kağıt çıkarır. O kimseye; terazini hazırla buyurur. O kul, ya Rabbi, bu amel defterlerinin yanında bu kağıtın ağırlığı ne olur ki der. Allahü teâlâ buyurur ki bugün sana asla zulüm olunmaz.) Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri sözlerine devamla buyurdular ki; (Sonra amel defterleri bir kefeye, o kağıt bir kefeye konur. Amel defteri hafif, o kağıt ağır gelir.) Allahü teâlânın tevhidini bildiren kelime-i tevhid karşısında mâsiyetten hiçbir şey ağır gelemez. Bilakis kelime-i tevhid bütün mâsiyetler karşısında ağır gelir.
36– Yine Mesabih kitabının Kur’ân-ı Kerîmin faziletleri bölümünün Hasan hadisler faslının evvelinde, Ebû Said-il Hudri “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivayet edilmiştir. Buyurdu ki; ben muhacirlerin fakirlerinden bir cemaat ile oturuyordum. Bazılarının üzerini elbiseleri örtmediği için, birbirlerini siper ederler idi. Bir kari yanımızda Kur’ân-ı Kerîm okuyordu. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” o sırada gelip, yanımızda durdu. O kari sükut etti [sustu]. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” selam verdi. Sonra buyurdu: (Siz ne işlersiniz [ne yapıyorsunuz]) . Biz dedik ki (Kitabullahı dinliyorduk.) Buyurdu ki: (Allahü teâlâya hamd olsun ki ümmetimden beraber bulunmaya emrolunduğum kimseler kıldı.)
Mefatih kitabının sahibi beyan etmiştir. Allahü teâlâya hamd olsun ki ümmetimden salihler, fakirler ve kendine yakîn kıldığı bir zümre yarattı. Onları kendine çok yakîn kılması sebebiyle bana onlarla birlikte bulunmaya sabır etmemi emretti. [Kehf sûresi 28. âyetinde meâlen] (Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek, Ona yalvaranlarla beraber sen de sabır et. Dünya hayatının güzelliklerini isteyerek, gözlerini o kimselerden ayırma. Bizi anmaktan gafil kıldığımız ve işinde aşırı giderek hevesine uyan kimseye uyma) buyurdu. Bu âyet-i kerimedeki sabır, habs (hakim olmak) demektir. “Sabah akşam Rablerinin rızasını dilerler” buyurulmasını müfessirler, Onlar Kur’ân-ı Kerîmi ve ahkâm-ı İslamiyeyi sabah ve akşam senden öğrenirler demektir, diye tefsir etmişlerdir. Âyet-i kerimede “Onun vechini isterler” buyurulmasını ise, (Onlar Allahü teâlânın rızasını taleb ederler) diye tefsir etmişlerdir. “Gözlerini onlardan çevirme” buyurulmasını da, gözlerini, bakışlarını onlardan çevirip, zenginler tarafına bakma, diye tefsir etmişlerdir.
1 Yorum