80 – TABAKATU’L-MÜFESSİRİN
1 – Sahâbe Müfessirleri
Sahâbe’den tefsirde şöhrete ulaşan müfessirler on tanedir. Bunlar: Dört halife, İbn-i Mesûd, İbn-i Abbâs, Ubeyy b. Ka’b, Zeyd b. Sabit, Ebû Musa el-Eşari ve Abdullah b. Zübeyr’dir.

a- Hazret-i Ali ve Tefsirdeki Yeri
Dört halife içinde, kendisinden en çok rivâyet edilen, Alî b. Ebî Tâlibdir. Diğer üçünden gelen rivâyetler çok azdır. Bunun sebebi, önceden vefat etmiş olmalarıdır. Hazret-i Ebubekr’den az sayıda hadis rivâyet edilmesinin sebebi de buna bağlıdır. Tefsirlerde Hazret-i Ebubekr’den yapılan rivâyet sayısı on’dan fazla olduğunu görmedim. Hazret-i Ali’den rivâyet ise oldukça çoktur.

Mamer, Vehb b. Abdullah’dan o da Ebû’t-Tufeyl’den şöyle dediğini rivâyet eder: Hazret-i Ali bir konuşmasında şöyle diyordu: Bana istediğinizi sorun, ce­vap vereyim. Hangi âyetin gece, hangi âyetin gündüz, hangi âyetin yerde hangi âyetin dağda indiğini bilirim.

Ebû Nuaym, «el-Hilye» adlı eserinde İbn-i Mesûd’un şöyle dediğini rivâyet eder: Kur’ân yedi harf üzere nâzil olmuştur. Bu harflerden her birinin zâhiri ve batıni mânası vardır. Hazret-i Ali, bu harflerin her iki mânasını bilirdi. Ebûbekr b. Ayyaş tarikıyle, Nusayr b. Süleyman el-Ahmesi’den, o da babasından, Hazret-i Ali’nin şöyle dediğini rivâyet eder: Yemin ederim ki her âyetin, kimin hak­kında, nerede nâzil olduğunu bilirim. Allah bana herşeyi kavrayan bir akıl, her­şeyi cevaplandıran bir dil vermiştir.

b- İbn-i Mesûd ve Tefsirdeki Yeri
İbn-i Mesûd’dan yapılan rivâyetlerin sayısı, Hazret-i Ali’den yapılan rivâyetle­re nazaran daha çoktur. İbn-i Cerîr ve diğer muhaddisler, İbn-i Mesûd’un şu sözünü rivâyet ederler:

Allah’a yemin ederim ki, nâzil olan her âyetin, kimin hakkında, nerede nâzil olduğunu bilirim. Kur’ân’ı benden daha iyi bilen birini duyup bulunduğu yeri öğrensem, her türlü zahmete katlanarak gider, bilmediklerimi öğrenirim.

Ebû Nuaym, Ebû Buhturi’nin şöyle dediğini rivâyet eder: Bir gün Hazret-i Ali’­ye, İbn-i Mesûd hakkında sordum. Kur’ân ve Sünneti çok iyi bilirdi. Aramızdan ayrılırken bize zengin bir ilim hazinesi bıraktı, cevabını verdi.

c- İbn-i Abbâs ve Tefsirdeki Yeri
Tercümanu’l-Kur’ân olarak bilinen İbn-i Abbâs, Resûlüllah’ın: ‘Allahım, onu dinde fakih kıl, tevili öğret’, ‘Allahım, ona hikmet ver’ ve ‘Allahım, ona hik­meti öğret’ şeklinde dualarına mazhar olmuştur.

Ebû Nuaym, İbn-i Ömer’in şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Abdullah b. Abbâs’a Allahım, onu mübarek kıl, dini onunla neşret, şeklinde duada bulunmuştur.

Abdulmu’min b. Hâlid tarikıyle, Abdullah b. Bureyde’den İbn-i Abbâs’ın şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah’ı ziyaret ettiğimde Cebrâîl yanındaydı. Cebrâîl, Resûlüllah’a İbn-i Abbâs, bu ümmetin alimi olacaktır. Ona hayırlı duada bulun, şeklinde tavsiyede bulundu.

Abdullah b. Hiraş tarikıyle, Avvam b. Huşeb’den, Mücahid’in İbn-i Abbâs’dan naklen şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: Kur’ân’ın tercümanı olarak, sen ne güzel kulsun, dedi.

Beyhaki, «Delailu’l-Kur’ân»ında İbn-i Mesûd’un şu sözünü nak­leder: Kur’ân’ın en güzel tercümanı, Abdullah b. Abbâs’tır.

Ebû Nuaym, Mücahid’in şöyle dediğini rivâyet eder: Geniş bilgiye sahip olduğundan İbn-i Abbâs’a Bahr adı verilmiştir. İbn-i Hanefiyye’den de şu nakil­de bulunur: İbn-i Abbâs, bu ümmetin büyük bir alimi idi.

Ayrıca el-Hasan’ın şöy­le dediğini nakleder: İbn-i Abbâs, Kur’ân’ı anlamada ayrı bir yeri olan kimsedir.

Hazret-i Ömer: İşte, ihtiyarların genci budur. Allah ona herşeyi cevaplandıran bir dil, herşeyi kavrayan bir akıl vermiştir.

Abdullah b. Dinar tarikıyle İbn-i Ömer’den rivâyette bulunmuştur; Sahâbeden biri İbn-i Ömer’e gelerek:

***** «..ki göklerle yer bitişik idi, biz onları ayırdık..» (Enbiya, 30.) âyetinin tefsirini sorduğunda; İbn-i Abbâs’a git, ondan öğren, bana gelip bilgi ver, dedi. Bu kimse İbn-i Abbâs’a giderek sorusunu tekrarladı. İbn-i Abbâs kendisine şu cevabı verdi: Yer ve gökler bitişik idi, ne yağmur yağıyor, ne de bitkiler yeşeriyordu. Cenab-ı Hak yağmurla gökleri, bitkilerle de yeri ayırdı.

So­ru sahibi İbn-i Ömer’e gelerek duyduklarını anlattı. İbn-i Ömer İbn-i Abbâs’ın Kur’ân’ı tefsir etme cüreti hoşuma gitmiyordu, fakat şimdi anladım ki, ona geniş bir ilim verilmiş, dedi.

6377 Buhârî, Said b. Cubeyr tarikıyle İbn-i Abbâs’ın şöyle dediğini rivâyet eder:

Hazret-i Ömer beni, Bedir savaşına katılan yaşlılarla eşit tutardı. Bazıları bunu hoş karşılamaz, bu genci aramıza niye alıyorsun, bizim, onun yaşında çocuklarımız var diyordu. Hazret-i Ömer: O, bildiğiniz bir kimsedir deyip, İbn-i Abbâs’la bir­likte onları yanına çağırdı. Hazret-i Ömer’in o gün beni de davet etmesinin gayesi, beni onlara tanıtmak olduğunu anladım. Hazret-i Ömer hepimize hitaben:

***** «Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman..» âyetinden ne anladığımızı sordu. Kimisi; Allah’ın yardım ve fethine mazhar olduğumuzda, O’na hamd ve istiğfarla emrolunduk, cevabını verirken kimisi de; susup cevap vermediler. Hazret-i Ömer bana dönerek: Sen de aynı görüşte misin diye sordu. Ben hayır deyin­ce, o halde neler söylemek istersin dedi. Âyet, Resûlüllah’ın ömrünü bildirir, kendisine, ömrünün sonuna geldin, Rabbine hamd ile istiğfar et, Allah tevbeleri kabul edendir, şeklinde tefsir edince, Hazret-i Ömer: Âyetin bunun dışında bir mânası olduğunu bilmiyorum cevabını verdi.

Buhârî, İbn-i Muleyke tarikıyle İbn-i Abbâs’ın şöyle dediğini rivâyet eder: Hazret-i Ömer bir gün Eshâb’a şöyle bir soru sordu: ***** «Biriniz ister mi ki içinde hurmalardan ve üzümlerden oluşmuş bir bahçesi olsun..» (Bakara, 266.) âyetinin kimin hakkında nâzil olduğunu bileni­niz var mı? Sahâbe: Allah bilir deyince, Hazret-i Ömer öfkelenerek: Ya biliyoruz veya bilmiyoruz deyin, şeklinde mukabelede bulundu. Bunun üzerine İbn-i Abbâs:

Âyet hakkında aklımda kalan bazı bilgiler var dedi. Bunun üzerine Hazret-i Ömer: Yeğenim, kendini küçük görme, bildiğini söyle diye teşvik etti.

İbn-i Abbâs: Âyette, yapılan iş hususunda darb-ı mesel vardır. Zengin bir kimse, Allah yolunda gayret gösterirken, Allah şeytanı kendisine musallat kıldı; böylece ma­lı mülkü tükeninceye kadar masiyette bulundu.

6378 Ebû Nuaym, Muhammed b. Kabi’l-Kurazi’nin İbn-i Abbâs’dan yaptığı şu rivâyeti nakleder: Hazret-i Ömer, Muhacirlerden bir grup Sahâbe ile oturuyordu. Kadir gecesi hakkında konuşuyorlardı. Bu konuda herkes, bildiğini söylüyordu. Hazret-i Ömer İbn-i Abbâs’a:

Niye susuyor, bir şey söylemiyorsun! Bir şeyler söyle yaşının küçük olması, konuşmana mâni olmasın! diye teşvikte bulundu. Bu­nun üzerine İbn-i Abbâs:

Allah tekdir, teki sever. Haftanın günlerini yedi yaptı, rızkımızı yedi şeyden yarattı, insanı yedi şeyden halketti, gökleri yedi, altımızdaki toprağı da yedi kat yarattı, fatihayı yedi âyet yaptı, Kitabında yedi akraba ile evlenmeyi yasakladı, mirası yedi kısma böldü, secdede yedi aza üzerinde olmamız emredildi, Resûlüllah Kabe’yi yedi defa tavaf etti, Safa ile Merve ara­sında yedi kere say etti, yedi kere şeytan taşladı. Bütün bunlara dayanarak Kadir gecesi bana göre, Ramazanın son yedi günündedir, cevabını verdi.

Hazret-i Ömer bunları memnun kalarak dinledi; bu konuda düşünceme uygun bir ceva­bı, küçük yaşına rağmen bu gençten başka veren olmadı. Sonra Sahâbe’ye dönüp: Arkadaşlar, İbn-i Abbâs gibi, beni tatmin edecek biriniz var mı? diye sordu.

İbn-i Abbâs’a Ait Tefsir ve Râvileri

6379 İbn-i Abbâs’ın, tefsire dair, sayılmayacak kadar rivâyetleri vardır. Bu rivâyetler, değişik tarikla gelmiştir. Bunların en sağlam olanı, Ali b. Ebî Talha’nın kendisinden yaptığı rivâyet tarikıdır.

Ahmed b. Hanbel, Mısır’da Ali b. Ebî Talha’nın rivâyet ettiği İbn-i Abbâs’a ait bir tefsir nüshası bulunduğunu, bir kimse bu nüshayı görmek üzere gitse, bu yolculuğun herşeye bedel olacağını söy­ler. Ebû Cafer en-Nehhâs, «Nâsih ve Mensûh» adlı eserinde bu tefsir­in İbn-i Abbâs’a ait olduğunu söyler.

İbn-i Hacer şöyle der: Bu nüsha, Leys’in katibi, Ebû Salih’de bulunuyor­du. Ebû Salih bunu; Muaviye b. Salih’den o, Ali b. Ebî Talha’dan rivâyet etmiş­tir. Buhârî’nin istifade ettiği nüshadaki rivâyetler, Ebû Salih’den gelmektedir.

Buhârî, İbn-i Abbâs’dan yaptığı rivâyetlerin çoğunu «Sahih»inde, bu nüsha­dan nakletmiştir. İbn-i Cerîr, İbn-i Ebî Hâtim ve İbnu’l-Münzir, çoğu rivâyetleri bu nüshadan, Ebû Salih ve diğer tariklerle nakletmişlerdir.

Bazı ulema; İbn-i Ebî Talha’nın, İbn-i Abbâs’dan tefsire dair bilgi almadığını, bunları Mücahid ve Said b. Cübeyr’den naklettiğini söyler.

İbn-i Hacer; seneddeki râvi’lerin sika olduğu bilindikten sonra, bunlardan herhangi biriyle rivâyette bulunmanın mahzuru ol­madığını belirtir.

el-Halili, «İrşad» adlı eserinde şöyle der: Endülüs kadısı Muaviye b. Salih’in tefsiri, Ali b. Ebî Talha tarikıyle İbn-i Abbâs’dan yapılan tefsirdir. Ulema­nın önde gelenleri bu tefsiri, Leys’in katibi Ebû Salih tarikıyle Muaviye’den nak­letmişlerdir.

6381 Hadis râvilerinin icmaına göre Ali b. Ebî Talha, tefsiri İbn-i Abbâs’dan dinlememiştir. el-Halili, İbn-i Abbâs’a isnad edilen tefsir rivâyetleri, sağlam rivâyetler olmadığı gibi, râvileri de meçhul kimselerdir. Bu tefsir aynen Cuveybir’in Dahhak tarikıyle İbn-i Abbâs’dan rivâyet ettiği tefsir gibidir, der.

Bazı müfessirlerin İbn-i Cüreyc tarikıyle, İbn-i Abbâs’dan rivâyet ettikleri tefsir de böyledir. Bu senedlerin en uzun olanı; Bekr b. Seni ed-Dimyati’nin Abdulgani b. Said’den, o da Musa b. Muhammed’den o da İbn-i Cüreyc’den gelen tariktir. Bu tarik, sağlam bir tarik değildir.

6384 Muhammed b. Sevri’nin, İbn-i Cüreyc’den naklen İbn-i Abbâs’a ait üç bü­yük cüz halindeki tefsirini ulema, sahih kabul etmişlerdir.

Ayrıca Haccac b. Muhammed’in İbn-i Cüreyc’den naklettiğine göre, İbn-i Abbâs’a ait bir cüzlük tef­sir, ittifakla sahih kabul edilmiştir.

Şibl b. Abbad el-Mekki’nin İbn-i Ebî Necih tarikıyle Mücahid’in İbn-i Abbâs’dan rivâyet ettiği haberler, bu sahih tefsire yakındır.

Ata b. Dinar’ın tefsiri, talebeleri tarafından yazılmış ve delil olarak kullanılmıştır.

Ebû Ravk’ın tefsiri bir cüzdür ve Sahih kabul edilmiştir.

6389 İsmail es-Süddî’nin tefsirindeki senedler, İbn-i Mesûd ve İbn-i Abbâs’a dayanır. Sevri ve Şu’be gibi bazı imamlar Süddî’den rivâyette bulunmuşlardır. Fakat Süddî’nin cemettiği tefsiri, Esbat b. Nasr rivâyet etmiştir. Cerh ve tadil uleması Esbat üzerinde ittifak etmemişlerdir. Şu kadar var ki Süddî’nin tefsiri, benzeri tefsirler arasında gerçeğe en yakın olan tefsirdir.

İbn-i Cüreyc, tefsirinde rivâyetlerin sıhhat derecelerine önem vermemiş, her âyet hakkında zikredilen sahih veya zayıf her rivâyeti nakletmiştir.

Mukatil b. Süleyman’ın tefsirinde, ulema bizzat Süleyman’ı zayıf kabul et­mişlerdir. Süleyman, tâbiun ileri gelen zevatından bilgi almış, İmâm Şâfiî de tef­sirini faydalı bulmuştur. el-Halili’nin sözü burada bitmektedir.

6392 İbn-i Cerîr, çeşitli tariklerle Süddî’den rivâyette bulunmuştur. Bunlardan biri şudur: Süddî, Ebû Mâlik’den o Ebû Salih tarikıyle İbn-i Abbâs’dan; Mürre tarikıyle de İbn-i Mesûd ve bazı Sahâbe’den gelen tariktır. İbn-i Ebî Hâtim daha ziyade, sahih hadisleri rivâyet etmiştir. Hâkim «Müstedrek»inde Süddî’den sadece Mürre tarikıyle İbn-i Mesûd’dan gelen rivâyetleri sahih kabul ede­rek almış, birinci tarikle nakilde bulunmamıştır. İbn-i Kesir, Süddî’nin rivâyet et­tiği isnad’da bazı garip râviler olduğunu söylemiştir.

İbn-i Abbâs’dan gelen rivâyet tarikının en sağlam olanı, Kays’in Ata b. Saib’den, onun da Said b. Cübeyr’den yaptığı rivâyet tarikıdır. Buhârî ve Müslim’in şartlarına göre bu tarik, sahihtir. Firyâbî ve Hâkim’in daha çok rivâyette bulundukları tarik, bu tariktır.

İbn-i Abbâs’dan gelen rivâyet tariklerinden bir diğeri de, İbn-i İshak tari­kıyle, Zeyd b. Sabit’in kölesi Muhammed b. Ebî Muhammed’in, İkrime veya Sa­id b. Cübeyr’den yaptığı rivâyettir. Bu tarik da sağlamdır, isnadı hasendir. Bu tarikle, İbn-i Ebî Hâtim, çokça rivâyette bulunmuşlardır. Taberânî «Mucemu-l-Kebir»inde aynı tarikten rivâyette bulunmuştur.

İbn-i Abbâs’dan yapılan rivâyet tariklerinin en zayıfı, Kelbi’nin Ebû Sa­lih’den rivâyet ettiği tariktır. Bu tarik, Muhammed b. Mervan es-Süddî es-Sağir’ in rivâyeti de katılırsa, rivâyet silsilesi tamamıyle kizb olur. Sa’lebî ve Vâhidî’nin çoğu rivâyetleri bu tarikledir. Fakat İbn-i Adiyy, «el-Kamil» adlı eserinde şöyle der: Kelbi’nin özellikle Ebû Salih’den yaptığı rivâyetlerde pek çok sahih hadisler mevcuttur ve tefsirde kullanılmıştır. Kelbi’nin tefsirinden daha uzun, daha doyurucu bir tefsir yoktur. Bundan sonraki sırayı, Mukatil b. Süleyman’ın tefsiri alsa da, Mukatil’in itikaden bozuk mezheplere meyli olduğundan Kelbi’-nin tefsiri, daha ziyade tercih edilir. Dahhak b. Müzahim tarikıyle İbn-i Abbâs’-dan yapılan rivâyetlerin senedi, munkatidir. Çünkü Dahhak, İbn-i Abbâs’la kar­şılaşmamıştır. Dahhak tarikına, Bişr b. Ammare’nin Ebû Ravk’dan rivâyeti ilâve edilirse, Bişr’in zayıf râvi olmasından dolayı sened, zayıf senedlerden sayılır.

