Sual: Mevdudi, İslamda İhya Hareketleri kitabının 54. sayfada: (Ömer-i saninin vefatını müteakib iktidarın dinsiz ellere geçmesi, İslamın yoluna engel olarak çıktı. Fakat Emevi ve Abbasiler İslamın inkişafını önleyemedi. Hadis ve fıkıh âlimleri rasyonel ilme aşina bulunmadıkları için, İslami sistem muasır fikir temayüllerinin ışığı altında tefsir ve izahtan mahrum kaldılar. Kötü tesirlere müracaattan başka ellerinden bir şey gelmedi. İmam-ı Ebül Hasan-ı Eş’arî ve sonra gelenler de muvaffak olamadılar. Çünkü skolastik ilme sahip olmalarına rağmen rasyonel ilimde yetişmemişlerdi. Mutezileye muhalefette o kadar ileri gittiler ki dinde yeri olmayan şeyleri dine soktular. Âlimler ve hükümdarlar ve halk kitleleri hep birlikte Allahü teâlânın kitabına ve Peygamber efendimizin sünnetlerine karşı sırt çevirdiler. Devleti yöneten mahud bir zümrenin lüks hayat, hırs ve tama gayesi ile açtıkları harbler sebebi ile vahim bir şekilde geri kalındı. İlim ve sanat yok oldu. Bu sırada İmam-ı Gazali yetişti. Bağdat halifesinin itimatını kazandı. Fakat o, saraydan uzaklaşıp Yunan felsefesini reddetmeye çalıştı. [Ehl-i sünnet içindeki] bütün mezhepleri, zayıf tarafları için ve İslama uymayan temayülleri için tenkid etti. Çürümekte olan maarif sistemini ihya etti. Dünyevi ilimler ile İslami ilimler birbirinden uzaklaşmıştı. Fakat o, hadis ilminde eksikti. Rasyonel ilimle aşırı uğraşmıştı. Tasavvufa da eğilmesi onun için noksanlıktı. Bu 3 tehlikeden kaçınarak, İslamın fikir ve ahlak ruhunu ihya işi İbni Teymiye’ye nasip oldu.) diyor. Buna ne cevap vermek gerekir?
Cevap: Evet, İslam hükümdarları arasında, etraflarını saran dalkavukların, münafıkların tesiri ile zulme, günaha kayanlar olmuştu. Fakat İslam âlimleri, kitapları ile sözleri ile emr-i maruf yaparak, onları doğru yola çekmeye çalıştılar. Böylece en kötüleri dahi dinsiz hükümetlerin en iyilerinden daha âdil, daha faydalı olmuştu. Bu hakikati dünya tarihleri yazmaktadır. İngiliz lordlarından Davenport’un kitabını okuyanlar, Mevdudinin yalnız yanıldığını değil, bir iftira, bir düşmanlık savaşında olduğunu kolayca anlayabilir. Şunu önemle açıklamak isteriz ki İslam halifelerinin Ashâbdan olmayanları zulüm etmiş, günah işlemiş olabilirler. Fakat, hiçbiri, asla kâfir değil idi. Hiçbir suretle İslam düşmanı değil idiler. Hepsinin ilim heyetleri, şeyhulİslamları ve müşavirleri vardı. Hiçbiri İslamın inkişafına mâni olmayı hatırına bile getirmemiştir. İslama hizmet için çırpınmışlardır. Her birinin sonraki nesle bıraktıkları camiler, mektepler, medreseler, yollar, hastahaneler, çeşmeler, hamamlar, köprüler, çeşitli hayır ve sanat müesseseleri, sayılamayacak kadar çoktur. İzleri ve hatta çoğunun kendileri meydandadır. Milyonlarla müslüman, bugün de bunlardan faydalanmaktadırlar. İnsanlık icabı olan kusurlarını ileri sürerek, onları kötülemeye kalkışmak, İslam düşmanlarının taktiğidir. İslam âlimlerinin sultanlardan uzaklaşması, onların kötü olduğunu göstermez. Âlimler, (Zengine, zengin olduğu için yaklaşan, tevazu gösteren kimsenin, dininin 3’te 2’si gider) hadis-i şerifine uyarak, her zenginden, her şöhret sahibinden çekinmişlerdir. Fakat, onlara emr-i maruf yapmaktan da geri kalmamışlardır. Bu ikisi arasındaki inceliği anlayamayan Mevdudi, İslam âlimlerine ve halifelerine çala kalem saldırmaktadır. Onların birkaç kusurunu yazacağına, iyiliklerini, İslama hizmetlerini yazmak şerefine kavuşsaydı, ciltlerle kitap doldururdu. Hele Osmanlı halifelerinin hepsi âlim, salih ve âdil zatlar idi.
