Menakıb-ı Çihar Yar-ı Güzin kitabında diyor ki;
Bir gün Ebû Bekr-i Sıddık “radıyallahü teâlâ anh” Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin hücre-i mübarekelerinin [evlerinin] kapısına geldikte, Ali bin Ebû Talib “kerremallahü vecheh” hazretleri de gelmişti.
Ebû Bekir “radıyallâhu anh” geri durup, Ali’ye “radıyallâhu anh” buyurdu ki ya Ali! Evvela sen dâhil ol [eve gir].
Hazret-i Ali buyurdu ki: Ya Eba Bekr! Önce sen gir ki her iyilikte önde olan, her hayırlı işte önde olan, herkesi geçen sensin.
Ebû Bekir hazretleri buyurdu ki; sen önce gir ya Ali! Resûlullaha “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” daha yakın sensin.
Hazret-i Ali buyurdu ki; Ya Eba Bekr! Ben o kimsenin önünde nasıl giderim ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: “Ümmetimden Ebû Bekir’den daha üstün bir kimse üzerine güneş doğmadı.”
Ebû Bekr “radıyallâhu anh” buyurdu ki; ben bir kimsenin önüne nasıl geçeyim ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” Fâtıma-tüz-zehra’yı “radıyallahü teâlâ anha” sana verdiği gün, “Kadınların en iyisini, erkeklerin en iyisine verdim” buyurdu.
Ali “radıyallâhu anh” buyurdu: Ben o kimsenin önünce gitmem ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, “İbrahim aleyhisselâmı görmek isteyen Ebû Bekir’in yüzüne baksın!” buyurdu.
Ebû Bekir “radıyallâhu anh” buyurdu: Senin önüne geçemem. Çünkü, Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: “Âdem aleyhisselâmın hilm sıfatını ve Yusuf aleyhisselâmın ahlakını görmek isteyen, Aliyül mürtedaya baksın!”
Hazret-i Ali buyurdu: Ben bir kimsenin önünce geçemem ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: “Ya Rabbi! Beni en çok seven ve Ashâbımın en iyisi kimdir.” Nida erişti ki; “Ya Muhammed “aleyhisselâm”! Ebû Bekr-i Sıddık’tır” buyuruldu.
Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce varamam ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: “İlmi bir kimseye veririm ki Allahü teâlâ onu sever. Ben de onu severim.” Yani o Aliyül mürtedadır. [Yani ilim şehrinin kapısı sen oldun.]
Aliyül mürteda buyurdu: Ben o kimsenin önünce gitmem ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: “Cennetin kapıları üzerinde, Ebû Bekir Habîbullah yazılıdır.”
Ebû Bekir “radıyallâhu anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri Hayber gününde bayrağı sana verdi buyurdu: “Bu bayrak Melik-i galibin, Ali bin Ebû Talib’e hediyesidir.”
Ali “radıyallâhu anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: “Ya Eba Bekir! Sen bana gören göz ve işitir kulak gibisin.”
Ebû Bekir “radıyallâhu anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: “Kıyamet günü, Ali, Cennet hayvanlarından birine binmiş olarak gelir. Cenab-ı Hak buyurur ki Ya Muhammed “aleyhisselâm”! Senin baban İbrahim Halil, ne güzel babadır. Senin kardeşin Ali bin Ebû Talib ne güzel kardeştir.”
Ali “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki ben bir kimsenin önünce gitmem ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki; “Kıyamet günü, Cennet meleklerinin reisi olan Rıdvân adındaki melek, Cennete girer. Cennetin anahtarlarını getirir. Bana verir. Sonra Cebrâil aleyhisselâm gelip, ya Muhammed! Cennetin ve Cehennemin anahtarlarını Ebû Bekr-i Sıddıka ver. Ebû Bekr, istediğini Cennete, dilediğini Cehenneme göndersin der.”
Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki; “Ali bin Ebû Talib, kıyamet günü benim yanımdadır. Havz ve kevser yanında benimledir. Sırat üzerinde benimledir. Cennette benimledir. Allahü teâlâyı görürken benimledir.”
Ali “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: “Eğer Ebû Bekir’in imanını, bütün müminlerin imanı ile tartsalar, Ebû Bekir’in imanı ağır gelir.”
Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: “Ben ilmin şehriyim. Ali bunun kapısıdır.”
Hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: “Ben sadıklığın şehriyim. Ebû Bekir, bunun kapısıdır.”
Ebû Bekir “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki “Kıyamet günü Ali bin Ebû Talib, bir güzel ata bindirilir. Görenler, acaba bu hangi Peygamberdir, der. Allahü teâlâ, bu, Ali bin Ebû Talibdir, buyurur.”
Ali “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: “Ben ve Ebû Bekir, bir topraktanız. Tekrar bir olacağız.”
