Menakıb-ı Cihar Yar-ı Güzin kitabında diyor ki;
Ömer-ül Fâruk’un “radıyallahü teâlâ anh” şanı ile alakalı inzal olan âyet-i kerimeler: Önce diyelim ki Onun şanını bildiren âyet-i kerimeler Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine gönderilmiştir.
1) Bunlardan birisi; meal-i şerifi “Ey Resûlüm! Cebrâile düşman olanlara de ki ona düşmanlığa sebep yoktur. O, Allahü teâlânın emri ile Kur’ân-ı Kerîmi senin kalbine, daha önce inen kitaplara muvafık olarak, müminleri hak dine hidayet ve Cennete gireceklerini müjdelediği hâlde indirdi. Bir kimse Allahü teâlâya, Meleklerine, Peygamberlerine, Cebrâile ve Mikâile düşman olursa, Allahü teâlâ kâfirlere düşmandır” olan 97. ve 98. âyet-i kerimeleridir. Bu âyet-i kerimelerin nüzul sebebi şu idi. Abdullah bin Abbas “radıyallahü teâlâ anhüma” der ki İbni Surya adlı bir yahudi, Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzur-ı şeriflerine geldi. Çok deliller söyledi. Hüccetleri [delilleri] bitti. Dedi ki ya Resûlallah! Gökten sana hangi melek gelir. Buyurdular ki Cebrâil gelir. Dedi, eğer Mikâil gelse idi, sana iman getirirdim. Zira Cebrâil düşmanımızdır. Bizim ile çok düşmanlıklar etmiştir. Bize kati düşmanlığı o oldu ki Allahü tebareke ve teâlâ bizim Peygamberimize Buhtunnasar adlı kişi tarafından Beyt-ül-mukaddes harab olsa gerektir diye vahyetti. Peygamberimiz de bize haber verdi. Biz de, Buhtunnasar’ı katledecek kuvvetli bir kişiyi bulduk. O vakit Cebrâil aleyhisselâm gelip, onu katlolunmaktan kurtarmış. O merde demiş ki eğer Hüda-i Rabbil âlemin irâde etmiş ise, sizi onun üzerine musallat etmez. Eğer irâde etmemiş ise ne sebep ile onu katl edersiniz. O merd [yiğit] de bu sözü ondan kabul edip, geri dönmüş. O vakitten beri Cebrâili düşman tutarız. Bir kere de dediler ki onların Cebrâil ile düşmanlıklarına sebep odur ki inançlarınca, Cebrâil aleyhisselâma demişlerdi ki Peygamberliği bize getir. O gayriye götürmüş.
İmam-ı Süddi der ki Ömer bin Hattab “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin bir adeti var idi. Gidip-geldiği yolu yahudilerin toplandığı yere uğrardı. Varıp, onların yanına girerdi. Onların sözünü dinlerdi. Onlar ile konuşurdu. Onlar, ya Ömer! Biz seni Muhammedin Ashâbının hepsinden çok severiz. Zira onlar gelip-geçerken, bizim üzerimizden geçerler. Bizi rencide ederler. Sen bizi incitmezsin. Hatta dersimizi dahi dinlersin. Seni onun için severiz, derler idi. Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki: Allahü teâlâ hakkı için ki ben sizin yanınıza dost olmak için gelmem. Size bir şeyler sormamdan maksat, haşa ki dinimden şüphem olduğundan değildir. Sualime sebep odur ki şirkinizin aslını iyice öğreneyim. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin şanındaki eserlerini ve burhanlarını ve nimetlerini [üstünlüklerini] sizin kitaplarınızda çok görürüm. Siz bedbahtlığınızdan ve kötü düşünceli olduğunuzdan iman getirmezsiniz. Dediler ki: Ya Ömer! Hazret-i Muhammed’e devamlı hangi melek gelir. Hazret-i Ömer buyurdu: Cebrâil aleyhisselâm gelir. Dediler; biz Cebrâili sevmeyiz. Muhammedi bizim sırlamıza muttalih eder. Bir yere gelen azâbı veya kıtlığı veya yıldırımı Cebrâil getirir. Mikâil iyidir ki sulhu, emniyeti ve bol nimeti getirir. Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu: Ey biçareler! Siz Cebrâil aleyhisselâmı bilirsiniz ve Muhammed “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini inkar mı edersiniz. Ben şahadet ederim o kimseye ki hazret-i Cebrâili düşman tutar, Allahü tebareke ve teâlâ hazretlerinin düşmanı olur. Oradan Resûl-i ekrem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzur-ı şeriflerine geldi. Cebrâil aleyhisselâm ondan önce gelip, yukarıda bahsedilen âyet-i kerimeyi getirmişti. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, hazret-i Ömer’e okuyup, buyurdu ki (Ya Ömer! Senin Rabbin sana muvafakat etti). Hazret-i Ömer şâd olup Allahü tebareke ve teâlâ hazretlerine şükretti. Buyurdu ki; bundan sonra, kendimi din-i İslam üzerine taştan katı buluyorum.