Hadis ve fıkıh âlimlerini rasyonel bilgiden mahrum sanmak, İslam âlimlerinin büyüklüğünü anlamamak demektir. İslam alimi demek, ulum-i nakliyede ictihad derecesine varmış ve tecribi ilimlerde, kendi zamanında bulunmuş olanları iyi öğrenmiş ve kalp marifetinde, velayet-i hassa-i Muhammediye mertebesine kavuşmuş bir Zât demektir.
Mevdudi’nin İslam halifelerine dinsiz diyecek kadar alçakça saldırması karşısında şaşıran gençlere doğruyu bildirmek için Mir’at-i kainat tarih kitabının, halifelerden bazıları hakkındaki yazılarını, değiştirmeden, aşağıya yazdık. Demri’nin, meşhur kitabında, İvez isminde, Hulefa-i raşidin ile Emevi ve Abbasi halifelerinin hal tercümeleri uzun yazılıdır. Aşağıda, isimlerin önündeki sayılar, halifelik sırasını, parantez içindekiler, hicri doğum ve ölüm yıllarını göstermektedir:
6: Muaviye “radıyallâhu anh” yazarak, ona duâ ile başlıyan bu kitapta diyor ki Resûlullahın Kur’ân-ı Kerîmi yazan katiblerindendi. Hayır dualarını aldı. Aklı, zekası, afvı, sehası, idare kudreti çok idi. Yumuşak huylu, heybetli ve cesur idi. Sanki sultan olmak için yaratılmıştı. Sudan’ı, Afganistan’ı, Hindistan’ın çok yerlerini, Kıbrıs’ı ise bizzat kendi giderek aldı. İstanbul’a asker gönderdi. Hilafeti sahih idi.
Mezhepsizler, hazret-i Muaviye’yi kötülemek için, hazret-i Ali ile olan muharebesini öne sürüyorlar. Her muharebede hâsıl olması gerekli bulunan acıklı halleri, bire bin katarak, anlatıyorlar. Ehl-i sünnet âlimleri bunlara kitaba, sünnete ve akla uygun cevaplar verince, şaşırıp kalıyorlar. Oğlu Yezidin kötülüklerini anlatmaya başlıyorlar. Halifeliğin babadan oğula geçmesi gibi kötü bir çığır açtı. Hilafeti sultanlığa çevirdi diyorlar. İbni Abidin, cemaat ile namazı anlatırken, (Bir müslümanın halife olması için, alimlerden ve idarecilerden ileri gelenlerin seçmesi veya önceki halifenin, bunu kendi yerine geçirmesi lazımdır. Güç kullanarak, hükümeti ele geçiren müslümanın da halifeliği sahih olur. Ebû Bekr “radıyallâhu anh”, öleceği zaman hazret-i Ömeri halife yaptı. Ashâb-ı kiramın hepsi, bunu kabul etti) diyor. Görülüyor ki Muaviye’nin ve ondan sonra gelen bütün halifelerin, yerlerine kendilerinin yetiştirdikleri ve nasihat verdikleri oğullarını veya güvendikleri başkalarını halife yapmaları, İslamiyete uygun, haklı bir iştir. Onun sonradan zulme başlaması, babasına bir kusur olamaz. Hicretten 19 yıl önce doğdu. 60 senesinde vefat etti.