Ebû Bekir “radıyallâhu anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: “Allahü teâlâ buyurur ki: Ey Cennet, senin 4 köşeni, 4 kimse ile bezerim. Biri, Peygamberlerin üstünü Muhammed “aleyhisselâm”dır. Biri, Allahtan korkanların üstünü Alidir. Biri, Fâtıma-tüz-zehra’dır, kadınların üstünüdür. 4. köşesindeki de, temizlerin üstünü Hasan ile Hüseyin’dir.”
Ali “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu: Ben bir kimse önünce gitmem ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: “8 Cennetten şöyle ses gelir. Ey Ebû Bekir! Sevdiklerin ile birlikte gel! Hepiniz Cennete giriniz!”
Ebû Bekr-i Sıddık “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri buyurdu ki: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: “Ben bir ağaca benzerim! Fâtıma, bunun gövdesidir. Ali budağıdır. Hasan ve Hüseyin, meyvasıdır.”
Ali “radıyallâhu anh” buyurdu: Ben bir kimse önünce gitmem ki Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: “Allahü teâlâ Ebû Bekir’in bütün kusurlarını affetsin. Çünkü O, kızı Aişe’yi bana verdi. Hicrette bana yardımcı oldu. Bilal-ı Habeşi’yi benim için alıp azad etti.”
O 2 server bu münazaraya devam ederlerken, Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, hücre-i şeriflerinden [evlerinden] seslenip, buyurdular ki: “Ey kardeşlerim, Ebû Bekr-i Sıddık ve Aliyül mürteda “radıyallâhu anhüma”! Artık içeri girin. Cebrâil aleyhisselâm gelmiştir ve haber verir ki 7 kat göklerin ve 7 kat yerlerin ehli size nazar etmekte toplanmışlardır. Eğer siz kıyamete kadar birbirinizi methetseniz, Allahü teâlâ yanındaki kıymetinizi anlatamazsınız.” İkisi birbirine sarılıp, birlikte Resûlullahın “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” huzuruna girdiler. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” bunlara teveccüh edip, buyurdular ki “Allahü teâlâ ikinize de yüzbinlerle rahmet etsin. İkinizi sevenlere de yüzbinlerle rahmet etsin. Ve düşmanlarınıza da, yüzbinlerle lanet olsun!” Ebû Bekir “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki “Ya Resûlallah! Ben Alinin düşmanına şefaat etmem.” Ali “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki “Ya Resûlallah! Ben Ebû Bekrin düşmanına şefaat etmem. Başını kılınç ile bedeninden ayırırım.” Ebû Bekir “radıyallâhu anh” dedi ki “Ben senin düşmanlarına kevser havzından su vermem.” Ali “radıyallâhu anh” da dedi: “Ben senin düşmanlarını sırat üzerinden geçirmem.”
NÜKTE: Eğer melekler; “Ya Rabbi! Yeryüzünde fesad çıkaracak ve kan dökecek olan insanları niçin yaratıyorsun” [Bakara sûresi 30. âyet-i kerimesi meali] demeseler idi, Âdem aleyhisselâmın ilmi meydana çıkmaz idi. Eğer Nemrud ateş yakmasa idi, İbrahim Halil aleyhisselâm hazretlerinin şerefi meydana çıkmaz idi. Eğer Ebû Cehl’in cahillik inadı ve inkarı olmasa idi, Muhammed Mustafa “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin menakıb-ı şerifleri ayan olmazdı [açığa çıkmazdı]. Eğer şeytanın vesvesesi olmasa idi, Aliyül mürteda “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin merdliği aşikare olmazdı. Eğer rafiziler olmasa idi, Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali’nin “radıyallahü teâlâ anhüm” hazretlerinin faziletleri ayan olmazdı [açığa çıkmazdı].