İşaret: Sübhânallah. Yahudiler, hazret-i Cebrâil aleyhisselâmı, bizim dinimiz velayetinin izzeti onun sebebi ile harab olmuştur, diye düşman tutarlar. Hak sübhanehü ve teâlâ hazretleri buyurur: Cebrâil her ne yaparsa, bizim emrimiz ile yapar. Rafiziler ve mübtediler [bidat sahipleri], Ebû Bekri ve Ömeri “radıyallahü teâlâ anhüma” hazretlerini niçin düşman tutarsınız. Onlar, hilafet hazret-i Alinin hakkı idi, ondan aldılar; diye düşman tutarlar. Bu sözleri yalandır ve bühtandır. Zira eğer onun hakkı olsa idi, kendileri alırdı. Ey yahudi! Sen Cebrâili düşman tutarsın. Biz onu dost tutarız. Eğer sizin helak ve azabınız, Cebrâilin elinde oldu ise, kâfirlerin helak olması layıktır. Bizim Resûlümüzün zaferi, nusreti Cebrâil ile oldu. “Rabbiniz size nişanlı, 5.000 melek ile imdad edecektir” [Âli-i İmrân sûresi 125. âyet-i kerime meali.] Ya Rafizi! Siz Ebû Bekr ve Ömer “radıyallahü teâlâ anhüma” hazretlerini düşman tutarsınız. Biz dost tutarız. Sizin helakınız onların sebebi ile olursa, layıktır. İslamiyetin nusreti onlar sebebi iledir. (Onlar gayba iman ederler!) “Ey Habîbim! Sana, Allah ve müminlerden sana tabi olanlar yetişir!” [Enfal sûresi 64. âyet-i kerime meali.]
2) Bir âyet-i kerime de şudur: Ömer bin Hattab “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, dinde gayret sahibi, merd bir Zât-ı şerif idi. Resûl-i ekrem “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin harem-i şeriflerinde, bir gün dedi ki ne olaydı, emir geleydi de, Resûlullahın saadethanelerine destursuz girmeselerdi. Allahü tebareke ve teâlâ hazret-i Ömer’in sözüne muvafık bu âyet-i kerimeyi gönderdi. “Ey iman edenler! Resûlümün evine yemeye davet olunmaksızın ve vaktine bakmaksızın girmeyin.” [Ahzab sûresi 53. âyet-i kerime meali.] İbni Abbas “radıyallahü teâlâ anhüma” buyurdular ki bu âyet-i kerime bir grub hakkında nazil olmuştur. Onlar Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin taamı vaktini gözleyip, o vakitte varıp, Resûlullahın yanında otururlar idi. Taam gelir yerler idi. Sohbet ederlerdi. Dışarı gitmezlerdi.
3) Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” bir hizmetçisini, hazret-i Ömer’i “radıyallahü teâlâ anh” çağırması için gönderdi. Kaylule vakti idi. Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri uyumuştu. O hizmetçi bağırdı. Uyanmadı. Kapıyı açıp, içeri girdi. Hazret-i Ömer’in teninden bir miktar açılmıştı. O hizmetçi hemen dışarı çıktı. Dedi ki ey Allahım, Ömer’i sen uyandır. Bir kere daha bağırdı. Hazret-i Ömer uyandı. Hizmetçinin içeri girip, açılan yerini gördüğünü anladı. Üzüldü. Ne olaydı, sabah vakti ve kaylule vakti ve akşam vakti, bu 3 vakitte, halk evlerinde uyurlar. Allahü tebareke ve teâlâ hazretlerinden buyruk nazil olsaydı da, birbirinin evine izin ile girselerdi. Hazret-i Ömerin “radıyallâhu anh” sözüne muvafık Allahü teâlâ bu âyet-i kerimeyi inzal buyurdu. “Ey iman edenler! Sizin mülk-i yemininizde olan kız, erkek, köle ve hür çocuklarınızdan, bülug çağına ermeyenler, 3 vakitte yanınıza girerken, izin istesinler. Zira sabah namazından önce, öğle vaktinde ve yatsı namazından sonra örtünmeniz zor olur. [Elbiseler değiştirilir.] Bu 3 vaktin dışında, birbirinizin yanına girmenizde size, hizmetçi ve çocuklarınıza günah yoktur. Allah size hüküm ayetlerini böylece bildiriyor. Allah sizin halinizi bilir. Ve İslamiyetin hikmetini icra eder. Çocuklarınız bülug çağına erişince, onlardan önce baliğ olanların izin istediği gibi her vakitte izin istesinler.” [Nur sûresi 58. âyet-i kerime meali.]