6395 İbn-i Cerîr ve İbn-i Ebî Hâtim, Kelbi’nin bu nüshasından çokça rivâyette bulunmuşlardır. Fakat bu rivâyet zincirine Cüveybir’in Dahhak’dan yaptığı rivâyetler dahil olursa, bu tarik daha zayıf bir tarik olur. Çünkü Cüveybir, çok zayıf ve metruk bir ravidir. Ne İbn-i Cerîr, ne de İbn-i Ebî Hâtim bu tarikle rivâyette bulunmuşlardır. Fakat İbn-i Merdeveyh ve İbn-i Hibbân bu tarikle yapılan rivâyetleri almışlardır.

Avfi tarikıyle İbn-i Abbâs’dan yapılan rivâyetleri, İbn-i Cerîr ve İbn-i Ebî Hâtim bolca kullanmışlardır. Avfi, zayıf bir râvi olmakla beraber, aciz değildir. Tirmizî, bazı rivâyetlerini hasen kabul etmiştir.

Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Şakir el-Kattan’ın «Fedailu İmâmi’ş-Şâfiî» adlı eserinde, Avfi’den yaptığı rivâyette İbn-i Abdilhakem’-in şöyle dediğini rivâyet ederler: İmâm Şâfiî’nin, İbn-i Abbâs’dan tefsire dair yü­ze yakın hadis’den başka bir rivâyet gelmemiştir, dediğini duydum.

6397 Ubeyy b. Ka’b’ın büyük bir tefsiri mevcuttur. Bunu Ebû Cafer er – Razi, Rabi’ b. Enes tarikıyle Ebû’l-Âliyye’den rivâyet etmiştir. Bu sened, sahih bir se-neddir. İbn-i Cerîr, İbn-i Ebî Hâtim, «Müstedrek»inde Hâkim, «Müsned» inde Ahmed b. Hanbel, bu tarikle çokça rivâyette bulunmuşlardır.

Buraya kadar zikri geçen Sahâbe dışında, Enes b. Mâlik, Ebû Hüreyre, İbn-i Ömer, Câbir ve Ebû Musa’l-Eşari gibi Sahâbe’den de tefsire dair rivâyet­ler nakledilmiştir. Ayrıca, Abdullah b. Amr b. Âs’dan da kıssalar, dahili fitneler ve ahiretle ilgili rivâyetler gelmiştir. Bu ve benzeri rivâyetler, ehli kitaptan alın­mıştır. Bu ravinin ***** (Bakara, 210.) âyetinin tefsiri ile ilgili rivâyetine, Sahâbe’nin bu konuda bütün rivâyetlerini içine alan «Tercümanü’l-Kur’ân» adlı eserimizde işaret ettik.

2- Tâbiun Müfessirleri
6398 İbn-i Teymiyye şöyle der: Tâbiun içinde tefsirde en çok bilgi sahibi olan,

Mekke’lilerdir. Bunlar; İbn-i Abbâs’ın talebeleri olan Mücahid, Ata b. Ebî Rabah, İbn-i Abbâs’ın mevlası İkrime, Said b. Cübeyr, Tavus ve diğerleridir.

Kufe’de ise; İbn-i Mesûd’un talebeleridir. Medine’de yetişen tefsir uleması içinde Zeyd b. Eslemi sayabiliriz. Oğlu AbdurRahmân b. Zeyd ile Mâlik b. Enes, tefsiri Zeyd-den öğrenmişlerdir.

Mücahid, Tâbi’ûn’un ileri gelen müfessirlerindendir. Fadl b. Meymun şöy­le der: Mücahid’in şöyle dediğini duydum: Kur’ân’ın tefsirini İbn-i Abbâs’dan otuz kere tekrarladım. Fadl b. Meymun, başka bir rivâyette şöyle dediğini nakle­der: İbn-i Abbâs’dan mushafı üç kere okudum. Her defasında âyetler üzerinde ayrı ayrı durup, kimin hakkında ve hangi gaye ile nâzil olduğunu sorardım. Husayf şöyle der. Mücahid, Tâbiun arasında tefsiri en iyi bilendi. Sevri şöyle der: Mücahid’den gelen tefsir, sağlam ve yeterli bir tefsirdir. İbn-i Teymiyye şöyle der: Mücahid’in tefsirdeki bu şöhretinden dolayı Şâfiî, Buhârî ve diğer ulema, Mücahid tefsirine itimad etmişlerdir.

Derim ki: Firyâbî, Mücahid’den çokça rivâyette bulunurken, İbn-i Abbâs veya diğer Sahâbe’den pek az nakilde bulunmuştur.

Said b. Cübeyr, tâbiun müfessirlerinin ileri gelenlerindendir. Süfyanu’s-Sevri şöyle der:

Tefsiri şu dört müfessirden alınız. Bunlar; Said b. Cübeyr, Mü­cahid, İkrime ve Dahhak’dır.

6405 Katade şöyle der: Tâbi’ûn’dan tefsiri en iyi bilenler şu dört kişidir:

Menâsiki hac’da Ata b. Ebî Rabah,

Tefsirde Said b. Cübeyr,

Si­yerde İkrime,

helal ve haramı bilmede Hasanu’l-Basri.

İbn-i Abbâs’ın mevlası İkrime, tâbi’ûn’un ileri gelen müfessirlerindendir. Şa’bi şöyle der: Kur’ân’ı, İkrime’den başka iyi bilenler kalmadı. Simak b. Harb, İkrime’nin şöyle dediğini nakleder: Kur’ân’ın tamamını tefsir ettim. Hocam İbn-i Abbâs ayaklarımı iple bağlar, bana Kur’ân ve Sünneti böyle öğretirdi, der.

İbn-i Ebî Hâtim, Simak tarikıyle İkrime’nin şöyle dediğini rivâyet eder: Kur’ân’dan si­ze söylediğim her şeyi, İbn-i Abbâs’dan öğrendim.

Tâbi’ûn’dan ayrıca: Hasanı Basri, Ata b. Ebî Rabah, Ata b. Ebî Seleme el-Horasani, Muhammed b. Ka’bi’l-Kurazi, Ebû’l-Âliyye, Dahhak b. Müzahim, Â-tıyye el-Avfi, Katade, Zeyd b. Eslem, Mürretu’l-Hemedani ve Ebû Mâlik bulun­maktadır. Bunlardan sonra da Rabi b. Enes, AbdurRahmân b. Zeyd b. Eslem ve diğerleri gelmektedir. Saydığımız bu zevat, tâbiun müfessirlerinin meşhurların-dandır. Bunlar, tefsire dair rivâyetlerinin çoğunu Sahâbe’den almışlardır.

6408 Tâbi’ûn’dan sonra, Sahâbe ve tâbiun kavillerini içine alan bazı tefsirler telif edilmiştir. Bunlar:

Sufyan b. Uyeyne, Veki b. Cerrah, Şu’be b. Haccac, Ye-zid b. Harun, Abdurrazzak, Adem b. Ebî İlyas, İshak b. Rahaveyh, Ravh b. Uba-de, Abd b. Humeyd, Suneyd, Ebubekr b. Ebî Şeybe gibi müfessirlerdir.

3- Taberi ve Gelişen Tefsir Nevileri
6409 Etbâu’-ttâbiun’dan sonra gelen İbn-i Cerîr et-Taberi’nin tefsiri, tefsirlerin en büyüğü ve en değerlisidir. Bunun yanı sıra İbn-i Ebî Hâtim, İbn-i Mâce, Hâkim, İbn-i Merdeveyh, Ebû’ş-Şeyh İbn-i Hibbân ve Münzir’in eserleri gelmekte­dir. İbn-i Cerîr’in tefsiri hariç, bütün tefsirler Sahâbe, tâbiun ve etbauttâbi’ûn kavillerine dayanır. İbn-i Cerîr tefsirinde naklettiği kavillerin tercihini yapar, aralarında tercihde bulunur, irabını yapar, ahkâmla ilgili istinbatta bulunur. Bu yön­leri ile tefsirlerden üstünlüğünü ortaya koyar.

6411 Bundan sonra bir çok ulema, tefsirler yazdılar. Rivâyet ettikleri kaviller­de, senedleri kısalttılar, sözleri eksik naklettiler. Bu yüzden tefsire zayıf rivâyetler girdi, sahih olanlarla zayıflar birbirine karıştı. Her müfessir bulduğu her sözü tefsirine aldı, hatırladığı her sözü nakletti. Sonradan gelenler bunları sa­hih zannederek, Sahâbe veya tâbi’ûna ait olup olmadığını araştırmadan, yazı-lan tefsirlere müracaat etmeden, naklettiler. Öyle ki ***** tefsiri, Yahudi ve Hristiyanlar olması gerekirken, on ayrı görüşle tefsir eden müfessire rastladım. Halbuki âyetin bu tefsiri; Resûlüllah, Sahâbe, tâbiun ve tebe-i tâbiundan, Yahudi ve Hristiyanlar şeklinde gelmiştir. Bu bakımdan İbn-i Ebî Hâtim, âyetin bu şekildeki tefsirinde, müfessirler arasında herhangi bir ihtilaf olduğunu bilmiyorum, demiştir.

6412 Bundan sonra, Bazı ulema tefsirlerini, bir ilme ağırlık vererek yazmağa başladılar. Nahivci, tefsirinde iraba ve irabda muhtemel değişik vecihlere önem vermiş, nahiv kaideleri, buna ait meseleleri ve ihtilafları nakletmiştir. Zeccâc’ın, «el-Basit»de, Vâhidî’nin «el-Bahru’l-Muhit ve’n-Nehr» adlı eserlerinde Ebû Hayyân’ın tefsirleri, buna misaldir.

Haberlerle uğraşan müfessirin, ister sahih, ister gayri sahih olsun, kıssa­lar ve önceki milletlere ait haberleri toplamaktan başka bir meşguliyeti yoktur. Sa’lebî bu nevi müfessirlerden biridir.

Fakih tefsirinde, taharetten başlayıp çocuklu kadınlara kadar bütün fıkhi hükümleri serdeder, bazen daha ileri giderek âyetle ilgisi bulunmayan bir takım fıkhi deliller getirerek muhalif olanlara cevap vermeğe çalışır. Mesela Kurtubî’nin tefsiri, bu gibi konularla dolu bir tefsirdir.

Fahruddin Razi gibi, akli ilimlerle uğraşan müfessirler tefsirlerini, kelami ve felsefi meselelerle doldurur, birinden diğerine geçerler. Öyle ki bu tefsiri okuyan, âyetle verilen bilgiler arasında bir mutabakat bulamaz. Ebû Hayyân «el-Bahrul-Muhit»inde buna temas ederek şöyle der: İmâm Râzî tef­sirinde, âyetle doğrudan ilgisi bulunmayan uzun nakiller yapmıştır. Bu yüzden Bazı ulema, «Mefatihu’l-Gayb»ında, tefsirden başka her şey mevcut­tur, demişlerdir.

Bid’at ehlinden tefsir yazanların gayesi, âyetleri tahrif etmek, batıl mez­heplerine delil aramaktır. Mesela âyetin uzak bir mânası, görüşünü destekle­miş olsa onu hemen alır veya lehinde olan en küçük bilgiyi hemen değerlen­dirmeye çalışır. Bu konuda Bulkînî şöyle der: Zemehşerî, ***** «..Kim ki hemen ateşin elinden kurtarılır da cennete soku­lursa şüphesiz o kurtulmuştur.» (Âl-i İmrân, 185.) âyetinin tefsirinde kullandı­ğı: Cennete girmekten daha büyük bir kurtuluş var mıdır? şeklindeki adem-i ru’yete işaret eden tefsirini gördüğümde; onun Mutezilî fikirleri savunduğunu an­ladım. Mulhidin, âyetlerin tefsirinde gösterdiği ilhad, küfür ve Allah’a karşı iftiralarından söz etmeğe lüzum bile yoktur.

Bazıları ***** «Bu iş Senin imtihanından başka birşey değildir..» (Araf, 155.) âyetini: Kullara, Allah’dan daha çok zarar veren yoktur, şeklinde tefsiri ile, sihirbazların Musa hakkında şöylediklerine dair tefsirleri buna misaldir. Rafizilerin ***** «..Allah, size bir inek kesmenizi emrediyor..» (Bakara, 67.) âyeti hakkındaki sözleri de ilhadi tefsire dair misallerdir. Bu ve benzeri ilhadi tefsirler, Ebû Ya’lâ ve diğer muhaddislerin Huzeyfe tarikıyle Resûlüllah’dan rivâyet ettikleri şu hadis’e hamledilir: Ümmetim içinde öyleleri vardır ki Kur’ân’ı okurlar, ona atılıp çiğnenen çürük hurma kadar değer vermezler, gerçek tefsiri dışında tefsir et­meğe çalışırlar.

6413 Hangi tefsirin okunması tavsiye edilir, nakil yapılması uygun görülür? so­rusuna, şu cevabı vermek mümkündür. Muteber ulemanın müşterek kanaatleri­ne göre tefsirde benzeri telif edilmeyen, Ebû Ca’fer b. Cerîr et-Taberi’nin tefsi­ridir.

Nevevî «Tehzib» adlı eserinde: İbn-i Cerîr’in tefsiri, sahasında bir ben­zeri olmayan bir tefsirdir, der.

Bir tefsirde bulunması gereken nakli kavilleri istinbat, işaret, irab, îcâz belâgat ve lügat gibi, bir başka tefsire müracaata ihtiyaç bırakmayan tefsirle il­gili bütün konuları içine alan bir eser yazmağa başladım, «Mecmeu’l-Bahreyn ve Matlau’l-Bedreyn» adını verdim. «İtkan» adlı bu kitabımı ona mukaddime yaptım. Allahü teâlâ’dan hayırlısı ile ikmalini dilerim.

İtkan adlı eserimizde vermek istediğimiz bilgileri, taşıdıkları önemden do­layı istifade edilmek üzere Resûlüllah’ın tefsiri ile ilgili merfu haberle bitirmeyi arzuluyoruz.

4- Resûlüllah’ın Tefsiri
Resûlüllah’ın Kur’ân’ı tefsirine örnek olan merfu haberleri ihtiva eden sû­reler sırasıyla şöyledir:

Fatiha
6416 İmâm Ahmed, Tirmizî’nin hasen kabul ettiği ve İbn-i Hibbân’ın Adiyy b, Hayyân’dan rivâyetle, Resûlüllah’ın şöyle dediğini nakleder: Allah’ın kendilerine gazab ettiği kimseler Yahudiler, dalâlete düşenler de Hristiyanlardır.

İbn-i Merdeveyh, Ebû Zer’den şu rivâyette bulunur: Resûlüllah’a gazaba uğrayanların kimler olduğunu sorduğumda: Yahudiler, dalalete düşenlerin de Hristiyanlar olduğunu söyledi.

Bakara
6418 İbn-i Merdeveyh ve Hâkim «Müstedrek»inde, sahih senedle Ebû Nadra tarikıyle Ebû Said el-Hudri’den ***** «Onlar için orada te­miz zevceler vardır..» (Bakara, 25.) âyetinde Resûlüllah’ın şöyle dediğini riva-yet eder: Hayızdan, büyük abdest bozmaktan, sümük ve tükürükten temizlen­miş zevcelerdir. İbn-i kesir, tefsirinde bu hadisin râvileri arasında el-Bezzi ol­duğunu söyler. İbn-i Hibbân da el-Bezzi’nin rivâyetini hüccet olarak nakletme­nin caiz olmadığını söyler. Şu halde Hâkim’in bu rivâyeti sahih kabul etmesi, münakaşalıdır. Hâkim’in «Tarih»inde, bu hadis’in hasen olduğunu gördüm. İbn-i Cerîr, senedinde sika râviler bulunan, Amr b. Kaysi’l-Melai tarikıyle, Şamda herkesce iyi tanınan, Emevilerden birinin şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah’a Bakara 48. ve 123. âyetlerinde geçen ***** kelimesinin mânası sorulduğunda bunu, fidye şeklinde tefsir etmiştir. Bu rivâyet, mürsel ve ceyyiddir. İbn-i Abbâs’dan mevkufen yapılan, muttasıl bir senedle gelen rivâyet, bunu kuvvetlendirmektedir.

6420 Buhârî ve Müslim, Ebû Hüreyre’den yaptıkları rivâyette Resûlüllah şöyle buyurmuştur: İsrail oğullarına: ***** «..secde ederek ka­pıdan girin ve ‘hitta’ deyin..» (Bakara, 58.) denildiği halde onlar, mak’atüstü sürü­nerek girdiler, Allah’ın ***** sözünü arpa tanesi şeklinde habbe dediler. Bu ha-disde ***** «..kendilerine söylenenden başkasıyla değiştirdiler.» (Bakara, 59.) âyetinin tefsiri vardır.

6421 Tirmizî ve diğer muhaddisler, hasen bir senedle, Ebû Said el-Hudri’den rivâyetle, Resûlüllah’ın şöyle dediğini naklederler: Veyl, cehennemde bir vadi­nin adıdır. Kâfirler bu vadiye atılırlar, tabanına varmaları kırk sene sürer.

6422 Ahmed b. Hanbel aynı şekilde, Ebû Said’den Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet eder: Kur’ân’da geçen her kunut kelimesi, itaat mânasındadır.

6423 Hatîb, başka bir rivâyette aralarında meçhul râvilerin bulunduğu bir se­nedle Mâlik’den, o Nafi’den, o İbn-i Ömer’den o da Resûlüllah’dan rivâyet etti­ğine göre Resûlüllah ***** «..onu gereğince okuyanlar..» (Bakara, 121.) âyetini Kur’ân’a hakkıyla uyanlar şeklinde tefsir etmiştir.

6423 İbn-i Merdeveyh zayıf bir senedle, Ali b. Ebî Talib’den rivâyetle Resûlüllah’ın ***** «..Zalimlere ahdim ermez..» (Bakara, 124.) âyetini şöyle tefsir ettiğini nakleder: Ancak, doğru olana itaat edilir. Bu rivâyeti des­tekleyen, İbn-i Ebî Hâtim’in: Zalimin Allah’a karşı isyanında ona yardım ede­mezsin, ibaresiyle İbn-i Abbâs’dan merfu olarak yaptığı, nakildir.

6424 Ahmed b. Hanbel ile, Ebû Saidi’l-Hudrî’den sahih olarak rivâyet eden Tirmizî ve Hâkim, Resûlüllah’ın ***** «Böylece sizi orta bir üm­met yaptık..» (Bakara, 143.) âyetindeki ***** kelimesini adil şeklinde tefsir et­tiğini nakleder.