Buyurulmuştur ki Müceddidiye yolunun büyüklerinin silsilesinin nisbet-i küllileri Ebû Bekr-i Sıddık “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine ulaşır. Nisbet-i cüziyeleri Aliyül mürteda “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine varır. Bu münasebetle, bu babda, onların ahvalinden, bir miktar zikir olunur. Malum olsun ki adı geçen meşhur dedem, Seyyid Muhammed, (Baba) denilmekle meşhur olmuştur. Onlar hazret-i Molla İlyas’tan kemale erişip, onlardan mezun olmuştur. Onlar hazret-i Derviş ahi Hüsrev Şahi’den, onlar Mevlana Sun’ullah Güze Kenani’den, onlar Mevlana Alaüddin-i Mektebdar’dan, onlar Mevlana Sadeddin-i Kaşgari’den, onlar Mevlana Nizamüddin-i Hamuş’tan, onlar Hâce Alaüddin-i Attar’dan, onlar Hâce Behaeddin-i Nakşibendi’den, onlar Emir Gilal’den, onlar Hâce Muhammed Baba Semmasi’den, onlar Hâce Ali Ramiteni’den, onlar Hâce Muhammed İncirfagnevi’den, onlar Hâce Arif-i Rivegeri’den, onlar Hâce Abdülhalık Goncdüvani’den, onlar Hâce Yusuf-i Hemadani’den, onlar Hâce Ebû Ali Farmedi’den, onlar Şeyh Ebul Kasım Gürgani’den, onlar Şeyh Ebul Hasan Harkani’den, onlar Sultan-ül-arifin Bâyezîd-i Bistâmî’den, onlar Cafer-i Sadık’tan, onlar Kasım bin Muhammed bin Ebû Bekr-i Sıddık’tan, onlar hazret-i Selman-ı Farisi’den ve onlar Ebû Bekr-i Sıddık “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden ve onlar, risalet penahi “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden mezun olmuş, kemale erişmişlerdir. Şeyh Ebul Kasım bir nisbet ile de Şeyh Ebû Osman Magribi’den ve onlar Ebû Ali Katib’den ve onlar Ebû Ali Rodbari’den ve onlar Cüneyd-i Bağdâdî’den ve onlar Sırrı Sekati’den ve onlar Maruf-i Kerhi’den ve onlar Davud-i Tai’den ve onlar Habîb-i Acemi’den ve onlar Hasan-ı Basri’den ve onlar hazret-i Aliyül mürtedadan, onlar hazret-i risalet penahtan “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” kemale gelmişlerdir. Cafer-i Sâdık “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin bir nisbeti de yüksek dedeleri hazret-i Muhammed Bakır’dan, o da kendi babaları hazret-i Ali Zeynelabidin’den, onlar kendi babaları Hüseyin “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden, onlar kendi babaları emir-ül müminin hazret-i Ali “kerremallahü vecheh”den gelmektedir. Meşayihin yolundan olan “kaddesallahü ervahehümül’azîz” ehl-i beytin silsilesi, şeref ve izzetleri sebebi ile (Silsile-i zeheb) diye adlandırılmıştır.
Ebû Bekr-i Sıddık “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine varan silsileye (Sıddıkıye) denilmiştir. Üveysiler, o taifelerdir ki onlar zahirde bir pir-i mürşid-i kamile hizmet eylemeyip, âlem-i manada bir azizin ruhaniyetinden terbiye olurlar. Veya hazret-i Hızır aleyhisselâmdan terbiye olup feyiz alırlar. Müceddidiyenin mânâsı odur ki Allahü teâlâdan başka olan şeylerin izlerini, tesirlerini gönül levhasından kazıyıp, Allahü tebareke ve teâlâ hazretlerini gönlüne nakş etmektir. Bu anlatılan açıklama, Ebû Bekr-i Sıddık “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin menakıb-ı şerifleri anlatılırken adı geçen (Güzide) risalesinin sahibi, Seyyid Mahmud-el Mulakkab bil aziz “kuddise sirruh” hazretlerinin risale-i şeriflerinden nakil olunmuştur ki müceddidiye yolunu açıklamaktadır.
(Baba) hazretleri ki dünyadan ayrıldılar, kendi oğulları Seyyid Ahmed hazretlerine izin verip, irşad makamına tayin buyurdular. Seyyid Ahmed hazretleri dünyadan göç ettiler. Kendi aziz birâderleri, Seyyid Mahmud hazretlerine ki (Aziz) isim-i şerifi ile meşhur olmuştur, izin verip, irşad makamına tayin buyurdular. İsmail ismli bir küçük oğulları kalmış olup Mahmud hazretlerine vasiyet buyurmuşlar ki İsmaili terbiye eyle. Nasıl ki biz sana ısmarladık, sen de ona ısmarla. Seyyid Mahmud hazretlerinin 2 mahdum-ı mükerremleri sinn-i bülugdan geçip, kendilerinin yaşı 63’ten geçmiş olmakla ölümü arzu eder oldular. Bazı talibler dediler ki Sultanım siz ölümü arzulayıp, durursunuz. Sizden sonra kimi tayin buyurdunuz. Buyurdular ki pirimizin vasiyeti ile amel ederiz. Dediler, ya mahdum-ı mükerreminiz, Seyyid Mustafa hakkında ne buyurursunuz. Kara Mustafa cezb-ı kulubda, Sultan Velettir. Vasiyete ihtiyacı yoktur. İhvan-ı ehl-i basirete malum oldu. Yerine kimin geçeceğinden bahsetmek kalp dağınıklığıdır.
Ya Rabbi! Bize hakkı hak olarak gösterip, ona uymak; batılı batıl olarak gösterip, ondan kaçınmak nasip eyle. Müslüman olarak ölmemizi, salih kimseler zümresine katılmamızı nasip eyle. Zâlimlerin şerrini üstümüzden gider. Müminlerin dualarına ortak eyle. Âmin.