[Mevdudi’nin İslam halifelerine ve Ehl-i sünnet âlimlerine çalakalem saldırması, hiçbir ilmi kıymet taşımadığı gibi, tarihi ve dini bilgilere de taban tabana zıttır. Saf, temiz gençlerin, bu sözümüze tam inanmaları için, Mevdudi’nin çok övdüğü şah Veliyullahın İzale-tül-hafa kitabının 571. sayfasını, Farisiden Türkçeye tercüme ediyoruz:
Muaviye bin Ebû Süfyan “radıyallâhu anhüma”, Resûlullahın Ashâbından biridir. Sahabe arasında güzel faziletleri ile tanınmıştır. Onu kötü zannetmekten çok sakınınız! Ona dil uzatmak tehlikesine düşmeyiniz. Haram işlemiş olursunuz! Ebû Davud’ün bildirdiği hadis-i şerifte, (Ashâbıma dil uzatmayınız! Uhud dağı kadar altun sadaka verseniz, onların bir avuç arpa sadakalarının sevâbı kadar olamaz!) buyuruldu. Yine onun bildirdiği hadis-i şerifte, Resûlullah hazret-i Hasan’ı göstererek, (Bu, benim oğlum, olgundur. Allahü teâlânın bunun vasıtası ile ümmetimden 2 orduyu barıştırmasını umarım) buyurdu. Tirmizi’nin bildirdiği hadis-i şerifte, hazret-i Muaviye için, (Ya Rabbi! Onu hadi ve mühti eyle!) buyuruldu. Yani, onu doğru yolda bulundur ve başkalarının da doğru yola kavuşmalarına vasıta yap buyurdu.
İbni Sad ve İbni Asakir’in bildirdikleri hadis-i şerifte, hazret-i Muaviye için, (Ya Rabbi! Ona kitap öğret ve memleketlere sahip et ve azaptan koru!) buyuruldu. Resûlullah, onun halife olacağını biliyordu. Ümmetine çok acıdığı için, başlarına geçecek olanın doğru yolda bulunması ve doğru yola götürmesi için duâ etmesi icap edeceği meydandadır. Hazret-i Hasan’ın bildirdiği ve Deylemi’nin haber verdiği hadis-i şerifte, (Bir gün gelir, Muaviye devlet reisi olur) buyuruldu. Hazret-i Muaviye buyuruyor ki Resûlullahın bana, (Ey Muaviye! Devlet başkanı olduğun zaman, iyilik et!) buyurduğu günden beri, halife olacağım zamanı bekliyordum. Ashâb-ı kiramdan Ümm-i Hiram’ın bildirdiği hadis-i şerifte, (Ümmetimden ilk olarak, denizde gaza edenler, elbette Cennete girecektir) buyuruldu. Müslümanlardan ilk deniz gazası yapan, hazret-i Osman zamanında, hazret-i Muaviye idi. Ümm-i Hiram da, bu müjdeye kavuşmak için, hazret-i Muaviye’nin askeri arasında bulundu ve karaya çıkınca [Kıbrıs’ta] şehit oldu. Resûlullahın bu duaları bereketi ile hazret-i Muaviye âdil ve emin bir halife oldu. Resûlullahın birkaç kılını sakladı. Vefat ederken, bereketlenmek için, bunların burnuna konmasını vasiyet etti.
Peygamberimiz, hazret-i Ali ile hazret-i Muaviye arasında olan Sıffin muharebesini de haber verdi. Buhari ve Müslim’in bildirdikleri hadis-i şerifte, (2 büyük asker, birbiri ile harp etmedikçe, kıyamet kopmaz. İkisi de, bir dava uğruna dövüşür) buyuruldu. Buhari’deki hadis-i şerifte, Amar bin Yaseri göstererek, (Seni, bagi [âsî] kimseler öldürecektir) buyuruldu. Hazret-i Muaviyenin askeri tarafından öldürüldü.