Buhârî ve Müslim, Ebû Saidi’l-Hudrî’den Resûlüllah’ın şöyle buyurduğunu rivâyet eder: Kıyamet günü Nuh (aleyhisselâm) çağrılarak, risaletini tebliğ ettin mi denilir. Evet, tebliğ ettim cevabını verir. Ardından kavmi çağrılır. Onlara da Nuh size ri­saletini tebliğ etti mi diye sorulur. Onlar: Bize hiçbir resûl gelmedi cevabını ve- rirler. Bunun üzerine Nuh (aleyhisselâm) tekrar çağrılır, kendisine risaleti tebliğ ettiğine dair şahidin var mıdır diye sorulur. Nuh (aleyhisselâm) şahidim: Muhammed ve ümmetidir cevabını verir. Resûlüllah işte, Allah’ın ***** «Böylece sizi orta bir ümmet yaptık..» âyeti buna şahittir. Âyetteki ***** kelimesi âdil mânasın­dadır. Sizler kıyamet gününde çağrılıp Nuh’un risaletini tebliğ ettiğine şahitlik yapacaksınız, o da size şahitlik edecektir. Resûlüllah’ın ***** kelimesine verdi­ği âdil sözü, mudrec değil, merfu rivâyettir. Bunu, «Şerhu’lBuhârî»de İbn-i Hacer haber vermiştir.

6426 Ebû’ş-Şeyh ve Deylemî, «Müsnedün’l-Firdevs» adlı eserinde Cüveybir tarikıyle Dahhak’ın İbn-i Abbâs’dan şöyle dediğini nakleder: Resûlüllah ***** «..beni anın ki ben de sizi anayım..» (Bakara, 152.) âyetin­de şöyle buyurmuştur: Kullarım, bana itaatta bulunarak, beni anınız, ben de sizi mağfiretimle anayım.

6427 Taberânî, Ebû Umame’nin şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah ayak­kabısının bağı kopunca, biz ancak Allah’dan geldik, gene Allah’a döneceğiz mealindeki (Bakara, 156.) âyetini okudu. Sahâbe: Bu bir musibet midir ya Re-sûlallah, diye sorduklarında: Mü’minin başına gelen her sevmediği şey, musi­bettir, buyurdular. Bu hadisin pek çok şahidi vardır.

6428 İbn-i Mâce ve İbn-i Ebî Hâtim, Bera b. Azib’in şöyle dediğini rivâyet e-derler: Resûlüllah’la birlikte bir cenazede bulunuyorduk. Resûlüllah şöyle bu­yurdular: Kâfirin gözleri üzerine şiddetli bir darbe indirilir; sesini ins ve cinler dışında yeryüzündeki bütün mahlûkat duyar. Sesini duyan her hayvan, Kâfiri la­netler. İşte ***** «..lanet edebilenler de lanet eder.» (Bakara, 159.) âyetindeki mâna budur.

6429 Taberânî, Ebû Umame’nin şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ***** «Hac bilinen aylardadır..» (Bakara, 197.) âyetini Şevval, Zilka­de ve Zilhicce ayları olarak tefsir etmiştir.

6430 Taberânî, rivâyetinde beis olmayan bir senedle İbn-i Abbâs’dan Resûlüllah’ın: ***** «..Hacda kadına yaklaşmak, günaha sap­mak, kavga etmek yoktur..» (Bakara, 197.) âyetini şöyle tefsir ettiğini rivâyet eder: Âyetteki ***** kelimesi cima gayesiyle kadına yaklaşmak, ***** kelimesi masiyet, ***** kelimesi ise, bir kimsenin arkadaşıyla tartışmasıdır.

6431 Ebû Dâvud’un Ata’dan yaptığı bir rivâyete göre: Ata’ya yeminde lagvın mânası sorulmuştu. Hazret-i Âişe’nin Resûlüllah’dan şu sözü duyduğunu söyledi: Yemindeki lagv, bir kimsenin evinde, asla, vallahi, evet gibi kelimeleri kullanmasıdır. Buhârî bu hadisi, Hazret-i Âişe’den mevkuf olarak rivâyet etmiştir.

6432 Ahmed b. Hanbel ve diğer muhaddisler, Ebû Rezîn el-Esedi’nin şöyle de­diğini rivâyet ederler: Sahâbe’den biri; ya Resûlallah, ***** «..boşanma iki defadadır..» (Bakara, 229.) âyetindeki üçüncü talak nerededir? diye sorun­ca, Resûlüllah: Güzellikle bırakmak üçüncüsüdür, cevabını verdi.

İbn-i Merdeveyh, Enes b. Mâlik’in şöyle dediğini rivâyet eder: Sahâbe’­den biri Resûlüllah’a gelerek: Ya Resûlallah, Allah iki talakı zikretti, üçüncüsü hangisidir? diye sordu. Resûlüllah: Ya iyilikle alıkoymak veya iyilikle bırakmak­tır. Cevabını verdi.

6434 Taberânî, rivâyetinde beis olmayan bir senedle, Ebû Lehia tarikıyle, Amr b. Şuayb babasından, o da dedesinden rivâyetle Resûlüllah’ın şöyle dediğini nakleder: Nikahı elinde tutan, kocadır.

6435 Tirmizî ve İbn-i Hibbân, İbn-i Mesûd’un şöyle dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah; orta namazın, ikindi namazı olduğunu söylemiştir.

Ahmed b. Hanbel ve Tirmizî, sahih bir senedle Semura’den Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet ederler: Orta namazı, ikindi namazıdır.

İbn-i Cerîr, Ebû Hüreyre’den Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet eder. Orta namaz, ikindi namazıdır. Aynca, Ebû Mâlik el-Eşari’den, Resûlüllah’ın şöy­le dediğini rivâyet eder: Orta namaz, ikindi namazıdır. Bu hadis’in değişik tarik ve şahidleri vardır.

6439 Taberânî, Hazret-i Ali’den Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet eder: Âyetteki (Bakara, 248.) sekinet, fırtına mânasındadır.

6440 İbn-i Merdeveyh, Cüveybir tarikıyle Dahhak’ın İbn-i Abbâs’dan merfuan yaptığı ***** «Dilediğine hikmeti verir..» (Bakara, 269.) âyeti hak­kındaki şu rivâyeti nakleder: Hikmet, Kur’ân’dır. İbn-i Abbâs bunun Kur’ân tefsi­ri olduğunu söyler. Çünkü tefsiri, salih kullar okuduğu kadar, facirler de okur.

Âl-i İmrân
6441 Ahmed b. Hanbel ve diğer muhaddisler Ebû Umame’den ***** «..Kalplerinde eğrilik olanlar kendilerine göre yorumla­mak için müteşâbihlerin ardına düşerler..» (âyet, 7.) hakkında Resûlüllah’ın şöyle buyurduğunu rivâyet ederler. Âyette geçen bu vasıftaki kimseler, haricilerdir.

***** «O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kara­rır..» (106.) âyetindekiler gene haricilerdir.

Taberânî ve diğer muhaddisler, Ebudderda’dan rivâyetle Resûlüllah’ın: İlimde râsih olanlar, sorulduğunda şu cevabı verdiğini naklederler: Sözünde duran, doğruyu söyleyen, kalbi istikamette bulunan, iffet ve namusunu koru­yan haram lokma yemeyen kimseler, ilimde râsih olan kimselerdir.

6443 Hâkim sahih bir senedle Enes’in şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah’a ***** «..kantarlarca yığılmış..» (14.) âyetindeki kıntarın miktarı so­rulduğunda, bin ukiyye olduğunu söyler.

Ahmed b. Hanbel ve İbn-i Mâce, Ebû Hüreyre’den yaptıkları rivâyette Resûlüllah, kıntarın on iki bin ukiyye olduğunu söylemiştir.

6445 Taberânî, İbn-i Abbâs’dan yaptığı rivâyette Resûlüllah’ın ***** «..Oysa göklerde ve yerde olanların hepsi ister istemez O’na teslim olmuştur..» (83.) âyetinde şöyle buyurmuş­tur: Göktekiler meleklerdir. Yerde olanlar da, İslam üzere doğanlardır. Kerhen ise, boyunlarına zincir ve halkalarla değişik milletlerden esirlerin, istemeyerek cehennemde sürüklenmeleridir.

]Hâkim, sahih bir senedle Enes’den yaptığı rivâyette şöyle der: Resûlüllah’a ***** «..yoluna gücü yeten herkesin..» (97.) âyetindeki sebil­den sorulduğunda şöyle buyurdu: Sebil, yiyecek şeyler ve binek hayvanları­dır, cevabını verdi.

Tirmizî aynı hadisi, İbn-i Ömer’den hasen senedle rivâyet etmiştir.[

6448 Abdu’bnu Humeyd «Tefsir»inde, Nüfeyl’in şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah’a ***** «yo­luna gücü yeten herkesin, O eve (gidip) haccetmesi insanlar üzerinde Allahın bir hakkıdır. Kim inkâr ederse şüphesiz Allah, bütün alemlerden zengin­dir.» (97.) âyeti hakkında Huzeyl’den biri şu soruyu sordu: Ya Resûlallah, haccı terkeden, Kâfir olur mu? Resûlüllah: Haccı terkeden ukubetinden korkmayan, sevabını beklemeyen kimse Kâfirdir, buyurdu. Seneddeki Nüfeyl, tâbi’ûndandır. Sened mürseldir. Hadisin İbn-i Abbâs’a dayanan, mevkuf bir şahidi vardır.

6449 Hâkim, sahih bir senedle İbn-i Mesûd’un şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah ***** «Allah’tan ona yaraşır biçimde korkun..» (102.) âyetini şöyle tefsir etmiştir: Allah’a isyan etmeden itaat etmek, unutmadan zikirde bulunmaktır.

6450 İbn-i Merdeveyh, Ebû Cafer el-Bakir’in şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah; ***** «İçinizden hayra çağıran bir topluluk ol­sun..» (104.) âyetini şöyle tefsir etmiştir: Âyetteki hayr, Kur’ân’a ve sünnetime uymaktır. Bu hadis, mu’dal’dır.

6451 Deylemî, «Müsnedu’l-Firdevs»de, zayıf bir senedle İbn-i Ömer’ in ***** âyetinde, Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet eder: Ehl-i sünnetin yüzleri nurlanacak, bid’at ehlinin yüzleri de kararacaktır.

6452 Taberânî ve İbn-i Merdeveyh, İbn-i Abbâs’ın şöyle de­diğini rivâyet ederler: Resûlüllah: ***** (125.) âyetini şöyle tefsir etmiştir: İşaretlenmiş meleklerdir. Bedir muharebesindeki melekler, başlarında siyah sarık, Uhud muharebesine katılanlar ise kırmızı sarıkla nişanelenmişlerdi.

6453 Buhârî, Ebû Hüreyre’nin şöyle dediğini rivâyet eder; Resûlüllah şöyle buyurur: Allah’ın kendisine mal verip zekatını ödemeyen kimselerin malı, gözle­rinin üstünde iki siyah nokta bulunan, başında saçı olmayan bir ejderha şeklin­de görünür. Kıyamette ejderha o kimseyi sımsıkı sararak dişleri arasına alır ve ona şöyle der: Ben senin malın ve hazinenim. Sonra şu âyeti okur: ***** «Allah’ın kereminden kendilerine verdi­ğine cimrilik edenler, onu kendileri için hayırlı sanmasınlar..» (180.)

Nisâ
6454 İbn-i Ebî Hâtim, «Sahih»inde İbn-i Hibbân, Hazret-i Âişe’den şu rivâyette bulunurlar: Resûlüllah ***** «..Adaletten ayrılmamanız için en uy­gun olanı budur.» (3.) âyetini şöyle tefsir etmiştir: Adaletten uzaklaşmamanıza daha yakındır. İbn-i Ebî Hâtim, Ubeyy’in, bu hadis hatalıdır, dediğini söyler. Hazret-i Âişe’den sahih olarak rivâyet edilen bu hadis, mevkuftur.

6455 Taberânî, zayıf bir senedle İbn-i Ömer’in şöyle dediğini rivâyet eder: Hazret-i Ömer’in huzurunda ***** «(öyle ki) derileri piştik­çe azabı tatsınlar diye onlara başka deriler vereceğiz!..» (56.) âyeti okun­duğunda Muaz şöyle dedi: Bana göre âyetin tefsiri şöyledir; Kâfirin derisi, kıya­met gününün bir saatında yüz kere değiştirilir. Hazret-i Ömer ise şöyle dedi: Ben de Resûlüllah’dan aynı şekilde duymuştum.

6456 Taberânî, Ebû Hüreyre’den şu rivâyette bulunur: Resûlüllah ***** «Her kim bir Mü’mini kasten öldürürse onun cezası, içinde ebedi kalmak üzere (gideceği) cehennemdir..» (93.) âye­tini, şayet onu cezalandırırsa, gideceği yer cehennemdir, şeklinde tefsir etmiş­tir.

6457 Taberânî, İbn-i Mesûd’un şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah; ***** «..mükâfatlarını eksiksiz ödeyecek ve lütfundan onlara daha fazlasını verecektir..» (172.) âyetini şöyle açıkla­mıştır: Cehennemde olanlara yapılan şefaat, dünyada kendilerine iyilik yaptık­ları kimselerden gelen şefaattir.

6458 Ebû Dâvud, Ebû Seleme b. AbdirRahmân’ın şöyle dediğini rivâyet eder: Bir Sahabi Resûlüllah’a gelerek, kelale’nin ne olduğunu sordu. Resûlüllah ona; yazın inen ***** «Senden fetva istiyorlar. De ki Allah size babasız ve çocuksuz kişinin..» (176.) âyetini duymadın mı? diye sordu. Oğlu olmayan, babası bulunmayan kimsenin malına, kelale varis olur. Bu hadis mürseldir.

6459 Ebû’ş-Şeyh «Kitabu’l-Ferâiz»inde Berâ’dan şu nakilde bulunur; Resûlüllah’a kelale kimdir diye sordum. Bana: Babası ve oğlu olmayan kimse­dir diye cevap verdi.

Mâide
İbn-i Ebî Hâtim, Ebû Saidi’l-Hudrî’den Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet eder: İsrail oğullarından birinin bir hizmetçisi, binek hayvanı ve karısı varsa, o kimse melik sayılır. Bu hadisin İbn-i Cerîr’e göre, Zeyd b. Eslem’den gelen mürsel bir şahidi vardır.

6461 Hâkim, sahih bir senedle, İyadu’l-Eşari’nin şöyle dediğini rivâyet eder: ***** «..Allah yakında öyle bir toplum getirir ki (O) onları sever, onlar da O’nu severler..» (54.) âyeti nâzil olduğunda Resûlüllah Ebû Musa’l-Eş’ari’ye: Bu kavim, benim ümmetimdir buyurdu.

6462 Taberânî, Hazret-i Âişe’den şu rivâyette bulunur: Resûlüllah ***** (54.) âyetindeki kelimeyi; her fakire bir elbise giydirmektir, şeklinde açıklamıştır.

6463 Tirmizî, sahih bir senedle, Ebû Umeyye eş-Şabani’nin şöyle dediğini rivâyet eder: Ebû Salebe el-Haseni’ye gelerek şöyle dedim: Bu âyeti nasıl anlı­yorsun? O da: Hangi âyeti diye sordu. Kendisine: ***** «Ey inananlar, siz kendinize bakın, siz doğru yolda oldu­ğunuz sürece sapan kimse size zarar vermez..» (105.) âyeti olduğunu söyle­dim. Bana şöyle dedi: Bu âyeti iyi bilen birine sordum. Ben de onu Resûlüllah’a sormuştum. Bana şöyle dedi: İyiliği işleyin, birbirinize kötülük etmeyin. Hatta i-taat edilen bir cimriyi, arzusuna bağlı yaşayan birini, dünyayı tercih eden zevk sahibini, kendini beğenen birini gördüğünüzde, kendini bunlara kaptırmadan nefsine hakim ol, avamdan uzaklaş.

6464 Ahmed b. Hanbel ve Taberânî, Ebû Amri’l-Eşari’den şu rivâyette bulu­nurlar: Resûlüllah’a Mâide (105.) âyetini sordum. Bana şu cevabı verdi: Hida­yete ermişseniz, Kâfirlerin dalaleti, size hiçbir şekilde zarar veremez.

Enam
6465 İbn-i Merdeveyh ve Ebû’ş-Şeyh, Neşhel tarikıyle Dahhak’ın, İbn-i Abbâs-dan rivâyetle, Resûlüllah’ın şöyle dediğini nakleder: Her insanın bir meleği var­dır. Uyuduğunda nefsine bekçilik eder. Allah, ruhunu kabzetmesini emrederse kabzeder, emretmezse o kulu serbest bırakır. Bu yüzden Allah, ***** «..geceleyin sizi öldürür..» (60.) buyurmuştur. Hadisdeki râvi Nehşel kezzab (yalancı) olarak tanınmıştır.

6466 Ahmed b. Hanbel, Buhârî ve Müslim, İbn-i Mesûd’un şöyle dediğini rivâyet ederler: ***** «İnananlar ve imanlarına zulüm karış­tırmayanlar..» (82.) âyeti nâzil olduğunda, mânası Müslümanlara çok ağır geldi.

Ya Resûlallah, hangimiz nefsimize zulmetmiyoruz, dediler. Resûlüllah: Bu sizin anladığınız şekilde zulüm değildir. Allah’ın kulu Lokman’ın şu sözünü duymadı­nız mı? ***** «Şüphesiz şirk büyük bir zulümdür..» (Lokman, 13.). İşte zulüm, şirk demektir.

6467 İbn-i Ebî Hâtim, zayıf bir senedle, Ebû Saidi’l-Hudrî’nin Resûlüllah’dan rivâyet ettiği şu hadisi nakleder: Resûlüllah; ***** «..gözler O’nu göre­mez..» (103.) âyeti hakkında şöyle demiştir:

Şayet insanlar, cinler, şeytanlar, melekler, yaratıldıkları günden kıyamete kadar saf saf toplansalar, Allah’ı asla ihata edip göremezler.

6468 Firyâbî, Amr b. Murra tarikıyle Ebû Cafer’in şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah’a: ***** «Allah, kimi doğru yola iletmek isterse onun göğsünü İslam’a açar..» (125.) âyetindeki göğsün açılma­sından sorulduğunda şu cevabı vermiştir:

Kalbe bir nur akıtılır, bununla kalp İs­lam’a karşı bir genişlik ve rahatlık hisseder.

Bunun, bilinen bir emmaresi var mı­dır? diye sorduklarında Resûlüllah şu cevabı vermiştir:

Ahirete sığınıp dünya­daki zevklerden uzaklaşmak, ölmeden önce ölüme hazırlanmaktır.