Ömer “radıyallahü teâlâ anh” uyumuş idi. Hizmetçinin bağırması ile uyanmadı. Avret yerini gördü. Uyanmadı. Uyanınca üzüldü. Biz gafiller, bu kadar âsî ve biçare [çaresiz] kullarız. Allahü teâlâ çağırıyor, uyanmıyoruz. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” çağırıyor, uyanmıyoruz. Melekler daima günahlarımızı görüyor. Uyanmıyoruz. Allahü teâlâ hazretleri her gün, gafletten uyansınlar diye, binlerce günahımızı görür, örter. Nicelerini affeder, yine korkmuyor, uyanmıyoruz.
Nükte: Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin gönlünün gamlanmasından dolayı bu 3 vakitte, bütün çocukları, Allahü teâlâ anadan ve babadan geri tutmuştur. Kıyamet gününde asilerin gönlünün gamından dolayı, ayrılık ateşini gönüllerden uzak tutması acayip değildir.
4) Mekke-i mükerreme ileri gelenlerinden bir cemaat, Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine uğradılar. Baktılar ki meclis-i şeriflerinde Suheyb-i Rumi ve Habbab bin Erat ve Bilal-i Habeşi ve Ammar bin Yaser ve Selman-ı Fârisî oturmuşlar “radıyallahü teâlâ anhüm.” Bunlar, üzerinde yün elbise bulunan fakir sahabiler idi. O cemaat dediler ki ey Muhammed! Razı oldun mu, bir gruba ki senin etrafında oturmuşlardır. Biz gelelim, onlar ile oturalım mı? Halbuki bunlar bizim kullarımızdır [kölelerimizdir], hizmetçilerimizdir, cariyelerimizdir. Bunları kendinden uzak tut. Ta ki biz sana tabi olalım. Bir rivayette gelmiştir ki dediler, ya Muhammed! Sen sedirde otur. Biz senin etrafında oturalım. Onları uzak oturtup, bizler onların yününden ve hırkalarından rahatsız olmayalım. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: “Müminleri kendi yanımdan uzaklaştıramam”. Onlar da dediler ki bize ayrı meclis ile toplantı yap. Bizim senin yanındaki faziletimizi bilsinler. Onlar ile beraber olmamız, bize ar olur. Kavmimiz bizi bunlar ile oturmuş görmesin. Biz gelince onlar meclisten kalksınlar. Onlar gelince biz kalkarız. Sen yine onlar ile oturmaya devam edersin. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: (Peki!) Onlar dediler ki bu cümle üzerine bize bir name yaz. [Yani bir kağıta yaz.] Server-i kainat kağıt istedi. Name yazmak için Ali “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerini çağırdı. Allahü teâlâ hazretleri, Cebrâil aleyhissalatü vesselâm hazretleri ile bu âyet-i kerimeyi gönderdi: “Sabah-akşam Rabbine ihlas ile duâ eden kimseleri yanından uzaklaştırma. Müşriklerin imana gelme hesabı senden, senin hesabın da onlardan sorulmaz! Kâfirler imana gelsinler diye müminleri yanından kovarsan zalimlerden olursun!” [Enam sûresi 52. âyet-i kerime meali.] Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” yazıyı yazmadı.
Selman-ı Fârisî “radıyallahü teâlâ anh” diyor ki: Resûlullah, mescidin bir köşesinde oturmuştu. Bu âyet-i kerime nazil oldu. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” bize okudu: “Ayetlerimize inananlara selam ver ve de ki Rabbiniz size rahmet etmeyi üzerine almıştır. Sizden biriniz, zararını düşünmeden bir günah işlese, sonra bir daha yapmıyacağına azm ederek tövbe etse, hâlini düzeltse, Allahü teâlâ onun günahını bağışlar. Ve tövbesini kabul etmekle rahmet eder.” [Enam sûresi 54. âyet-i kerime meali.] Resûlullah o şekilde oturur idi ki bizim dizlerimiz mübarek dizlerine değerdi. Kalkmak isterler idi. Evvela biz kalkardık. Resûlullahı oturur şekilde bırakırdık. Sonra o kalkardı. Buyurdu ki Allahü teâlâya şükürler olsun ki beni öldürmezden evvel, bana emretti ki (müslümanlardan bir grub ile beraber bulunmaya sabır et.)
