Sual: Hazreti Ali’nin “radiyallahu anh” doğumları nasıl oldu?
Cevap: Menakıb-ı Çihar Yar-ı Güzin kitabında diyor ki;
Doğumları Mekke-i mükerremede vaki olmuştur. [Hicretten 23 sene evvel tevellüd etmiştir.] Fil vak’asından 30, İskenderden 911 sene ve Perviz’in padişahlığından 8 sene geçmiş idi. Validesi Fâtıma hatun binti Esed bin Haşim, bir gece rüyada gördü ki evi nur ile doldu. Kabe’nin etrafında olan dağlar Kâbeye secde ediyorlardı. Eline 4 kılınç verdiler. Elinden düşüp dört yana dağıldılar. Biri suya düştü. Biri havaya uçup gitti. Biri elinden düşüp kırıldı. Biri elinde bir aslan olup hem kaçar. Hem dağlara düşer. Heybetinden bütün mahluklar kaçarlar. Beni ademden bir kimse yanına yaklaşamaz. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri o aslanın yanına varıp ve tutup, kendine boyun eğdirir. Aslan ona itaat eder. Mübarek ayaklarına yüzünü ve gözünü sürüp, hizmet-i şeriflerinden ayrılmaz. Bu rüyadan 4 ay geçmiş idi. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” Fâtıma hatunun benzine bakıp, anladı. Dedi ki ey ana! Halin nedir. Yüzünde bir değişiklik vardır. Dedi ki ey oğul! Hamileyim. Himmet et, oğlum olsun. Bana bağışlar isen, ben de sana duâ ederim, dedi. Fâtıma hatun, ey oğul, vallahi bu oğlanı sana nezrettim. Senin olsun, dedi. Ebû Talib de kabul edip, o da, ben de sana bu oğlanı nezrettim, ey oğul, dedi. Hemen Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri duâ edip, vücuda gelen o oğlan Ali Mürteda oldu. Çünkü 9 ay hamilelik tamam oldu. Dünya mülküne hazret-i Alinin nuru direk gibi göründü. Ravi der ki; hazret-i Ali doğduğu zaman, Peygamber-i Hüda “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” geldi. Mübarek parmağı ile mübarek ağzının tükrüğünden alıp, hazret-i Alinin ağzına koydu. O da o mübarek ağız suyunu yuttu. Bu sebeple her sözü hikmet oldu. İlmi kemalde oldu. Afv, kudret, saadet ve keramet sahibi oldu. Hem zafer ve nusretin sultanı oldu. Züht, takva, vera, fadl, kerem ve bütün güzel huyları topladı. Kulağına Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri tekbir ve tehlil okudu. Adını da Ali koydu. Dedi ki Allahü teâlâ hazretleri bunun adına Ali dedi. Annesi adına Haydar dedi. Zira rüyada onu aslan olmuş gördü. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” ayrıca Allahü teâlânın aslanı dedi ve hem Aliyyül Mürteda budur, buyurdu. Mübarek elleri ile kendisi yıkadı. Mübarek başından sarığını çıkarıp, 2’ye böldü. Bir bölüğünü başına bağladı. Bir bölüğü ile bedeninin yaşını sildi. Böylece müminlerin başlarının tacı oldu. Ona nasip olan bu saadet, Ashâbdan kimseye nasip olmamıştır.
Bazı rivayette şöyle bildirilmiştir: Annesi Fâtıma hamileliğinin son günlerinde, ziyaret niyeti ile Beyt-i şerife girer. Beyt-i şerif içinde iken doğum sancıları başlar. Dışarı çıkmaya kadir olamayıp, Beyt içinde doğurur. Doğumu beyt içinde olur.
Aişe-i Sıddıka “radıyallahü teâlâ anha” rivayet ederler. Bir gün Server-i âlem Seyyid-i veled-i adem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri oturuyordu. Hazret-i Ali gelip, geçti. Buyurdu ki ya Aişe! Bil ki Ali arabın seyyididir. Ben dedim ki ya Resûlallah, sen değil misin? Buyurdu ki Ben cümle insanların seyyidiyim. Türk, tatar, hind, Arap ve acem kavmlerinin seyyidiyim. O Arap kavminin seyyididir.
Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” Alinin “radıyallahü teâlâ anh” beşiğini sallar idi. Beşiğinden çıkarıp götürürdü. İletir ve gezdirirdi. Her ne vakit ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” gelse, Ali “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, derin uykuda bile olsa duyardı [uyanırdı] ve beşiğinden kollarını çıkarırdı. Ellerini hazret-i Resûlün boynuna sarardı. O da hemen alıp, bağrına basardı. Alinin “radıyallahü teâlâ anh” annesi Fâtıma der ki: Dedim ki ey cihanın bir tanesi! Müsâade ediniz, bunu [çocuğu] biz götürelim, bu işler [çocuğa bakmak] bizim işimizdir. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki “Bu çocuk doğmadan evvel, bunu bana vermediniz mi? Bu benimdir, siz karışmayınız!”