6469 İbn-i Merdeveyh, «en-Nasih ve’l-Mensûh» adlı eserinde Nehhâs, Ebû Saidi’l-Hudrî’den, Resûlüllah’ın ***** «..hasat günü hakkını verin..» (141.) âyetinin tefsirinde şöyle dediğini rivâyet ederler: Verilen hak, başaktan yere düşen tanelerdir.

6470 İbn-i Merdeveyh, mürsel olarak Said b. Müseyyeb’in şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah ***** «..Ölçüyü ve tartıyı tam adaletle yapın. Biz kimseye gücünün yettiğin­den fazlasını teklif etmeyiz..» (152.) âyetini şöyle tefsir etmiştir: Ölçüde ve tartıda elini düzgün tutan kimsenin niyetini, Allah çok iyi bilir, hakkaniyete uy­duğundan dolayı kusurlarını bağışlar. Resûlüllah’ın bu tefsiri, âyetteki ***** nın tefsiridir.

6471 Ahmed b. Hanbel ve Tirmizî, Ebû Said tarikıyle Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet ederler, Resûlüllah

***** «Rabbi’nin bazı (kıyamet) işaretleri geldiği gün daha önce inanmamış, ya da imanından bir hayır kazanamamış kimseye.» (158.) âyetini şöyle tefsir etmiştir: “O gün, güneşin batıdan doğduğu gündür.”

Bu hadisin, Buhârî ve Müslim’de Ebû Hüreyre ve diğer Sahâbe’den gelen pek çok rivâyet tarikleri vardır.

6472 Taberânî, sağlam bir senedle, Hazret-i Ömer’den Resûlüllah’ın Hazret-i Aişe’ye

***** «Dinlerini parça parça edip, grup grup olanlar var ya» (159.) âyeti hakkında şöyle dediğini rivâyet eder: Onlar; bid’at ve heva ehli kimselerdir.

Taberânî, sahih bir senedle, Ebû Hüreyre’den Resûlüllah’ın şöyle dediği­ni nakleder: Resûlüllah; ***** âyetini şöyle tefsir et­miştir: Âyetteki o kimseler, ümmetimden bidata düşen, nefsani arzularına uyan kimselerdir.

Araf
6474 İbn-i Merdeveyh, Resûlüllah’ın ***** «Ey Ademoğulları! Mescidlere güzel elbiselerinizi giyinerek gidin..» (31.) âyetini şöyle tefsir ettiğini rivâyet eder: Namazı, ayağınızdaki nalinle kılınız.

Bu hadisin, Ebû’ş-Şeyh’in Ebû Hüreyre’den yaptığı bir rivâyetle şahidi vardır.

6475 Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvud ve Hâkim, Bera b. Âzib’den şunu rivâyet eder: Resûlüllah’a, ölen bir kâfirden söz edildi. Resûlüllah şöyle buyurdu: Ruhu âlemi ervah’a çıkarılırken, dünya semasının sonuna ulaşıncaya kadar melek­ler: Bu habis ruh da kimdir? diye sorarlar. Semanın kapıları herkese açılır, fa­kat ona açılmaz. Resûlüllah bunun üzerine ***** «Onlara gök ka­pıları açılmaz..» (40.) âyetini okur. Allahü teâlâ: Bu kâfirin kitabını, arzın en de­rin yerindeki sahifelere yazar, buyurur. Melekler kâfirin ruhunu bir yere fırlatıp atarlar. Resûlüllah sonunda; ***** «Kim Allah’a ortak koşarsa o, sanki gökten düşmüş de kendisini kuş kapıyor veya rüzgar onu, uzak bir yere sürüklüyor gibidir.» (Hac, 31.) âyetini okur.

6476 İbn-i Merdeveyh, Câbir b. Abdillah’ın şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah’a, iyi ve kötü amelleri müsavi olanların durumu sorulduğunda şu cevapta bulunmuştur: Onlar, Eshâb-ı A’raf’tır.

6477 Taberânî, Beyhaki ve Said b. Mansur, Abdullah b. Müzeni’nin şöyle de­diğini naklederler: Resûlüllah’a Araf’da olanlardan soruldu, şöyle buyurdular: Onlar, atalarının masiyetinden dolayı Allah yolunda öldürülen kimselerdir. Ata­larının masiyeti, onların cennete girmelerini, Allah yolunda öldürülmeleri de ce­henneme girmelerini engeller. Bu rivâyetin Beyhaki’de Ebû Hüreyre’nin hadisiyle bir şahidi, Taberani’de ise Ebû Said’den ayrı bir şahidi mevcuttur.

6478 Beyhaki, Enes’den merfu olarak yaptığı rivâyete göre Araf’da olanlar, cinlerin îman edenleridir.

6479 İbn-i Cerîr, Hazret-i Âişe’nin şöyle dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah tufanı ölüm şeklinde tefsir etmiştir.

6480 Ahmet b. Hanbel, Tirmizî ve Hâkim, Enes’den Sahih olarak yaptıkları rivâyete göre Resûlüllah ***** «..Rabbi dağa tecelli edince onu darmadağınık etti..» (143.) âyetinin tefsirinde şöyle der: Resûlüllah; “İşte” diye­rek, sağ elinin parmak uçlarını birleştirip, sol elinin işaret parmağı üzerine koy­du. Cenab-ı Hak, dağ üzerine tecelli edince dağ yerinden oynadı; Musa (aleyhisselâm) da korkudan bayılarak yere düştü.

Ebû’ş-Şeyh bu hadisi, Resûlüllah küçük parmağıyla işaret etti, Allah’ın nuru, dağı yerinden oynattı, lâfzıyla nakleder.

6482 Ebû’ş-Şeyh, Cafer b. Muhammed tarikıyle, babasından ve dedesinden yaptığı rivâyette, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Hazret-i Musa’ya indirilen levhalar, cennetteki sedir ağacındandır. Her levhanın uzunluğu on iki kulaçtır.

6483 Ahmed b. Hanbel, Nesâî ve Hâkim, İbn-i Abbâs’dan şu rivâyette bulunur­lar: Resûlüllah söyle demiştir: Allahü teâlâ, Arafe günü Na’man deresinde, âdemoğlunun zürriyetinden söz aldı. Bütün zürriyeti huzurunda toplayıp onlara: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? diye sordu. Onlar da: Evet, Rabbı’mızsın ceva­bını verdiler.

İbn-i Cerîr, İbn-i Ömer’in şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah Araf (172.) âyetinin tefsirinde şöyle buyurur: Saçları tarakla tarar gi­bi, Hazret-i Adem’in zürriyetini çıkardı. Onlara: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? diye sordu. Onlar: Evet, Rabbimizsin dediler, melekler de: Bizler buna şahidiz, dedi­ler.

6486 İbn-i Ebî Hâtim ve Ebû’ş-Şeyh, Şabi’den şöyle dediğini rivâyet ederler: ***** «..af yolunu tut..» (199.) âyeti nâzil olunca Resûlüllah şöyle buyurdu: Ey (kardeşim) Cebrâîl, bunun mânası nedir? Cebrâîl: Bunu bilene soruncaya kadar ce­vap vermiyeyim deyip gitti; döndüğünde şöyle dedi: Allah sana, zulümde bulu­nanı bağışlamanı, vermeyene vermeni, akraba ziyaretini yapmayana ziyarette bulunmanı emreder, dedi.

6485 Ahmed b. Hanbel, hasen bir senedle Tirmizî, sahih senedle Hâkim, Semure’den Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet ederler: Havva, her evlad dünya­ya getirdiğinde şeytan etrafında döner, çocuk yaşamazdı, Şeytan Havva’ya: Doğan çocuğa Abdulharis adını ver, yaşasın dedi. Havva, doğan çocuğuna bu adı verdi ve çocuk yaşadı. Bu durum, şeytanın Hazret-i Havva’ya vesvesesi ve emridir.

Enfâl
Ebû’ş-Şeyh, İbn-i Abbâs’dan Resûlüllah’ın ***** «Düşünün ki bir zaman siz azdınız, yeryüzünde hırpalanıyordunuz. İnsanların sizi kapıp götürmesinden korkuyordunuz..» (26.) âyetinin tefsirinde şöyle dediğini nakleder: Resûlüllah’a âyetteki insanlar kimlerdir? diye sorulduğunda şu cevabı verdi: Onlar, ehl-i fâris (İranlılar)dır.

6488 Tirmizî, Ebû Musa’nın şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah; Allah bana, ümmetim için iki emanet indirdi deyip, ***** «Oysa sen onların içinde bulundukça, Allah onlara azap edecek değildi; onlar istiğfar ederlerken de Allah onlara azap edecek değildi.» (33.) âyetini okudu ve şunu ilâve etti: Öldükten sonra bile, kıyamete kadar istiğfarı, kendilerine emanet olarak bırakıyorum.

Müslim ve diğer muhaddisler, Ukbe b. Âmir’in şöyle dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah minberde hitap ederken; ***** «..onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet .. hazırlayın..» (60.) âyetini okuyup şöyle dediğini duydum: Şurasını iyi bilin ki kuvvet, atmaktır.

Bu hadis’in mânası; düş­mana karşı büyük kuvvet biriktirmek ve caydırmak üzere, atma gücüne hazırlanmaktır.

6490 Ebû’ş-Şeyh, Ebû’l-Mehdi tarikıyle babasından, o da babasına rivâyet e-denden naklettiğine göre Resûlüllah ***** «Onlardan başka sizin bilmediğiniz..» (60.) âyetindeki kimseler için, onlar cinlerdir buyurdu.

Taberânî bu hadisin bir benzerini, Yezid b. Abdillah b. Garib tarikıyle, ba­bası ve dedesinden merfuan rivâyet etmiştir.

Tevbe
6492 Tirmizî, Hazret-i Ali’nin şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah’a hacc-ı ekberin vaktini sorduğunda: Kurban Bayramı günüdür, cevabını verdi.

İbn-i Cerîr’in, İbn-i Ömer’den rivâyet ettiği hadis, bunun şahididir.

6493 İbn-i Ebî Hâtim, Misver b. Mahreme’den, Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet eder: Arefe günü, haccı ekber günüdür.

6394 Ahmed b. Hanbel, Tirmizî, İbni Hibbân ve Hâkim, Ebû Said’den Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet ederler: Cami veya mescide gitmeyi alışkanlık ha­line getirenleri gördüğünüzde, onların imanlı kimseler olduğunu kabul ediniz. Çünkü Allah ***** «Allah’ın mescidlerini onaran­lar; Allah’a ve ahiret gününe inananlar..(…)dır.» (18.) buyurmuştur.

«Zühd» adlı eserinde İbn-i Mubarek, Taberânî ve Beyhaki, İmrân b. Husayn ve Ebû Hüreyre’den şöyle dediklerini rivâyet ederler: Resûlüllah’a ***** «..Adn cennetlerinde güzel meskenler..» (72.) âyetinin tefsirinden sorulduğunda şöyle buyururlar:

Âyetteki temiz yerler, inciden sa­raydır. Bu sarayda, kırmızı yakuttan yapılmış yetmiş ev, her evde yeşil züm­rütten yapılmış yetmiş oda, her odada bir karyola, her karyolada değişik renk­lerden yetmiş döşek, her döşekte hurilerden bir zevce, ayrıca her odada yet­miş sofra, her sofrada yetmiş çeşit yemek, her odada erkek-kadın yetmiş hizmetçi bulunur. Allah her gün hurilerin hakkını verecek şekilde Mü’min kuluna kuvvet bahşeder.

6497 Müslim ve diğer muhaddisler, Ebû Said’in şöyle dediğini rivâyet ederler: Takva üzere inşa edilen mescid hakkında iki Sahâbe, aralarında ihtilaf ettiler: Birisi, Resûlüllah’ın mescididir; diğeri de, Kuba mescididir dedi. Beraberce Resûlüllah’a gelip sordular. Resûlüllah: Bu mescid, benim mescidimdir cevabını verdi.

Ahmed b. Hanbel, hadisin bir benzerini Sehl b. Sa’d ve Ubeyy b. Ka’bdan rivâyet etmiştir.

6498 Ahmed b. Hanbel, İbn-i Mâce ve İbn-i Huzeyme, Uveym b. Sâideti’l-Ensârî’den yaptıkları rivâyette Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kuba mescidine gelerek şöyle buyurdu: Allah sizlere, temiz olarak bu mescidi inşa ettiğinizden dolayı en gü­zel şekilde ihsanda bulundu. Yaptığınız bu temizlik nedir? Sahâbe-i Kirâm: Biz, su ile temizlikten başka bir şey bilmiyoruz, cevabını verdiler. Bunun üzerine Resûlüllah: Evet, temizlik budur. Buna devam edin, buyurdu.

İbn-i Cerîr, Ebû Hüreyre’nin şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah, âyet­teki ***** mânası, oruç tutanlardır, buyurdu.

Yûnus
6500 Müslim, Suheyb’den şu rivâyette bulunur: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ***** «Güzel davrananlara daha güzel karşılık ve fazlası var..» (26.) âyetini şöyle tefsir etti: İyilik, cennettir. Ziyadelik de kulların, Rablerini görmele­ridir.

Bu hadis hakkında ayrıca, Ubeyy b. Ka’b, Ebû Musa el-Eşari, Ka’b b. Ucre, Enes ve Ebû Hüreyre’den rivâyetler mevcuttur.

6502 İbn-i Merdeveyh, İbn-i Ömer’den yaptığı rivâyette Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ***** âyetini şöyle tefsir ettiğini söyler. İyilikte bulunanlar, kelime-i şe­hadet getirenlerdir. Âyetteki iyilik cennet, ziyadelik de Allahü teâlâ’yı görmek­tir.

6503 Ebû’ş-Şeyh ve diğer muhaddisler Enes’in şöyle dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah ***** «De ki: Allah’ın lütfuyla, rahmetiyle..» (58.) âyetindeki fadlı Kur’ân, rahmeti de Kur’ân ehli olarak tefsir etmiştir.

İbn-i Merdeveyh, Ebû Said el-Hudrî’nin şöyle dediğini rivâyet eder Sahâbe’den biri Resûlüllah’a gelerek: İçimde devamlı bir sıkıntı hissediyorum, de­di. Resûlüllah ona: Devamlı Kur’ân oku diyerek ***** «..göğüslerde olana bir şifa..» (57.) âyetini hatırlattı. Bu hadis’in, Beyhaki’nin rivâyetine göre, Vâsile b. Eksa’dan bir şahidi vardır.

5505 Ebû Dâvud ve diğer muhaddisler, Hazret-i Ömer’den Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet ederler: Allah’ın kullarından öyleleri vardır ki, peygamberler ve şe­hitler, bunlara gıbta ederler. Bunlar kimdir ya Resûlallah? diye sorulduğunda: Araya mal ve neseb bağı girmeden, Allah rızası için birbirini sevenler, başkaları korkarken korkmayanlar, başkaları üzülürken üzülmeyenlerdir, cevabını verir ve ***** «İyi bil ki Allah’ın velilerine korku yok­tur; onlar mahzun da olmayacaklardır..» (62.) âyetini onlara okur.

İbn-i Merdeveyh, Ebû Hüreyre’nin şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlulla-h’a ***** (62.) âyetinin tefsiri sorulduğunda: Bun­lar; Allah rızası için birbirini seven kimselerdir, buyurdu.

İbn-i Merdeveyh’in bir başka rivâyetine göre aynı hadisi, Câbir b. Abdullah da nakletmiştir.

Ahmed b. Hanbel, Sa’îd b. Mansur ve Tirmizî, Ebû’d-Derda’dan şu rivâyette bulunmuşlardır: Ebû’d-Derda’ya ***** «Dünya hayatında da ahiret hayatında da müjde onlara..» (64.) âyetinin tefsiri sorul­duğunda şöyle demiştir: Resûlüllah’a bu âyetin tefsirini sorduğum günden beri, bu âyetin mânasını bana kimse sormadı. Resûlüllah da bana: Âyetin nüzûlün­den bu yana, senden başka, bana bu âyet hakkında soran olmadı buyurmuş ve âyeti şöyle tefsir etmişti: Âyetteki müjde Müslümanın gördüğü salih rüyadır. Bu rüya, dünya hayatında îman müjdesi, ahirette ise gireceği cennettir. Bu ha­dis’in çeşitli tarikleri vardır.

6508 İbn-i Merdeveyh, Hazret-i Âişe’den Resûlüllah’ın ***** «..yalnız Yunus’un Kavmi îman edince..» (98.) âyetindeki îman ettiler ifadesini, dua ettiler mânasında tefsir ettiğini nakleder.

Hûd
6509 İbn-i Merdeveyh, zayıf bir senedle, İbn-i Ömer’in şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah; ***** «..hanginizin daha güzel iş yaptığını de­nesin..» (7.) âyetini okuyordu. Kendisine; bunun mânası nedir diye sordum. Ba­na: Hanginiz daha akıllıdır. Akıllı olanınız, Allah’ın haram kıldığı şeylerden en çok sakınanınız, Allah’a itaatta daha çok amelde bulunanınızdır, cevabını verdi.

6510 Taberânî, zayıf bir senedle, İbn-i Abbâs’ın şöyle dediğini rivâyet eder: Yapılan kötülüğe karşılık, gösterilen ilginin daha iyisini, daha süratlisini gör­medim, deyip ***** «..iyilikler kötülükleri örter..» (114.) âyeti­ni okudu.

Ahmed b. Hanbel, Ebû Zerr’in şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah’a; bana bir tavsiyede bulunun dediğimde şu cevabı verdi: Bir kötülük yaptığında, hemen onu giderecek bir iyilikte bulun. Kendilerine: ***** Allah’tan başka (gerçek) ilâh yoktur, demek iyilikten midir? diye sorduğumda: O, iyiliklerin en faziletlisidir, buyurdu.

Taberânî ve Ebû’ş-Şeyh, Cerîr b. Abdillah’ın şöyle dediğini rivâyet eder­ler: ***** «Rabbın, kasabaların halkı ıslah ol­muşken, haksız yere onları yok etmez.» (117.) âyeti nâzil olduğunda Resûlüllah şöyle buyurdu: O şehir halkı birbirine acıyarak, yardımda bulunurlar.