İzale-tül-hafa’nın 601. sayfasında diyor ki Emevi halifelerini kötüliyen hadis-i şerifler olduğu gibi, bunları öven hadis-i şerifler de vardır. Bir hadis-i şerifte, (Hilafet Medine’de, saltanat Şam’da olur) buyuruldu.
Bir hadis-i şerifte, (12. halifeye kadar, İslamiyet aziz olur. Hepsi, Kureyştendirler) buyuruldu. Bu hadis-i şerifte övülen 12 halifenin yarıdan fazlası, Emevi halifeleridir. İbni Mace’nin bildirdiği hadis-i şerifte, (Doğudan siyah bayraklılar gelecek, Araplarla harp edeceklerdir. Onların halifelerine tabi olunuz! Onlar, doğru yolu gösteren halifedirler) buyuruldu. Bu ve benzeri hadis-i şerifler, Abbasi halifelerini övmektedir.
2. kısmın 330. sayfasında diyor ki Resûlullahın irşad vazifesini, Onun gibi yapan halifeye Halife-i raşide denir. Bunlar tam ve hakiki halifelerdir. Bu vazifeyi tamam yapmayan, İslamiyete uymayan halifeye halife-i cabire denir.
342. sayfasında diyor ki Resûlullahın irşad vazifesi, 3. kısım idi. Birincisi, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını, güç ve kuvvet kullanarak yaptırmak idi. Buna Saltanat denir. 2. vazifesi, Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını öğretmekti. 3. vazifesi, İhsan olup kalpleri temizlemekti. Hulefa-i Raşidin, bu 3 vazifeyi birlikte yaptı. Sonra gelenler, yalnız saltanat vazifesini yaptılar. Öğretmek vazifesi, mezhep imamlarına, ihsan vazifesi de tasavvuf büyüklerine verildi. 567. sayfada yazılı hadis-i şerifte, bu halifelere melik-i adud denildi. Bunlara mecazen halife denilmiştir. Daha sonra hulefa-i cabire gelir. (İzaletü’l-hafa) dan tercüme tamam oldu.]
7: Yezid bin Muaviye, 60 da halife olup 64 de Havvarin’de vefat etti. Orada defnedildi. Havvarin Şam ile Tedmür arasındadır (23-64).
8: II. Muaviye bin Yezid, çok akıllı, çok dindar, çok âdil idi. 40 gün sonra hilafetten çekildi. (44-64).
9: Mervan bin Hakem, fıkıh alimi idi. Çok zeki idi. Çok akıllı idi. Kur’ân-ı Kerîmi çok güzel okurdu. Günahlardan sakınırdı. Mütteki idi. Hazret-i Osman’ın pek sevdiği damadı idi. Mührünün üzerinde (Allaha güvenirim, ondan isterim) yazılı idi. (2-65)
10: Abdülmelik bin Mervan, hadis ve fıkıh alimi idi. Zühtü ve ibadeti çok olmakla meşhur idi. Tabiinin büyüklerinden imam-ı Nafi (Medine’de, Abdülmelik’ten daha derin fıkıh alimi, daha çok ibadet eden, hac bilgisine ve edeblerine ondan daha vakıf ve Kur’ân-ı Kerîmi ondan daha güzel okuyan kimse görmedim) buyurmuştur. Âlimlerin çoğuna göre, Medine’nin yedi fıkıh âlimlerinden birisi, Abdülmelik’tir. Tabiinin büyüklerinden imam-ı Şabi buyuruyor ki (Her görüştüğüm alimden kendimi yüksek gördüm. Yalnız, Abdülmelik’i kendimden yüksek buldum. Asilerin başı olup çok kan döken Muhtarla harp ederek, onu öldürdü. Hilafeti şer’an sahih idi. Kâbe’yi tamir etti. 1631’de IV. Murad hanın tamirine kadar onun binası devam etti. Bundan önce, rum altınları ve acem gümüşleri kullanılırdı. İlk İslam parasını basan budur. Sicilya ve Adana fatihidir. Oğlu Mesleme’yi İstanbul’u almaya gönderdi. Mesleme Ayasofya’da namaz kıldı. Arap Camii’ni yaptı (26-86).