Ravi (rivayet eden) der ki bir gün Server-i âlem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri Harem-i şerife geldi. Aliyül Mürteda omuzunda idi. İnsanlar [halk] oturup, pehlivanları söyleyip, her birinin erliğini vasf ederlerdi. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” dönüp onlara buyurdu ki: (Bu omuzumdaki oğlan, bu söylediğiniz erlerin hepsinden üstün pehlivan olacaktır. Yeryüzünde buna benzer bir pehlivan olmayacaktır. Sizin saydığınız erlerin çoğunu bu öldürecektir ve defterlerini dürecektir. Beyt:
Dünya halkı toplansa bir yana,
Yalnızca bu kalırsa bir yana.
Aralarında ceng olursa,
O galip gelse gerektir.
Allahü teâlâ onu galip kılar,
Bunun gibi bir süvari gelmedi.
Onun gibi bir süvari görmedi bu zaman,
Kılıcını bir an sallasa.
Ceng ola ki günde bin kişi katl eder.
Onlar dediler ki ya Muhammed-ül Emin! Biz seni, akıllı ve sâdık, büyük kimse zannederdik. Bu nasıl sözdür. Sen bir küçük çocuk için böyle söylüyorsun. Sen ona nasıl güveniyorsun. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri saadetle buyurdular ki: “Siz bunu unutmayınız. Nice yıllar sonra görürsünüz bu oğlanı!” Ravi der ki 3 yaşına girdiği zaman, Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri ile namaz kıldı. Babası Ebû Talib onu gördü. Bir şey söylemedi. Annesi söyledi ki görür müsün bu Ali, o Muhammed ile namaz kılıyor. Kâbeye karşı secde ediyor. Bizim putlarımıza tapmaz. Ebû Talib dedi ki ya Fâtıma! Biz onu Muhammed’e vermişiz. Her ne yaparsa haktır. Savab olur [doğrudur]. Henüz masumdur. Muhammed hangi dinde olursa, Ali de onun yoldaşı olsun, ayrılmasın. Bir gün, Resûl-i ekrem, Ali ile namaz kılarken Ebû Talib at ile gidiyordu. Ali, Resûlullahın sağ yanında dururdu. Meğer Cafer-i Tayyar “radıyallâhu anh” hazretleri Ebû Talib’in atının ardında idi. Dedi ki ey gözümün nuru, in sen de var, Muhammedin sol yanında dur. Onlar ile sen de namaz kıl. Devlet sahibi keşif ve sır sahibi olasın. Cafer de inip, vardı ve sol yanına durdu. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri baktı, gördü ki Cafer de geldi, yanına durdu. Gönlü şâd oldu. Namaz kılıp, bitirdikten sonra, buyurdu ki: (Ya Cafer! Sana müjdeler olsun ki Hak Sübhanehü ve teâlâ sana iki kanat verir. Yer yüzünden ta Cennete kadar uçarsın. Menzilin Cennet, refikin Huriayn olur. Kavuşmak istediğin Rabbilalemin olsun!
Bazı rivayette, doğumları fiil senesinden 30 sene geçtikte, Harem-i Kâbede, Recep ayının 13’ünde Cuma günü vaki olduğu bildirilmiştir. Nakledilir ki Yemen diyarında Mirem adında mütteki bir abid vardı. Zahidlerin zahidi idi. Kalp-i şerifleri mâsivâdan pak idi. 190 senelik ömürlerini ibadet köşesinde geçirip, mala mülke hiç bakmamış, seccadeden gayri bir menzile ayak basmayıp, mihrabdan başka yere dönmemiş idi. Bir gün münâcat etti: İlâhî! Harem-i muhteremin sakinlerinden ve Kâbe-i muazzamanın büyüklerinden birinin didarı [yüzünü görmek] ile müşerref olmak, istiyorum. Riyasız duâsı kabul oldu. Ebû Talib Mekke-i Mükerremenin şerefli büyüğü ve Kâbe-i muazzamanın en kerim sakini idi. Bir seferde iken yolu o zahid ve abidin makamına uğradı. Mirem Ebû Talib’e gerekli tazim şartlarını yerine getirdikten ve durumunu sorduktan sonra, Ebû Talib dedi ki: Mekke diyarında beni Haşim kabilesinden Abdülmuttalib oğlu Ebû Talib’im. Zahid bu haberden çok sevinip, tekrar tazim edip, dedi ki: Elhamdülillah [Allahü teâlâya hamd olsun], muradım hâsıl oldu, duam kabul oldu [eseri açığa çıktı]. Ey Ebû Talib; geçmişlerden bize şöyle bildirilmiştir ki Abdülmuttalib’in 2 torunu olup biri Abdullah’ın sülbünden zuhura gelip, Peygamber olur. Biri Ebû Talib’den zahir olup saadet sahibi olur. Peygamber 30 yaşına geldiğinde Ali dünyaya gelir. O Nebî ki herkesin beklediği Peygamberdir. Henüz açığa çıkmamıştır yani gelmemiştir. Ebû Talib dedi ki: Ey şeyh! Nebî dünyaya gelip, henüz 29 yaşındadır. Mirem dedi ki: Ya Eba Talib! Mekke’ye döndükte, o mabudun