Yûsuf
6513 Said b. Mansur, Ebû Ya’lâ, sahih bir senedle hakim, «Delail»inde Beyhaki, Câbir b. Abdillah’ın şöyle dediğini rivâyet ederler: Yahudi’nin biri Resûlüllah’a gelerek şöy!e dedi: Ya Muhammed: Hazret-i Yusuf’a secde eden hangi yıl­dızlardır, isimleri nedir? Resûlüllah, Cebrâîl gelinceye kadar bu soruya bir ce­vap vermedi. Cebrâîl (aleyhisselâm)dan cevabı öğrenince, Yahudiyi çağırtarak şöyle de­di: Yıldızların isimlerini sana söylesem inanır mısın? Yahudi: Evet, inanırım de­di. Resûlüllah bu isimleri şöyle sıraladı: Harsan, Tarık, Zeyyal, Zu’l-Ketefeyn, Zu’l-ferg, Vessab, Amudan, Kâbis, Daruh, Musabbih, Feylak, Ziya ve Nur (Yu­suf a.s.’ın anası ve babası). Yahudi: Tam dediğin gibi. Yusuf (aleyhisselâm) dünya semasının ufkunda bunların ken­disine secde ettiğini görmüştür. Rüyasını babasına anlatınca; birbirimizden kopacağımız bir durum seziyorum. Allah bu kopukluğu, sonradan bir arada topla­yacaktır, şeklinde rüyasını tabir etti.

İbn-i Merdeveyh, Enes b. Mâlik’den Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet eder: Yusuf (aleyhisselâm) ***** «Bu benim, arkadan hainlik etmediği­mi bilsin..» (52.) buyurunca Cebrâîl kendisine: Yusuf, seni üzen nedir? O da ***** (53.) şeklinde cevap verdi.

Ra’d
6515 Hasen bir senedle Tirmizî, sahih bir senedle Hâkim, Ebû Hüreyre’den Resûlüllah’ın; ***** «..ürünlerde bunları birbirinden üstün yapıyoruz..» (4.) âyetini şöyle tefsir ettiğini naklederler: Bu yiyecekler, âdi hurma, fârisi adli bir yiyecek ile, tatlı-ekşi bütün yiyeceklerdir.

Ahmed b. Hanbel sahih bir senedle Tirmizî ve Nesâî, İbn-i Abbâs’dan şöyle dediğini rivâyet ederler: Bir grup Yahudi Resûlüllah’a gelerek: Bize, gök gürültüsü nedir? anlatır mısın dediler. Resûlüllah şöyle buyurdu: Bulutları taşı­makla görevli bir meleğin çıkardığı gürültüdür. Melek, ateş yüklü bir şeyi bulutlara dokundurur, onları Allah’ın emrettiği şekilde sevkeder. İşittiğimiz o ses ne­dir? diye sorduklarında; bulutun çıkardığı sestir, cevabını verir.

İbn-i Merdeveyh, Amr b. Nicadi’l-Eşari’den şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Gök gürültüsü, bulutlara dokunan melek­tir. Şimşek ise, Rûfîl adlı meleğin kanad ucundan çıkan parıltıdır.

İbn-i Merdeveyh, Câbir b. Abdillah’dan Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet eder: Bulutları sevketmekle vazifeli bir melek, dağınık bulutları bir araya getirir, birbirine kaynaştırır. Elindeki ateş yüklü bir şeyi kaldırdığında şimşek çakar, bulutlara dokunduğunda gökgürültüsü meydana gelir, vurduğunda ise yıldırım düşer.

Ahmed b. Hanbel ve İbn-i Hibbân, Said b. Hudrî’den Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet ederler: Tûba, yüz sene uzaklıkta bulunan cennetteki bir ağaç­tır.

Taberânî, zayıf bir senedle, İbn-i Ömer’den şu rivâyette bulunmuştur: Resûlüllah; ***** «Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır;..» (39.) ancak şekavet, seadet, hayat ve ölüm müstesna şeklinde tefsir etmiştir.

İbn-i Merdeveyh, Câbir b. Abdillah b. Vessab’dan, Resûlüllah’ın ***** (39.) âyetini şöyle tefsir ettiğini rivâyet eder: Rızkı azaltır veya artırır, ömrü azaltır veya çoğaltır.

İbn-i Merdeveyh, İbn-i Abbâs’dan Resûlüllah’ın aynı âyeti şöyle tefsir et­tiğini rivâyet eder: Allah, her kadir gecesinde istediğini ortadan kaldırır, istedi­ğini eksiltir, istediğine de rızık verir. Ancak; hayat, ölüm, şekavet ve saadet bundan müstesnadır. Çünkü, bunlarda bir değişiklik olmaz.

İbn-i Merdeveyh, Hazret-i Ali’nin, Resûlüllah’a bu âyetin tefsirini sorduğunda şöyle dediğini rivâyet eder: Bu âyeti tefsir etmekle, seni ve benden sonraki ümmetimi sevindireceğim. Layıkı vechile sadaka vermek, ana-babaya iyilikte bulunmak, her türlü iyiliği yapmak, şekaveti saadete çevirir, ömrü uzatır.

İbrâhim
İbn-i Merdeveyh, İbn-i Mesûd’un şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah şöyle buyurmuştur: Allah’a şükreden bir kimse bereketten mahrum, olmaz. Çünkü Allahü teâlâ ***** «..Şükrederseniz size (nimetimi) artırı-rım..» (7.) buyurmuştur.

Ahmed b. Hanbel, Tirmizî, Nesâî sahih bir senedle Hâkim, Ebû Umame’ den Resûlüllah’ın: ***** «..irin suyundan sulanır..» (16,17.) âyetini şöyle tefsir ettiğini rivâyet ederler: Cehennemdeki bu suya yaklaşıldı­ğında şiddetli bir tiksinme duyulur. Daha da yaklaşılırsa suyun alevi yüzünü dağlar, başındaki deriyi sıyırır. Bu sudan içtiğinde barsakları parçalanıp vücu­dundan çıkıp gider. Çünkü Allah, ***** «..barsaklarını parça parça kesen sıcak suyun içirildiği kimseler..» (Muhammed, 15.), ***** «..Eğer feryad edip yardım isteseler, erimiş ma­den gibi yüzleri haşlayan bir su ile..» (Kehf, 29.) buyurur.

İbn-i Ebî Hâtim, Taberânî ve İbn-i Merdeveyh, Ka’b b. Mâlik’ten merfuan şöyle dediğini bildirirler: Yanılmıyorsam ***** «Artık biz sızlansak da sabretsek de birdir; kaçıp sığınılacak bir yerimiz yoktur..» (21.) âyetinin tefsirinde Resûlüllah şöyle buyurmuştur: Cehennemde olanlar; gelin sabredelim derler, beş yüz sene sabrederler. Bunun fayda vermediğini görünce, gelin sızlanalım derler ve beş yüz sene ağlarlar. Bunun da fayda ver­mediğini görünce: Şimdi sızlansak da sabretsek de, bizim için farketmez. Bize hiç kurtuluş yoktur, derler.

Ahmed b. Hanbel ve İbn-i Merdeveyh sağlam bir senedle İbn-i Ömer’den Resûlüllah’ın ***** âyetini, yaprağı dökülmeyen hurma ağacı olarak tefsir ettiğini rivâyet ederler.

Tirmizî, Nesâî, Hâkim ve İbn-i Hibbân, Enes’den Resûlüllah’ın ***** «..güzel söz (…) güzel bir ağaç gibidir..» (24.) âyetini şöyle tefsir ettiğini rivâyet ederler: Bu ağaç, hurma ağacıdır. ***** «kö­tü söz, kötü ağaç gibidir..» âyetindeki ağac da, hind karpuzuna benzeyen acı meyvesi olan bitkidir.

Kütübü sitte imamları Bera b. Âzib’den Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet ederler: Bir Müslüman kabir suali sırasında, kelime-i şehadet getirir. ***** «Allah, inananları dünya hayatında da, ahirette de sağlam sözle tesbit eder..» (27.) âyeti, buna işaret eder.

Müslim, Sevban’ın şöyle dediğini rivâyet eder: Bir Yahudi alimi Resûlüllah’a gelerek şöyle dedi: Yeryüzü, başka yeryüzüne tebdil olunduğunda, insanlar nerede bulunacaktır? Resûlüllah ona: Yeni bir aleme geçmeden önce, karanlık bir yerde bulunacaklardır, cevabını verdi.

Müslim, Tirmizî ve İbn-i Mâce, Hazret-i Âişe’nin şöyle dediğini rivâyet ederler: ***** «O gün yer başka yer haline dönüştürülür..» (48.) âyeti nâzil olduğunda, Resûlüllah’a ilk soruyu soran ben oldum. O anda insanlar nerede olacaktır? diye sorduğumda: Sırat üzerinde olacaklar, buyurdular.

«Mucemu’l-Evsat»ında Taberânî, Bezzâr, İbn-i Merdeveyh ve Beyhaki, İbn-i Mesûd’un şöyle dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah ***** âyetinin tefsirinde şöyle buyurmuştur: Değiştirilen bu arz, gümüş gibi bembe­yaz bir arzdır. Burada, ne haksız yere kan akıtılır, ne de günah işlenir.

Hicr
Taberânî, İbn-i Merdeveyh ve İbn-i Hibbân, Ebû Saidi’l-Hudrî’den ***** «Bir zaman gelir ki inkâr edenler, ‘Keşke Müslüman olsaydık’ diye arzu ederler..» (2.) âyeti hakkında Resûlüllah’dan bir şey duy­dun mu diye sorulduğunda, şöyle cevap verdiğini rivâyet eder: Evet, duydum. Allahü teâlâ Mü’minlerden bir kısmını, cezalarını çektikten sonra cehennemden çıkaracaktır. Onlar, müşriklerle birlikte cehenneme girdiklerinde müşrikler: Siz dünyada iken Allah’ın sevgili kulları olduğunuzu söylerdiniz. Neden şimdi bizler­le berabersiniz? Allah, müşriklerin bu sözlerini duyunca, Mü’minlere şefaat edilme izni verir. Bunun üzerine melekler, peygamberler ve bütün Mü’minler Allah’­ın izniyle, cehennemden çıkıncaya kadar bunlara şefaatçı olurlar. Bunu gören müşrikler: Keşke biz de onlar gibi olsaydık da, şefaata uğrayıp buradan çık­saydık derler. İşte ***** «Bir zaman gelir ki inkâr edenler, ‘keşke Müslüman olsaydık’ diye arzu ederler.» âyeti, onların bu du­rumuna işaret etmektedir.

Hadisin; Ebû Musa’l-Eşarî, Câbir b. Abdillah ve Ali b. Ebî Talib’den gelen, ayrı şahidleri vardır.

İbn-i Merdeveyh, Enes’in şöyle dediğini rivâyet etmiştir: Resûlüllah, ***** «..Her kapıya onlardan bir bölüm ayrılmıştır.» (44.) âyetini şöyle tefsir etmiştir: Bunların bir kısmı Allah’a şirk koştu, bir kısmı Allah hakkın­da şüpheye düştü, bir kısmı da Allah’a imandan gafil oldular.

Buhârî ve Tirmizî, Ebû Hüreyre’nin şöyle dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah şöyle buyurmuştur: Ummu’l-Kur’ân; es-Sebu’l-Mesânî ve Kur’ân-ı Azîm’dir.

Taberânî, İbn-i Abbâs’ın şöyle dediğini rivâyet eder: Sahâbe’den biri Resûlüllah’a ***** «Tıpkı o bölücülere indirdiğimiz (azab) gibi..» (90.) âyetinin tefsirini sorduğunda şöyle buyurdu: Bunlar; Yahudi ve Hristiyan-lardır. ***** «Onlar ki Kur’ân’ı bölük pörçük ettiler.» (91.) âye­tindeki ***** kelimesinin tefsirini sorunca: Bunlar, Kur’ân’ın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr edenlerdir, cevabını vermiştir.

Tirmizî, İbn-i Cerîr, İbn-i Ebî Hâtim ve İbn-i Merdeveyh, Enes’den Resûlüllah’ın, ***** «Rabbin hakkı için biz onların hep­sine yaptıklarının hesabını soracağız.» (92-93.) âyetlerinin tefsiri hakkında şöyle dediğini rivâyet ederler: Herkes, kelime-i tevhidi getirip getirmediklerinden sorulacaktır.

Nahl
İbn-i Merdeveyh, Bera’dan şöyle rivâyet etmiştir: Resûlüllah’a

***** «..Onlara azab üstüne azab artırdık..» (88.) âyetinden sorulduğunda şöyle buyurmuştur: Uzun hurma ağaçları büyüklüğündeki akrepler, cehennem­de onları sokacaktır.

İsrâ
Beyhaki, «Delâil»inde, Said b. Mukberi’den şu rivâyette bulunur: Ab­dullah b. Selam Resûlüllah’a, ay’da görülen siyah lekelerden sordu. Resûlüllah: Ay da aslında güneşti. Bu yüzden Allahü teâlâ: ***** «Biz gece ve gündüzü iki âyet yaptık. Gecenin âyetini sildik.» (12.) buyurdu.

Ay’da gördüğün siyahlık, âyette belirtilen gece alâmetinin giderilmesiyle kalan izlerdir.

«Tarih» adlı eserinde Hâkim, ayrıca Deylemî, Câbir b. Abdillah’ın şöy­le dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ***** «Andolsun biz Ademoğullarına çok ikram ettik..» (70.) âyetinin tefsirinde şöyle buyurur: Âyet­te insanın üstün kılınması, diğer mahlûkatın aksine, yiyeceğini eliyle yemesidir.

İbn-i Merdeveyh, Hazret-i Ali’nin şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah: ***** «Her milleti imamlarıyla çağırdığımız gün..» (71.) âyetini şöyle tefsir etmiştir; her kavim, peygamberleri/rehberleri ve kendilerine görderilen kitab’la çağrıla­caktır.

İbn-i Merdeveyh, Ömer b. Hattab’dan Resûlüllah’ın, ***** «Güneşin kaymasından, gecenin kararmasına (yatsı vaktine) ka­dar namaz kıl..» (78.) âyetini şöyle tefsir etmiştir. Güneşin kayması, güneşin tam öğle vaktinde bulunmasıdır.

Bezzâr ve zayıf bir senedle İbn-i Merdeveyh, İbn-i Ömer’in şöyle dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah ***** kelimesini, güneşin tam öğle vaktinde olması şeklinde tefsir etmiştir.

Sahih bir senedle Tirmizî, Nesâî, Ebû Hüreyre’den, Resûlüllah’ın ***** «Çünkü sabah (namazı) Kur’ân’ı şahitlidir.» (78.) âyetini şöyle tefsir ettiğini naklederler: Sabah namazına, gece ve gündüz melekleri şahid olur.

Ahmed b. Hanbel ve diğer muhaddisler, Ebû Hüreyre’den yaptıkları rivâyette Resûlüllah’ın: ***** «..muhakkak Rabbin seni makam-ı mahmuda ulaştırır..» (79.) âyetini şöyle tefsir ettiğini rivâyet eder­ler: Âyette zikredilen makam, ümmetime şefaat edeceğim makamdır.

Hadis’in bir başka rivâyetinde makam, şefaat olarak geçmektedir. Hadis’in, uzun veya kısa olmak üzere pek çok tarikle sahih hadis mecmualarında şahidi mevcuttur.

Buhârî ve Müslim, Enes’in şöyle dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah’a; insanlar yüzleri üzerinde yürüyecek şekilde nasıl dirilirler? diye sorulduğunda şöyle cevaplandırdı: Onları ayakları üzerinde yürütmeğe kadir olan Allah, yüzleri üzerinde yürütmeğe de kadirdir.

Kehf
Ahmed b. Hanbel ve Tirmizî, Ebû Saidi’l-Hudrî’den, Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet ederler: Sûrenin 29. âyetinde geçen ***** kelimesini, cehen­nemin dört duvarı olarak tefsir etmiştir. Her duvarın kalınlığı kırk senelik me­safe genişliğindedir.

Ahmed b. Hanbel ve Tirmizî, Ebû Saidi’l-Hudrî’den, Resûlüllah’ın ***** «..erimiş maden gibi..» (29.) âyetini şöyle tefsir ettiğini rivâyet ederler: Bu su, zeytinyağı tortusu gibidir. Kâfir, içmek üzere yaklaştığında yüzünün derisi so­yularak, suyun içine dökülür.

Ahmed b. Hanbel, Ebû Saidi’l-Hudrî’den Resûlüllah’ın, ***** «..baki kalacak sâlihât..» (46.) âyetini şöyle tefsir ettiğini rivâyet eder: Tekbir, tehlil, tesbih, hamd, lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh’tır.

Ahmed b. Hanbel, Numan b. Beşir’den merfuan şöyle dediğini rivâyet eder: Baki kalan salih ameller; Subhanallahi vel-hamdulillahi ve lâ ilahe illellahu vallahu ekber, demektir.

Taberânî bunun bir benzerini, Said b. Cunade’den rivâyet eder.

İbn-i Cerîr, Ebû Hüreyre’nin şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah, baki kalan salih ameller: Subhanallahi velhamdulillahi velâ ilahe illellahu vellahu ekber, olduğunu söylemiştir.

Ahmed b. Hanbel, Ebû Said’den, Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet eder: Dünyada amel etmeyen Kâfir, kıyamet günü elli bin sene bekleyecektir. Beklediği bu yerden cehennemi görecek, gideceği yerin kırk senelik mesafe­de olduğunu anlayacaktır.

Bezzâr, zayıf bir senedle, Ebû Zerr’in merfuan şöyle dediğini rivâyet eder: Allah’ın Kur’ân’da zikrettiği hazine, altından yapılmış bir levhadır. Kadere inanıp da ona göre amel etmeyene, cehennemi hatırlayanın nasıl gülebildiğine, ölümü hatırlayıp kelime-i şehadet getirmekten nasıl gafil olduğuna, şaşarım.

Buhârî ve Müslim, Ebû Hüreyre’den Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet ederler: Allah’dan bir talebde bulunduğunuzda, Firdevs cennetini isteyin. Çün­kü Firdevs, (116. âyet) cennetin hem ortası, hem de yükseğidir. Cennetin nehirleri, oradan fışkırır/doğar.

Meryem
Taberânî, zayıf bir senedle, İbn-i Ömer’den, Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet etmiştir: ***** «..üzülme, Rabbin altında bir su arkı meydana getirmiştir..» (24.) âyetinde, Allahü teâlâ’nın Meryem’e verdiği su arığı, Hazret-i Meryem’in içmesi için Allah’ın halkettiği bir nehirdir.

Müslim ve diğer muhaddisler, Mugire b. Şu’be’nin şöyle dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah beni, Necran’a gönderdi. Oranın ahalisi bana: ***** (28.) âyetini okuyarak, Hazret-i Musa, İsa’dan şu kadar sene önce yaşamış olması­na rağmen, bu farka ne dersin diye sordular. Döndüğümde bunu Resûlüllah’a anlattım. Bana: Onların, kendilerinden önceki peygamberlere ve salih kimselere, böyle hitap ettiklerini söylemedin mi? buyurdu.