11: Velid bin Abdülmelik, salih, çok ibadet ve hayrat ve Hasenât sahibi idi. Kur’ân-ı Kerîmi her 3 günde 1 hatmederdi. İyilikleri, ihsanları hesaba sığmazdı. Halife olur olmaz, amcası oğlu Ömer bin Abdülaziz’i Medine valisi yaptı. 400 sandık altın sarf edip, Şam’da Ümeyye camiini yaptırdı. İslamiyette ilk hastahane ve aşhane [imaret] yapan Veliddir. Din adamlarının borçlarını, kendi öderdi. Kuteybiye ismindeki kumandanı Buharayı Türklerden sulh ile aldı. Endülüs, Ankara, Semerkand ve Hind fatihidir. Mührünün üzerinde (Ya Velid, öleceksin ve hesaba çekileceksin!) yazılı idi (46-96).
12: Süleyman bin Abdülmelik, âlim, gayretli, fasih, beliğ, hayrı sever, âdil idi. Zulüm yapmaktan çok sakınırdı. Bir gün biri gelip, çiftliğini elinden aldıklarını söyleyince, Allahtan çok korktuğu için, tahtından inip, yerden halıyı kaldırıp, yanağını toprağa koydu. O zalim memura emir yazılıncaya kadar yanağımı topraktan kaldırmam, diye yemin etti. Emir hemen yazılıp, çiftçiye verildi. Seyyid Abdülhakim Efendinin not defterindeki şu yazı da, İslam halifelerinin adaletini göstermektedir: Halife Süleyman, Tabiinden Ebû Hazim hazretlerine sordu ki ölmek istemiyoruz. Bunun sebebi nedir? Buyurdu ki ya Süleyman! Ahiretinizi harab, dünyanızı mamur eddiniz. Mamur bir yerden, harab yere gitmeyi elbet istemezsiniz (60-99).
13: Ömer bin Abdülaziz bin Mervan (61-101). [Bu halifenin iyi bir müslüman ve âdil olduğunu, Mevdudi de yazmak zorunda kalmıştır.
Mevdudi, Ömer bin Abdül’azîzin 1. müceddid olduğunu bildiriyor ve sayılamayacak kadar iyiliklerinden, hiç olmazsa bir kaçını yazıyor da, kendinden sonra Ömer bin Abdülaziz’in halife olmasını yazıp ilan eden halife Süleymana, bu iyiliklerden bir pay ayırmıyor. Halifelerin oğullarını, yakınlarını halife yaparak, hilafet müessesesini bozduklarını, böylece İslam cumhuriyetini krallar gibi, dikta ile idare ettiklerini yazıyor. Hepsinin kusurlarını, hatalarını araştırıp sıralıyor ve kötü, kâfir damgasını basıyor da, iyiliklerini hiç görmüyor. Halbuki onların, oğullarını, yakınlarını halife yapmaları da, İslamiyete uydukları içindi. Bu da gösteriyor ki dinde reformcular, İslam dinine uyanları kötülemekte, İslamiyeti kendi düşüncelerine, kendi görüşlerine uydurmak isteyenleri beğenmekte ve övmektedirler.]
14: Yezid bin Abdülmelik, önce nefsine düşkündü. Halife olunca, salih olup adalet etti (71-105).
15: Hişam bin Abdülmelik, çok akıllı, güzel idareli, halim, kerim idi. Herkes onu severdi. İyiliği ve adaleti her yere yayılmıştı. Beyt-ül-mala gelen malın helaldan alınmış olduğuna kırk kişi şahit olmayınca, kabul etmezdi (71-125).
16: Velid bin Yezid, beliğ, fasih idi. Aklında noksanlık görüldüğünden bir sene sonra, Kur’ân-ı Kerîm okurken öldürüldü (92-126).