dergahının yakını olana benden selam götür. Arz et ki Mirem şahadet eder ki benzeri, ortağı olmayan Allahü teâlâ vardır ve Sen onun Peygamberisin. Ey Eba Talib! Senden mütevellid olan azize de selam götür. Ebû Talib [karşılarında] bir kurumuş nar ağacı görüp, imtihan yolu ile dedi ki: Ey Şeyh, isterim ki bu ağaçta meyve ve yaprak olsun. Senin sâdık olduğuna delil olsun. Şeyh, Hakkın dergahına iltica ve tedarru edip, dedi ki: İlâhî! Nebî ve Velî hürmeti için, sıfatlarını beyan edip, geleceklerini söyledim. Beni mahçup etme. Derhal kuru ağaçtan yapraklar ve 2 tane nar meydana geldi. Şeyh o narların birini Ebû Talib’e verdi. Ebû Talib, parçalayıp, 2 tanesini yedi. Rivayet edilir ki o taneler nutfeye sirâyet edip, Aliyül Mürteda’nın vücudunun başlangıcı oldu. Değerli bir süs taşı gibi o eserden vücut buldu. Ebû Talib, verilen müjdelere çok sevindi. Geri dönüp, Mekke-i Mükerremeye geldi. Sülbünden o nutfe Fâtıma binti Esedin batınına intikal edip, hamile oldu. Fâtıma binti Eset’ten nakledilir: Ben Kâbe-i şerifi tavaf ediyordum. Doğum alâmetleri belirdi. Hazret-i Habîb-i Ekrem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri beni görüp, firasetle, durumumu anlayıp, buyurdu ki: Ey valide, tavafını tamam ettin mi. Hayır dedim. Buyurdu: Tavafı tamam et. Eğer zor durumda kalırsan, harem-i Kâbeye gir.
(Kitab-ı Siyer-i Mustafa) dan nakletmişlerdir. Fâtıma binti Esed, Kâbeyi tavaf ediyordu. Abbas bin Abdülmuttalib ve bütün Beni Haşim onun ardınca tavaf ile meşgul idi. Doğum alâmetleri belirdi. Dışarı çıkmaya mecali kalmayıp, dedi ki ya Rabbi! Bana doğumu kolay kıl. O hâlde iken, evin duvarı yarılıp, Fâtıma gözden kayboldu. Rivayet eden diyor ki ben Hane-i Kâbeye girip ahvalini anlamak istedim. Müyesser olmadı. 3 gün gaib oldu. 4. gün, Haremden çıktı. Elinde Ali ibni Ebû Talib “radıyallahü teâlâ anh” vardı. Fâtıma binti Esed Harem-i Kabe’den hazret-i Ali’yi evine götürüp, adet üzerine beşiği bağladı. Ebû Talib gelip, istedi ki mübarek yüzünü görsün. Örtüsüne el uzattığında, hazret-i Ali eli ile Ebû Talib’in eline mâni olup ve yüzüne el uzatıp, çehresine vurdu. Yüzünü tahriş etti. Validesi de gelip, emzirmek istediğinde, mâni olup onun da, yüzünü tırmaladı. Ebû Talib, hayret edip, dedi ki ey Fâtıma! Buna ne isim koyalım! Fâtıma dedi ki ey Ebû Talib! Bu çocuğun pençesinde Esed [aslan] salabeti var! Esed [aslan] demek münasibdir. Ebû Talib dedi ki benim niyetim budur ki Zeyd ismi ile adlandıralım. Lakin Fahr-i âlem Seyyid-i veled-i adem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri onun doğum haberini aldığında, ferahnak [sevinçli, şâd] olup Ebû Talib’in evine geldi. Sordu ki bu çocuğun ismini ne koydunuz. Herkes ihtiyar ettiğini beyan ettiğinde, hazret-i Habîb-i Ekrem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurmuşlar ki (benim niyetim, Ali koymaktır. Ali himmet [yüksek arzulu, himmetli] olsun!) Fâtıma dedi ki bu ismi ben gaibden işitmiştim. Bir rivayet de odur ki validesi [annesi] isminde niza edip, istihâre yolu ile Kâbeye yönelip, Rabbine niyazda bulunup, “Ya Rabbi! Harem-i şerifinde ikram ettiğin oğlum için tarafından isim niyaz ederim!” dedi. Bu niyaz esnasında Kabenin damından bir ses geldi ki (isim-i şerifini Ali koyun!). Mübarek ismini Ali koydular. Sonra Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri beşik yanına varmak istedi. Fâtıma dedi ki ey Muhammed-ül emin! Sakın onun yanına gitmeyiniz ki bu oğlanın aslan gibi saldırıcı pençeleri var. Hazret-inize bir edebsizlik yapabilir. Habîb-i ekrem ve Nebiyi muhterem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki: “Ey Fâtıma! Ali bize karşı edebe riâyet eder!” Yanına varıp, Aliyyül Mürteda “radıyallahü teâlâ anh” derin uykuda iken, güzel gören gözlerini açıp, Resûlullahın mübarek yüzüne baktı. Hal lisanı ile bu rübaiyi terennüm ediyordu. Nazım:
Şükür müşerref oldum, devlet-i didarına,
Kan dolu gözlerimi açtım, gül ruhsarına.