Ahmed b. Hanbel, Buhârî ve Müslim, Ebû Said’in şöyle dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: Cennetlikler cennete, cehen­nemlikler de cehenneme girdiklerinde ölüm, bir koç şeklinde getirilir, cennetle cehennem arasına konulur. Cennet ehline; bunu tanıyor musunuz? diye, soru­lur. Onlar, başlarını kaldırıp dikkatle bakar: Evet bu ölümdür, derler. Allah’ın emriyle bu koç kesilir. Cennet ehline: Burada ölüm yok, ebedilik vardır, denilir. Cehennem ehline de; ölüm yok, ebedi azab vardır, denilir. Resûlüllah bundan sonra: ***** «Onları hasret günü­ne karşı uyar ki, o zaman kendileri (her şeyden) habersiz bir halde inanma­makta ısrar ederlerken iş bitirilmiş olur.» (39.) âyetini okudu, eliyle işaret ederek bu dünyada yaşayanlar gaflettedir, buyurdu.

İbn-i Cerîr, Ebû Umame’den, Resûlüllah’ın şöyle dediğini nakleder: Gay ve Esâm, cehennemin alt tabakasında bulunan iki kuyudur. Buraya, cehen­nemliklerin irinleri akar.

İbn-i Kesir, bu hadis’in münker olduğunu söyler.

Ahmed b. Hanbel, Ebû Sümeyye’nin şöyle dediğini rivâyet eder. Mü’min­lerin cehenneme girip girmeyecekleri hususunda, görüş birliğine varamadık. Bir kısmımız, Mü’minler cehenneme girmeyecek derken, bir kısmımız herkes gi­recek, sonra Allah mutlaka muttakileri kullarını kurtaracaktır, dedi. Bir gün Câbir b. Abdullah’la karşılaştım. Ona, bu meseleyi açtım. Bana, Resûlüllah’dan şöyle duyduğunu söyledi: İyi ve kötü herkes cehenneme girecektir. Fakat cehennem Mü’minlere, Hazret-i İbrahim’e olduğu gibi, serin ve kurtarıcı olacak, hatta ateş, için­de bulundukları serinden dolayı yakamayıp bir hışırtı çıkaracaktır. Sonra Allah muttakileri kurtaracak, zalimleri de toptan orada bırakacaktır.

Müslim ve Tirmizî, Ebû Hüreyre’den Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet ederler: Allah bir kulunu sevdiğinde Cebrâîl’i çağırır: Ben bu kulumu sevdim, herkes onu sevsin diye emreder. Cebrâîl bu haberi gökyüzüne yayar, Allah’ın bu sevgisi yeryüzünde yaşayanlara ulaşır. ***** «..Rahmân (gö­nüllerde) bir sevgi yaratacak.» (96.) âyeti bunu ifade etmektedir.

Tâhâ
İbn-i Ebî Hâtim ve Tirmizî, Cundeb b. Abdillah el-Beceli’nin şöyle dediği­ni rivâyet ederler; Resûlüllah: Sihir yapanı bulduğunuz yerde öldürünüz, dedik­ten sonra ***** «..Büyücü nereye varsa iflah olmaz..» (69.) âyetini okudu; nerede bulunursa bulunsun, sihir yapana eman verilmez, buyur­du.

Bezzâr, sağlam bir senedle, Ebû Hüreyre’den Resûlüllah’ın ***** «..onun için dar bir geçim vardır..» (124.) âyetindeki sıkıntıyı, kabir azabı şek­linde tefsir ettiğini rivâyet eder.

Enbiya
Ahmed b. Hanbel, Ebû Hüreyre’den şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah’a ***** «..her canlıyı sudan yarattık..» (30.) âyetindeki her şeyin ne olduğunu sordum. Bana: Herşeyin sudan yaratıldığı, cevabını verdi.

Hac
İbn-i Ebî Hâtim, Ya’la b. Umeyye’den Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet eder: Mekke’de yiyecek maddelerini saklayıp piyasaya sürmemek, ilhaddır.

Hasen bir senedle Tirmizî, İbn-i Zübeyr’den şöyle dediğini rivâyet eder; Resûlüllah: “Kabe’ye Beyti Atik adı verilmesi, zorbaların orada barınmamasındandır,” buyurmuştur.

Ahmed b. Hanbel, Huraym b. Falik el-Esedi’den, Resûlüllah’ın şöyle bu­yurduğunu rivâyet eder: Yalancı şahitlikte bulunmak, Allah’a şirk koşmakla ay­nı derecededir. Çünkü Allah, ***** «..Artık o pis putlardan ve yalan sözlerden kaçının..» (30.) buyurmuştur.

Mü’minûn
İbn-i Ebî Hâtim, Murretu’l-Behzi’nin şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah’ın bir Sahabi’ye şöyle dediğini işittim: Sen, Şam’da öleceksin. O kimse Şam’da öldü. İbn-i Kesir bu hadisi, cidden garip sayar.

Ahmed b. Hanbel, Hazret-i Âişe’nin şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah’a, ***** «Verdiklerini, Rablerinin huzu­runa dönecekler diye kalbleri korku ile ürpererek verirler..» (60.) âyetinden murad edilen mâna: Hırsızlık yapan, zina işleyen, içki içen ve aynı zamanda Al­lah’dan korkan mânasında mıdır? diye sorduğumda şu cevabı verdi: Hayır, böyle değildir. Âyetin mânası; oruç tutan, namaz kılan, sadaka veren, aynı za­manda Allah’dan korkan kimsedir.

Ahmed b. Hanbel, Tirmizî, Ebû Said’den Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah, ***** «yüzlerini ateş yalar. Öyle ki (ateşin) içinde dişleri açıkta kalır..» (104.) âyetinin tefsirinde şöyle demiştir: Cehennem ateşi günahkarı yakar. Üst dudağından itibaren yüzü, ba­şının ortasına kadar uzayıp katlanır, alt dudağı da göbeğine kadar sarkar.

Nûr
İbn-i Ebî Hâtim, Ebû Sevre b. Ehi Ebî Eyyub’un, 27. âyetin tefsirinde şöyle dediğini rivâyet eder: Ya Resûlallah, selam vermeyi biliyoruz. Fakat ev sahibiyle ünsiyetin mânası nedir? Resûlüllah bunu: Kapıya gelen kimse ya subhanellah, ya Allahu ekber, ya elhamdulillah der, ya da öksürür. Bundan sonra ev sahibi girmesine izin verir, şeklinde cevaplandırmıştır.

Furkân
İbn-i Ebî Hâtim, Yahya b. Ebî Esid’den merfuan, Resûlüllah’ın, ***** «Elleri ayaklarına zincirlerle bağlı olarak onun dar bir yerine atıldıkları zaman orada ölümü çağırırlar..» (13.) âyeti hak­kında: Allah’a yemin ederim ki duvara çakılan çivinin çirkin görünüşü gibi, ce­hennemdeki günahkarlar da çirkin görüneceklerdir.

Kasas
Bezzâr, Ebû Zerr’den şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah’a Hazret-i Mu­sa’nın; 28. âyetteki iki müddetten hangisini yerine getirdiği sorulduğunda şöyle cevap verdi: En çoğunu ve iyisini yerine getirdi. İki kızdan hangisiyle ev­lendi sorusuna ise, küçüğüyle evlendi cevabını verdi.

Bu hadisin senedi zayıf­tır. Fakat mevsul ve mürsel şahitleri vardır.

Ankebût
Ahmed b. Hanbel ve hasen senedle Tirmizî, Ummu Hâni’nin şöyle dedi­ğini rivâyet ederler: Resûlüllah’a, ***** «..toplantınızda edepsiz­ce şeyler yapıyorsunuz..» (29.) âyetinin tefsirini sorduğumda şöyle buyur­du: Lût kavmi yolda gidenlerin önünü keserler, yakalayıp alay ederlerdi. İşte on­ların yaptıkları kötü işler budur.

Lokman
Tirmizî ve diğer muhaddisler, Ebû Umâme’den Resûlüllah’ın şöyle dedi­ğini rivâyet ederler: Köle kadınları ne alın, ne satın, ne de onlara bir şeyler öğ­retin. Çünkü onların ticaretinden hayır olmadığı gibi, alınan para da haramdır. ***** «İnsanlardan kimi var ki, bilgisizce (insanları) Allah yolundan saptırmak ve onunla eğlence sözleri satın alırlar..» (6.) âyeti, bu ve benzeri durumlar için nâzil olmuştur. Fa­kat bu hadisin senedi zayıftır.

Secde
İbn-i Ebî Hâtim, İbn-i Abbâs’dan, Resûlüllah’ın ***** «..herşeyin yaratılışını güzel yaptı..» (7.) âyeti hakkında şöyle dediğini rivâyet eder: Maymunun insan gibi oturmasında, bir güzellik olmasa da, Allah onu, en mükemmel bir şekilde yaratmıştır.

İbn-i Cerîr, Muaz b. Cebel’den Resûlüllah’ın ***** «Yanları yataklarından uzaklaştıkça..» (16.) âyetinin tefsirinde şöyle dediğini rivâyet eder: Kulun geceleyin kalkıp, ibadet etmesidir.

Taberânî, İbn-i Abbâs’dan Resûlüllah’ın ***** «Onu İsrail oğullarına yol gösterici yapmıştık..» (23.) âyetini, şöyle tefsir ettiğini rivâyet eder: Allah, Hazret-i Musa’yı İsrail oğullarına bir hidayet rehberi yapmıştır. ***** «..Sakın onun kavuşması hakkında şüpheye düşme..» (23.) âyeti­ni de: Hazret-i Musa’nın Rabbine mülaki olması şeklinde tefsir etmiştir.

Ahzâb
Tirmizî, Muaviye’den şu rivâyette bulunur: Resûlüllah’dan işittiğime göre: Talha, savaş’da şehid olanlardan biridir, demiştir.

Tirmizî ve diğer muhaddisler, Amr b. Ebî Seleme’den, İbn-i Cerîr de, Ummu Seleme’den yaptıkları rivâyete göre: ***** «Ey Ehli Beyt, Allah sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor..» (33.) âyeti nâzil oldu­ğunda Resûlüllah: Hazret-i Fâtıma, Hazret-i Ali, Hasan ve Hüseyin’i çağırarak ridasını üzerlerine bürüyüp: Ehli Beytim bunlardır. Allah sizden kötülüğü kaldırdı ve sizle­ri tertemiz yaptı, buyurmuştur.

Sebe
Ahmed b. Hanbel, İbn-i Abbâs’dan şu rivâyette bulunmuştur: Sahâbe’­den biri Resûlüllah’a gelerek Sebe; erkek mi, kadın mı yoksa bir yer adı mıdır? diye sordu. Resûlüllah ona: Erkek adıdır, on çocuğu vardı, altısı Yemen’de dör­dü de Şam’da otururdu, cevabını verdi.

Buhârî, Ebû Hüreyre’nin merfu bir senedle Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet eder: Allah meleklere bir şeyi emrettiğinde, saf hâlinde bekleyerek, em­rine boyun eğerler. Kalplerinden korku giderilince: Rabbimiz ne buyurdu diye birbirlerine sorarlar. Allah, hakkı söyledi, bize şefaat izni verdi, çünkü O herşeyden yücedir, herşeyden büyüktür, derler.

Fâtır
Ahmed b. Hanbel ve Tirmizî, Ebû Saidi’l-Hudrî’den Resûlüllah’ın, *****

***** «Sonra kitabı kullarımız arasından seçtiklerimize miras verdik. Onlardan kimi ne­fislerine zulmedendir, kimi orta gidendir, kimi de Allah’ın izniyle hayırda öne geçenlerdir..» (32.) âyetini şöyle tefsir ettiğini rivâyet ederler: Bunların hepsi, birbirinden farksızdır, hepsi de cennete gireceklerdir.

Ahmed b. Hanbel, Ebû’d-Derda’nın şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah sûrenin 34. âyetini şöyle tefsir ettiğini işittim: Hayırlı işlerde öne geçenler, hesap vermeden cennete gireceklerdir. Orta yolu tutanlar, kolay bir hesaptan sonra cennete gireceklerdir. Kendilerine kötülük yapanlar ise, mahşerde uzun uzadıya hesaba çekileceklerdir. Sonra bunlar, Allah’ın merhametine kavuşacak ve geçim derdini bizden gideren Allah’a şükürler olsun diyeceklerdir.

Taberânî, İbn-i Abbâs’dan Resûlüllah’ın şöyle buyurduğunu rivâyet eder: “Kıyamet günü, altmış yaşını dolduranlar nerededir?” diye sorulacaktır. ***** «..öğüt alanın öğüt alacağı kadar bir süre yaşatmadık mı sizi?..» (37.) âyetinde ifade edilen ömür, budur.

Yâsin
Buhârî ve Müslim, Ebû Zerr’in şöyle dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah’a ***** «..güneş de müstekarrına doğru akıp gider..» (38.) âyetinin mânasını sordum, bana; güneşin istikrar bulduğu yer, arşın altındadır, cevabını verdi. Gene Ebû Zerr’den rivâyetlerine göre: Güneşin batışı sırasında mescidde Resûlüllah’la beraberdim. Bana: Güneş battığında nereye gider bili­yor musun? diye sordu. Ben: Allah ve Resûlü daha iyi bilir deyince: Secde et­mek üzere arşın altına gider, buyurdu ve ***** âyeti buna işa­rettir, cevabını verdi.

Sâffât
İbn-i Cerîr, Ümmü Seleme’nin şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah’a ***** (Vâkıa, 22.) âyetinin mânasını sordum. Bana şöyle dedi: İri gözlü, kıvrık uzun kirpikli hurilerdir.

***** «Saklı yumurta gibi bembeyaz eş­ler.» (49.) âyetinin mânasını sorduğumda: “Ciltleri, yumurta zarı kadar ince ve yumuşaktır” cevabını verdi.

Hadis’de geçen ***** kelimesi, ***** kelimesine muzaftır, göz halkası mânasındadır. Kelimeyi burada açıklayışımın sebebi, zamanımızda bazı ihmal-karların Fâ harfini Kâf’a çevirmeleri, ***** kelimesini, sürat ve hafiflikte kerkes kuşunun kanadına benzeterek, mübteda-haber yapmışlardır. Bu, büyük bir hatadır, dinde ilhad, Allah ve Resûlüne karşı suç işlemektir.

6587 Tirmizî ve diğer muhaddisler, Semure’den naklen, Resûlüllah’ın, ***** «Yalnız onun zürriyetini kalıcılar yaptık.» (77.) âyetini şöyle tef­sir ettiğini rivâyet ederler: Bunlar; Hâm, Sâm ve Yâfes’tir.

Tirmizî başka bir ta­rikle şu rivâyeti nakleder:

Sâm, Arapların aslı; Hâm, Habeşlerin; Yâfes de Bi-zansların aslıdır.

6589 Ubeyy b. Ka’b’dan da şu rivâyette bulunur: Resûlüllah’a ***** «Onu yüz bin insana, ya da daha fazla olanlara peygamber gönderdik.» (147.) âyetinin tefsirini sordum: Ziyade olanın sayısı, yirmi bindir, dedi.

İbn-i Asakir, A’lâ b. Sa’dan’dan şu rivâyeti nakleder: Resûlüllah bir gün meclisinde bulunanlara şöyle dedi: “Gökler inledi, inlemekte de haklıdır. Çünkü göğün her noktası rükû veya secdede bulunan meleklerle doludur, dedikten sonra ***** «Biziz o saf saf dizilenler biz * biziz o tesbih edenler biz.» (165-166.) âyetlerini okudu.

Zümer
Ebû Ya’lâ ve İbn-i Ebî Hâtim, Hazret-i Osman’dan şu rivâyette bulunurlar: Hazret-i Osman Resûlüllah’a ***** «Göklerin ve yerin anahtarı onun­dur.» (63.) âyetinin tefsirini sordu. Resûlüllah bu âyeti şöyle tefsir etti: *****

Hadis gariptir, senedi sıhhatli görülmemiştir.

İbn-i Ebî’d-Dünya, cennetin vasfı hakkında, Ebû Hüreyre’den yaptığı bir rivâyette Resûlüllah, Cebrâîl’e; ***** «..gök­lerde ve yerde olanlar düşüp bayıldılar, ancak Allah’ın dilediği kaldı..» (68.) âyetinde: Allah’ın korkutmak istemediği kimlerdir, diye sorduğunda şu cevabı aldı: Onlar, şehidlerdir.

Mü’min
Ahmed b. Hanbel, Sünen müellifleri, Hâkim ve İbn-i Hibbân, Numan b. Beşir’in şöyle dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah; dua ibadettir buyurdu ve ***** «Bana dua edin duanıza icabet edeyim. Bana kulluk etmeye tenezzül etmeyenler, aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir..» (60.) âyetini okudu.

Fussilet
Nesâî, Bezzâr ve Ebû Ya’lâ, Enes’in şöyle dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah bize; ***** «Rabbımız Allah’tır de­yip, sonra istikamette oldular. İşte onlar üzerlerine melekler iner..» (30.) âyetini okudu. Bu sözü insanların büyük bir kısmı söyledi; ancak sonra bu imanlarından dönüp küfre saptılar. Bir kısmı da ölene kadar bu îman üzere kaldılar. İşte âyet bu olayı anlatıyor.

Şûrâ
Ahmed b. Hanbel ve diğer muhaddisler, Hazret-i Ali’nin şöyle dediğini rivâyet etmişlerdir: Size, Kur’ân’ın en faziletli âyetlerinin hangisi olduğunu haber vere­yim mi? Resûlüllah onu bize hatırlatıp ***** «Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizin yaptığı yüzün­dendir. (Allah) bir çoğunu da affeder.» (30.) âyetini okudu. Bana dönerek: Bu âyeti sana tefsir edeyim; ey Ali, diyerek şu tefsirde bulundu: Başınıza gelen hastalık, musibet veya bela, yaptıklarınızın karşılığıdır. Allah ahirette bunlardan dolayı tekrar muaheze etmeyecek kadar merhametlidir. Allah, dünyada bağış­ladığı suçları, ahirette bundan dönmeyecek kadar kerimdir.

Zuhruf
Ahmed b. Hanbel ve Tirmizî ile diğer muhaddisler, Ebû Umame’nin şöyle dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah, hidayet üzere olan bir millet ancak birbirle­riyle mücadele ettiklerinde hidayetten ayrılırlar, buyurdu ve ***** «Bunu sadece tartışma için ortaya attılar. Doğrusu onlar kavgacı bir millettir.» (58.) âyetini okudu.