17: Yezid bin Velid bin Abdülmelik, akıllı, zeki dine bağlı idi. İçkiyi yasak etti (90-126).
18: İbrahim bin Velid bin Abdülmelik, yetmiş gün halifeliği Mervan’la harp içinde geçti (?-126).
19: Mervan bin Muhammed bin Mervan, cesur, akıllı, idareci idi. Çok memleketler aldı. Haricilerle harp edip reisleri Dahhak’ı katletti. Abbasilere mağlub olup öldürüldü (72-132).
20: Abdullah seffah bin Muhammed bin Ali bin Abdullah bin Abbas, âlim, akıl, tedbirli, fasih ve çok cömert idi. Çiçek hastalığından öldü. Abbasilerin ilk halifesidir (104-135).
21: Mensur bin Muhammed, ilmi, edebi çoktu. Eğlenceye düşkün değildi. Cesur, sabırlı idi. Çok ibadet yapardı (95-158).
22: Mehdi bin Mensur, âlim, cesur, zeki çok cömert idi. Herkes onu severdi. İtikadı çok temizdi. Zındıkları katletti (126-169).
23: Hadi bin Mehdi, âlim, akıl, fasih ve cömert idi. Mühründe (Allaha inanır ve güvenirim) yazılı idi. (147-170).
24: Harunürreşid bin Mehdi, her gün ve her gece 100 rekat namaz kılardı. 1 yıl hac, 1 yıl gaza ederdi. Her işinde İslamiyete yapışırdı. Güzel huyları kendisinde toplamıştı (148-193).
Tarih kitabının, vesikaları ile birlikte olan yazıları, yukarıda kısaca bildirildi. İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe, imam-ı Gazali, imam-ı Nevevi, ibni Hacer ve imam-ı Rabbânî ve Hâlid-i Bağdâdî gibi âlimler de böyleydi. Mevdudi, Seyyid Kutub ve Hamidullah gibilerin böyle olmadıkları meydandadır. İslam ilimlerinden ve İslam âlimlerinden haberi olmayan ve İslamiyetin içine, özüne nüfuz edemeyip, müsteşrik kâfirler gibi dışardan gören kimseleri, İslam alimi sanmak kadar saflık olamaz. Mevdudinin skolastik bilgiler dediği medrese ilimleri, Ulum-i nakliyedir. Rasyonel bilgiler dediği fen bilgileri de ulum-i akliyedir. Bunların her ikisi de, İslam bilgileridir. Fıkıh ve hadis âlimleri için, İslam bilgilerinden birisini biliyor, ötekini bilmiyor diyecek kadar alçalmak, bir müslümanın yapacağı şey değildir. İslam âlimleri, Kur’ân-ı Kerîm ile hadis-i şerifler ile övülmüş olan çok yüksek zatlardır. Peygamberlerin varisleridirler. Aralarında iş bölümü yaparak, her biri ayrı ilim kolunu yaymak vazifesini kendi üzerine almıştır. Bu iş bölümü, cahilleri şaşırtmakta, onları başka ilim kollarında yükselmemiş sanmaktadırlar.
Mîzanü’l kübra kitabının başında “Fıkıh bilgilerinin mütehassısı ve fıkıh ilminin kurucusu olan Ebû Hanîfe hazretleri, Abdülkâdir-i Geylani hazretleri gibi büyük bir Velî idi. Onun gibi kerametler sahibi idi. Fakat, kalp marifetlerini yaymak, ruhları temizlemek vazifesini üzerine almayıp, beden ile yapılacak ibadetleri yani fıkıh bilgilerini yaymak vazifesini, üzerine almıştı. Yetiştirdiği müctehidler de böyle idi.” buyuruluyor.