Kat’ettiğim yokluk konakları zayi olmadı,
Vasıl oldum, şimdi senin güneş şualarına!
Saadet sahibi hazret-i Fahr-i Enbiya “salavatullahi alâ nebiyina ve aleyhim ecma’în” beşiğinden kucağına aldı. Bir zaman mübarek dilini gül yaprağı gibi [Ali “radıyallahü teâlâ anh”ın] gonca dihenine [mübarek ağzına] koyup, serçeşme-i esrar [esrar çeşmesinin kaynağı] olan [nitekim Vennecmi sûresindeki âyet-i kerimede “O, boş söz söylemez” buyruldu ki] mübarek ağzının suyunu emzirdi. [Mübarek dilini ağzına koydu. Ağızdan ağıza emzirdi.]
Rivayet edilir ki hazret-i Mürteza’nın “radıyallahü teâlâ anh” babası Ebû Talibin dokunmasına mâni olmasının sebebi, önce kendisine Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” dokunmasını istemesi idi. Annesini emmesinden imtina etmesinin maksadı bu idi ki önce Resûlulahın mübarek ağız suyundan emmekti. Kıta:
Katre katre marifet şerbetini,
O deryadan iktisab etti.
Feyiz-i Hak o hilali etmeye Bedr,
Kabil-i nur-ı afitab etti.
Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” bir leğen hazırlayıp, hazret-i Ali’nin “radıyallahü teâlâ anh” yıkanmasına bizzat meşgul oldular. Sağ tarafını yıkayınca çocuk sol tarafa dönerdi. Hazret-i Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” bu hâli görünce, ağlamaya başlardı. Fâtıma dedi ki ey oğul, ağlamanızın sebebi nedir? Buyurdu ki “Ey Fâtıma! Bu çocuğu önce ben yıkadım. Bu çocuk beni ömrümün nihayetinde [vefat edince] yıkar. O zaman ben de sağ tarafımdan sol tarafıma kendiliğimden dönerim!” Hazret-i Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” onun terbiye olmasında çok gayret sarf edip, ilkbahar bulutu gibi o goncaya kol-kanat gerdi. Mürteda 5 yaşına girdikte, Hicaz memleketinde az yağmur sebebi ile kıtlık oldu. Gıda yokluğundan halk sıkıntıya düştü. Ebû Talibin çoluk-çocuğu çok idi. Bir gün hazret-i Resûl-i ekrem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” Abbas’a “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki: Ey amcam, sen zenginsin! Ebû Talib amcam, fakir ve çocukları da çoktur. Münasibdir ki kıtlık geçinceye kadar her birimiz Ebû Talibin çocuklarına bakalım. Ona maişet hususunda yardım edelim. Beraber Ebû Talib’in huzuruna gelip, durumu söylediğinde, Ebû Talib dedi ki Ukayl’i benim ile bırakınız. Diğerlerini siz bilirsiniz! Hazret-i Abbas, Cafer-i Tayyar’ı “radıyallâhu anhüma” alıp, hazret-i Fahr-i âlem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” Aliyyül Mürteda’yı “kerremallahü vecheh” kabul kılıp, hazret-i Ali Onun kefaletinde oldu. Hazret-i Cebrâil aleyhisselâm davete ruhsat müjdeci getirinceye kadar, yanında kaldı. Hazret-i Ebû Bekir’den sonra hazret-i Ali iman getirdi. Sonra diğer Sahabe-i kirâm iman getirdi “Rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”.
Tavsiye Yazı –> Ey Oğul Risalesi (İmam Gazali)