İbn-i Ebî Hâtim, Ebû Hüreyre’nin şöyle dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah: Cehennemde olanların hepsi, cennetteki yerlerini hasretle görüp; Allah ba­na hidayet nasip etseydi, ben de muttakilerden olurdum, derler. Cennettekiler ise, cehennemdeki yerlerini görür: Allah bize hidayeti nasib etmeseydi, hida­yete eremezdik, derler. Böylece şükürde bulunurlar. Resûlüllah ayrıca: Herke­sin cennette ve cehennemde yeri vardır; Kâfir, Mü’min’in cehennemdeki yerine, Mü’min de kâfirin cennetteki yerine varis olur. ***** «İşte yaptıklarınıza karşılık size miras verilen cennet budur.» (72.) âyeti buna işaret etmektedir.

Duhân
Taberânî ve İbn-i Cerîr, sağlam bir senedle, Ebû Mâlik el-Eşari’nin şöyle dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah şöyle buyurmuştur;

Allah sizi şu üç şeyle korkutur:

Birincisi dumandır; Mü’min’i nezleye yakalanmış gibi sarsar. Kâfiri ise, kulaklarından çıkıncaya kadar şişirir.

İkincisi, kıyametin vukuu sırasında çıka­cak olan Dâbbetu’l-Arz’dır.

Üçüncüsü de, Deccal’dır.

Bu hadis’in çeşitli şahidleri vardır.

6599 Tirmizî, Ebû Ya’lâ ve İbn Ebî Hâtim….

*****

]Hazret-i Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Bir mü’min için mutlaka (semada) iki kapı vardır: Birinden ameli yükselir, diğerinden de rızkı iner. Bu mü’min ölünce, her iki kapı da ağlar. Şu âyet bu duruma işaret eder: “Ne gök ne yer onların üzerine ağlamadı…” (Duhân 29). Tirmizî.[

6600 İbn-i Cerîr, Şurayh b. Ubeydi’l-Hadrami’nin mürsel bir senedle şöyle de­diğini rivâyet eder: Resûlüllah; gurbette ölen bir Mü’min’in ağlayanı yoksa, yer ve gökler onun için ağlar dedikten sonra, ***** «..onlara ne gök, ne de yer ağlamadı..» (29.) âyetini okudu ve yer ile göğün Kâfire ağla­madığını söyledi.

Ahkâf
Ahmed b. Hanbel, İbn-i Abbâs’dan rivâyetle, Resûlüllah’ın ***** «..yahut bir bilgi kalıntısı..» (4.) âyetindeki eseri/kalıntıyı yazılı bir eser şeklinde tefsir ettiğini nakleder.

Fetih
Tirmizî ve İbn-i Cerîr, Ubeyy b. Ka’b’ın, Resûlüllah’dan ***** «..onları takva kelimesine bağladı..» (26.) âyetinin tefsirini şöyle işittiğini nak­lederler: Resûlüllah takva kelimesine, Allah’tan başka (gerçek) ilâh yoktur, şeklinde mâna vermiştir.

Hucurat
Ebû Dâvud ve Tirmizî, Ebû Hüreyre’nin şöyle dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah’a gıybet nedir diye soruldu. Gıybet, din kardeşinin hoşuna gitmeye­ceği bir şeyi söylemektir, buyurdu. Şayet bu söz o kimsede mevcutsa, gene gıybet mi olur? denildiğinde: Resûlüllah; şayet bu söz o kimsede mevcutsa gıybet, değilse iftira olur, buyurdu.

Kâf
Buhârî, Enes’in şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah şöyle buyurur: Kâfir cehenneme atılınca, cehennem daha var mı diye sorar. Allah kudret ayağı­nı koyunca cehennem: Yeter, yeter! der.

Zâriyat
Bezzâr, Hazret-i Ömer’in şöyle dediğini rivâyet eder: ***** âyeti rüz­gar, ***** gemiler, ***** ise meleklerdir. Eğer Resûlüllah’ın böyle tefsir ettiğini işitmeseydim, bunları söylemezdim.

Tûr
Abdullah b. Ahmed «Zevâidu’l-Müsned»inde, Hazret-i Ali’nin şöyle dediğini nakleder: Resûlüllah; Mü’minler ve çocukları cennette, müşrikler ve çocukları cehennemdedir buyurduktan sonra ***** «Onlar ki inandılar, zürriyetleri de imanda kendilerine uydu; zürriyetlerini de kendilerine katmışızdır..» (21.) âyetini okudu.

Necm
İbn-i Cerîr ve İbn-i Ebî Hâtim, zayıf senedle Ebû Umame’nin, şöyle dedi­ğini rivâyet ederler. Resûlüllah, ***** «Çok vefalı İbrahim.» (37.) âyetini okuduktan sonra: Çok vefakâr kimdir? bilir misin diye sordu. Allah ve Resûlü daha iyi bilir deyince bana: Bu çok vefakâr, her sabah dört rekat na­mazını kılandır, cevabını verdi.

6608 Muaz b. Enes’den yaptıkları rivâyette, Resûlüllah’ın şöyle dediğini naklederler: Allah, sevgili kulu İbrahim’e niçin ***** de­diğini söyleyeyim mi? Hazret-i İbrahim, sabah-akşam, ***** «Öyle ise akşama girerken ve sabaha ererken Allah’ı tesbih (etme­niz gerekir).» (Rûm, 17.) âyetini okuduğundan “çok vefakâr kul” diye vasıflandı­rılmıştır.

6609 Begavî, Ebû’l-Âliyye tarikıyle, Ubeyy b. Ka’b’dan yaptığı rivâyette, Resûlüllah’ın ***** «Sonunda senin Rabbine varılacaktır..» (42.) âyetini şöyle tefsir ettiğini naklederler. Allah’ın Zatı(nın nasıl olduğu) hakkında düşünmeyin.

Begavî, bu hadisin benzeri olan şu hadisi de nakleder: Allah’ın mahlûkatı hakkında te­fekkürde bulunun, fakat Allah’ın Zatı(nın nasıl olduğu) hakkında düşünmeyin.

Rahmân
İbn-i Ebî Hâtim, Ebû’d-Derda’dan yaptığı rivâyete göre Resûlüllah, ***** «..O hergün yeni bir iştedir.» (29.) âyetini şöyle tefsir etmiştir. Allah’ın hergün (her an) bir iştedir(in manası): Günahları bağışlaması, üzüntüyü gidermesi, bir kavmi yok edip, yerine bir diğerini getirmesi (diriltmesi, öldürmesi, azîz ve hakîr kılması, zengin ve fakîr yapması, duâ edene icabet etmesi, isteyene vermesi ile kâinattaki bütün fizik ve kimya reaksiyonlarını ezelde takdir ettiğine uygun olarak izhâr buyuracağı bir emirde)dir.

İbn-i Cerîr aynı hadisi Abdullah b. Munib’den, Bezzâr da İbn-i Ömer’den rivâyet ederler.

Buhârî ve Müslim, Ebû Musa’l-Eşari’den yaptıkları rivâyete göre Resûlüllah şöyle buyurmuştur: Herşeyi gümüşten olan iki cennet, herşeyi altından olan iki cennet vardır.

Begavî, Enes b. Mâlik’den şöyle dediğini rivâyet eder. Resûlüllah; ***** «İyiliğin karşılığı iyilik değil midir?» (60.) âyetini şöyle tefsir etmiştir: Allah’ın bu âyetini anladınız mı? Sahâbe: Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dediler. Bunun üzerine: Kendisine tevhid nimetini verdiğim kulun mükâfatı, ancak cennettir, buyurdular.

Vâkıa
Ebubekr’n-Necud, Selim b. Amr’in şöyle dediğini rivâyet eder: Bir arabi Resûlüllah’a gelerek şöyle dedi: Allah Kur’ân’da, cennette eziyet veren bir ağaçtan söz eder. Bu ne ağacıdır? Resûlüllah: Bu, sedir ağacıdır, dikeni insana batar şeklinde cevap verdi ve Allah: ***** «Dikensiz kirazlar.» (28.) buyurmamış mıdır, diyerek: Allah, ağacın dikenlerini alıp, her birinin yerine bir meyve halketmiştir, buyurdu.

İbn-i Ebî Dâvud’un, Utbe b. Abdussülemi’den yaptığı bir rivâyet, bu hadisin şahididir.

Buhârî ve Müslim, Ebû Hüreyre’den yaptıkları rivâyete göre Resûlüllah şöyle buyurmuştur: Cennette bir ağaç vardır ki, at üzerinde giden yolcu yüz sene gölgesinde yürürse, gölgesi bitmez. İsterseniz Allah’ın ***** «Uzamış gölgeler.» (30.) âyetini okuyun.

Tirmizî ve Nesâî Ebû Saîd el-Hudrî (radıyallahü anh)’den rivâyet eder: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) «Yükseltilmiş döşekler. » (34.) ayeti hakkında şöyle buyurdu: O döşeklerin yüksekliği gök ve yeryüzü arası kadardır ki o da beş yüz senelik yoldur.

Tirmizî, Enes’in şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah «Biz, kadınları yeniden inşa ettik.» (35.) âyetini: Dünyada iken gözleri zayıflamış, çapaklanmış yaşlı kadınları, ahirette tekrar genç kız haline getiririz, şeklinde tefsir etmiştir.

Tirmizî Şemâil’de, Hasen-i Basri’nin şöyle dediğini rivâyet eder: Yaşlı bir kadın Resûlüllah’a gelerek: Allah’a dua et de beni cennetine alsın, de­di Resûlüllah kadına: Cennete ihtiyar kadınlar giremez deyince kadın ağlayarak geri döndü. Resûlüllah: Gidin ona söyleyin, ihtiyar olarak cennete girmeyecek, buyurdu ve ***** «Biz kadınları yeniden inşa et­tik. Onları bâkireler yaptık. Eşlerine düşkün ve hepsini bir yaşta kıldık.» âyetini okudu.

6619 İbn-i Ebî Hâtim, Cafer b. Muhammed’den, babası tarikıyle dedesinin şöy­le dediğini nakleder: Resûlüllah âyetteki ***** kelimesini, Arapça konuşan ka­dınlar şeklinde açıklamıştır.

6620 Taberânî, Ümmü Seleme’nin şöyle dediğini rivâyet eder: Ya Resûlallah,

***** «İri gözlü (güzel yüzlü) hûrî’ler.» (22.) âyetinin mânası nedir? Resûlüllah: Hûrun, beyaz tenli, în ise, iri gözlü olup, kerkes kuşu kanadına benzer uzun kiprikli kadınlardır, buyurdu.

***** «Saklı inciler gibi.» (23.) âyetinin mânasını sorduğumda: Tenlerinin beyazlığı, el değmemiş incinin beyazlığı gibidir.

***** «İçlerinde (cennetlerin hepsinde) iyi huylu, güzel yüzlü kadınlar var..» (Rahmân,70.) âyetinin mânasını sor­duğumda: Hayrât kelimesi ahlâk, hısân kelimesi de yüz mânasındadır, buyur­du.

***** «Sanki onlar (kuş tüyleriyle) örtülüp saklanmış yumurta gibidirler.» (Sâffât, 49.) âyeti­nin mânasını sorduğumda: Tenlerinin yumuşaklığı, yumurta zarının yumuşaklığı gibidir, buyurdu.

***** «Hepsi bir yaşta sevgililer.» (37.) âyetinin mânasını sordu­ğumda: Dünyada iken gözleri zayıflamış ve çapaklanmış yaşlı kadınları Allah, ahirette genç bakireler olarak yaratacak, kocalarına aşk ve muhabbetle baka­caklar, hepsi de aynı yaşta olacaklardır.

6621 İbn-i Cerîr, İbn-i Abbâs’ın ***** «Bir çoğu öncekiler­den, bir çoğu da sonrakilerden.» (39-40.) âyetleri hakkında şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah; öncekilerin ve sonrakilerin hepsi, benim ümmetimdir.

Ahmed b. Hanbel ve Tirmizî, Hazret-i Ali’nin şöyle dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah; ***** cümlesini şükrünüz, ***** cümlesini de, Kâfirle­rin şu veya bu yıldızla yağmura kavuşturulduk, dedikleri şeklinde tefsir eder.

Mümtehine
Hasen bir senedle Tirmizî, İbn-i Mâce ve İbn-i Cerîr, Ümmü Seleme’den yaptıkları rivâyette Resûlüllah, ***** «..iyi işte sana karşı gel­memeleri hususunda.» (12.) âyetini ağlayıp sızlamakla şeklinde tefsir etmiş­tir.

Talâk
Buhârî ve Müslim, İbn-i Ömer’den şu rivâyette bulunurlar: İbn-i Ömer, ha­yız halinde iken karısını boşar. Babası Hazret-i Ömer, bu durumu Resûlüllah’a iletir. Resûlüllah öfkelenerek Hazret-i Ömer’e: Oğluna söyle, karısını geri çağırıp temizle­ninceye kadar evinde bıraksın. İkinci hayzı görüp temizleninceye kadar bekle­sin. Bundan sonra boşamada kararlı ise, kendisiyle temas etmeden, temiz halde boşasın. Allah’ın, kadınları boşamada emrettiği iddet budur. Bu sözünden son­ra Resûlüllah; ***** «..kadınları boşadığınızda iddetleri içinde boşayın..» (1.) âyetini okudu.

Nûn
Taberânî, İbn-i Abbâs’ın şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah şöyle buyurdu: Allah’ın ilk yarattığı şey kalem ve balıktır. Allah kaleme, kıyamete ka­dar olacak herşeyi yaz, dedi. Resûlüllah ***** âyetini okudu. Âyetteki nun balık, kalem de kalemdir, dedi.

İbn-i Cerîr, Muaviye b. Kurra’dan, babasının şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah; ***** «Nun, Kalem’e ve yazdıklarına andolsun ki.» âyetini şöyle tefsir etti: Yazı, nurdan bir levha üzerine, nurdan bir kalemle, kı­yamete kadar olacak şeylere dair yazılan yazıdır. İbn-i Kesir bu haberi, mürsel ve garip haber kabul etmiştir.

İbn-i Cerîr ayrıca, Zeyd b. Eslem’in şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah; gökler Allah’ın, vücuduna sıhhat verdiği halde, insanlara zulmeden kimse­ye ağlar. 13. âyetteki zalim ve yardakçı olan işte budur. Haber mürseldir, bazı şahidleri vardır. Ebû Ya’lâ ve İbn-i Cerîr, aralarında müphem kimseler olan se­nedle Ebû Musa’dan Resûlüllah’ın ***** «Bacakların açıldığı gün.» (42.) âyetini: Önünde secdeye kapanacakları büyük bir nur kendilerine görünür şeklinde tefsir ettiğini rivâyet eder.

Meâric
Ahmed b. Hanbel, Ebû Said’in şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah’a ***** «..mikdarı elli bin sene süren bir gün içinde.» (4.) âyeti hakkında: Bu, ne uzun günmüş diye sordular. Cevaben: Allah’a yemin ederim ki, bu uzun gün Mü’min’e göre dünyada kıldığı bir vakit farz namazı ka­dar kısa bir zamandır, buyurdu.

Müzzemmil
Taberânî, İbn-i Abbâs’dan, Resûlüllah’ın ***** «O halde Kur’ân’dan kolayınıza geleni okuyun.» (20.) âyetini şöyle tefsir ettiğini rivâyet eder: Kolayınıza gelen yüz âyetin okunmasıdır. İbn-i Kesir bu haberi, gerçek­ten garip bir haber kabul eder.

Müddessir
Ahmed b. Hanbel ve Tirmizî, Ebû Said’den Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet ederler: 17. âyetteki ***** kelimesini, yetmiş sene tırmanıp içine düş­tüğü, ateşten bir dağdır, şeklinde tefsir etmiştir.

Ahmed b. Hanbel, hasen bir senedle Tirmizî ve Nesâî, Enes’in şöyle de­diğini rivâyet ederler: Resûlüllah ***** «O takva ve mağfi­ret ehlidir» (56.) âyetini şöyle tefsir etmiştir: Rabbiniz; korkulması gereken Be-n’im. Benimle birlikte ilâh edinilmesin. Bana başka bir ilâh ortak etmekten sakı­nan, mağfiretime kavuşur.

Nebe’
Bezzâr, İbn-i Ömer’den rivâyetle Resûlüllah’ın şöyle dediğini nakleder: Yemin ederim ki cehenneme giren bir kimse, yıllar boyu kalmadıkça oradan çıkmayacaktır. Âyetteki ***** kelimesi, seksen küsur senedir. Her sene, dün­ya günleri gibi üç yüz altmış gündür.

Tekvir
İbn-i Ebî Hâtim, Ebû Yezid b. Ebî Meryem’in babasından yaptığı rivâyete göre Resûlüllah’ın ***** «Güneş dürüldüğü zaman.» (1.) âyetini şöyle tefsir ettiğini nakleder: Güneş, cehennemde dürülecek, ***** «Yıl­dızlar kararıp döküldüğü zaman.» yıldızlar cehennemde düşüp kaybolacak­tır.

İbn-i Ebî Hâtim, Numan b. Beşir’den Resûlüllah: ***** «Can­lar bedenlerle birleştiği zaman.» (7.) âyetinin tefsirinde şöyle dediğini rivâyet eder: Âyetteki kimseler sözü, aynı ameli işleyen her milletten aynı yaştan kim­seler mânasındadır.

İnfitâr
İbn-i Cerîr, zayıf bir senedle Taberânî, Musa b. Ali b. Rabah’ın babası ve dedesinden rivâyetine göre Resûlüllah, dedesine şöyle demiştir. Neyin dünya­ya geldi? Dedesi: Kız veya erkekten başka neyim dünyaya gelebilir ki dedi. Resûlüllah kime benziyor, diye sordu. Dedesi: Ya babasına, ya anasına benze­yecektir, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah: Sus, böyle deme. Nutfe, rahimdeki yerine yerleştiği zaman Allah ona, Hazret-i Adem’e kadar bütün nesilleri hazırlar. Sen Allah’ın. ***** «Dilediği surette seni terkip etti..» (8.) âyetini hiç okumadın mı? Seni de bu şekle sokan Allah’tır, dedi.

İbn-i Asakir, «Tarih»inde, İbn-i Ömer’den Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet eder: Onlara ebrar adı verilmesi, baba ve çocuklarına iyilik yapmaların-dandır.

Mutaffifîn
Buhârî ve Müslim, İbn-i Ömer’den Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet e-derler: ***** «O gün insanlar, âlemlerin Rabbi huzurunda dururlar.» (6.) âyetinin mânası: Her biri, kulaklarına kadar ter içinde kalacaklar­dır, demektir.