İslamı içerden yıkmak isteyen sinsi düşmanların, gençleri aldatmak için, İslam âlimlerini bu yoldan da lekelemeye saldırdıkları görülmektedir. Böyle söyleyen bir kimsenin, kendi yıkıcı planlarını gizlemek için, İslamiyeti ve İslam âlimlerini yaldızlı ve yuvarlak kelimelerle ballandıra ballandıra övmesine aldanmamalıdır. Mesela, imam-ı Muhammed Gazalinin fârisî (Kimya-i saadet) kitabını okuyan kimse, onun tıb bilgisindeki derinliğini hemen anlar. Karaciğerde kanın temizlendiği, safranın ve lenfin ve zararlı maddeler eriyiklerinin burada kandan ayrıldığı, bu işte dalağın, böbreklerin ve safra kesesinin rollerini, kandaki madde miktarları değişmesinden sıhhatin bozulacağını, bugünkü fizyoloji kitaplarında olduğu gibi anlatmaktadır. İslam âlimleri, skolastik ilimde olduğu gibi, rasyonel ilimde de çok üstün oldukları için, her asırda, her işlerinde muvaffak olmuşlar, İslam memleketleri, medeniyetin beşiği olmuştur. Onların üstünlüğünü dünyaya yayan binlerce kitapları meydandadır. Dünya kütüphanelerini doldurmaktadır. Birçokları yabancı dillere çevrilmiştir. Sinsi düşmanlardan başka herkes, bu hakikati görmekte ve bildirmektedir. Onların eserlerini anlamak için, Keşfü’z-zünun kitabına bakmak kâfidir. Hadis-i şerifte Cehenneme gidecekleri bildirilen 72 fırkadaki İslam ismini taşıyan münafıklar, o zamanlarda da, şimdiki Dinde reformcuların yaptıkları gibi, dinden olmayan hurafeleri İslamiyete sokmuşlardı. Fakat, Ehl-i sünnet âlimleri, bunları birer birer inceleyerek ayıkladılar. Bugün Ehl-i sünnetin temel kitaplarında, hiçbir hurafe, hiçbir mevdu hadis yoktur. Şemseddin Sehavi’nin, Şevkani’nin, İbni Teymiyye’nin, Abduh’un, Aliyül Kari’nin ve İzmirli İsmail Hakkı’nın, Ehl-i sünnet kitaplarında, mesela Beydavi tefsirinde ve Gazalinin İhyasında mevdu hadisler vardır demeleri doğru değildir. Bu büyük âlimlere iftiradır.
İslamın 5 temel ibadetinden biri olan cihatı lüks hayat için, keyif ve hırs için yapılıyor demesi de, Mevdudinin kişiliğini ortaya koymaktadır. Cihat yapmayı emreden âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler tevatür hâlini almış olduğundan, burada ayrıca bildirmeye lüzum görmüyoruz. İslamda Cihat kitabında kendisi de bunları itiraf etmektedir. Ecdadımız keyif için, tama için cihat yapmadı. İla-i kelimetillah için yaptı. Cihadı devlet yapar. Ordu yapar. Milletin cihadı, ordunun emrinde çalışmakla olur.
Mevdudi, hak olan mezheplerle, batıl olan fırkaları birbirine karıştırmaktadır. Ehl-i sünnetin gerek itikattaki ve gerekse ameldeki mezheplerinin hiçbirinde mevdu ve İslama uymayan bir şey yoktur. 72 bozuk fırkanın mevdu, sapık ve İslama uymayan tarafları vardır. İmam-ı Gazali hazretleri ve ondan önce ve sonra gelen âlimlerin hepsi bu bozuk fırkaları tenkid ettiler. Mevdudi’nin, Filipinlerden ve Hindistan’dan Portekiz’e kadar ve Buhara’dan Marakeş’e kadar 3 kıtaya ilim ve sanat saçan, üniversiteler kurmuş olan İslam maarifine bozuk damgasını basması da, güneşi balçıkla sıvamaya kalkışmak gibidir. Bu yazıları yazandan ziyade, bu yazarı İslam alimi sananlara daha çok şaşılır.
Tavsiye Yazı –> Mevdudi Kimdir?