İkrime “radıyallahü teâlâ anh” der ki Kureyşten bir taife geldiler. Ebû Talibin yanına varıp dediler: Halk bizi Muhammed ile oturur görürler ise, onlar da ona muti olurlar. Ondan sonra bizi o kullar [köleler] ile oturur görürler ve bizi kötülerler. Var Muhammede söyle ki onları yanından uzak etsin. Biz de Ona iman getirelim. Sonra Ebû Talib bu haberi Ona götürdü. Ömer bin Hattab “radıyallâhu anh” dedi ki böyle eyle ya Resûlallah, görelim dediklerini yaparlar mı ve sözleri üzere dururlar mı. Bunun üzerine bu âyet-i kerimeler nazil oldu. [Enam sûresi 52, 53, 54. âyet-i kerimeleri.] Ömer “radıyallahü teâlâ anh” bu âyet-i kerimeleri işittiği gibi, geldi, özür diledi. Söylediği sözlerden pişman oldu. Allahü teâlâdan hitab-ı izzet geldi ki ya Muhammed! Benden Ömere selam eyle ki senin menzilin ve merteben bizim katımızda yüksektir. Bu kadar zelle ile kendi dergahımdan seni reddetmem. Senin özür dilemeye geleceğini bildiğim için, selamımı önce gönderdim. O yerdeki senin günahını yazdım. Özürden evvel rahmetimi mukabilinde yazdım. Onun ile olan bağlılığımız çok kuvvetlidir. Zelle ile kesilmez, buyurdu.
İşaret: Hak sübhanehü ve teâlâ bu âyet-i kerimede, Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerini 5 defa andı [zikir etti]. (Sana geldiği vakitte), (İman getirmek), (günah işlemek), (Tövbe etmek), (Hâlini islah etti). Allahü tebareke ve teâlâ, hazret-i Ömer’i 5 nesne ile yad etti [zikir etti]. (Selamün aleyküm) diyerek selam etti. (Sizin Rabbiniz vâcip kıldı) , buyurarak haber verdi. (Kendi nefsi üzerine rahmet etmeyi) , buyurarak rahmet etti. (Cehalet ile bilmeyerek günah işledi), diyerek günahtan mazur tuttu. (Allah affedici ve tövbeyi kabul etmekle rahmet edicidir), buyurarak affetti.
Nükte: Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” bir günah işledi. Özür diledi. Allahü teâlâ, onunla böyle muamele etti. Hazret-i Ömer’in dostları işitsinler ki şâd olsunlar. Allahü teâlâ dostlarını Ömer’e ortak eyleyip, bizim üzerimize selam söyledi. Ve rahmetine ortak etti. “Rahmetim her şeyi içine almıştır” buyurdu. Meleklerini gönderdi. “Melekleri gönderdik” buyurmuştur. Özrünü kabul etti. “Allah kullarının tövbesini kabul eder” buyurmuştur. Mağfiret etti. “Ey Resûlüm! Nefslerini israf eden kullarıma, Allahın rahmetinden ümit kesmemelerini söyle!” buyurmuştur.
5) Diğer bir âyet-i kerime şudur: Uhud cenginde Ebû Süfyan henüz müslüman olmamış iken bize dedi ki (bizim uzzamız var, sizin uzzanız yoktur.) Ömer ibnül Hattab cevap verip, buyurdu ki (bizim mevlamız var, sizin mevlanız yoktur). Allahü teâlâ hazretleri Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin kavline muvafık bu âyet-i kerimeyi gönderdi. “… Müminlerin yardım görmesi ve kâfirlerin kahr olması, Allahü teâlânın müminlere velî olması ve yardım etmesidir. Kâfirlerin mevlası, onların azabını men’ eden bir yardımcıları yoktur.” [Muhammed sûresi 11. âyet-i kerime meali.] Bu âyet-i kerime, ehl-i Mekkenin iman getirmeyenlerini korkutucu ve tehtid edici mahiyettedir.