Ahmed b. Hanbel, Tirmizî sahih bir senedle Hâkim ve Nesâî, Ebû Hürey-re’nin şöyle dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah, kul bir günah işlediğinde, kal­binde siyah bir nokta kalır. Tevbe ettiğinde bu nokta silinir. Günah işlemekte devam ederse, bu nokta bütün kalbini kaplayacak şekilde büyür. İşte Allah’ın ***** «Hayır, onların işleyip kazandıkları şeyler, kalplerinin üzerinde pas olmuştur.» (14.) âyetinde ifade ettiği, kalbin günahla kaplanması budur.

İnşikak
Ahmed b. Hanbel, Buhârî ve Müslim, Hazret-i Âişe’nin şöyle dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah şöyle buyurmuştur: Her hesaba çekilen azap görür. İbn-i Cerîr’in rivâyetinde bu hadis: Her hesaba çekilen kul, mutlaka azab görecektir, lâfzıyla gelmiştir. Hazret-i Âişe: Allah ***** «O, kolay bir hesaba çekilecek.» (8.) buyurmamış mıydı? diye sorunca Resûlüllah: Âyetteki hesab, bir arzdır, buyurdu. Ahmed b. Hanbel, Hazret-i Âişe’nin şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah’a kolay hesabın ne olduğunu sorduğumda bana: Amel defterine ba­kıldıktan sonra, serbest bırakılmasıdır. Kıyamet günü hesaba çekilen, helak o-lur, dedi.

Burûc
İbn-i Cerîr, Ebû Mâlik el-Eşari’nin şöyle dediğini rivâyet eder: Vadedilen gün kıyamet günü, şehid ise cuma günü, meşhud ise arafe günüdür, buyur­muştur. Bu haberin, çeşitli tarikle gelen şahidleri mevcuttur.

Taberânî, İbn-i Abbâs’dan Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet eder: Allah beyaz inciden Levh-i Mahfuzu halketmiştir. Bunun sahifeleri yakuttan, kalemi nurdan, yazısı da nurdandır. Allah hergün, üç yüz altmış kere bu kitaba bakar; yaratır, rızık verir, öldürür, diriltir, yüceltir, zillete düşürür; istediği herşeyi yapar.

A’lâ
Bezzâr, Câbir b. Abdullah’dan Resûlüllah’ın ***** «Doğrusu mutluluğa ermiştir arınan..» (14.) âyetinin tefsirinde şöyle dediğini rivâyet e-der: Kelime-i şahadeti getiren, Allah’a şirk koşmayan, benim Allah’ın Resûlü olduğuma şehadet eden kimsedir. ***** «Rabbinin adını anıp na­maz kılan..» (15.) âyetini de şöyle tefsir etmiştir: Bu namaz, beş vakit namaz­dır, bunları muhafaza etmek, namazı ihtimamla kılmak demektir.

Bezzâr, İbn-i Abbâs’ın şöyle dediğini rivâyet eder: ***** «Bu hüküm elbette ilk sahifelerde de vardır.» (18.) âyeti nâzil olduğunda Resûlüllah şöyle buyurdu: Bu ve bütün haberler, Hazret-i İbrahim ile Hazret-i Musa’nın kita­bında yazılıdır.

Fecr
Ahmed b. Hanbel ve Nesâî, Cabir’den Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet ederler: Âyetteki on gün, Kurban’ın on günüdür. Vetr, arafe günü, şef’ ise, kurban kesme günüdür. İbn-i Kesir, ricali sikadır fakat merfu değildir, der.

İbn-i Cerîr, Cabir’den merfu olarak şu rivâyeti nakleder. Kurban kesme günü, bayramın ilk iki günüdür. Vetr ise, üçüncü günüdür. Ahmed b. Hanbel ve Tirmizî, İmran b. Husayn’dan şu rivâyeti nakletmişlerdir: Resûlüllah’a şef’ ve vetr kelimeleri sorulduğunda şöyle demiştir: Bazı namazlar çift, Bazıları da tek rekatlidir.

Beled
Ahmed b. Hanbel, Bera’nın şöyle dediğini rivâyet eder: Bir a’rabi Resûlüllah’a gelerek; beni cennete girdirecek bir amel öğretir misiniz, dedi. Resûlüllah; birini serbest bırak, köle azat et buyurdu. Adam: Bunlar aynı şeyler değil mi? diye sorunca Resûlüllah: Birini serbest bırakmak, bizzat kendi yapacağın iştir. Köle azat etmek de onun salıverilmesine yardımcı olmandır, dedi.

Şems
İbn-i Ebî Hâtim, Cuveybir tarikıyle Dahhak’dan İbn-i Abbâs’ın şöyle dedi­ğini rivâyet eder: Resûlüllah’ın ***** «Nefsini temizleyen iflah olmuş.» (9.) âyetini şöyle tefsir ettiğini işittim: Kişinin kurtulması, Allah’ın onu temize çı­karması demektir.

İnşirah
Ebû Ya’lâ ve İbn-i Hibbân, Ebû Said’den Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet eder: Cebrâîl bana gelerek şöyle dedi: Rabbin, adını nasıl yücelttiğini biliyor musun? diye sordu. Ben de: Allah daha iyi bilir deyince, Rabbin şöyle bu­yuruyor: Zikredildiğimde, sen de zikredilirsin cevabını verdi.

Zilzal
Ahmed b. Hanbel, Ebû Hüreyre’nin şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah; ***** «İşte o gün yer haberlerini söyler.» âyetini okuyarak şöyle dedi: Yerin bu haberleri nedir biliyor musun? diye sordu. Sahâbeler de: Allah ve Resûlü daha iyi bilir dediler. Bunun üzerine Resûlüllah: Yeryüzü şu gün şu amelde bulundu diye, her kadın ve erkeğin yaptıklarına şahidlik ede­cektir, buyurdu.

Âdiyât
İbn-i Ebî Hâtim zayıf bir senedle, Ebû Umame’nin şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah, ***** «İnsan Rabbine karşı çok nankördür.» â-yetini okudu. Kenud, yemeği yalnız yiyen, kölesini döven, başkalarına yardımı engelleyen kimsedir, buyurdu.

Tekâsür
İbn-i Ebî Hâtim, mürsel bir senedle, Zeyd b. Eslem’in şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah; malın çokluğu sizi taattan alıkoydu, kabirleri ziyaret e-dinceye kadar, âyetini de ölüm gelinceye kadar, şeklinde tefsir etmiştir.

Ahmed b. Hanbel, Câbir b. Abdillah’ın şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah, Hazret-i Ebubekr ve Hazret-i Ömer, hurma yiyip su içtiler. Resûlüllah: Sorulacağı­nız nimetlerden biri de budur cevabını verdi.

İbn-i Ebî Hâtim, İbn-i Mesûd’un şöyle dediğini rivâyet eder: ***** «Sonra o gün size verilen nimetten sorulacaksınız..» âyetini Resûlüllah; emniyet ve sıhhatınızdan sorulacaksınız, buyurdu.

İbn-i Merdeveyh, Ebû Hüreyre’nin şöyle dediğini rivâyet eder: ***** «Bu ateş ki gönüllere işler.» âyetindeki mu’sade kelimesine Resûlüllah yapıştırılmışlar, mânasını vermiştir.

Mâûn
İbn-i Cerîr ve Ebû Ya’lâ, Sa’d b. Ebî Vakkas’ın şöyle dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah’a ***** «Ki onlar namazlarından yanıl­maktadırlar.» âyetini sordum. Bana: Onlar, namazın vaktini geçirenlerdir, bu­yurdu.

Kevser
Ahmed b. Hanbel ve Müslim, Enes’in şöyle dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah: Kevseri, Allah’ın bana cennette verdiği bir nehir adıdır, şeklinde tefsir etmiştir. Bu hadisin çeşitli tarikleri vardır.

Nasr
Ahmed b. Hanbel, İbn-i Abbâs’ın şöyle dediğini rivâyet eder: ***** «Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman.» âyeti nâzil olunca Resûlüllah: Bana ölüm haberim verildi, buyurdu.

İhlas
İbn-i Cerîr, Bureyde’den merfu olarak yaptığı rivâyete göre Resûlüllah; ***** kelimesini, karnı olmayan kimse şeklinde tefsir etmiştir.

Felak
İbn-i Cerîr, Ebû Hüreyre’den Resûlüllah’ın şöyle dediğini rivâyet eder: Felak, cehennemde kapalı bir kuyudur. İbn-i Kesir, bu haberi garip kabul eder, merfu olmadığını söyler. Ahmed b. Hanbel, Tirmizî ve sahih bir senedle Nesâî Hazret-i Âişe’nin şöyle dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah elimden tuttu, yeni do­ğan ayı göstererek: Bu ay battıktan sonra gelecek karanlığın şerrinden Allah’a sığın, buyurdular.

İbn-i Cerîr, Ebû Hüreyre’den şu rivâyette bulunur: Resûlüllah, ***** «Karanlık çöktüğü zaman gecenin şerrinden.» âyetindeki gâsik kelimesini, yıldız olarak tefsir etmiştir. İbn-i Kesir, bu haberin sahih olmadığını söyler.

Nâs
Ebû Ya’lâ, Enes’in şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah; şeytan vesve­sesini, insanın kalbine koyar. Allah’ı anmağa başlayınca olduğu yerde kalır. İnsan Allah’ı unutacak olursa, kalbine vesvese verir. İşte insanların kalbine ver­diği vesvese bunlardır.

Buraya kadar verdiğim sûrelerin tefsiri ile ilgili haberlerin bazısı merfu, bazısı sahih, bazısı hasen, bazısı zayıf, bazısı mürsel, bazısı da mu’dal’dir. Bu arada mevzu ve batıl rivâyetlere yer vermedim. Tefsirle ilgili, merfu olarak ge­len üç uzun hadisi de bahisler arasına almadım. Bunlar:

1- Hazret-i Musa ile Hızır (aleyhisselâm) arasındaki hadise ile ilgili hadistir. Buhârî ve diğer hadis mecmualarında nakledilen bu hadis, Kehf sûresindeki bazı âyetle­rin tefsiridir.

2-Fitnelerle ilgili, gerçekten uzun, yarım defter tutarında bir hadistir. Bu hadisi, Nesâî ve diğerleri rivâyet etmiştir. Fakat, aralarında Mezzi ve İbn-i Kesir olmak üzere bazı muhaddisler, İbn-i Abbâs’dan merfu olarak geldiğine dair tenbihde bulunmuşlardır. Çünkü İbn-i Abbâs’ın Resûlüllah’dan doğrudan alındığı açıklanan merfu hadisler, pek azdır. İbn-i Kesir, İbn-i Abbâs bunları bel­ki İsraili haberlerden almıştır, der.

3-Sûrla ilgili hadistir. Bu, fitne hadisinden daha da uzundur. Kıyametle ilgili çeşitli sûrelerdeki âyetlerin tefsirini içine almaktadır. İbn-i Cerîr, ba’s bah­sinde Beyhaki ve Ebû Ya’lâ’nın rivâyet ettikleri bu hadisi, Medine kadısı İsmail b. Rafi nakletmiş, hadisin senediyle ilgili bazı açıklamalarda bulunmuş, siyakın­da münker haberler olduğunu belirtmiştir. Bir rivâyete göre İbn-i Rafi bu hadisi, çeşitli tarik ve değişik yerlerden toplamış, kendine hâs bir üslubla ifade et­miştir.

İbn-i Teymiyye ve diğer Ulemaya göre Resûlüllah, Kur’ân’ın tamamını ve­ya büyük bir kısmını Eshâbına açıklamıştır. Bu görüşü, Ahmed b. Hanbel ve İbn-i Mâce’nin Hazret-i Ömer’den yaptıkları şu rivâyet teyid etmektedir: Kur’ân’ın en son nâzil olan âyeti, riba âyetidir. Resûlüllah bu âyeti tefsir etmeden vefat et­miştir. Bu da gösteriyor ki Resûlüllah, her âyeti Eshâbına tefsir etmiş, ancak bu âyetin nüzûlünden hemen sonra vefat ettiğinden, tefsirini yapamamıştır.Yok-sa Hazret-i Ömer’in bu âyeti tefsir etmemiştir, sözünün mânası kalmazdı.

Bezzazın Hazret-i Âişe’den yaptığı rivâyete göre Hazret-i Âişe şöyle demiştir: Resûlüllah, Cebrâîl’in kendisine öğrettiği âyetlerin tefsirini yapardı. Bu hadis, İbn-i Kesir’in ifadesine göre münker hadistir. İbn-i Cerîr ve diğer ulema, bu hadisi şöyle tevil etmişlerdir: Resûlüllah’ın tefsir ettiği âyetler, anlamakta güçlük çek­tiği müşkil âyetlerdir. Bu yüzden mânalarını Allah’tan öğrenmek istemiş, Allah da ona, Cebrâîl’in lisanıyle bu mânaları öğretmiştir.

5- Hâtime
Allah’a şükürler olsun ki, bugüne kadar telif edilmeyen, içinde Kur’ân’la ilgili değerli bilgileri toplayan, üstün bir üslupla yazılan, emsali bulunmayan bu kitabı tamamlamak nasib oldu. Bu eserde, Kur’ân’ın anlaşılmasını kolaylaştıran muayyen kaideler verdim, tefsiriyle ilgili bütün yönlerini açıkladım, âyetlerde kapalı olan zengin mânayı kavramada yardımcı olacak esâsları bir arada top­ladım. Bu kitab’da; özlü, makul ifadeler, doğru ve makbul nakilleri verdim. Kur’-an’ın tefsir ve usûlüyle ilgili bütün eserleri tetkik ederek, değerli ve önemli o-lanlarını aldım, başlıca tefsirlere müracaatta bulundum, bunlardan pek çok bil­giler aktardım, Kur’ânî ilimlerin kaynağına daldım, cevher ve incilerini çıkardım, bilinmeyen yönlerini bulup anlaşılır hale getirdim.

Bu bakımdan, ulemayı zor durumda bırakan meseleler bu kitab’da ele a-lındı, değişik eserlerde bulunan dağınık bilgiler, bir araya getirildi.

Buna rağmen kendimi hatasız görmüyor, her meseleyi tamamıyle açık­ladığımı iddia etmiyorum. Şüphesiz her insan, hata ve noksanlıkla doludur. Gerçek bu iken, öyle bir zamanda yaşıyorum ki, insanların kalbi hasetle dol­muş kin ve nefret, damarlarına kadar işleyerek, bütün vücudunu karartmıştır. İnsanların bu halini şair aşağıdaki mısralarda ne güzel dile getirmiştir: Allah, gizli kalan bir fazileti yaymak istediğinde, Bu fazileti, hased edenin diline düşürür. Şayet, yanan ateş etrafa sıçramasaydı, Ud ağacının güzel kokusu farkedilmezdi.

Günümüz insanı cehalet ve tamaha kapılmış, kendini üstün görme hırsı onları kör ve sağır yapmış, böylece dini ilimlerden uzaklaşmış, felsefi ilimlerin tedrisine dalmışlardır. Onlar her şeyde öne geçmek isterken, Allah onları hep geride bırakmıştır. İzzet ve şeref sahibi olmak isterler ama, ilimden nasibleri yoktur. Bunlar kendilerine ne bir himaye, ne de yardım eden birini bulabilirler. Şair şöyle terennüm eder:

İlim talibinin konak yeri bizler olduğu halde, Sancağımızı bırakıp, niye başkalarına uyarlar!

Bu eksikliklerine rağmen, burunları havada, kalplerinde Hak’ka karşı ki­bir, ağızlarında yalan ve iftiradan başka bir şey görülmez. Ne zaman Hak’ka davet edecek olsan, sağır ve kör kesilirler. Sanki Allah, sözlerini ve amellerini yazan melekleri onlara vekil kılmamıştır. Aralarına bir alim girmeyedursun!.. Cahil-cühela onu oyuncak yaparlar. Onlara göre kamil insan, insanların en kö­tüsü, noksanlıklarla dolu bir kuldur.

Yemin ederim ki bu zaman, sükut edilecek, oturup evden dışarı çıkılma­yacak bir zamandır. Şayet: Bir şeyi bilip de söylemeyene Allah, cehennem ateşinden bir gem vuracaktır, hadisi olmasaydı, ilim sadece amelden ibaret kalacaktı. Şair bunu ne güzel dile getirmiştir:

Bütün gayretinle fazilet sahibi olmağa çalış.

Canla başla, bunları elde etmeğe uğraş, Bu uğurda Allah’ın rızasını kazanmaya bak. Gayret gösterene faydalı olmaktan kaçma. Hased edenlerin, söz ve heveslerini kendilerine bırak. Çünkü ölümden sonra hased, kendileriyle kaybolup gider. Ben; saltanatı büyük, şanı yüce Allah’a sığınarak, bu kitabı tamamlamamı nasib ettiği gibi, hizmetimi kabul ederek nimetini tamamlamasını, Resûlüne tabi olan selef-i salihinden eylemesini, amellerimi boşa çıkarmamasını niyaz ede­rim. Allah, kulun emelini boşa çıkarmayan cömerttir. Allah’dan başkasına itibar etmeyip, O’na uyan, hüsrana uğramaz.

Salât ve selam, son peygamber, Efendimiz Hazret-i Muhammed’e, âline ve Eshâbına olsun.

[1] İmâm Tîrmizi’nin rivayetine göre Hz. Peygamber, Rahman suresini baştan sonuna kadar Sahabeye okumuş, onlar ses çıkarmayınca, Hz. Peygamber: “Ben sizi niçin böyle suskun görüyorum; sureyi cinlere okuduğumda onlar, sizden daha iyi karşılık veriyordu. Ben her ***** yı okuduğumda onlar, “Ey Rabbimiz! Biz Senin hiçbir nimetini yalanlamıyoruz. Sana hamd olsun” diyorlardı. Cinlerin bu hadisesi Mekke’de vukubulmuştur.)

[2] 1 – Mushaf-ı Osmani’deki hattı ***** şeklindedir. Suyûti kelimeyi bu şekliyle, İbnu Kesir ve Ebû Amr’ın kıraatına dayanarak almıştır. Bkz. ed-Dani, et-Teysir fi Kıraâti’s-Seb’, 105.

Benzer Yazıları Okumak İçin Tıklayınız

En Çok Okunan Yazılar

Tavsiye Ettiğimiz Temel KitaplarMeâl Okumak Câiz Midir? Ehl-i Sünnet İtikadı Nedir? Ehl-i Sünnet Olmanın Şartları Nelerdir?Her Gün Okunması Gereken Çok Mühim Bir DuâSeyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ve Tasavvuf Terbiyesi Sultan Vahideddîn Hân'a Dâir Sualler