6) Diğer bir âyet-i kerime şudur. Münafıklardan Abdullah bin Ebû Selül hasta oldu. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” iyadetine [hasta ziyaretine] vardı. İbni Ebû Selül, Habîbullah hazretlerine dedi ki ben öldüğüm zaman namazımı kıl. Kabrim üzerinde dur. Bana duâ et. Kendi kaftanını kefen et. Sonra İbni Ebû Selül öldü. Resûlullah hazretleri diledi ki namazını kılsın. Ömer “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki ya Resûlallah! Onun üzerine namaz mı kılacaksın. Halbuki o sana böyle böyle işler etmiştir. Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: Elini benden kaldır. Ömer “radıyallahü teâlâ anh” de; gitme, dedi. Habîb-i ekrem yine o cevabı verdi. 3. kere, Server-i âlem buyurdu ki eğer bilse idim ki Allahü tebareke ve teâlâ rahmet eder. 70 kere Allahü teâlâ hazretlerinden ona istiğfar ederdim. Zira ben istiğfarda muhayer kılındım. Sonra, mübarek gömleğini kefen yapıp, kabre koydu. Ömer “radıyallahü teâlâ anh” der ki bu hâlde ben hayrette kaldım. Allahü teâlâ ben kulunun kavline muvafık şu âyet-i kerimeyi inzal buyurdu: “Münafıklardan ölen kimselerin namazını kılma. Kabri üzerinde durma. Çünkü onlar, Allaha ve Resûlüne iman etmeyip, münafık olarak öldüler.” [Tevbe sûresi 84. âyet-i kerimesi meali.] Resûl-i ekrem hazretleri bu âyet-i kerimeden sonra, hiçbir münafık üzerine namaz kılmadı. Kabri üzerine durmadı. Yani, ey benim Resûlüm! Duâ etme ki eğer duâ etsen, icabet etmesem, senin şanına noksanlık olur. Eğer icabet etsem benim hikmetime lâyık olmaz. Kıyamet gününde ben derim ki ey benim Resûlüm! Sen şefaat eyle, ta ki ben bağışlayayım. Eğer şefaat etmez isen, senin haşmetine uygun olmaz. Eğer rahmet etmesem benim keremime naks olur. Sen şefaat et. Ta ben bağışlayayım.
7) Diğer bir âyet-i kerime şudur: Resûlullah “sallallâhü teâlâ aleyhi ve sellem”, Aişe-i Sıddıka “radıyallahü teâlâ anha” hakkında, hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” ile meşveret etti. Buyurdu ki ya Ömer! Sen hazret-i Aişe hakkında söylenenlere ne dersin. Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki ya Resûlallah! Bir daha bu sözü dinlemeyiniz. (Bu büyük bir iftiradır.) Bu sözü söylemek ve kalbine getirmek kimsenin haddi değildir. Hazret-i Aişe pak ve pakizedir. Onlar ehl-i imandır. Allahü teâlâ hazretleri, hazret-i Ömerin “radıyallahü teâlâ anh” kavline uygun bu âyet-i kerimeyi inzal buyurdu: “Onu işittiğinizde, niçin bize o sözü söylemek yakışmaz! Ya Rabbi! Seni tenzih ederiz. Bu Server-i âlemin hanımına atılan büyük bir iftiradır, demediniz!” [Nur sûresi 16. âyet-i kerime meali.]
8) Diğer bir âyet-i kerime şudur: Allahü tebareke ve teâlâ Adem safiyullahın “alâ nebiyyinâ ve aleyhissâlatü vesselâm” zürriyeti şanında bu âyet-i kerimeyi irsal buyurdu: “Biz insanı (Ademi) muhakkak ki çamurun hülasasından yarattık. Sonra, Ademin neslini sağlam bir yerde (rahimde) bir nutfe (az bir su) yaptık. Sonra, o nutfeyi kan pıhtısı haline getirdik. Ondan sonra, kan pıhtısını bir parça et yaptık. O et parçasını da kemikler haline çevirdik. Kemiklere de et giydirdik. Sonra, ona başka bir yaratılış (ruh) verdik. Bak ki şekil verenlerin en güzeli olan Allahın şanı ne kadar yücedir.” [Müminûn sûresi 12, 13, 14. âyet-i kerime mealleri.] Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” bu âyet-i kerimeyi okudu. Hayrette kaldı. (Kudreti ve hikmeti sebebi ile Allahü teâlânın şanı büyüktür. Kudretlilerin en güzelidir) dedi. Hazret-i Ömer’in buyurduğu gibi, âyet-i kerime indi.
Bu zikir ettiğim âyet-i kerimeleri Kurân-ı azimüşşan tefsirlerinden, kudretim yettiği kadar aldım. Bundan sonra o haberleri zikir edelim ki hocalarımızdan ve üstadlarımızdan işittik. İnşaallahü teâlâ.